11 Şubat 2017 Cumartesi

Sivil Toplum Kuruluşlarının yönetiminde görev alanlara

Belli bir hedefi olanların, aynı düşünceye sahip olanların bir araya geldiği örgütlü bir organizasyon olarak görürüm STK'ları. Hem üyelerini bilgilendirmek, onların haklarını korumak, hem onlarda aidiyet duygusu oluşturmak hem de bir güç olup ülkede meydana gelebilecek olumsuzlukların önüne geçmek için böylesi STK'lara ihtiyaç vardır.

STK'larda üyeler, üyelerin seçtikleriyle delegeler, delegelerin seçtikleriyle yönetimler olur. Yönetimdekiler üyeler adına iş yaparlar. Sorumlulukları büyüktür. Kişi bir makama geldikçe sorumluluğu artar. Artık kendisi değildir. Arkasındaki üyeleri temsil eder.

STK'ların sürekli olmaları, temsil ettiği misyonu devam ettirebilmeleri özellikle yönetimde üyeleri adına emaneten görev yapan yönetici ve yönetim kadrolarının vazifelerini layıkıyla yapmalarıyla orantılıdır. Bu tip organizasyonlarda görev alanların bayrağı ileriye götürme gibi bir sorumlulukları vardır. Yaptıkları tasarrufları anlaşılabilir, anlatılabilir olmalıdır.  STK'ların yönetim görevinde sorumluluk almış kişilerin yaptıkları rutin işlerin dışında üyelerinin gönlünü fethedecek, üye olmayanların da gıpta ile bakabileceği uygulamalara imza atmaları gerektiğini belirten hususlara işaret etmeye çalışmaktır niyetim bu yazımda.

STK'larda görev yapanlar:
1. Üyelerini belirli periyotlarla kurum-kuruluş ve okullarında ziyaret etmelidir.
2. Önemli konularda üyelerini bilgilendirmelidir.
3. Yeni üye bulmak için kurumları ziyaret etmelidir.
4. Yönetim görevi yaptığı makama gelen üyeler için ilgi ve alaka göstermeli, zaman ayırmalıdır.
5. Yeri geldiği zaman protokol takılmayı, yeri geldiği zaman mütevazı olmayı becerebilmelidir.
6. Herhangi bir nedenle kırılmış, gücenmiş, incinmiş, içine ve kabuğuna çekilmiş üyelerinin ayağına gitmelidir. Ayrılmak isteyen üyeyi duyduğu zaman yerinde ziyaret etmelidir. Kırgınlığı gidermek için gönlünü alma yoluna gitmelidir. Üye istifa etmiş olsa bile yanına gidip bir bardak çayını içip "Kardeşim, siz bizden ayrıldınız ama gönlümüzde ayrı bir yerin vardır, her zaman için kapımız açıktır, ne zaman bir derdin olursa elimizden gelen gayreti göstereceğimizi bilmenizi isteriz" mesajı verilmelidir.
7. Üyeleri bilgilendirmek, üyelerin kendi aralarında tanışmalarını sağlamak, bazı konularda istişare etmek amacıyla içi dolu toplantılar yapılmalıdır.
8. Toplantı, etkinlik vb. amaçlı yapılacak faaliyetler için yer belirlemede makul, anlatılabilir yerler seçilmelidir. İzzet ve ikramda ölçülü ve tasarruflu olmak için çaba sarf edilmelidir. Düzenlenecek geceler için lüks yerlerin tutulmasından uzak durulmalıdır. İzzet ve ikram sadece belli makam sahipleri, kurum ve okul temsilcileriyle sınırlı olmamalıdır. Tabandaki üye de nasiplenmelidir. Tabana yayıldıkça üyelerde aidiyet duygusu daha fazla oluşacaktır. Elimizdeki imkanlar tabana ikram etmeye yetmez denirse böylesi imkanlardan temsilciler de yararlandırılmamalıdır.
9. Üyeler adına gelen aidatı yerli yerinde kullanmak gerekir. Bu aidatlar çarçur edilmemelidir. Belli kişi ve yerlere harcamaktan kaçınılmalıdır. Bu parada tüm üyelerin hakkı vardır deyip gerekli özen gösterilmelidir. Aidatı babasının malı gibi harcama yoluna gitmemelidir.
10. Üyelerin eğilimini ölçmek ve nabzını tutmak amacıyla zaman zaman memnuniyet anketi yapılmalıdır.
11. Üyeler tarafından kendilerine yapılacak yapıcı eleştirilere açık olmalıdır.
12. Yönetim görevinde kökleşmemeli, yeri geldiği zaman bayrağı bir başkasına devredebilmelidir.
13. STK yönetiminde görev alan ikinci bir yönetim görevi almamalıdır. Çünkü her bir yönetim görevi sorumluluğunu artırır. Bir koltuğa iki karpuzu sığdırma yoluna gitmemelidir.
14. Üye ziyaretinde sadece üst düzey yetkilileri ziyaret etmek yeterli görülmemelidir. Bilinmeli ki, bugün kendisi zirvede ise bunu üst düzey yetkililere değil, tabandaki üyelere borçludur.
15. Temsil ettiği üyelerinin yetenek ve kabiliyetlerinin tespit edileceği bir çalışma yapılmalıdır. Hangi konuda ne tür bir bilgiye ihtiyaç duymuşlarsa üyesinin birikiminden faydalanma yoluna gidilmelidir.
16. STK'nın kuruluş felsefesinin dışına çıkmamalıdır. Hiçbir siyasi partinin koltuk değneği olmamalıdır. Hak bildiği davasını hakim kılmak için çaba sarf etmelidir. Hiç bir siyasi parti ile aynı karede yer almamalıdır. Varlık sebebini bir siyasi partiye bağlayanların ömrü, angaje olduğu parti ile sınırlıdır. Parti gözden düşerse STK da düşer. Bu yüzden ilişkiler kurumsal düzeyde üyelerinin hakkını korumak şeklinde olmalıdır. Uzun ömürlü olacak adımlar atılmalıdır. Aynı düşüncedeki partisi iktidardan düşse de kendisi zirvede kalacak politikalar, prensipler geliştirilmelidir. Bunun yolu da üyelerinde aidiyet duygusu oluşturmadan geçer. Üyelerinde aidiyet duygusu geliştiremeyenler devraldıkları bayrağı ileriye taşıyamadıkları gibi aldıkları emanete de -bilerek veya bilmeyerek- ihanet etmiş olurlar.

Bugün üyelerinin ayağına gitmeyenler, sadece protokol takılanlar, koltuktan kalkmayalar bunun bedelini sadece kendileri değil, temsil ettikleri camia da öder. Bu bedeli ödetmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Okul-kurumundaki koltuğu ile STK koltuğu arasında mekik dokuyanlar ve bu yaptıklarını da yeterli görenler -kusura bakmasınlar- dava gibi bir derdi olmayanlardır. Onlar koltuk sevdalısıdır. Kendisini  daha yukarıya taşımak için koltuğu alet edenlerdir. Üyelerin üzerine basarak yukarı çıkanlardır.

Kimi mi kastediyorum. Görevini yapmayan herkesi. Yarası olan gocunsun. Benden söylemesi. 11.02.2017

10 Şubat 2017 Cuma

Param çok. Harcayacak yer arıyorum diyorsanız, bu süpürgeye yatırım yapın!

İnsanoğlunun başına gelenler bazen cehaletindendir ama genellikle en iyisi olsun, mükemmel olsun, bir daha başım ağrımasın... demesindendir. Ne gelirse başımıza meraktan, tamahtandır dense yeridir.

Şimdi gelelim meselemize. Paranız var, sokağa atacak değilsiniz ya. Ya da paranız fazla yok, taksit imkanı var. Siz yeter ki almak isteyin, ödeme kolaylığı sağlanır itina ile firmalarımız tarafından. yeter ki oltaya takılmaya gör. Önce oltaya takılırsın. Sonra yaşadığın müddetçe seni soymaya/sağmaya devam ederler. Ne demek mi istiyorum. Bu işler anlatmayla anlaşılmaz. Sen en iyisi bir elektrikli süpürge al, ne dediğimi daha iyi anlarsın. yaşayarak öğrenmiş olursun bu işi.

Mutfak malzemeleri üzerine pazarlamacılık yapan Türkiye çapınca ağını kurmuş bir firma var. Adı da samimiyet ve içtenlik anlamına gelir. Bu firmanın bir süpürgesi var. Nereden bulacağım bunları dersen merak etme, onlar seni bulur. Hiç bulamazlarsa bir dostun senin numaranı verir, onlar seni arar. İhtiyacım yok desen de "Efendim almak zorunda değilsiniz, biz evinize gelelim, bir tanıtım yapalım" derler. Ev müsait değil, cenazem, düğünüm var, halihazırda tatildeyim desen de seni farklı farklı numaralarla arayarak illallah dedirtirler. En iyisi çağırayım, gelsinler, tanıtımlarını yapsınlar, böylece kurtulayım dersin. Ya da tanıtıma gerek yok. Zaman zaman gerekli-gereksiz harcamalarımız oluyor. Bir de bunlara param nasip olsun, kurtulayım şunlardan diyerek firmaya gidip süpürge almaya kalkıyorsun. Yetkili: "Efendim! Firmamızın prensibidir. Bu süpürgeyi evinizde tanıtım yapmadan satamıyoruz" der. O zaman akşam gelin, yapın şu tanıtımınızı, diyorsun. Pazarlama görevlisi evine misafir olur. Tüm aile bireylerini de bir odaya  toplar, komşuları da çağırın, der. Güç-bela komşuları çağırmaktan vazgeçiriyorsun. Adam başlıyor tanıtımına. Aile bireylerinin önünde evin lambasını söndürüyor. Çalıştırdığı makinenin halınızdan bulduğu mikropları gösterir önce size. Bak hepsini aldı. Bu makinenin şöyle çekiç gücü var, böyle temizleme özelliği var...gibisinden anlatır da anlatır. Üstelik halı yıkama özelliği de varmış dersin süpürgeye tav olursun. Piyasada normal bir süpürgeyi 80-100 TL'ye alırken bu firmadan 1800 liraya taksitle bir süpürge alıyorsun. Verdiğin para seni için için bitirirken evin hanımı evim tertemiz olacak, sonunda turnayı gözünden vurdum, bütün dertlerim bitecek, diye dört köşe olur. Sen, bir süpürgeye bu kadar para verilir mi, sanki ev alır gibi desen de ok yaydan çıktı bir kere. Üstelik kim kime yapar 12 ay taksidi.

Evin hanımı süpürgeyi kullanmaya başlar. Halıda ne kadar tüy varsa toplar gelir, bir kaç yıl içinde senin halının tüyü çıka çıka iyice incelir, kağıt gibi olur. Sana yeni bir halı ihtiyacı daha çıkar ama şimdilik bu dursun. Çünkü konumuz süpürge. Rengi kırmızı olan halını eşin süpürdükçe makinenin içindeki haznedeki su kıpkırmızı olur. Sen  bu makinenin sesi ne zaman duracak diye bir işle uğraşırken müjdeli haber eşinden gelir: "Süpürgenin suyuna bak, kıpkırmızı kir çıktı" diye. Hanım, bu halının rengi desen de anlatamazsın. Anlatmak için en iyisi suyu laboratuvara gönderip analiz yaptırmak. O da dünyanın parası. En iyisi tamam kir deyip işin içinden sıyrılıyorsun.

İş bu kadarla da bitmiyor. Makinenin alınışının yıl dönümünde servis seni  arıyor: "Bakım zamanı geldi" diye. Bir-iki yıl bu şekilde bakım yapılır, karşılığında servis ücretini ödersin. Garantisi bittikten sonra da servis peşini bırakmıyor. "Makinenizin bakım zamanı geldi" telefonuyla aranırsınız yine. Her servise gidince de ardından tekrar aranırsınız: "Efendim makinenizin şurası eskimiş, bu parçası değişecek, servis ücretiyle beraber borcunuz 80 lira. Yapalım mı" der bir de. Makine zaten gitmiş, yapmayın demenin zamanı mı şimdi. Üstelik haftalık ev temizliğinin zamanı da yaklaştı, dersin içinden. Tamam yapalım, dersin. Makinen işlem görür, evine kadar teslim edilir. Karşılığında da sen, belirtilen meblağı bayılırsın. Her sene bakım ve servis ücreti ile orta seviyede yeni bir süpürge alırsın. Makine çalışıyor nasılsa, önümüzdeki bakım zamanı kabul etmeyelim dersin. Bakım zamanından bir iki ay geçtikten sonra makinen su koyvermeye başlıyor. Mecburen tekrar servisi ararsın. Servis ücretinden kaçayım derken makinenin değişmesi gereken parçalarıyla beraber iki süpürge parasını çöpe atarsın tekrar.

Süpürge maceranız bir ömür boyu bu şekilde sürer gider. Bunu atsan yeni bir süpürge alsan kârdasın. Üstelik bakım derdi de yok. Ama 5-6 yıl önce bayıldığın 1800 lira para ve süpürgeye aşık eşin gözünün önüne gelince tekrar servise servis ve tamir parası vermeye devam edersin. Servis bir gün: "Arkadaş bu süpürge ömrünü tamamladı" dese yerinden zıplayıp oynarsın. Ama nafile. Bizde bu süpürge aşkı ve para oldukça bunlar gelmeye ve bizi sağmaya devam edecekler anlaşılan. Her süpürgeyi götürürken: "Ablacığım! Bu süpürgelerin şimdi sessizi çıktı, üstelik emiş gücü daha fazla, haberin olsun, taksitli fiyatı da 3200 lira" demeyi de unutmuyorlar.

Şimdi hedefimizde 3200 lira olan süpürgeyi almak var. Sessiz çalışıyor, emiş gücü fazla. üstelik taksitle. Ha sesi oluversin demeyin. Eşiniz süpürgeyi çalıştırdığında top atsanız duymaz, telefon açarsın cevap vermez. Çünkü sesi yüksek. Eşime her seslendiğimde eşim cevap verecek diyorsan 3200 lirayı bayılacaksın ve her yıl bir süpürge parasını servis parası olarak vermeye devam edeceksin.

Gördün mü? Sen yeter ki param çok, harcayacak yer arıyorum diyordun. İşte sana yol ve yöntem. yeter ki sen tırnağınla kazıyarak kazandığın parayı saçmayı iste. Öyle zannediyorum bu nefis anlatımımdan sonra ağzınızın suyu aktı. Bu makineyi almaya karar verdiniz. Ama firmaya ulaşamıyorsunuz? Bir telefonunuz kadar yakınım, yeter ki isteyin. Hemen firmaya numaranı verirsem aynı akşam damlarlar. Ayrıca anlatımım nefis falan değil. Burada nefis olan makinenin kendisidir. 10/02/2017

Suriye Cehenneme dönüşmesin! ***

Geçen gün Suriyeli iki kardeşi evlerinde ziyaret ettim. İzzet ve ikramda kusur etmediler sağ olsunlar. Suriyeli aileyi ziyarete gidersin de konu ne olur? Elbette, Suriye ve savaş olur. Biz de hep Suriye'yi konuştuk çayımızı yudumlarken.

Ülkeniz yürürlüğe giren ateşkes ile birlikte biraz rahatlamıştır dedim. 'Nerde!' cevabı verdi. "Çok bir şey değişmedi. Esed'den geçtik, ülke Rusya tarafından işgal edildi, bir daha da çıkmaz oradan, bir çok yeri bombalamaya devam ediyor," dedi. Annen-baban nasıl, görüşüyor musunuz, durumları nasıl dedim. Aramıza sonradan katılan öğrenci olduğunu öğrendiğim bir Suriyeli: "Nasıl olsunlar, halimize şükür diyorlar. Ben telefonla konuşurken yan tarafa komşunun evine bomba düşüyor. 'Bizim burada bir şey yok' diyorlar" dedi.

Yanımdaki komşum: "Suriye'nin bugün geldiği noktayı düşündüğünüzde 'Keşke bu savaş olmasaydı' diyor musunuz' dedi. "Çıkış noktamız doğru idi. Ama geldiğimiz durum itibariyle 'Keşke başlanmasaydı dedirtti maalesef' dedi. "Biz dokuz ay boyunca protesto eylemleri yaptık, hiç elimize silah almadık, demokratik bir eylemdi bizimkisi. Ama sonuç buraya geldi" diye ilave etti. Sizin gelmenizle birlikte kiralar arttı" dedi komşum. "Arttığını biliyoruz. Daha önce biz yaptık bunu. Suriye'ye dışarıdan gelenlere kira fiyatlarını yükseltmiştik. Şimdi de bizim başımıza geldi," dedi.

Suriye'ye ailenin yanına gidebilir misin, dedik. "Giderim gitmesine de  başıma ne gelir bilinmez. Daha önce bir tanıdığımız İstanbul'a kaçmıştı. Onu getirmek için Esed birini gönderdi. Kaçağı getirinceye kadar ailesinden kim varsa hapse aldılar. Kaçan İstanbul'da ölüp Suriye'ye geri getirilemeyince ailesinden annesi, babası, kız kardeşleri hapishanede öldüler. Maalesef çıkamadılar" dedi.

Ateşkesten sonra biraz rahatlama olmuştur diye düşünüyoruz, dedik. Esed bir şey yapmıyor, ama Rusya yine bombalamaya devam ediyor, dedi.

Anladığım kadarıyla Suriye'de değişen bir şey yok. Suriye'yi terk edip hayata tutunmaya çalışan bu insanları dinleyince bir defa daha üzüldüm hallerine. Üstelik nezaket, görgü ne derseniz ahlakın her türlüsü vardı kendilerinde. Kimseye yük ve muhtaç olmadan çalışmaya devam ediyorlar, bütün dertlerini içlerine gömerek. Oturduğum eve yeni taşındığımdan dolayı 'hoş geldin'e gelmişlerdi daha önce bana. Gelirken yanlarında getirdikleri tatlıyı da uzatarak 'hayırlı olsun' demişlerdi.

Ziyaretimizden sonra üç gün geçmişti ki, Rus uçakları el-Bab'da askerlerimizin bulunduğu bir karargahı bombalayarak 3 askerimizin ölümüne sebebiyet verdikleri haberiyle 'Ne oluyoruz' demekten kendimi alamadım. Gerçekten Suriye'de ne oluyor? Müslüman kanından başka kanın akmadığı bu kirli savaş ne zaman sona erecek? Müslüman topraklarından başka savaşın olmadığı bu menfaat savaşı nereye kadar devam edecek?

Sanırım Müslümanlar birlik ve beraberlik içerisinde olup feraset, basiret sahibi olmadıkları müddetçe İslam ülkelerindeki bu kirli oyunlar devam edecek. Nasıla aramazsın Osmanlı'yı bu süreçte. Bir denge unsuruydu. Hasta haliyle bile olsa yaşamış olsaydı bugün diyarı İslam'da  kan ve göz yaşı olmazdı. Zaten Osmanlı çekildikten/çektirildikten sonra Osmanlı'nın bıraktığı topraklarda hiç huzur ve sükunet ortamı olmadı.

Yanı başımızda devam eden bu savaşı durdurabilmek ve ülkemiz içerisinde sık sık meydana gelen terör ve bombalama eylemlerinin kökünü kesmek üzere Türkiye bu duruma kayıtsız kalmadı. Suriye'ye girdi. Şu anda el-Bab'da tıkandı kaldı. el-Bab'ı iyi bilenler şehrin altının tünellerle dolu olduğunu ve her bir yere bomba düzenekleri yerleştirildiğini ifade etti. Zaman zaman şehitler veriyoruz, gazilerimiz oluyor. Türkiye karınca misali zulme dur diyeyim diyerek inisiyatifi ele aldı. İnşallah şehitlerimizin sayısı artmaz, Türkiye bir oyunun içerisine çekilmez. Diğer taraflardan yüzünün akıyla çıktığı gibi buradan da fazla kaybımız olmadan çıkar. Evlerimize yeniden ateş düşmez. Suriye bize cehennem olmaz. Suriye üzerinde oyun oynayanlar, inşallah kurdukları tuzağın altında kalırlar. Ava giderken avlanırlar. Bir daha bellerini doğrultamazlar. 10/02/2017

*** 11/02/2017 tarihinde ladik.biz' de yayımlanmıştır.


9 Şubat 2017 Perşembe

Vekil seçileceklere öğütler

 07/06/2015 tarihinde 25.dönem vekillerimizi seçeceğiz. Milleti temsil edecekler istifa etmeye başladılar bile. Bakalım kimler seçilecek, ne kadar milleti temsil edecekler önümüzdeki günlerde göreceğiz hep beraber. Ülkemiz için inşaallah hayırlara vesile olur.

Temennim hangi partiden seçilirse seçilsin; doğru, dürüst, seçildikten sonra seçmenine tepeden bakmayan,
ülkenin kalkınması için çaba sarf eden, seçilmeden önce mal beyanında bulunan, vekilliği bittikten sonra da mal beyanında bulunan, vekilliği sona erdikten sonra çalışmak  ve rızkını temin etmek için iş arayan, ülke için katma değer üreten, prensipleriyle hareket eden, günübirlik hareket  etmeyen, meclisteki diğer mesai arkadaşlarını ön yargısız dinleyen, içine sinmeyen kanun vb.mevzuata parmak kaldırmayan, milletinin değerleriyle çelişecek iş yapmayan, karşıt fikirlere hayat hakkı tanıyan, aldığı maaş ile asgari ücretli çalışanların maaşını  karşılaştıran, seçilmeden önceki sevecen, insanları dinleyen,  seçmenin ayağına giden mütevazi kişiliği seçilince de devam eden, geldiği yeri unutmayan vs. şahsiyetli ve kişilikli insanlar bizi temsil eder.

Millet asıl ise, vekil aslın dediğini yapar. Sizden bazı isteklerim olacak, lütfen dikkate alın, bunu bizim için değil itibarınız için yapın:
◆ Aday yapılmazsanız partinize küsmeyin, partiniz adına çalışmaya devam edin
◆ Seçim çalışması esnasında yapamayacağınızı vadetmeyin. Asla yalan söylemeyin.
◆  Seçim esnasında gürültü ve görüntü kirliliği yapmayın.
◆  Miting yapmayın, illa yapacaksanız şehir dışında trafiği ve diğer insanları rahatsız etmeyecek ortamlarda miting yapın. Mitinge katılmayacak insanların ulaşımını engelleyecek ve geciktirecek şekilde trafiği engellemeyin.
◆ Bulduğunuz araçla şehrin ana arterlerinde bağırıp çağırarak oy istemeyin.
◆ Seçim çalışmasını tv'lerde yapın.
◆ Seçildiğiniz zaman ilk işiniz asgari ücretlinin maaşını düzeltecek düzenleme yapın. Düzeltinceye kadar asgari ücretten maaş almaya devam edin.
◆ Milletin karşısında ceketininiz hep ilikli olsun, millet size değil, siz milletin önünde ceketinizi ilikleyin.
◆ Vekil seçildikten sonra seçim çalışmasında size yardım eden dostlarınıza devlet malını peşkeş çekmeyin.
◆  Vekillik aslî görev değildir. Cenazeniz meclisten kalkmasın. 2-3 dönemden sonra köşenize çekilmesini bilin. Başkalarına yol açın. Ne de olsa vekillik tâlî bir görevdir. Nasıl asli görev dışında ikincil görev yapanların görevini sona erdirdi iseniz, iğneyi de kendinize batırın, 4 yıl vekillik yapanın vekilliği sona erer diye bir kanun çıkartın. Sonra milletin karşısına geçin, millet sizi sözlü yapsın, milletin sözlüsünden geçen yeniden vekil olsun.
09.02.2015

8 Şubat 2017 Çarşamba

Hangimiz, nereye, ne kadar ehiliz?

Nerede bir yazı, nerede bir paylaşım, nerede bir konuşan görsem kamuya eleman alımından tutunda görev yapan kişilerde ve makam sahiplerinde aranan şartların başında 'Ehliyet ve liyakat' şartını öncelikli olarak savunduklarını gördüm. Buna kendimi de dahil ediyorum.

Hepimiz doğrunun ne olduğunu biliyoruz. Tespitimizde haklıyız. O zaman kendi kendimize şöyle bir soru soralım: Acaba yaptığımız görevde kendimiz bu işe ne kadar ehiliz? Bu göreve atanırken layıkıyla mı geldik, yoksa birilerini vasıta  kıldık mı? Bugün çocuğumuzu bir işe yerleştirirken herhangi bir kapıyı çaldık mı? Çocuğumuz akranlarına ve emsallerine göre yerleştirildiği işe ehil olanlardan mı? Hangi birimiz durumumuza razı olduk? Eğer bu sorulara vereceğimiz cevap torpil yok  ise kazancımızdan harcamamıza varıncaya kadar her şey helali hoş olsun. Bu durumu tebrik etmek lazım. Böyle kişilerin Allah yollarını açık etsin. Nice yıllar hizmet etmeyi nasip etsin. Umarım böylelerinin sayısı çoktur toplumda. Eğer atanmamızda, herhangi bir yere, makama gelmemizde arada torpil varsa-ki büyük bir çoğunluğumuzda maalesef vardır- Allah affetsin. Bu durumu ilk önce tespit edip bir öz eleştiri yapmak,sonra da tövbe etmek lazım. Bu işte kul hakkı var ise ve bunlar biliniyorsa helallik dilemek lazım. 

Bu durumu konu edinmemin sebebi yazımın başında ifade ettiğim gibi 'ehliyet ve liyakat' konusu hepimizin ağzında. Konuşurken mangalda kül bırakmıyoruz. Hepimiz doğrucu Davut kesiliyoruz. Bu iki güzel hasleti sürekli ağzımızda sakız gibi çiğniyoruz. Etrafıma baktığım zaman bu konuda toplumda bir konsensüs hakim. Bu kadar iyi ve doğrunun içerisinde geçmişten günümüze hala ehliyet ve liyakatın dışında göz göre göre atama yapılıyorsa, birileri bu şekilde bir makama geliyorsa oturup düşünmek lazım. Ne kadar adalet, hakkaniyet, ehliyet ve liyakat istediğimizi. Acaba istediğimiz bu hasletler kendimize doğru yonttuğumuz hasletler olmasın. Eğer öz eleştiri yaptıktan sonra hala bu yollara tevessül ediyorsak -ki ediyoruz- o zaman kimse bu güzel hasletlerin oluşmasını beklemesin. Zaten oluşmaz. Öncelikle kendimiz kendimize karşı dürüst olmamız gerekiyor. Maalesef laf ile peynir gemisi yürümüyor. Sözde isteyerek olmuyor bu işler. Samimiyet lazım, içtenlik lazım, nedamet lazım. Yoksa kuru kuruya adalet diye bağırmakla gelmiyor maalesef bu hasletler.

Öyle zannediyorum geçmişten günümüze iktidarı, muhalefeti, STK'lar, cemaatler, kişiler eteğindeki taşı dökmeliler. Kimse bu taşları dökmeden bu ülkede asla hak yerini bulmaz. Çünkü biz kendimiz istemiyoruz bir defa. Birbirimizi kandırmayalım. hepimiz işimizin olmasına bakıyoruz. Su akarken doldurmak... 08/02/2017

Büyükanneye torun maaşı *

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığı arasında düzenlenen protokole göre; 6-12 aylık torunlarına bakan büyükannelere  425 TL maaş verilecek.  Mart ayında başlayacak ödemeye göre şimdilik 10 il pilot bölge seçilmiş. Uygulamadan yararlanmak için çalışan annenin en az geriye dönük bir yıllık sigortalılık hali şart koşuluyor. Annenin maaşı ise iki asgari ücretten az olması gerekiyor.

Protokol imzalanmış. Bu düzenlemeden kimler, ne kadar kişi yararlanacak bunu da uygulanmaya başlayınca görürüz. Bize hayırlı olsun demekten başka ne demek düşer? Çocuğa bakmada sanırım bir sıkıntı olmalı ki devlet böyle bir düzenlemeye gidiyor. Fakat insan sormadan edemiyor? Böylesi düzenleme önceliklerimiz arasında mı olmalıydı?

TÜİK’e göre 2016 yılında 15-64 yaş arası kadınlarda işsizlik oranı % 13,3 erkeklerde  bu oran  11,3 olarak tespit edilmiştir. 15-24 yaş arasında ise bu oran kadınlarda 20,5 erkeklerde ise 19,2 olarak ortaya çıkmıştır. Yanlış hesap yapmıyorsam her 5 kişiden birimiz işsiz. Çalışmıyor, ya da iş arıyor. Devlet veya özel sektör iş veremiyor bu insanımıza.


Devletin büyükanneye maaş vermesi anneleri yani bayanları çalışmaya teşvik anlamına gelmektedir. Çocuğu olan annelere verilen bu teşvik, çalışan ailelere az da olsa bir katkı sağlayacaktır. Bu kadar işsizimizin olduğu bir ortamda işi olup maaş alan anneye katkı çok doğru olmasa gerek, zamanlaması uygun değil diye düşünüyorum. Öncelik işsizleri iş sahibi yapmak olmalıydı? Çalışan annelerin çocuğu olduğuna göre -boşanma vb özel durumlar hariç- zaten bu eve çift maaş giriyor demektir. İşsizler ordusu arasında  ise belki karı-kocanın her ikisi de işsiz olabilir. 

Okuyanlar arasında ve mezun olduktan sonra görev almada, iş bulmada kız çocuklarının erkek çocuklara göre daha azimli oldukları göze çarpmaktadır. Erkek çocuklar, soyumuzu devam ettirecek, büyüyünce bize bakacak düşüncesiyle ailelerin çoğu tarafından biraz fazla şımartılınca okumada pek gözleri olmuyor. Erkekler ailesine nazlanıp yaramazlık yapa dursunlar kızlarımız okuyup bir yerlere gelmektedir. Birçok kuruma gidildiği zaman çalışanlar içerisinde erkeklerin bayanlara göre sayısının çok az olduğu dikkat çekmektedir. Eskiden her kurumda çalışan birkaç bayan var iken şimdi erkeklere göre ezici bir üstünlükleri var kadınların. Neredeyse birçok meslek bayan mesleği olmuş durumdadır. Kadınların çalışma hayatında bizde varız demesiyle birlikte çalışan anneler sorun üzerine sorun yaşamaktadır. Çünkü çocuk kendi başına yeter duruma gelinceye kadar bakıma muhtaçtır. Kadın çocuğuna mı bakacak, ev işlerini mi yürütecek, iş hayatında çalışmak için mücadele  mi edecek? Evet, karı-koca çalışmak suretiyle evin ekonomik refah seviyesi yükselmektedir. Çünkü eve çift maaş girmekte. Bu durumda anne gücünden daha fazla bir efor sarf etmek durumunda kalacaktır. Çocuğun bakımı ise başlı başına bir sorundur. Anne şefkatiyle büyüyecek ana kuzusu çocuklar akşamdan akşama annesini görebilmekte. Akşamı iple çekmektedir. İster büyükanne, ister bakıcı, ister kreş çocuğa kim bakarsa baksın, isterse mükemmel baksınlar, anneyi aratmasınlar; çocuğun bakımında annenin yeri her zaman için ayrıdır. Kimse annenin yerini tutamaz.

Sözlerimden kadınların çalışmasına karşı olduğum anlamı çıkmasın. Kimsenin çalıştığında gözüm yok, Kimseyi de kıskanmıyorum. İsteyen çalışmayı seçer, isteyen de çalışmaz. Bu bir tercih meselesidir. Kadın dışarıda başkasının işini yaparken, başkasının çocuğuyla ilgilenirken kendi çocuğu başkasına emanet. Çocuk yetiştirmeyi önemsemiyoruz anlaşılan. Çocuk ailenin tutkalıdır, neşesidir, toplumun çekirdeğidir, geleceğimizin teminatıdır. Çocuğun yetişmesinde/eğitiminde/terbiyesinde annenin önemi küçümsenemeyecek kadar büyüktür.

Büyükanne torununa bakacaksa parası için değil, kendisinden bir parça olduğu için bakar. Çalışmayı seçen anne de çocuğunun bakımı için mutlaka tedbirini almış, A ve B planları yapmıştır. Zor da olsa çalışma hayatına devam edecektir. Devlet mutlaka yardım yapacaksa bunun adı “Büyükanneye torun maaşı” şeklinde olmamalı. Bu parayı bugün çocuk parası adı altında verilen sembolik paraya ekleyebilir. Aile çocuğu adına yatan bu parayı ister kendi harcar, ister çocuğun harcamalarında kullanır, ister büyükanneye veya çocuğuna bakan bakıcıya verir.

Yetkililerin bu aldıkları kararı yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır.  08/02/2017

* 09/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Çamurlaşıyoruz hemen

Bu ülkede düşmeyeceksin. Kazara düşersen asla kaldıran olmaz. Hatta elimizde imkan olursa bir tekmede biz vururuz. Kimsenin hata yapma gibi bir lüksü olamaz. Yoksa görürsün hanyayı ve Konya'yı.

Kendimizi burnumuzdan kıl aldırmayacak şekilde mükemmel görürüz. Kimseye laf da söyletmeyiz. Hata yapan insanı kazanma gibi bir vazifemiz yok. İnsanları değerlendirirken "Beşerdir, şaşar" sözünü unutup vurdukça vuruyoruz. Yakışmıyor gerçekten. Haydi diyelim ki bir insan bilerek veya bilmeyerek bir hata yaptı, bir paylaşımda bulundu, bir seviyesizlik  yaptı. Kendisinden beklenmeyen bir harekette bulundu. Hemen üzerine çullanıyoruz. Adamı anasından doğduğuna doğacağına pişman ediyoruz. Adamın seviyesizliğine alçalarak vurmaya devam ediyoruz. Ne anası kalıyor, ne de babası. Hakaretin bini beş para. Eğer adam önlerine çıksa inanın gözünü kırpmadan öldürecekler. Aslında böyle yaparak kendi çap ve seviyelerini de göstermiş oluyorlar. Benim de aslında senden farkım yok, sen tencere isen ben de kapağım demektir bu. Yapılan densizliğin karşılığı bu değil. Ya adamı muhatap almayıp yoluna devam edersin, ya da seviyeli cevap verirsin. Bizim yaptığımız düpedüz terbiyesizliktir. Ahlak hiç değil. Etik değerlerden geçtim bizim insanlık sorunumuz var.

Bir defa bir insanın görüşü, görüşün yazıya dökülmesi, sanalda paylaşılması bir vitrinlik iştir, satışa çıkmadır. İsteyen alır, istemeyen almaz. Herkesin müşterisi vardır. Biri bir görüş paylaştığı zaman herkes ona uyacaktır, beğenecektir diye bir kural yoktur. tasvip edersen beğenirsin, onaylayıp yorum yazarsın. Onaylamaz isen beğenmezsin, cevap vermezsin, yok kabul eder, görmezden gelirsin. İllaki cevap vermen gerekiyorsa edep ve üslubunu bozmadan medenice cevap verirsin. Hızını alamadıysan gider adamın bulunduğu yere hakaret etmeden protesto hakkını kullanır, bulunduğu görevden istifaya davet edersin. Paylaşım seni rahatsız etmişse, rencide etmişse Bilgi Edinme başta olmak üzere hakkını arayabilirsin, savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsin, manevi tazminat davası açabilirsin.

Ben bu ülkenin insanını anlamıyorum gerçekten. Hakaretlerle nereye varmak istiyoruz? Ne kazanacağız böyle davranmakla. Ayrıca hakaret etme ve savunma konusunda da objektif değiliz. Eğer kendi görüşümüze paralel bir paylaşım görmüşsek adamın devlet memurluğu falan aklımıza gelmez: "Adamın kralısın" deriz. Muhalif bir görüş ise basıyoruz çığlığı ve yaygarayı. Kendimizden veya değil, siyasi söylem yapması yasaklanan biri bir paylaşımda bulunduğu zaman ilk önce kendi savunduğun fikri savunan devlet memuruna da karşı çıkmamız gerekiyor. Teşbihte hata olmasın; herkes kendi köpeğini bağlarsa, köpeğine sahip çıkarsa, köpeğine haddini bildirir, onun cezasını kendisi verirse bu tür paylaşımlar gündemimizde olmaz. Kimse de bundan rahatsız olmaz. Maalesef sanal alem siyasi görüşünü ifade eden devlet memurlarıyla dolu. Hem iktidarı savunan hem de muhalefeti savunan. Önce ortak noktada buluşalım. Siyasi söylemde bulunan kim olursa karşısında yer alabiliyorsak ben o kişilerin alnından öperim. Ama kimse yoğurdum ekşi demiyor.

Birbiriyle seviyeli bir şekilde konuşamayan, medenice cevap veremeyen; itiraz, şikayet, protesto hakkını kullanamayan bizim gibi okumuşlardan bu ülkeye hiçbir katkı olmaz. Havasını teneffüs ettiğimiz bu ülkede birbirimizi siyasi söylemlerimizden dolayı kırp geçireceksek -ki öyle maalesef- seviyeli bir üslup geliştiremeceksek siyasetten önce edep ve ahlak öğrenelim. Değer mi yanlış bir paylaşım dolayısıyla insanların birbirini üzmesine. Bu tür hareketlerimiz bizim seviyemizi gösterdiği gibi insanlıktan nasibimizi almadığımızın da göstergesidir. Kime ne yararı var bu üslup ve söylemlerin? Siyasetiniz batsın sizin. Sizin gibi seviyesizlerin yaptığı siyasetten de hayır gelmez. Burnundan soluyan, muhalifini düşman gibi gören tiplerin oluşturduğu ortam ancak gerginlik doğurur. Bundan da bu ülke zarar görür.

Herkes yerini, seviyesini, makamını, haddini bilsin. Devlet memuru musun sadece işini yapacaksın. Siyasete karışmayacaksın. Devlette çalışan ister hizmetli, ister memur, ister öğretmen, ister müdür kim olursan ol, sadece kendi işini yap. İster iktidarı sev, ister nefret et. İster iktidara yakın ol, ister muhalif. Öncelikle hepimiz ikircikli davranışı terk edelim. Ben kendim devlet memuru olarak her türlü paylaşımı yapacağım, ama birileri yapamayacak. Yasaksa herkese yasak, serbest ise herkese serbest olmalı. Yasak devam ediyorsa devlet paylaşım sahibi memurun yakasına yapışmalı, hesabını sormalı. Yok yasak mevzuatı uygulanmayacaksa o zaman önce yasağı kaldırın, kim ne yaparsa yapsın. Çünkü bu ülkenin en büyük sorunlarından biri de yasakların ciddiye alınmayıp çiğnenmesidir.

Hasılı, siyasi söylemlerde bulunan devlet memurlarına hesap sorulurken aynı zamanda dili ve kalemi hakaretten başka bir şey bilmeyen kişilere de hesap sorulmalıdır. Çünkü bizim hakkımızdan ancak kuralları uygulamak gelir. Kimsenin çiğnediği yasak, yaptığı hakaret yanına kar kalmamalı. 08/02/2017