Ana içeriğe atla

Kadınların yüklendiği misyon

Bazıları ağzını açar açmaz "Bu ülkede kadın olmak zordur. Çünkü kadın ezilendir, işkence görendir, baskı altındadır, hakkı verilmez, hep çiğnenir, erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz, kadına değer verilmiyor, her yeri erkekler doldurmuş, bak mecliste bile ne kadar azınlıklar, Aile Sosyal Politikalar Bakanı bile erkek..." gibi cümleleri işitirsiniz hemen.

Her konuda olduğu gibi yine sap ile saman karıştırılıyor. Bir bakıyorsunuz kadın el üstünde, yine bir bakıyorsunuz kadın ayaklar altında. Bu tür serzenişlerin doğruluk payı var mıdır? Vardır elbet. Fakat sorunu yanlış yerde arıyoruz. Sorunu doğru tespit edemezsek çözüme de kavuşamayız. Havanda su döveriz hep. Bu ülkede sorun insan ve insanlık sorunudur. Güçlünün güçsüzü ezmesidir. Kimin gücü kime yeterse dağ kanunları geçerlidir. Kadın çocuğunu, erkek eşine gücünü gösterir. Biriyle kavga edeceksek bile güç gösterisi yapabileceğimizle yaparız kavgamızı. Kişinin gücüne, kuvvetine, cüssesine bakarız. Eğer alt edemeyeceksek alttan alırız. Güç gösterisidir bizdeki.

Biz yine kadının ezildiğini varsayarak konumuza dönelim. Kadın yeri geldiği zaman erkeği elinde oyuncak eder, yeri gelir  erkek kadını. Burada asıl sorgulanması gereken kadının kendini kullandırmasıdır. Bugün kadın her alanda elinin hamuruyla erkek işine karışıyor veya karıştırılıyor. Bir bakıyorsun erkeğin yapacağı işte kadın, kadının yapacağı işte erkek var. Alanlar geçişken haline geldi maalesef. Bu durumda kadın daha fazla iş yükü alacağından gücünün üzerinde bir yük ile karşı karşıya kalmaktadır. Hem vücut yapısı, doğurganlığı, anne olması, çocuk yetiştirmesi, ev işleri başlı başına küçümsenemeyecek kadar büyük bir iş iken bunlara ilave olarak dışarıda herhangi bir iş üstlenmesi kadının kendisine ve kadına yapılan bir eziyettir. Böyle bir tespiti yapınca hemen birileri: “Kadını eve hapsetmeye çalışıyor, zaten bunların bilinçaltında bu var. Kadın köledir bunlara göre…” şeklinde bir savunma/saldırma refleksi ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Kadın eve hapsolsun gibi bir düşüncem yok. İsteyen iş hayatında olur, isteyen olmaz. Kadınlar iş hayatında olacaksa da bünyesine uygun işlerde part time çalışabilmeli ki, asli işlerine zaman ayırabilsin. Yoksa tıpkı erkek gibi mesaiye tabi olan bir kadın için hayat çekilmez olur. Bu durumda iki işinden birini aksatacak; ya evini ya da işini. Dışarıda çalışması elzem olmayan birinin çalışmayı seçip çocuğunu bir başkasına emanet etmesi geleceğimizin teminatı çocuklarımızın büyütülmesini ciddiye almamak demektir.

Kadının tıpkı diğer erkekler gibi dışarıda çalışmasının yanında kadınlarla ilgili bir başka sorun daha var. Kadın bugün  kullanılan bir obje haline gelmiştir. Modada, sanatta, reklamda, pazarlamacılıkta, haber ve TV sunuculuğunda hemen hemen her yerde vitrinde göze ve görselliğe hitap edecek şekilde boy göstermektedir. Hele bir de anadan üryan soyunarak rol almaları, podyumlara çıkmaları kadının göze hitap eden bir meta olarak görüldüğü imajını vermektedir. Kabiliyetli olduğu alanlarda çalışmasının yanında maalesef vücudu teşhir edilen meslekler de vardır.  Kadın olmak zor gerçekten. Eziyet çekiyor. Biraz da bu zorluğa bazı kadınların teşne olduğu görülmektedir. Kadını ve haklarını savunanlar biraz da çoğunluk kadının kabul etmediği vücudun teşhiri konusunda seslerini yükseltmelidir. Kadın kendini kullandırtmamalıdır.

Unutmayalım ki her şey para değildir. Kadının her alanda olması adaletin değil, eşitliğin bir gereğidir. Eşitlikte ise hakkaniyet olmaz. Çalışılacaksa da kimliğimizden, özümüzden ve değerlerimizden ödün vermeden iş hayatında olalım. 

Bir elmanın yarısı olan kadının sorumluluğu başkadır, erkeğinki başkadır. İnsanoğlunun başına ne gelirse kendi yapıp ettiğinden dolayıdır. 13/02/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde