Her iki yılda bir defa yapılan Ortaöğretim KPSS sınavına bu yıl tamı tamına 3.5 milyon aday başvuru yaptı. Bu sayı şu ana kadar yapılan sınavlara yapılan en yüksek rakamdır.
ÖSYM, bu sınavı yapmak için salon başkanı ve gözetmen bulmada zorlandı. Görev almak için istekte bulunmayanlar bile görevlendirildi. Milli Eğitim Müdürlükleri ve sendikalar bile görevli bulmak için devreye kondu. Güç-bela görevliler ayarlandı.
Sınav 20 Kasım 2016 günü tüm yurtta yapıldı. Lise mezunu olan kişilerin kamuda bir görev almak için girdiği bu sınav kazasız-belasız atlatıldı. Birçok sınavda görev aldım bugüne kadar. Genelde müracaat ettiği halde sınava katılmayan olurdu. Bu sınavda ise salonda boşluk yoktu.
Sınavda heyecan doruktaydı. Sınav başlamadan önce elini açıp dua edenler, gürültü olursa rahatsız olmamak için cebinde pamuk getirip kulağına tıkayanlar, sınava başlarken besmele çekenler çoğunluktaydı. Sınav bitene kadar da çıkan adayın sayısı bir elin parmağını geçmedi. Adaylar ciddi bir şekilde sınava asıldı yani. Sınavdaki sessiz ortamı soğuk algınlığından burnunu çekenler bozuyordu zaman zaman. 11.30 sularında gelen ambulansın acı sesinden adayların haberi bile olmadı. Çünkü kendilerini sınava öyle vermişlerdi ki, yanlarında top atsan haberleri olmayacaktı. Hepsi zamanla yarışıyorlardı. Zira onlar için hayat-memat meselesiydi bu sınav. Gelen ambulans yan salondan rahatsızlanan bir aday için gelmişti. Rahatsızlığı ne idi bilmiyorum. Ya sınavın heyecan ve stresine dayanamadı, bayıldı. Ya da önceden var olan bir hastalığı nüksetti. Bilmiyorum. Sağlık görevlileri tekerlekli sandalye eşliğinde adayı götürdüler.
Koridordan dışarıya bir nazar ettim. Dışarıda ayakta bekleşen anne ve babalar azımsanmayacak kadar çoktu. İçerideki adaylara bir göz attım. Her yaştan bayan ve erkek var idi. Hani bizde bir tabir vardır: "yediden yetmişe" diye. Lise son sınıfta okuyandan emekliliği yaklaşan aday var idi salonda sınav olan. İlk gelen adayın kimliğine bakarken: "Emekliliğime bir yıl kaldı, son kez şansımı bir deneyeyim istedim" dedi bana. En önde oturan bayanın heyecanı ise görülmeye değerdi. Sınavdan önce kimseye aldırmadan açtı ellerini, etmedik dua bırakmadı neredeyse. Cebinde getirdiği pamuğu da gösterdi bize, "Kulağımı kapatabilir miyim" diye. Sınav bittiği zaman hala heyecanı yok olmamıştı. "Cevap kağıdıma bir bakabilir misiniz, ben de panik atak var, kodlamayı yanlış yapmış mıyım?" diye.
Sınav bitip evrakı teslim ettikten sonra evime gitmek için okuldan çıktığımda "Ben de panik atak var" diyen hanımefendinin; etrafına topladığı, tanımadığı bir kaç kişiye kendini anlatması dikkatimi çekti: "Benim 12 yaşımda çocuğum var..." diyordu. Kafamı kaldırıp baktım. Gözlerinden akan göz yaşı neredeyse boynuna kadar gelmişti bile. Otobüse binince yanımdaki, karşımdaki telefonla sınav sonucunu değerlendiriyordu: "Ömer Halisdemir'i yanlış yapmışım..." şeklinde. 15 Temmuz şehidimiz sınavlara da girmiş anlaşılan.
Kim bilir iki yılda bir girilen bu sınava adaylar ne hayallerle giriyorlar, kimi işini beğenmiyor, kimi de işsiz. Herkesin tek umudu sınava giren rakiplerinin önüne geçmek, onlardan iyi yapmak, kamuda bir iş bulabilmek, kamuya girmek. İnşallah hayalleri gerçekleşir. İşleri zor gerçekten. 3.5 milyon girenden devlet ne kadarını işe alacak, belli değil. Allah kimseyi işsizlikle imtihan etmesin, rızık endişesi yaşatmasın. Allah gönüllerine göre versin. Helalinden bir iş bulup, işini düzgün yapanlardan eylesin. 20/11/2016
20 Kasım 2016 Pazar
19 Kasım 2016 Cumartesi
Gündemimiz TEOG sınavları *
23 ve 24 Kasım'da bir milyonu aşkın 8.sınıf öğrencimiz
Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş olan TEOG sınavının ilkine girecek. Öğrenci,
veli, öğretmen ve okul yönetimleri tüm hazırlıklarını yaptı. Günlerce bu sınav
beklendi. Herkeste heyecan dorukta.
Herkesin derdi iyi bir puan almak. Öğrenci, hedeflediği
puanı alırsa sevincine diyecek olmaz. Veli zaten dört köşe olur. Öğretmen ve
okul yönetimleri, kaç öğrencimiz iyi diye bilinen Fen Liselerine, Sosyal
Bilimlere ve puanı yüksek Anadolu Liselerine gidebilecek, Bir önceki yıla göre
başarı çıtasını yükseltebilecek miyiz? Dereceye girecek kaç öğrencimiz çıkacak?
Net bazında geçen yıla göre durumumuz ne olacak? Hangi okulları geride
bırakacağız?
Hiçbir hedefi olmayan, okuma gibi bir derdi olmayan
öğrenciler ise "Ölmüş eşek kurttan mı korkar" modunda. Herkes bir
yarış içinde iken onlarsa: "Okulun başarısını nasıl düşürebilirim? Sınıfın
altını üstüne getirerek başarılı arkadaşlarımı nasıl aşağıya çekebilirim? Mademki
okuma gibi bir sorunum yok. O zaman hayatı zindan edeyim; öğrencisine,
öğretmenine, idarecisine ve anne ve babama. İleride okumadığım için zaten
sıkıntı çekeceğim. Hiç olmazsa şimdi günümü gün edeyim" derdinde.
TEOG sınavlarında soru çıkmadığı için dersi ikinci plana
itilen öğretmen ise, "Madem dersim hesaba katılmıyor, herkes can derdinde
iken ben de koyun derdine düşeyim" diyerek sınav öncesi varlığını
hissettirmeye çalışır... Sanki bu dersi öğretmen koymuş gibi öğrencisi, velisi
öğretmeni nerede ise boğacak duruma geliyor. TEOG öncesi firmalar okulları ve
öğretmenleri çapraz ateşe alarak soru bankası, konu anlatımlı veya çıkmış
sorular satma derdine düşer.
I.TEOG biter, hemen II.TEOG'a hazırlanma başlar. Yaz dönemi
ise okul tercihleri başlar. Hedeflediği okulları kazananlar sevinç ve mutluluk içerisinde
2-3 sene okuluna gider. Lise 3.sınıftan itibaren kazanmak için çaba sarf edilen
okullardan Temel Liselere veya özel okullara bir kayma söz konusu olur.
Okulundan ayrılmayan ise etüt veya kurs merkezlerinde soluğu alır. Çünkü isim
yapmış bir üniversitenin iyi bölümüne girmek için başka çare yok. Güya
dershaneler kapandı. Velinin cebinden para çıkmayacaktı. Yağmurdan kaçarken
doluya tutulduğunu veli, özel okul veya temel liseye gidince anlıyor. Dünün
dershanesine ödenen meblağın 4-5 katını ödemek zorunda kalıyor. Çünkü
dershanesiz olmaz psikolojisinden ne velisi, ne öğrencisi kurtulabildi. İllaki
para harcayacak. Çoğu, okulların ücretsiz açtığı kursu da beğenmez. Cebinden
para çıkmayınca huzursuz oluyor nedense vatandaş.
Anlamakta zorlandığım bir başka husus ise veli; öğrencisini
temel liseye, özel okula alacaksa niçin zamanında bu okula girmek için o
kadar çaba sarf etti? Kazanmak için gecesini gündüzüne katan öğrenci arkasına
bakmadan okulunu terk ediyor. Öğrencinin son sene temel lisede gösterdiği
başarı ise temel veya özel lisenin hanesine yazılıyor. Milli Eğitime bağlı
okullar ise kalbur altında kalan öğrencileriyle yarışta başarı göstermek için
çaba sarf ediyor. Milli Eğitime bağlı resmi okulların hiç birinde kurum kültürü
gelişmez, özel kurumlarla da yarışamaz.
Ne kadar öğrencinin okullardan ayrılıp YGS ve LYS için
malum yerlere gideceği bilinemediği için Bakanlık okullar açıldıktan sonra norm
güncellemesi yapıyor. Eğitim ve öğretim başladıktan bir ay sonra ise
güncellenen norm bilgilerine göre atama işlemleri yürütmeye kalkıyor. İşin
garibi herkes bir şey yapar görünüyor, bunun için çaba sarf ediyor. Fakat
kimsenin ne yaptığını bildiğini sanmıyorum. Yanlışlık çok ama nereden
düzeltileceğini bilenimiz de yok. Bir yeri düzeltmeye kalksak diğer taraftan
bir gedik açılıyor.
Öğrenci, TEOG puan sonucuna göre resmi ve özel okul tercihi
yaptıktan sonra kazandığı okulda okumaya devam etmelidir. Özel bir durum
olmadığı müddetçe okul değişikliğine gidilmemelidir.
TEOG sınavına giren öğrencilere ve en az onlar kadar aynı
heyecanı yaşayacak olan anne ve babalara TEOG sınavlarında başarılar dilerim.
19/11/2016
* 23/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 23/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Karar Senin: Seç Beğen!
◆ Dayak mı istiyorsun? Trafiği ihlal edeni uyar.
◆ Komşunla kavga etmek mi istiyorsun? Gürültüsünden rahatsız olduğunu söyle.
◆ Kaza mı yapmak istiyorsun? Dönel kavşaktaki yol hakkını kullan.
◆ Birini dövmek mi istiyorsun? Gözünün üstünde kaşın var de.
◆ Hazır yiyici bir evlat mı istiyorsun? Ona hiç sorumluluk verme.
◆ Düşünmeyen bir nesil mi istiyorsun? Sınavları hep test yap, seçenekleri görsün.
◆ Hayattan zevk almayan bir çocuğa mı sahip olmak istiyorsun? Sen hafta sonu tatilini dört gözle beklerken onu küçük yaşından itibaren hafta içi okul, hafta sonu dershaneye gönder, onun hiç boş zamanı olmasın, akşam sen TV izlerken o, ders çalışsın.
◆Sılayı rahmi kesmek mi istiyorsun? Dini bayramlarda iyi bir tatil yap.
◆Komşu ve akrabaların seni rahatsız etmesin mi? Onlarla gidip gelmeyi kes.
◆Egonu tatmin mi edeceksin? Yaptığın iyiliği hatırlat.
◆Çok mu şeffaf olmak istiyorsun? Her yaptığını sosyal medyada paylaş.
◆Elindekinin kıymetini bilmek mi istiyorsun? Onu kaybetmeyi dene.
◆Doyumsuz bir çocuk mu istiyorsun? Onun bir dediğini iki etme.
◆Hatalarınla yüzleşmek istemiyor musun? Hatayı hep karşında ara, onu suçla ya da hep bir bahane bul.
◆Ederinden farklı mı yaşamak istiyorsun? Hemen kredi çek.
◆Eceline mi susadın? Hız limitine riayet etme.
◆Park parası vermek istemiyor musun? Aracını "Durmak ve park etmek yasak" levhasının yazılı olduğu yere park et.
◆Mahalle bakkalına mesafe mi koyacaksın? Ondan sadece ekmek alarak onu rahatsız et.
◆Vatandaşlık görevini yapanları küstürmek mi istiyorsun? Hep kötülerin hakkını koru. Borcunu zamanında ödemeyenlere yapılandırma yap.
◆Yaptığının savunulmasını istemiyor musun? Yanında hak etmeyen insanlara görev ver.
◆Adalet dağıtmak istemiyor musun? Kararı zamanında açıklama, ipe un ser.
◆Görev aldıktan sonra haftada 3-4 gün mü çalışmak istiyorsun? Üniversitede okurken hafta içi 1-2 gününü yönetim boşaltsın.
◆Ünlü, meşhur, makam sahibi iken eleştiri istemiyor musun? Seni eleştirecekleri hep besle. Eleştirenin de rızkı ile oyna ki diğerlerine ibret olsun.
◆Bulunduğun yeri başına buyruk mu yönetmek istiyorsun? Yazılı kurallara uyma.
◆ Komşunla kavga etmek mi istiyorsun? Gürültüsünden rahatsız olduğunu söyle.
◆ Kaza mı yapmak istiyorsun? Dönel kavşaktaki yol hakkını kullan.
◆ Birini dövmek mi istiyorsun? Gözünün üstünde kaşın var de.
◆ Hazır yiyici bir evlat mı istiyorsun? Ona hiç sorumluluk verme.
◆ Düşünmeyen bir nesil mi istiyorsun? Sınavları hep test yap, seçenekleri görsün.
◆ Hayattan zevk almayan bir çocuğa mı sahip olmak istiyorsun? Sen hafta sonu tatilini dört gözle beklerken onu küçük yaşından itibaren hafta içi okul, hafta sonu dershaneye gönder, onun hiç boş zamanı olmasın, akşam sen TV izlerken o, ders çalışsın.
◆Sılayı rahmi kesmek mi istiyorsun? Dini bayramlarda iyi bir tatil yap.
◆Komşu ve akrabaların seni rahatsız etmesin mi? Onlarla gidip gelmeyi kes.
◆Egonu tatmin mi edeceksin? Yaptığın iyiliği hatırlat.
◆Çok mu şeffaf olmak istiyorsun? Her yaptığını sosyal medyada paylaş.
◆Elindekinin kıymetini bilmek mi istiyorsun? Onu kaybetmeyi dene.
◆Doyumsuz bir çocuk mu istiyorsun? Onun bir dediğini iki etme.
◆Hatalarınla yüzleşmek istemiyor musun? Hatayı hep karşında ara, onu suçla ya da hep bir bahane bul.
◆Ederinden farklı mı yaşamak istiyorsun? Hemen kredi çek.
◆Eceline mi susadın? Hız limitine riayet etme.
◆Park parası vermek istemiyor musun? Aracını "Durmak ve park etmek yasak" levhasının yazılı olduğu yere park et.
◆Mahalle bakkalına mesafe mi koyacaksın? Ondan sadece ekmek alarak onu rahatsız et.
◆Vatandaşlık görevini yapanları küstürmek mi istiyorsun? Hep kötülerin hakkını koru. Borcunu zamanında ödemeyenlere yapılandırma yap.
◆Yaptığının savunulmasını istemiyor musun? Yanında hak etmeyen insanlara görev ver.
◆Adalet dağıtmak istemiyor musun? Kararı zamanında açıklama, ipe un ser.
◆Görev aldıktan sonra haftada 3-4 gün mü çalışmak istiyorsun? Üniversitede okurken hafta içi 1-2 gününü yönetim boşaltsın.
◆Ünlü, meşhur, makam sahibi iken eleştiri istemiyor musun? Seni eleştirecekleri hep besle. Eleştirenin de rızkı ile oyna ki diğerlerine ibret olsun.
◆Bulunduğun yeri başına buyruk mu yönetmek istiyorsun? Yazılı kurallara uyma.
◆İnsanların
seni rahmet ve hayırla anmasını mı istiyorsun? Alternatif yol açmayarak trafiği
tıka.
◆Trafiğin tıkanmasını mı istiyorsun? Özel aracınla tek kişi gidip gelmeye devam et.
◆Bayramlarda yolların kan gölü olmasını mı istiyorsun? Bayram tatil süresini uzat.
◆Hep muhalefette mi kalmak istiyorsun? Kaç seçim geçerse geçsin asla yiğidini değiştirme.
◆Öğrencinin sevinmesini ve hayır duasını almak mı istiyorsun? Dersleri boş geçsin.
◆Bir yerde tutunmak mı istiyorsun? Başkasının yanında hep altındakileri kötüle. Sen yeter ki burnundan kıl aldırma.
◆Eşinle bozuşmak mı istiyorsun? Eşinin ailesini eleştir.
◆Trafiğin tıkanmasını mı istiyorsun? Özel aracınla tek kişi gidip gelmeye devam et.
◆Bayramlarda yolların kan gölü olmasını mı istiyorsun? Bayram tatil süresini uzat.
◆Hep muhalefette mi kalmak istiyorsun? Kaç seçim geçerse geçsin asla yiğidini değiştirme.
◆Öğrencinin sevinmesini ve hayır duasını almak mı istiyorsun? Dersleri boş geçsin.
◆Bir yerde tutunmak mı istiyorsun? Başkasının yanında hep altındakileri kötüle. Sen yeter ki burnundan kıl aldırma.
◆Eşinle bozuşmak mı istiyorsun? Eşinin ailesini eleştir.
Evet! Karar senin. Seç beğen! 19.11.2014
18 Kasım 2016 Cuma
Okullarda şiddet niçin kesilmez?
Gün geçmiyor ki yazılı ve görsel medyada öğrencisine şiddet uygulayan bir öğretmenin haberi veya videosu yayımlanmamış olsun. Çıkan haberden sonra insanımız var gücüyle başta o öğretmen olmak üzere öğretmenlerin genelini eleştirmeye başlıyor. "Bu eğitimcilerin kendisinin eğitime ihtiyacı var. Çocuk dövülür mü..vb" serzenişler, eleştiren yorumlar duyar ve okuruz. Toplum olarak biz olayları, sonuçları itibariyle değerlendirir ve yargılarız. Öğretmenlerin şiddet uyguladığına dair çıkan haberler dolayısıyla eğitimciler hep eleştirilmesine, bir kısım eğitimcilerin hapis cezası almasına rağmen okullardaki bu şiddet eylemlerinin kesilmemesinin sebep ya da psikolojisi nedir? Bence bu konuya kafa yormak lazım.
Birçok okulda öğretmenler ders anlatmakta zorlanıyor. Çünkü öğrenciler ders dinlemek istemezler. Dersi kaynatma yoluna giderler. Öğretmen nasihat etse, uyarsa, kızsa, bağırsa da sınıfın sessiz olması, ders dinleyecek pozisyona gelmesi çoğu zaman mümkün olmuyor. Notla korkutsa, eksi verse, öğrenciyi disipline verse, ailesini çağırsa da verimli bir ders ortamı sağlanamıyor. Öğretmen her yolu denedikten sonra hakaret etse, kazara vursa bundan sonra öğretmen geri kalan ömrünü idari yönden inceleme ve soruşturma, ceza yönünden de mahkeme koridorlarında geçirmek zorunda. Eğer mahkemeye kadar çocuğun ailesi öğretmeni haklamamışsa tabii.
Siz öğretmen olsanız sınıfın altını üstüne getiren, dersin ahengini bozan, bir derste 8 defa sus-dur denilen, fakat dur-durak bilmeyen öğrenciye ne yaparsınız? Diğer öğrencilerin dersi dinlemesine de engel oluyor. Zayıf verseniz, çocuk hiç tınmıyor. Çünkü okula zorla geliyor. Disipline verseniz verilen disiplin cezasının hiç caydırıcı yönü yok. Elinizde hiçbir yaptırımınız yok. Kendinizi bir an öğretmen yerine koyun. 40 dakikalık bir dersi kaza-bela olmadan nasıl bitirirsiniz?
Okullarda sınıf ortamında sağlıklı ders işlenmemesinin sebeplerinden iki tanesi öğretmenlikteki gizemliliğin kaldırılması ve her öğrencinin okumak zorunda olmasıdır. Eskiden az sayıda gönüllü okuyan vardı. Veli çocuğunu okula ve öğretmene teslim ederken eti senin, kemiği benim diye teslim ederdi. Öğretmen öğrenciyi döverse çocuk gelip ailesine söyleyemezdi. Çünkü bilir ki, ailesine söylese çocuk bir dayak da evde yerdi. Öğrenci okuyamazsa veli alır çocuğunu okuldan. Çırak olarak sanayiye verirdi. Okutacağım diye çaba sarf etmezdi. Şimdi lise bitinceye kadar çocuk okumak zorunda. Milli Eğitim yetkilileri bas bas durmadan açıklama yapıyor: Öğrenciyi dövemezsiniz, kim döverse Alo 147'ye şikayet edin, Bilgi Edinmeye başvurun, yetkili mercilere şikayette bulunun" diye. Veli çocuğuna: "Eğer öğretmen sana bir fiske vurursa haber ver, ben onun canını okuyayım" diye sıkı sıkıya tembih ediyor. Zaten en ufak bir durumda veli arkasına sülalesini alıp okulu basıyor. Çocuk biliyor ki, öğretmenin kendi üzerinde hiçbir yaptırımı, cezayı müeyyidesi yoktur. Zaten sınıfta da kalma yok. Her halükarda diplomasını alacak. Zaten okula da gönülsüz geliyor. O zaman dersler çocuğa eziyet gibi geliyor. Derste sıkılıyor. Derste sıkılan, hiçbir hedefi olmayan öğrenci sınıfta ne yapacak? Varsa yoksa yaramazlık yapacak. Çocuğun sınıftan geçme garantisi var, diplomayı her halükarda alacak. Yaptığı yaramazlıktan dolayı öğretmenin kendisine hiçbir şey yapamayacağını biliyor. Pekiyi bu çocuk niye yaramazlık yapmasın, söyleyin Allah'ın aşkına! Allah bana Cennet garantisi verse ben bu ülkenin en azılı kötüsü olurum. Nasılsa öbür dünyada ceza olmayacağı gibi üstelik Cennet'e de girebileceğim. Hiç olmazsa bu dünyada günümü gün etmeye çalışırım. Çalıştığım işimde patronun bana hiçbir şey yapamayacağını bilsem, doğru dürüst işime gitmem. Gitsem de işi aksatır, durmadan arazi olurum. Zira patron beni nasılsa işten atamaz ve çıkaramaz.
Öğretmen gürültüye rağmen çocuğa hiçbir şey yapmadan dersini işlemeye devam etti diyelim. Bu sefer çocuğu sorumlu olan veliler gelip "Hocam falan falan çocuk sınıfı kaynatıyormuş bizim çocuk ders dinleyemiyormuş, o çocuklara niye bir şey yapmıyorsunuz" diye okula geliyor. Veya diğer çocuklar durmadan yaramazları şikayet ediyor. Bu durumda öğretmen durmayan çocukları okul idaresine şikayet ediyor. Okulun müdürü: "Arkadaşlar sınıfın ahengini bozan çocukları bana getirmeyin, bizim de yapabileceğimiz bir şey yok" diyor. Bu sefer öğretmen her ders sürekli bu tip öğrencilerle karşı karşıya geliyor. Nedense şiddet uygulayan öğretmen basının gündemine geliyor da, öğretmene şiddet uygulayan öğrenci ve veli pek gündeme gelmez.
Durumun vahameti anlaşılsın diye yakın zamanda okullarımızda meydana gelen bir olayı aktarmak istiyorum: Okulumuzun birinde 8.sınıf bir öğrenci öğretmene saldırır. Öğretmen şikayetçi olmak istemese de okul müdürü, diğer öğrencilere emsal olmasın diye çocuğu disipline sevk eder. Çocuk için bir dosya tutulur. Öğrencinin bu yaptığı suç, okul değiştirilmesini gerektiren bir disiplin suçudur. Milli Eğitim Müdürlüğünde ilçe disiplin kurul başkanı okul müdürünü telefonla arar: "Müdür Bey! Çocuk için hazırladığın dosyayı bize gönderme, işlem yapmayacağız. Çünkü çocuk 8.sınıf bir öğrenci. Bu sene TEOG'a girecek. Çocuk ve veli okul değişsin istemiyor. Çocuk okulda kalacak" diyor. Müdür dinlemez bu talimatı. Dosyayı ilçe disiplin kuruluna gönderir. İlçeden gelen cevap "ilçe disiplin kurulunun 2'ye 1 oy ile çocuğun okul değişikliği teklifi reddedilmiştir" şeklinde. Bu gelen yazıdan sonra öğretmen "Bir başka okula görevlendirilmemin yapılması" şeklinde dilekçe verir. Yer değişikliği öğretmene uygulanır. Ben öğrenci olsam "Keşke iki tane daha vursaydım derim, bu ödül sonucunda.
Bizde, "Bekara avrat boşamak kolay" diye bir sözümüz var. İşin mutfağında olmayan, olaylara dışarıdan bakan, eğitimci olmayan kişiler 'Vurun abalıya' türünden her şiddet olayında eğitimcilere çullanıyor. Basın zaten tahrik görevini yapıyor, haber değerinden ziyade. Yazımdan bu adam dayağa taraftar anlamı çıkmasın. Çocuğun dövülmesini tasvip eden biri değilim. Bırakın şiddeti, öğrenciye hakaret edilmesine bile taraftar değilim. Niyetim şiddet yasak olmasına rağmen niçin hız kesmiyor? Sahi siz olsanız ne yaparsınız?
Durmadan öğretmenleri eleştirip mangalda kül bırakmayan kişiler biraz empati yapın lütfen! Öğretmeni de anlamaya çalışın. Şiddet uygulayan öğretmen ceza almasın demiyorum. Mutlaka yaptığı muamelenin karşılığında okulun iç disiplini öğretmen için de çalışsın. gereken cezayı alsın. Olay mahkeme boyutuna taşınırsa yine ceza alsın. Ama bu durumlar, alınan cezalar basın yoluyla herkesin ağzında pelesenk olmasın. Öğretmen toplum nezdinde tu kaka yapılmasın. Öğrenciye de mutlaka caydırıcı bir yaptırım uygulansın.
Okumamak için direnen çocuk sanayinin yolunu tutabilsin, sınıfta kalma olsun, bugün sanayideki insanlar çırak bulamıyor. Sanayiye giden çocuk çıraklık eğitim vasıtasıyla haftada bir iki gün bazı temel dersleri almaya devam etsin. Diplomayı oradan alsın.
Öğretmenin önüne okumak isteyen sorumlu öğrenci gelsin. Çocukta sorumluluk yoksa veli okutmak istiyorsa çocuğunun yaptığı hatalardan dolayı veli çocuğunun arkasında olmasın. veli çocuğunun dövülmesini tasvip etmesin. İlk önce çocuğunu sıkı sıkıya tembih ettikten sonra olayın aslını astarını veli, bir de öğretmenden dinlesin. Veli öğretmeni suçlu görürse kapalı kapılar arasında gerekirse öğretmene gerekeni yapsın. Ama bu yaptığını öğrenci bilmesin.
Veliler ve devletimiz çocukları korumak amaçlı bunu yapıyor, kötü niyetli değiller. Dayak yiyen çocuk ezik yetişir. Elbette dövülmesin. Fakat bu şekil aşırı koruma bize zarar verir, haberimiz olsun. Öğrenciyi koruyacağız diye öğretmenin itibar ve onurunu ayaklar altına almayalım. beğenseniz de beğenmeseniz de elimizdeki malzeme budur. Hiç kimse bugün şu kadar çocuk döveyim diye okula gelmez. Öğretmen camiasındaki şiddet yanlısı, hasta ruhlu olanlar var ise -ki vardır- bunlar için geri hizmete alma dahil değişik yaptırımlar uygulanmalıdır.
Çocuğa şiddet olmayacak da büyüklere olacak mı? Hiç bir şiddet asla tasvip edilemez. Büyüklerin birbirine şiddet uyguladığı bu ülkede okullarda şiddetin olmaması mümkün değildir. Toplum olarak biz her meselemizi şiddetle çözeriz. Şiddet yanlısıyız aslında. Bakmayın siz uzaktan, bol keseden konuştuğumuza. 18/11/2016
"Gönül rahatlılığı ile giy cübbeyi..."
Şehrin
kadısı içki müptelasıdır ama mesleğine halel gelmesin diye halka açık yerde
içki içmez. İçmek için şehir dışını mesken edinir.
Yine bir gün içmek için kadı, şehrin dışına çıkar. O kadar içer ki sarığını bir tarafa, cübbesini diğer tarafa atarak sızıp kalır. Oradan geçmekte olan Nasrettin Hoca, cübbeyi sırtına geçirdiği gibi şehrin yolunu tutar ve cübbeyi giymeye devam eder.
Yine bir gün içmek için kadı, şehrin dışına çıkar. O kadar içer ki sarığını bir tarafa, cübbesini diğer tarafa atarak sızıp kalır. Oradan geçmekte olan Nasrettin Hoca, cübbeyi sırtına geçirdiği gibi şehrin yolunu tutar ve cübbeyi giymeye devam eder.
Nice
sonra ayıkan kadı, cübbesini bulamaz, evinin yolunu tutar. Adamlarına da
cübbesini çalanı yakalayıp getirmelerini ister. Sırtında cübbesi ile hoca
yakalanarak kadının huzuruna çıkarılır.
Yargılama
başlar. Kadı hocaya sorar:
—Be
adam! Sırtındaki cübbe kimin?
—Efendim! Bu cübbe benim değil.
—Efendim! Bu cübbe benim değil.
—
Yaşından başından utan! Utanmıyor musun başkasının cübbesini alıp giymekten?
—Şehrin
dışında dolaşırken sizin gibi piri fani birisi içkiyi fazla kaçırmış gördüm.
Sarığını ve cübbesini sağa sola fırlatarak sızıp kalmış. Çalınmaması için
cübbesini aldım ve giydim. Şu anda vermek için sahibini arıyorum. Şayet sahibi
ortaya çıkar, bu benim derse cübbesini kendisine vereceğim.
Bu
cevap karşısında kadı, hafifçe öksürür ve:
—Hoca, hoca! Bu gidişle bu cübbenin sahibi çıkmayacak. Sen en iyisi bu cübbeyi, bir güzel giymeye devam et, diyerek davayı sonlandırır ve sesini keser.”
—Hoca, hoca! Bu gidişle bu cübbenin sahibi çıkmayacak. Sen en iyisi bu cübbeyi, bir güzel giymeye devam et, diyerek davayı sonlandırır ve sesini keser.”
17 Kasım 2016 Perşembe
Hangi sistem daha iyi?
Bu ülkenin tartışmasız günü geçmez. Sürekli bir gündem buluruz. Allah nazardan saklasın konu sıkıntımız yok. Son zamanlardaki tartışmamız da sistem tartışması.
Başkanlık sistemine geçebilecek miyiz? Geçersek ne olur? Geçmez isek ne olur? Parlamenter sistem değişmemeli, zira ülke için en iyi sistem budur. Başkanlık sistemine geçilirse ülke bölünür. Yok eğer geçmez isek asıl o zaman bölünür. Başkanlık sistemi ülkeyi tek adamlığa, diktatörlüğe götürür. parlamenter sistem ağır işliyor, hızlanmamız lazım. başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı olmaz, halbuki parlamenter sistemde var olan kuvvetler ayrılığı birbirini denetler. Başkanlık sistemine sırf Cumhurbaşkanı istiyor diye geçilmek isteniyor. Sistem değişikliği olacaksa meclise gelecek anayasa taslağı 330 kabul oyunu bulabilecek mi?.. gibi sorulara cevap aramaya çalışıyoruz. Artı ve eksileri konuşulmaya çalışılıyor.
Ülke başkanlık sistemine geçebilir mi geçemez mi, geçerse iyi mi olur, kötü mü bilmem. Bildiğim bir şey var. Ülkeyi yönetmede kim ne kadar samimi? Değişmesini isteyenlerle, değişime direnenler gerçekten ülkenin selameti için mi pozisyon alıyorlar? Bunu da bilme imkanım yok. Çünkü elimde samimiyet testi yok. Yine bildiğim bir şey var. Bu ülkenin sorunu sistem sorunundan ziyade insan ve insani değerler sorunu var. Başkanlık sistemi veya dünyanın en güzel sistemini getirseniz de bizdeki sorunlar bitmez. Daha da büyür. Zira bizim kavgamız doğruyu, iyiyi, güzeli bulma kavgası değildir. Kayıkçı kavgası bizimkisi.
Bir defa biz kendimizi düzeltmez isek, hiçbir sistem bize fayda sağlamaz. Merkezine adaleti, güven ve doğruluğu, hakkaniyeti almadığımız müddetçe hiçbir sistem bizim derdimize derman olmaz. İnsan ve insani değerler, bizim olmazsa olmaz kırmızı çizgimiz olmalıdır. Dünyanın en kötü sisteminde bile biz adaleti tesis edebiliriz. En iyi sisteminde de biz insanlara zulmedebiliriz. Tüm mesele insanda bitiyor. Çünkü insan faktörü önemlidir. Zira hangi sistem olursa olsun ülkeyi yine insan yönetecektir. Kafa yapımızı ve mantalitemizi değiştirmeden bir menzile varamayız. Sorun insanda. İnsanın adam olmasındadır. Biz adam olduk mu sistem çok önemli olmaz o zaman. Baba ile oğlun bir sinema hikayesi vardır: "Bir baba hafta sonu çocuğuna onu sinemaya götürmek için söz verir. Hafta sonu gelince çocuğu, babasına sözü hatırlatır. Uzanıp yatmakta olan babası gitmek istemez. Çocuğun ısrarı sonucu babası, masadaki gazeteyi kendisine vermesini çocuğundan ister. Gazeteyi paramparça yapan adam parçalanan gazeteyi çocuğuna uzatır ve şöyle der:
Başkanlık sistemine geçebilecek miyiz? Geçersek ne olur? Geçmez isek ne olur? Parlamenter sistem değişmemeli, zira ülke için en iyi sistem budur. Başkanlık sistemine geçilirse ülke bölünür. Yok eğer geçmez isek asıl o zaman bölünür. Başkanlık sistemi ülkeyi tek adamlığa, diktatörlüğe götürür. parlamenter sistem ağır işliyor, hızlanmamız lazım. başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı olmaz, halbuki parlamenter sistemde var olan kuvvetler ayrılığı birbirini denetler. Başkanlık sistemine sırf Cumhurbaşkanı istiyor diye geçilmek isteniyor. Sistem değişikliği olacaksa meclise gelecek anayasa taslağı 330 kabul oyunu bulabilecek mi?.. gibi sorulara cevap aramaya çalışıyoruz. Artı ve eksileri konuşulmaya çalışılıyor.
Ülke başkanlık sistemine geçebilir mi geçemez mi, geçerse iyi mi olur, kötü mü bilmem. Bildiğim bir şey var. Ülkeyi yönetmede kim ne kadar samimi? Değişmesini isteyenlerle, değişime direnenler gerçekten ülkenin selameti için mi pozisyon alıyorlar? Bunu da bilme imkanım yok. Çünkü elimde samimiyet testi yok. Yine bildiğim bir şey var. Bu ülkenin sorunu sistem sorunundan ziyade insan ve insani değerler sorunu var. Başkanlık sistemi veya dünyanın en güzel sistemini getirseniz de bizdeki sorunlar bitmez. Daha da büyür. Zira bizim kavgamız doğruyu, iyiyi, güzeli bulma kavgası değildir. Kayıkçı kavgası bizimkisi.
Bir defa biz kendimizi düzeltmez isek, hiçbir sistem bize fayda sağlamaz. Merkezine adaleti, güven ve doğruluğu, hakkaniyeti almadığımız müddetçe hiçbir sistem bizim derdimize derman olmaz. İnsan ve insani değerler, bizim olmazsa olmaz kırmızı çizgimiz olmalıdır. Dünyanın en kötü sisteminde bile biz adaleti tesis edebiliriz. En iyi sisteminde de biz insanlara zulmedebiliriz. Tüm mesele insanda bitiyor. Çünkü insan faktörü önemlidir. Zira hangi sistem olursa olsun ülkeyi yine insan yönetecektir. Kafa yapımızı ve mantalitemizi değiştirmeden bir menzile varamayız. Sorun insanda. İnsanın adam olmasındadır. Biz adam olduk mu sistem çok önemli olmaz o zaman. Baba ile oğlun bir sinema hikayesi vardır: "Bir baba hafta sonu çocuğuna onu sinemaya götürmek için söz verir. Hafta sonu gelince çocuğu, babasına sözü hatırlatır. Uzanıp yatmakta olan babası gitmek istemez. Çocuğun ısrarı sonucu babası, masadaki gazeteyi kendisine vermesini çocuğundan ister. Gazeteyi paramparça yapan adam parçalanan gazeteyi çocuğuna uzatır ve şöyle der:
-Yavrum! Şu gazetedeki dünya haritasını düzeltirsen seni sinemaya götüreceğim.
Biraz sonra dünya haritasını düzelterek getiren çocuğa babası hayret eder ve
-Çocuğum! Nasıl yaptın, deyince çocuk:
-Babacığım! Dünya haritasının arkasında bir adam resmi varmış. Adamı düzeltince dünya da düzeldi, der."
Bu ülkenin selamet ve huzurunu isteyenler! Gelin hep beraber ilk önce adam olalım, kısır çekişmelerden uzaklaşalım. Önce kendimizi düzeltelim. Zira düzeltmeye kendimizden başlarsak, yani adam olmaya karar verirsek zaten dünya kendiliğinden düzelmiş olur. 17/11/2016
Bu ülkenin selamet ve huzurunu isteyenler! Gelin hep beraber ilk önce adam olalım, kısır çekişmelerden uzaklaşalım. Önce kendimizi düzeltelim. Zira düzeltmeye kendimizden başlarsak, yani adam olmaya karar verirsek zaten dünya kendiliğinden düzelmiş olur. 17/11/2016
Okulumdaki ŞÖK toplantısı
15/11/2016 günü derste iken kapı çaldı. Gelen okulun nöbetçi öğrencisi idi. Önüme imzalamam gereken bir evrak uzattı. Okuyup imzaladım. "17/11/2016 günü saat 13.00'da okulun çok amaçlı salonunda ŞÖK toplantısı yapılacağı" yazıyordu içeriğinde.
Bilir misiniz, ya da duydunuz mu ŞÖK nedir? Bilip duyduysanız ne işe yarar bu ŞÖK? Açılımı: Şube öğretmenler kurulu. Aynı şubede giren öğretmenlerin ilgili müdür yardımcısının başkanlığında yaptığı bir toplantı. Bir eğitim ve öğretim yılında üç defa yapılması mevzuatta yer alan bir toplantı çeşidi yani.
Belirtilen gün ve saatte toplantı yerine gittim. Yolda giderken işleyişi bildiğimden bir formalite daha yerine getirilecek dedim kendi kendime. Çünkü birçok okulda kağıt üzerinde hazırlanır ve ilgili öğretmenlere imzalatılır, denetim veya herhangi bir durumda açıp bakmak için klasör içine arşivlenir dedim yine kendi kendime.
Toplantı yerine gittiğimde kapısının kilitli olduğunu gördüm. Tamam, demek ki formalite gereği sirkü hazırlanmış dedim. Yine de bir araştırayım diye okulun altını üstüne getirdim, acaba bu toplantı nerede diye. Bulamadım. Sonunda bir öğretmene sordum. "Toplantının kütüphanede yapılmakta olduğunu öğrendim.10 dakikalık gecikmeyle toplantıya iştirak ettim. 7. sınıfların tümüne girdiğimden toplantının başından sonuna kadar buranın abonesiyim diyerek bir kenara oturdum.
ŞÖK başkanının kısa bir açıklamasından sonra sınıf sınıf şubeler görüşülmeye başlandı. Hangi şubeye sıra gelmişse sınıfın sınıf rehber öğretmeni elinde daha önce hazırladığı dökümanlarıyla birlikte en öne geçiyor. Sınıfı hakkında kısa genel bir bilgi verdikten sonra her bir öğrenci hakkında paydaşlarını bilgilendiriyor. Elinde dökümanları var ama dökümana gerek kalmadan sınıfındaki her bir öğrenci hakkında detaylarına varıncaya kadar açıklama yapıyor sınıf öğretmeni: Öğrencinin anne- babası ne iş yapıyor, anne-baba ayrı mı birlikte mi yaşıyor? Çocuğun velayeti kimde, çocuk nerede oturuyor, dersteki başarısı nedir, ne tür rahatsızlığı var, kazanım değerlendirme sınavlarındaki net sayısı, ailevi durumu, maddi durumu, ders dinleyip dinlemediği, sınıfını rahatsız edip etmediği, dikkat dağınıklığı olup olmadığı, öğrencinin çift ismi varsa hangisi söylenirse hoşlanıp hoşlanmadığı, öğrencinin devam ve devamsızlığı, derse geç gelip gelmediği, ödevini yapıp yapmadığı, başarısının nasıl artırılıp artırılamayacağı...vb çocuğun tüm fotoğrafını çekiyor. Toplantıya katılan öğretmenleri bilgilendiriyor. Diğer öğretmenler, rehber öğretmeni ve müdür yardımcısı kısa kısa notlar alıyor öğrenciler hakkında. Özellikle özel durumu olan öğrencilerin bilgilerini ajandasına kaydediyorlar.
Yeni geldiğim ve birçok öğrenciyi tanımadığım bir ortamda öğretmenlerin sınıfları ve öğrencileri hakkında verdikleri detaya gıpta ettim. Hepsini takdir ettim. Bir formalite daha yerine getirilecek ön yargısıyla katıldığım toplantıdan memnuniyetle ayrıldım. Bırakın formaliteyi, öğrencileri tek tek ameliyat masasına yatırdılar. 13.00'da başlayan toplantı hiç ara vermeden 16.00'ya kadar sürdü. Meslektaşlarım derslerine iyi çalışmışlar, önemsemişler dedim kendi kendime. Öğretmenler öğrencilerinin huyunu, suyunu, damarını, mizacını öyle etüt etmişler ki, hayret ettim. Ailelerinin tanıdığından daha fazla bir bilgiye sahip olduklarını gördüm, birlikte çalıştığım meslektaşlarımın. Helal olsun size dedim tabii yine içimden, şımarmasınlar(!) diye.
Beni üç saat tuttunuz ama inanın değdi. Müstefit bir oldum. Verdiğiniz emeğe, samimiyetinize binlerce teşekkürler. Aldığınız para ananızın ak sütü gibi helal olsun size. Varsın değeriniz pek bilinmesin. İşe yaramaz belki ama ben takdir ettim sizi. Allah yolunuzu açık etsin, sayılarınızı artırsın. 17/11/2016
Bilir misiniz, ya da duydunuz mu ŞÖK nedir? Bilip duyduysanız ne işe yarar bu ŞÖK? Açılımı: Şube öğretmenler kurulu. Aynı şubede giren öğretmenlerin ilgili müdür yardımcısının başkanlığında yaptığı bir toplantı. Bir eğitim ve öğretim yılında üç defa yapılması mevzuatta yer alan bir toplantı çeşidi yani.
Belirtilen gün ve saatte toplantı yerine gittim. Yolda giderken işleyişi bildiğimden bir formalite daha yerine getirilecek dedim kendi kendime. Çünkü birçok okulda kağıt üzerinde hazırlanır ve ilgili öğretmenlere imzalatılır, denetim veya herhangi bir durumda açıp bakmak için klasör içine arşivlenir dedim yine kendi kendime.
Toplantı yerine gittiğimde kapısının kilitli olduğunu gördüm. Tamam, demek ki formalite gereği sirkü hazırlanmış dedim. Yine de bir araştırayım diye okulun altını üstüne getirdim, acaba bu toplantı nerede diye. Bulamadım. Sonunda bir öğretmene sordum. "Toplantının kütüphanede yapılmakta olduğunu öğrendim.10 dakikalık gecikmeyle toplantıya iştirak ettim. 7. sınıfların tümüne girdiğimden toplantının başından sonuna kadar buranın abonesiyim diyerek bir kenara oturdum.
ŞÖK başkanının kısa bir açıklamasından sonra sınıf sınıf şubeler görüşülmeye başlandı. Hangi şubeye sıra gelmişse sınıfın sınıf rehber öğretmeni elinde daha önce hazırladığı dökümanlarıyla birlikte en öne geçiyor. Sınıfı hakkında kısa genel bir bilgi verdikten sonra her bir öğrenci hakkında paydaşlarını bilgilendiriyor. Elinde dökümanları var ama dökümana gerek kalmadan sınıfındaki her bir öğrenci hakkında detaylarına varıncaya kadar açıklama yapıyor sınıf öğretmeni: Öğrencinin anne- babası ne iş yapıyor, anne-baba ayrı mı birlikte mi yaşıyor? Çocuğun velayeti kimde, çocuk nerede oturuyor, dersteki başarısı nedir, ne tür rahatsızlığı var, kazanım değerlendirme sınavlarındaki net sayısı, ailevi durumu, maddi durumu, ders dinleyip dinlemediği, sınıfını rahatsız edip etmediği, dikkat dağınıklığı olup olmadığı, öğrencinin çift ismi varsa hangisi söylenirse hoşlanıp hoşlanmadığı, öğrencinin devam ve devamsızlığı, derse geç gelip gelmediği, ödevini yapıp yapmadığı, başarısının nasıl artırılıp artırılamayacağı...vb çocuğun tüm fotoğrafını çekiyor. Toplantıya katılan öğretmenleri bilgilendiriyor. Diğer öğretmenler, rehber öğretmeni ve müdür yardımcısı kısa kısa notlar alıyor öğrenciler hakkında. Özellikle özel durumu olan öğrencilerin bilgilerini ajandasına kaydediyorlar.
Yeni geldiğim ve birçok öğrenciyi tanımadığım bir ortamda öğretmenlerin sınıfları ve öğrencileri hakkında verdikleri detaya gıpta ettim. Hepsini takdir ettim. Bir formalite daha yerine getirilecek ön yargısıyla katıldığım toplantıdan memnuniyetle ayrıldım. Bırakın formaliteyi, öğrencileri tek tek ameliyat masasına yatırdılar. 13.00'da başlayan toplantı hiç ara vermeden 16.00'ya kadar sürdü. Meslektaşlarım derslerine iyi çalışmışlar, önemsemişler dedim kendi kendime. Öğretmenler öğrencilerinin huyunu, suyunu, damarını, mizacını öyle etüt etmişler ki, hayret ettim. Ailelerinin tanıdığından daha fazla bir bilgiye sahip olduklarını gördüm, birlikte çalıştığım meslektaşlarımın. Helal olsun size dedim tabii yine içimden, şımarmasınlar(!) diye.
Beni üç saat tuttunuz ama inanın değdi. Müstefit bir oldum. Verdiğiniz emeğe, samimiyetinize binlerce teşekkürler. Aldığınız para ananızın ak sütü gibi helal olsun size. Varsın değeriniz pek bilinmesin. İşe yaramaz belki ama ben takdir ettim sizi. Allah yolunuzu açık etsin, sayılarınızı artırsın. 17/11/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)