Bazı insanlar vardır, insanların içerisinde müstesna bir yere sahiptir. Sanki kendisi için değil de başkası için yaratılmışlar. Ömrünü iyilik yapmaya adamış, insanlara iyilik yapmak ve hizmet etmek için kendini feda eder. Eli açık, eli bol, cömert, sahavet ehli ve gönü zengin biridir bunlar. Hep vereyim, hep yedireyim modunda yaşarlar hep.
Kimin bir ihtiyacı varsa giderir, kimin bir derdi varsa gelir onu bulur. İster tanısın, ister tanımasın. kendinde varsa verir, yoksa gider bir başkasından borç alır, ihtiyaç sahibine verir. Verdiği parayı bilmez, çünkü yazıp not etmez. Verdiğini de istemez. Borç sahibi verirse verir, vermezse asla peşine koşmaz. Başkası adına birinden aldığı borcu kendi borcu bilir, en kısa zamanda gider öder. Pek huyu değildir bir başkasından borç istemek. Eğer istemek durumunda kalmışsa onu yazar ve en kısa zamanda da öder.
Başkasına verdiği hesabını bilmediği paralar öyle çay parası türünden değildir. İstenen para yüksek bir para ise elindekini verir, geriye kalanı ayda ben sana borcunu ödemek için şu kadar vereyim, der ve verir de. Çoğu kimseye kefil olmuştur, kefil olduğu kimse kredi borcunu öderken ona aylık belirlediği miktar yardım da yapar, kredi sahibi ödemezse gider geriye kalanı da öder. Biri ev mi alacak. O hemen yanındadır. Biri araba mı alacak, o yine yanındadır.
Çok mu zengin bu arkadaş? Maalesef değil. Bordro mahkumu biri. Ne arabası var, ne de evi. Kirada oturur. Onun bineği altındaki bisikletidir. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden hep ona biner. Ne evim yok diye dert edinir ne de arabam. Bir çok bordro mahkumu ayın sonunu zor getirirken onun cebinde hep parası olur. Çoluk çocuğun ihtiyacını karşıladıktan sonra geri kalan hep milletin hizmetindedir. Üç-beş kuruş biriktireyim de altıma bir araba alayım, ben de biraz rahat edeyim diye bir derdi yok.
Çevresi de çok geniştir. Bu kadar çevreyi nasıl edindi diye düşünürsen onu tanıyanın ekseriyeti ondan karşılıklı ya da karşılıksız yardım almıştır. Hatta bazen kendisinden borç alan biri borcunu getirirse "Bana para verme, ne zaman cebime bir para girse nereden bilirler bilmem, az sonra gelirler, senin verdiğin de ona gider" diye şaka yapar. Kime ne verdiğini de başkasına söylemez. Anlatmaz da. Ender de olsa zaman zaman söylettiğim de olur tabii. İsim vermeden anlatır.
***
Kapu Camii civarında tanışıp muhabbet ettiği bir esnafı ziyarete gider. İçeri girdiğinde bir alacaklı, esnafa ağzına geldiğini söyler, ağır hakaretleri ardı arkasına sıralar. Bizimki araya gider: "Bu arkadaşın sana borcu ne kadar" diye sorar. Söylediği miktarı çıkarır cebinden verir. Esnaf rahat bir nefes alır. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen zor durumdan kurtulan esnaf bizimkini arayıp: "Arkadaş! Falan tarihte beni zor bir durumdan kurtardın, sana teşekkür ederim, iyi şu da emanetin" demez.
***
Bir gün okuluna bir toptancı gelir: "Şu kadar paraya ihtiyacım var, yoktur falan tarihte ödeyeceğim, istersen arabamı bırakıp gideyim" der. Bizimki çıkarır cebinden, istediği parayı verir. Yıllar geçer, alınan para maalesef gelmez.
***
Yanına biri gelir: "Hocam ev alacağım, kredi çekmem lazım, bana bir finans kurumu önerir misin" der. Beraber finans kurumuna giderler, müdürle tanıştırır. Çıkarken müdür: "Hocam şurayı bir imzalar mısın formalite icabı bu yaptığımız" deyince gösterilen yeri imzalar. Kredi çekene de kredi öderken ben sana aylık bin lira yardım edeyim" deyip ayrılır. Uzun süre aylık yardımda bulunur. Nice sonra kefili olduğu adamın kredisini ödemediği ortaya çıkar. Kredinin geri kalan kısmını da öder. Kredi çekenin telefonuna bir daha ulaşamaz. Çünkü çalan telefona cevap vermez.
***
Esnaf iken mali sıkıntıya düşen biri bulur kendisini. Bir kaç ay içerisinde vereceğim diye para ister kendisinden. Gider bir başkasından üç bin euro bulur. 5-6 ay geçtikten sonra borçlu, bayram alışverişi yapacağım diyerek yine para ister. Verecek param yok ama bayram alışverişini benim karta çekelim, der. Kendisine, daha öncekini ödememiş, istersen verme dedimse de ihtiyacı olmasa istemez diyerek çarşıda buluşmak için bekledi durdu. Hele şükür ki gelmedi. Gelseydi öyle zannediyorum harcamada limit koymazdı. Para mı? Maalesef para gelmedi. Sonunda izini kaybettirdi. Bizimki aldığı borcu ödedi, geçti gitti.
***
Gelene gidene borç olarak verdiği paraların ekseriyeti dönmemesine rağmen ağzından bundan sonra kimseye vermeyeceğim dediğini duymadım. Bu durumu bilen bir arkadaşı kendisini 'batakçı' olarak adlandırır çoğu zaman. Batakçı mı bilmem ama bu dünyada elinden tutup kaldırdığı birçok insandan geri dönüş olmadı. Öyle zannediyorum ahiret azığını tıka basa doldurdu. Buna müflis tüccar değil, bir verip on kazanan tüccar denir.
***
Nadir de olsa elinden tuttuğu bazı insanlardan takdir görmüş biridir. Üniversite öğrencisi iken maddi durumu iyi olmayan birini sürekli harçlık olarak destekler. ne zaman bilse, duysa yardımlarına koşmuştur.
***
Üniversitede öğrenci iken zaman zaman maddi destek sağladığı bir kişi, mali açıdan şehrin sayılı kişilerinden olunca: "Zamanında çok iyiliğini gördüm" diye içinden gelerek ona bir araba almak ister. Mizacına ve raconuna ters bir durumdur almak. Çünkü hiç almadan hep vermiştir bugüne kadar. Sıfır araba teklifini reddeder. Bir akşam evine geldiğinde eşi bir anahtar uzatır. "Bu seninmiş" diye. Bakar ki bir araba anahtarı. Kim bıraktı der. Eşi biri zile bastı, bıraktı gitti deyince kendi kendine: "Kimdir, necidir, kimin nesidir" diye düşünür. Sonunda kimin bıraktığını anlar. Apartmandan aşağı iner. Apartmanın parkında arabayı arar. Bulmak için de aracın uzaktan kumandalı anahtarından faydalanır. Nihayet arabayı bulur, gider kendisine hediye eden vefalı dostuna arabayı teslim eder. Adam kabul etmek istemese de: "Araba lazım olursa kullanmak için alırım" diyerek oradan ayrılır.
***
Evi olmayan birisine ev almak için aracılık yapar, tanıdığı eşinden-dostundan borç ister. Kendisi de bir 3 bin lira ilave eder. Ev almak isteyene verir. Her ay borç öderken "Senin denklediğin kadar yardım edeceğim, borcu bitirelim" der. Diğer alınan borçlar kira öder gibi ödenir. Bizimkinin desteğiyle. Diğerlerine borç bitmiştir. Sıra geldi ev almaya aracı olan ve borcu ödemede destek olanın borcunu ödemeye. Bizimki: "Ben bunu karşılık olsun" diye vermedim, borcun yok" der. Alırsın-almazsın muhabbetinden sonra: "Yarın ben sıkıntıya girsem sen de bana yardım etmez misin" deyince sayesinde ev sahibi olan kişi: "Hayır yapmam, sen önce şu paranı bir al" diye ısrar eder. Birikmiş 13200 liralık borcu her ay çay parası öder gibi öder.
***
Atandığı kurumda okuyan öğrencilerin hepsi engelli. Kısa zamanda o öğrencilerin dilini de anlar. Önce binayı fiziki yönüyle adam eder. Devletten gelen ödenek varsa onunla. Yoksa şu esnaf, bu esnaf dolaşarak kafasına koyup gidermek istediği eksikliği giderir. Çocukların işitmesinde kolaylık sağlayan, kulak içine yerleştirilen bir cihazın olduğunu duyar. Devletle yazışır, destek bulamaz. İl, ilçe MEM'ler destek vermez, vali ipe un serer. Sonunda çalmadık kapı bırakmaz, tüm öğrencileri cihazla donatır. Yanına vardığın zaman çocukların kah annesi, kah babası. hatta ailenin kaçar gibi bırakıp gittiği çocuklarına kol kanat gerer. Saçı uzayanların tıraşına varıncaya kadar hizmetlerini görür. Mesai kavramı yoktur, devlet memuru mantığından ötedir ondaki hizmet anlayışı. Hafta içi, hafta sonu, gece nedir bilmez. Kurumundaki işleri bitirmeden de ayrılmaz.
***
Yarım asra yaklaşan yaşına sayısız hizmetler sığdırmış, çalıştığı her yerde farkındalık oluşturmuş, reklamını yapmayan, kendi halinde çalışan, kendisini başkalarına adamış Allah'ın kulu işte benim anlattığım. Yaptıklarından görüp anlayabildiğim bu kadarla sınırlı değil. Allah bundan ve bunu gibilerinden razı olsun. Ne derdi varsa derdine derman versin. Ahirette makamı en üstlerde olsun. Sayılarını artırsın. Amel defteri sağından verileceklerden olduğuna şehadet ederim ben bunun. 17/11/2016
17 Kasım 2016 Perşembe
Sanayilerimiz çocuksuz kalmasın...
Dün arabanın kışlık bakımını yaptırmak için sanayiye gittim. Soğuk ve sağlıksız ortamlarda çalışanlar gördüm. Kimi arabanın altında, kimi kaputunu açmakla meşgul, kiminin elinde tamir alet ve edevatı, kimi misafirlere çay getirmek için uğraşıyor. Arabasının tamir ve bakım işini bekleyenlerden başka boşta bir insan görmedim. Hiçbiri de soğuğa aldırmadan; elim, kir-pas olacak demeden kendisine verilen işi yapmaya çalışıyor. Pek konuşan yok. Herkesin eli ve beyni çalışıyor.
Ara ara ustam diyen olsa da genelde baba hitabını duyuyorsun çalışanlardan. Tek-tük de olsa bir ustanın yanında birinci derece akraba olmayan, ustalık öğrenmek isteyen yabancı çalışanlar var. Ama geneli baba-oğul şeklinde. Bu demektir ki baba, şimdilik usta olarak yetiştirmek için yanında oğlunu bulabilmiş. Mevcut usta yaşlanıp işten el-etek çekince oğula kalacak dükkan. O da oğlunu ikna edebilirse yanında yetiştirecek, ikna edemezse kalfa ve çıraksız, kimseye el vermeden kazanabildiği kadar rızkının peşinde koşacak. En son ya dükkanı devredecek, ya da kapatacak. Çünkü dükkanı işletecek usta yetişmeyecek gibi görünüyor.
Az sayıda çalışanla konuşma fırsatı buldum. Onlar da okuyamadıklarından şikayetçi. "Babam çok ısrar etti, benim için çabaladı, ama ben okumadım/okuyamadım." şeklinde. İyi ki okumamışsın be evlat dedim birine. Sen de okusaydın burada kim çalışacaktı, bu işleri kim yapacaktı. Elin yağlanmış, kir-pas içinde kalmış ama elinin emeğiyle evine aş götürebiliyorsun. Yoruluyorsun, para kazanmanın ne olduğunu bilirsin, çünkü terliyorsun. Hem milletin işini yapıyor, az veya çok emeğinin karşılığını alıyorsun hem de hayır dualarını alıyorsun. Zira sen de olmasaydın, biz arızalanınca bu arabayı hurdaya bırakacaktık. Daha şimdi bizim iyi günlerimiz, yakında bozulan aracı bırakıp yenisine yöneleceğimiz günler yakındır. Çünkü sizden sonra belki de bu sanayiye kalfa ve çırak olmak, bu mesleği öğrenmek için kimse gelmeyecek. Çünkü şimdi kapasitesi var veya yok, herkes okuma yolunu seçiyor. Okumada nasılsa eleme de yok. Okula kaydını yaptıran mezun oluyor. Eskiden baba, bir-iki sene okuyup okumayacağını test ederdi çocuğunun. Okursa ne ala! Okumazsa çocuk soluğu sanayide alırdı. Bu şekilde kalfa-çırak olurdu. Bunlardan ustalar yetişirdi. Sen boş ver, iyi ki okumamışsın. Hayatta hiçbir kazanç elinin emeğini yiyenin kazancından daha zevkli ve helal olmaz, dedim. İşim bitince ücretini ödeyip teşekkür ederek ayrıldım.
Nasıl ki camiler çocuksuz kalmasın diye çaba sarf ediyorsak sanayilerin de çocuksuz kalmaması için mutlaka tedbirler almamız lazım. Ama bu sistemde nasıl? 16/11/2016
Ara ara ustam diyen olsa da genelde baba hitabını duyuyorsun çalışanlardan. Tek-tük de olsa bir ustanın yanında birinci derece akraba olmayan, ustalık öğrenmek isteyen yabancı çalışanlar var. Ama geneli baba-oğul şeklinde. Bu demektir ki baba, şimdilik usta olarak yetiştirmek için yanında oğlunu bulabilmiş. Mevcut usta yaşlanıp işten el-etek çekince oğula kalacak dükkan. O da oğlunu ikna edebilirse yanında yetiştirecek, ikna edemezse kalfa ve çıraksız, kimseye el vermeden kazanabildiği kadar rızkının peşinde koşacak. En son ya dükkanı devredecek, ya da kapatacak. Çünkü dükkanı işletecek usta yetişmeyecek gibi görünüyor.
Az sayıda çalışanla konuşma fırsatı buldum. Onlar da okuyamadıklarından şikayetçi. "Babam çok ısrar etti, benim için çabaladı, ama ben okumadım/okuyamadım." şeklinde. İyi ki okumamışsın be evlat dedim birine. Sen de okusaydın burada kim çalışacaktı, bu işleri kim yapacaktı. Elin yağlanmış, kir-pas içinde kalmış ama elinin emeğiyle evine aş götürebiliyorsun. Yoruluyorsun, para kazanmanın ne olduğunu bilirsin, çünkü terliyorsun. Hem milletin işini yapıyor, az veya çok emeğinin karşılığını alıyorsun hem de hayır dualarını alıyorsun. Zira sen de olmasaydın, biz arızalanınca bu arabayı hurdaya bırakacaktık. Daha şimdi bizim iyi günlerimiz, yakında bozulan aracı bırakıp yenisine yöneleceğimiz günler yakındır. Çünkü sizden sonra belki de bu sanayiye kalfa ve çırak olmak, bu mesleği öğrenmek için kimse gelmeyecek. Çünkü şimdi kapasitesi var veya yok, herkes okuma yolunu seçiyor. Okumada nasılsa eleme de yok. Okula kaydını yaptıran mezun oluyor. Eskiden baba, bir-iki sene okuyup okumayacağını test ederdi çocuğunun. Okursa ne ala! Okumazsa çocuk soluğu sanayide alırdı. Bu şekilde kalfa-çırak olurdu. Bunlardan ustalar yetişirdi. Sen boş ver, iyi ki okumamışsın. Hayatta hiçbir kazanç elinin emeğini yiyenin kazancından daha zevkli ve helal olmaz, dedim. İşim bitince ücretini ödeyip teşekkür ederek ayrıldım.
Nasıl ki camiler çocuksuz kalmasın diye çaba sarf ediyorsak sanayilerin de çocuksuz kalmaması için mutlaka tedbirler almamız lazım. Ama bu sistemde nasıl? 16/11/2016
16 Kasım 2016 Çarşamba
Bu okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin görev yapması yasak
Bir zamanlar tu kaka yapılan, kapısına kilit vurmaktan beter yapılan, katsayı garabetiyle önleri kesilip yok edilmeye çalışılan İHL'ler hem okul sayısı hem de okuyan öğrenci sayısı bakımından zirve günlerini yaşıyor. Vatandaştan, beklenilenin üzerinde bir rağbet var. Çocuğum İHL'de okumak istedi de okul yoktu mazereti yok artık.
Dinini merdiven altından öğrenmesin, doğru dini resmi kanaldan, doğru bir şekilde öğrensin çabası var halkımızda. Bu okullar yeniden ilgi odağı olmaya başladı. Öğrenci ve okul bakımından bir kemiyete ulaşan bu okullara bir de kalite gelirse sayı ve başarı bakımından zirveye oynar. Bakanlık kaliteyi yakalamak, daha da ileriye götürmek için Fen-Sosyal Bilimleri ağırlıklı proje okullarını da yürürlüğe koydu. Öğrenci nakillerinde de sorun kalmadı. Başka tür okullarda okuyan öğrenciler de isterlerse belli bir sınıf seviyesine kadar nakil gelebiliyor.
Bu okullarda branşı lise branşı olan her bir öğretmen görev yapabiliyor. Tek bir branşa kapalı bu okullar. İlahiyat Fakültesini bitirmiş Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine. Alanına kaynaklık eden, maaş karşılığı okutabileceği ders mi yok. Olmaz olur mu? Hem de ganimet gibi. Bu okullarda "İHL Meslek Dersleri Öğretmeni" olarak görev yapan öğretmenler nasıl ki K. Kerim, Arapça, Hadis, Tefsir, Kelam vb derslere giriyorsa İlahiyat bitiren Dikab öğretmenleri de girebilir. Üstelik maaş karşılığı olarak. Çünkü İHL'de görev yapan meslekçilerle, İHL dışında Dikab öğretmeni olarak görev yapanlar aynı okulun, aynı sırasında beraber okumuş insanlar. İlk göreve atarken Bakanlık, diploma sahibine sormadan kendince kimine 'İHL Meslek Dersleri Öğretmeni' olarak atama branşı vermiş, kimini de 'Dikab' öğretmeni olarak atamış. Bu branştakiler lisede, ortaokulda görev yapıyorsa öğrencinin gözünde 'dinci', İHL'de görev yapıyorsa 'meslekçi' olarak adlandırılırdı. Ne zaman ki, eğitim fakültelerinin bünyesinde Dikab öğretmenliği bölümü açıldı. Yasaklar başladı. İHL'de ki orta ve liseye, orta ve lisedeki de İHL'lere tayin isteyemez oldu. Bakanlık zaman zaman alan değişikliği açtı, geçen geçti, geçmeyen ise bakanlığın atama branşında kaldı. Bir kaç yıldır bakanlık alan değişikliği de yapmaz oldu artık...
Aynı okulda okuyan, aynı sırada oturan, birbirinin aynısının tıpkısı dersleri gören ve aynı mesleği icra eden bu meslek erbabına şimdi aşılmaz duvarlar var. Her branşa açık olan bu okullar maalesef ilahiyat mezunlarına açık değil. Bu mesele yıllardır çözüldü, çözülecek dendi. Şu ana kadar bir arpa boyu yol alınmadı.
Bakanlık yetkilileri! Bu meslek erbabının çektiği yetmez mi artık. Bu; anlaşılmaz, garip, komedi tasarruftan ne zaman vazgeçilecek. Bu meseleyi çözmek için alan değişikliği bile açmaya gerek yok. Yönetmelikte yer alacak tek cümle yeterli: "İlahiyat mezunu olanlar atama branşı ne olursa olsun, İHL ve diğer orta ve liselerde görev yapar. Eğitim Fak. bünyesinde açılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği okuyanlar, İho ve ortaokullarda görev yapar." 15.11.2016
Dinini merdiven altından öğrenmesin, doğru dini resmi kanaldan, doğru bir şekilde öğrensin çabası var halkımızda. Bu okullar yeniden ilgi odağı olmaya başladı. Öğrenci ve okul bakımından bir kemiyete ulaşan bu okullara bir de kalite gelirse sayı ve başarı bakımından zirveye oynar. Bakanlık kaliteyi yakalamak, daha da ileriye götürmek için Fen-Sosyal Bilimleri ağırlıklı proje okullarını da yürürlüğe koydu. Öğrenci nakillerinde de sorun kalmadı. Başka tür okullarda okuyan öğrenciler de isterlerse belli bir sınıf seviyesine kadar nakil gelebiliyor.
Bu okullarda branşı lise branşı olan her bir öğretmen görev yapabiliyor. Tek bir branşa kapalı bu okullar. İlahiyat Fakültesini bitirmiş Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine. Alanına kaynaklık eden, maaş karşılığı okutabileceği ders mi yok. Olmaz olur mu? Hem de ganimet gibi. Bu okullarda "İHL Meslek Dersleri Öğretmeni" olarak görev yapan öğretmenler nasıl ki K. Kerim, Arapça, Hadis, Tefsir, Kelam vb derslere giriyorsa İlahiyat bitiren Dikab öğretmenleri de girebilir. Üstelik maaş karşılığı olarak. Çünkü İHL'de görev yapan meslekçilerle, İHL dışında Dikab öğretmeni olarak görev yapanlar aynı okulun, aynı sırasında beraber okumuş insanlar. İlk göreve atarken Bakanlık, diploma sahibine sormadan kendince kimine 'İHL Meslek Dersleri Öğretmeni' olarak atama branşı vermiş, kimini de 'Dikab' öğretmeni olarak atamış. Bu branştakiler lisede, ortaokulda görev yapıyorsa öğrencinin gözünde 'dinci', İHL'de görev yapıyorsa 'meslekçi' olarak adlandırılırdı. Ne zaman ki, eğitim fakültelerinin bünyesinde Dikab öğretmenliği bölümü açıldı. Yasaklar başladı. İHL'de ki orta ve liseye, orta ve lisedeki de İHL'lere tayin isteyemez oldu. Bakanlık zaman zaman alan değişikliği açtı, geçen geçti, geçmeyen ise bakanlığın atama branşında kaldı. Bir kaç yıldır bakanlık alan değişikliği de yapmaz oldu artık...
Aynı okulda okuyan, aynı sırada oturan, birbirinin aynısının tıpkısı dersleri gören ve aynı mesleği icra eden bu meslek erbabına şimdi aşılmaz duvarlar var. Her branşa açık olan bu okullar maalesef ilahiyat mezunlarına açık değil. Bu mesele yıllardır çözüldü, çözülecek dendi. Şu ana kadar bir arpa boyu yol alınmadı.
Bakanlık yetkilileri! Bu meslek erbabının çektiği yetmez mi artık. Bu; anlaşılmaz, garip, komedi tasarruftan ne zaman vazgeçilecek. Bu meseleyi çözmek için alan değişikliği bile açmaya gerek yok. Yönetmelikte yer alacak tek cümle yeterli: "İlahiyat mezunu olanlar atama branşı ne olursa olsun, İHL ve diğer orta ve liselerde görev yapar. Eğitim Fak. bünyesinde açılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği okuyanlar, İho ve ortaokullarda görev yapar." 15.11.2016
15 Kasım 2016 Salı
Kim yapar bu müdürün yaptığını - 2-
Meslek hayatının büyük bir çoğunluğunu yöneticilik olarak ifa eden müdür zede öğretmen, geçen gün yine duygulandı. Kendiliğinden konuşmaya başladı. Başından geçen bir hatırasını anlattı. Takdire şayan buldum. Bu güzel davranışın kayda alınması gerekir, zira söz uçar gider dedim. Öyle zannediyorum, siz de bu harekete şapka çıkartılır diyeceksiniz.
"Ramazan Bey! Pansiyondan sorumlu müdür yardımcısıyım. O akşam yurtta nöbetçiyim. Gecenin 03.00'ü. Bir uyandım. Oda soğuk. Peteklere dokundum, buz gibi. Hizmetlinin odasına vardım, mışıl mışıl uyuyordu. Gündüz okula gelen iki kamyon kömürü içeri çekmişti. Yorgunluktan uyuyakalmış dedim. Kaldırmaya kıyamadım. Çocuklar üşüyecek, ne yapmak lazım derken iş başa düştü, ceketi çıkarıp kolları sıvadım. İndim kömürlüğe. Bir kaç çuval kömür attım. Ellerim simsiyah oldu. Bir kulak kabarttım. Koridorda tak tak bir ayak sesi duydum. Yukarı çıktım. gelen Konya Valisi Rahmetli Kemal KATITAŞ idi. "Buyurun sayın valim" dedim. "Beni nereden biliyorsun" dedi. "Bir valiyi kim bilmez" dedim. "Ne yapıyorsun burada" dedi. "Kömür attım efendim" dedim. Okulda bir yetkili yok mu" dedi. "Efendim, ben varım, ben okulun pansiyondan sorumlu müdür yardımcısıyım dedim. Hizmetlin yok mu" dedi. "Var da uyuyakalmış" dedim. Niçin uyuyakaldığını da açıkladım. "Tebrik ederim evladım" dedi. Elini uzattı. "Elim kirli" deyince, "Ne demek kirli, bu eller öpülür" dedi. Kömür karası elimi sıktı ve ayrıldı.
Rahmetlinin tebdili kıyafetle dolaştığı çok olurdu. başına şapka giyip traktöre binerek çok denetime çıkmışlığı vardı. Ertesi gün müdüre gece okula vali geldi dedim ise de inandıramadım. "O saatte valinin ne işi var dedi" bana. Az sonra müdür odasına çağırdı: "Dediğinin aslı var sanırım, valilik özel kaleminden aradılar. Seninle görüşecekmiş dedi. tekrar telefon gelmesini bekledim müdür odasında. Çünkü o zamanlar da telefon sadece müdür odasında var idi. özel kalem müdürü az sonra aradı: "Vali Bey akşam pansiyona öğrencilerle, belletici öğretmenlerle beraber yemeğe gelecek, yemekte sizin de bulunmanızı istiyor, haberiniz olsun" dedi, telefonu kapattı.
Vali Bey akşam yemeğine geldi. Yanında da 8-10 tepsi baklava getirdi. Hep beraber yedik. Yemekten sonra vali ayrılmadan önce beni yanına çağırdı, sonra ayağa kalktı: "Çocuklar, dün gece okulunuza geldim. Bu sağımdaki sizin müdür yardımcınızı elleri simsiyah bir şekilde buldum. Sizi üşütmemek için kalorifer kazanına kömür attı. Kıymetini bilin. Bunu kimse yapmaz" dedi ve müsaade alarak gitti."
Bu olayın geçtiği yıl 85-86 yılları olsa gerek. Çünkü sayın vali Konya'da 1984-1987 yılları arasında görev yaptı. Ben o zamanlar lise 11 veya 12.sınıf öğrencisiydim. Şimdiki Meram Kaymakamlığının olduğu yer valilik konağı idi. Annesi (babası da olabilir) vefat ettiği zaman şimdiki konağına 8-10 kadar arkadaşımla beraber Kur'an-ı Kerim okumak için gitmiştik.
Kömür atan müdür yardımcısını takdir ettim, valiyi de. Bu yönünü bilmiyordum. Her ikisine de helal olsun.
Müdürlükten elenip öğretmenliğe döndürülen bu eski yönetici değerim yokmuş hiç diye düşünmesin. Vali gibi kadir kıymetini bilenler de var. Halık zaten biliyor. Allah Kemal KATITAŞ'a rahmet eylesin, bu farklı müdüre de sağlıklı, uzun ömürler versin. 15/11/2016
"Ramazan Bey! Pansiyondan sorumlu müdür yardımcısıyım. O akşam yurtta nöbetçiyim. Gecenin 03.00'ü. Bir uyandım. Oda soğuk. Peteklere dokundum, buz gibi. Hizmetlinin odasına vardım, mışıl mışıl uyuyordu. Gündüz okula gelen iki kamyon kömürü içeri çekmişti. Yorgunluktan uyuyakalmış dedim. Kaldırmaya kıyamadım. Çocuklar üşüyecek, ne yapmak lazım derken iş başa düştü, ceketi çıkarıp kolları sıvadım. İndim kömürlüğe. Bir kaç çuval kömür attım. Ellerim simsiyah oldu. Bir kulak kabarttım. Koridorda tak tak bir ayak sesi duydum. Yukarı çıktım. gelen Konya Valisi Rahmetli Kemal KATITAŞ idi. "Buyurun sayın valim" dedim. "Beni nereden biliyorsun" dedi. "Bir valiyi kim bilmez" dedim. "Ne yapıyorsun burada" dedi. "Kömür attım efendim" dedim. Okulda bir yetkili yok mu" dedi. "Efendim, ben varım, ben okulun pansiyondan sorumlu müdür yardımcısıyım dedim. Hizmetlin yok mu" dedi. "Var da uyuyakalmış" dedim. Niçin uyuyakaldığını da açıkladım. "Tebrik ederim evladım" dedi. Elini uzattı. "Elim kirli" deyince, "Ne demek kirli, bu eller öpülür" dedi. Kömür karası elimi sıktı ve ayrıldı.
Rahmetlinin tebdili kıyafetle dolaştığı çok olurdu. başına şapka giyip traktöre binerek çok denetime çıkmışlığı vardı. Ertesi gün müdüre gece okula vali geldi dedim ise de inandıramadım. "O saatte valinin ne işi var dedi" bana. Az sonra müdür odasına çağırdı: "Dediğinin aslı var sanırım, valilik özel kaleminden aradılar. Seninle görüşecekmiş dedi. tekrar telefon gelmesini bekledim müdür odasında. Çünkü o zamanlar da telefon sadece müdür odasında var idi. özel kalem müdürü az sonra aradı: "Vali Bey akşam pansiyona öğrencilerle, belletici öğretmenlerle beraber yemeğe gelecek, yemekte sizin de bulunmanızı istiyor, haberiniz olsun" dedi, telefonu kapattı.
Vali Bey akşam yemeğine geldi. Yanında da 8-10 tepsi baklava getirdi. Hep beraber yedik. Yemekten sonra vali ayrılmadan önce beni yanına çağırdı, sonra ayağa kalktı: "Çocuklar, dün gece okulunuza geldim. Bu sağımdaki sizin müdür yardımcınızı elleri simsiyah bir şekilde buldum. Sizi üşütmemek için kalorifer kazanına kömür attı. Kıymetini bilin. Bunu kimse yapmaz" dedi ve müsaade alarak gitti."
Bu olayın geçtiği yıl 85-86 yılları olsa gerek. Çünkü sayın vali Konya'da 1984-1987 yılları arasında görev yaptı. Ben o zamanlar lise 11 veya 12.sınıf öğrencisiydim. Şimdiki Meram Kaymakamlığının olduğu yer valilik konağı idi. Annesi (babası da olabilir) vefat ettiği zaman şimdiki konağına 8-10 kadar arkadaşımla beraber Kur'an-ı Kerim okumak için gitmiştik.
Kömür atan müdür yardımcısını takdir ettim, valiyi de. Bu yönünü bilmiyordum. Her ikisine de helal olsun.
Müdürlükten elenip öğretmenliğe döndürülen bu eski yönetici değerim yokmuş hiç diye düşünmesin. Vali gibi kadir kıymetini bilenler de var. Halık zaten biliyor. Allah Kemal KATITAŞ'a rahmet eylesin, bu farklı müdüre de sağlıklı, uzun ömürler versin. 15/11/2016
Kirli elleri öpülesi insanlar...
Arabanın kış lastiklerini değiştirmek için oto lastikçiye gittim. "Şehit ailelerine lastik tamiri ve servis ücretsizdir" yazısı dikkatimi çekti. Hemen cep telefonuma sarıldım. Gördüğünüz fotoğrafı çektim. Ustaya, "Benim dedemin babası 93 harbinde şehit düşmüş, ben de bir şehit torunuyum, haberin olsun" dedim. "Tamam, kimliğini göster" dedi bana. "Ustam, eskilerin kimliği mi vardı ki bize şehit ailesi kimliği versinler" dedim... Bu duyarlılığından dolayı kendisini tebrik ettim. Allah hayrını kabul etsin, dedim. İşim bittikten sonra ayrıldım.
İçimde bir sevinç ki ne sevinç. Özü itibariyle bu millet tertemiz ve fedakardır. Yeter ki görsün, bilsin, duysun ve samimi olduğuna inansın. Ülkesi adına yapılan hizmeti ve uğruna şehit olanı unutmuyor, bir vefa borcu gibi görüyor, şehidin ailesini yetim kabul ediyor. Canını ortaya koyanlara karşı benim de çorbada bir tuzum olsun diyerek kendi çapında kazancından feragat ediyor. Lastik değiştirme ve lastik tamiri çok pahalı bir iş değil. Ama adam bu işten ekmek yiyor.
Yaptıkları iş kolay değil gerçekten. Davut peygamber gibi ellerinin emeğiyle geçinirler, alın terletirler. Sabahtan akşama her lastik tamirinden 15, her lastik değiştirmeden 10 lira alacak, evine ekmek götürecek. Bu işi yaparken soğuk-sıcak demeden, elleri sürekli kara olarak çalışacak, terleyecek ve üşüyecek. Emek sarf edecek ve kazancından vazgeçecek...
Vallahi helal olsun bu tiplere. Çalıştığı iş icabı eli kir-pas içinde olan bu insanlar elleri öpülesi insanlardır. Allah sayılarını artırsın, emeklerini yağlı etsin. Böyleleri oldukça bu milletin sırtı yere gelmez. 15.11.2016
İçimde bir sevinç ki ne sevinç. Özü itibariyle bu millet tertemiz ve fedakardır. Yeter ki görsün, bilsin, duysun ve samimi olduğuna inansın. Ülkesi adına yapılan hizmeti ve uğruna şehit olanı unutmuyor, bir vefa borcu gibi görüyor, şehidin ailesini yetim kabul ediyor. Canını ortaya koyanlara karşı benim de çorbada bir tuzum olsun diyerek kendi çapında kazancından feragat ediyor. Lastik değiştirme ve lastik tamiri çok pahalı bir iş değil. Ama adam bu işten ekmek yiyor.
Yaptıkları iş kolay değil gerçekten. Davut peygamber gibi ellerinin emeğiyle geçinirler, alın terletirler. Sabahtan akşama her lastik tamirinden 15, her lastik değiştirmeden 10 lira alacak, evine ekmek götürecek. Bu işi yaparken soğuk-sıcak demeden, elleri sürekli kara olarak çalışacak, terleyecek ve üşüyecek. Emek sarf edecek ve kazancından vazgeçecek...
Vallahi helal olsun bu tiplere. Çalıştığı iş icabı eli kir-pas içinde olan bu insanlar elleri öpülesi insanlardır. Allah sayılarını artırsın, emeklerini yağlı etsin. Böyleleri oldukça bu milletin sırtı yere gelmez. 15.11.2016
Ekonomi nereye gidiyor? *
Ne gezi olaylarında, ne 17-25 Aralık yargı
darbesinde, ne de en kanlı darbe teşebbüsü olan 15 Temmuz'da gördük
doların bu derece çılgınlığını. Dört nala koşuyor.
Freni patlamış kamyon gibi yol
alıyor dünyaya nizamat veren dolar. Ateşi ne zaman sönecek, nerede
duracak, nereye toslayacak, kimleri ihya edecek? Hangi ocakları
söndürecek? Belli değil. Fakat belli olan bir şey var: Dar gelirlinin cebini
yakacak. Hayra alamet değil bu gidiş. Dolarla beraber EURO, altın yarışıyor
birbiriyle. Bu bir devalüasyon mu? Yoksa Türkiye'yi dizayn etmek isteyen
güçlerin bir başka oyunu mu? Çünkü bunun için 3-5 yıldır her yolu deniyorlar.
Her şeyin küreselleştiği bu dünyada ekonomi de
küreselleşti. Dışarıda meydana gelen kriz de geliyor bizi buluyor/vuruyor.
Dünyada uygulanan ekonomik sitemi Prof.Dr. Osman ALTUĞ, hep “Üç kağıt
ekonomisi: borsa, faiz ve dolar,” diye açıklar. Dünyayı yönetenler, paraya da
yön veriyorlar. Oyun oynar gibi dünya ile oynuyorlar. Para babaları öksürse
dünya ekonomisi felç oluyor nedense. Faizin yükselmesini istiyorlarsa
yükseliyor, dövizin yükselmesini istiyorlarsa yükseliyor, borsa inecekse veya çıkacaksa
hep dedikleri oluyor. Bu üç kağıdın değeri inse de bunlar kazanıyor, yükselse
de. Olan hep dar gelirli insana oluyor maalesef.
Enflasyon ve hayat pahalılığından çok çekti bu ülke.
Durmadan kemer sıkma politikalarıyla karşı karşıya geldik. Önümüzü göremedik
ardı arkasına gelen krizlerden. Bugünkü aldığımız malı ertesi gün aynı fiyatla
alamadığımız günleri çok gördük.
2001 ekonomik krizi baş gösterip
devalüasyon olduğunda kendi kendime, "Bugün aldığım bir malın, ertesi günü
fiyatının değişmeyeceği günler olacak mı acaba? Eğer bunu sağlayacak bir
parti gelirse düşüncesi ne olursa olsun oyumu ona vereceğim" demiştim.
Dünyanın ekonomik bir kriz yaşadığı 2009 yılında döviz ve ona bağlı olarak
fiyatlarda bir dalgalanma olduysa da denildiği gibi kriz bizi teğet geçti. 2016
Kasım'ına kadar fiyatlarda aşırı bir dalgalanma olmadı, hatta birçok ürünün
fiyatı yerinde saydı. ABD'nin yeni başkanını seçmesiyle birlikte çıldırdı
sanki. Başta gıda fiyatları olmak üzere birçok ürünün fiyatlarında bir
dalgalanma ve yükselme söz konusu. Zaten cari açık belimizi büküyor yıllar yılı.
Ülke; içeride FETÖ, PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi terör
örgütleriyle uğraşırken, sınırımızda savaş ve terör ortamı devam ederken, ülke
savaştayken, AB ile aramıza kara kediler girmişken üstüne üstlük bir de
ekonomik kriz işin tuzu biberi olur. Bu, onulmaz yaralar açar. Bu sefer ekonomik
kriz bizi teğet falan geçmeyecek gibi. Ateşi de söneceğe benzemiyor. Devlet bir
taraftan bizi boğmaya çalışanlarla mücadele ederken ekonomiye de bir neşter
vurması gerekir.
Üretime dayalı bir ekonomik sisteme geçmediğimiz müddetçe
bu üç kağıt ekonomisinin sonuçlarını acı bir şekilde yaşamaya devam edeceğiz
anlaşılan. Zira hep etkileneceğiz. Ne yapıp edip üretime ağırlık vermemiz,
üretmeden tüketme alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Vergiyi toplumun her kesimine
yayarak kayıt dışı ekonominin önüne
geçilmelidir. İhracat ve ithalat dengesi mutlaka gözetilmelidir. Kaynaklarımızı
iktisatlı kullanıp, ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız. İsraf ve lüks
yaşamaya bir sekte vurmalıyız. 15/11/2016
* 19/11/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 19/11/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaprisli yönetici profili
İki yıl öncesine kadar okullarda sınav puanına göre atanan müdürler görev yapardı. Bu kriter değiştirilerek dört yıllığına görevlendirilmek üzere mülakatla atama yöntemi uygulamaya geçirildi. Bu şekilde ataması yapılan müdürler de herhangi bir kriter ve kıstas olmaksızın kendi yardımcısını seçti ya da seçtirildi. Bu uygulama doğru ya da yanlış. İşin doğrusu bir atama kriterine göre olmasıydı. Yetkili mercilerin tasarrufu. Tartışılabilir. Kimine göre iyi oldu, kimine göre de yanlış. Bunu da zaman gösterecek. Ama ne şekilde gelirse gelsin hakkını verebilenler de var, veremeyenler de... Alın size iki örnek...
***
1996 yılında Manisa'da bir hizmet içi eğitime katılmıştım. Kalabalık bir grup idik. Başımızda kurs veren hocaların yanında Ankara'dan gelen kurs yönetici ve yardımcısı da vardı. Böyle kurslara gidenler bilir. Kurslar, verilen ders ile birlikte aynı zamanda dinlenme, esnek çalışma ortamlarıdır. Çoğu arkadaş okulundan görmediği bir muameleye maruz kaldı burada. Kurs yönetici yardımcısı bir bayan idi. Her teneffüsten sonra dış kapıya durur, geleni uyarır, çıkanı uyarırdı. Bir dakikanın hesabını sorardı. Asık suratından yanına varılmazdı. Tam bir eski klasik devlet yöneticisini andırıyordu. Sağ tarafından kalktığı bir gün bir kaç kursiyer arkadaşla birlikte yanına vardık. Amacımız, tanış olursak belki biraz iyi davranır, Azrail gibi kapıda beklemez düşüncesindeydik. "Hocam! Çok önemli bir görev icra ediyorsunuz. Bu kursta yönetici yardımcılığı görevi almak için ne yapmak gerekiyor. Biz de başka kurslarda bu şekilde yardımcılık görevi alabilir miyiz, bunun kriteri nedir" dedik. "Siz de benim gibi yönetici yardımcılığı görevi alabilirsiniz. Burada yönetici yardımcılığı görevi yapmak için herhangi bir kriter yok, adamını bulup torpille gelebilirsiniz, ben de birini devreye koydum, o şekilde geldim" dedi. "Sizinle beraber gelen öğretim görevlisi ve yöneticilerin yanlarında eşleri var. Sizin eşiniz yok yanınızda" diye bir arkadaş sordu. Eşinden ayrıldığını ifade etti.
***
İkili öğretim yapan bir okulda öğretmen olarak çalışan bir arkadaşımız anlattı: "Güneş 07.20'de doğmasına rağmen sabahleyin 07.00'de derse giriyoruz. Sabahın alaca karanlığında öğrencisi, öğretmeni derse yetişmek için çaba sarf ederken güvenlik kulübesini geçtikten sonra bir karartı göze çarpmakta. Dikkatli bakınca okulun müdür yardımcısının olduğunu anlıyorsun. Ellerini koltuğunun altına götürerek kenetlemiş bir vaziyette hiç hareket etmeden duruyor. Meslektaşımdır selam vereyim diyorsun, yüzüne bile bakmıyor. Yüzünden düşen de bin parça. Niyetini hemen anlıyorsun. Gecikenleri tespit etmek. Tamam görevidir, tespit etmeye tespit etsin ama Allah'ın selamı dediğimiz selamı da alsın. Hatta eline de bir kağıt ve kalem alsın, gecikenleri not etsin. Birden fazla geciken olursa belki aklında tutamayabilir. Gerçi benim ki de laf yani. Geçerken sanırım hafızasına kaydediyor. Ayrıca bir de selam alsa kimin geciktiğini unutabilir. Aynı anda iki işi birden nasıl yapsın garibim. Hiçbir şeye yanmam da iki hafta öncesi yine böyle nöbetçi olduğu gün ilk dört ders sınıf defterini bulamadık. Sonunda öğrendik ki bizim idealist yardımcımız sınıf defterlerini sanırım evine götürmüş, haydi götürdü diyelim. Bari sabah ilk derse yetiştirmiş olsaydı.
Zaman zaman odasına varsan bir şey isteyecek diye yüzüne de bakmaz. Kimsin, necisin diye sormaz. Ne var o önündeki bilgisayarda bilmiyorum. Nöbetçi olmadığı gün de okul yıkılsa ne oluyor demez. Nöbetçi olduğu gün ise -sabahın dışında- elinde telefon sağı solu turlar. Maşallah ne konuşması biter, ne de şarjı. Müstakbel ikinci eşiyle düğün öncesi muhabbet yapıyor anlaşılan. Nöbeti esnasında hem konuşur, hem de turlar. Selam mı niye versin ki? Sonra sen kimsin ki? Normal bir boz öğretmen. Bir idareci olarak seninle niçin muhatap olsun. Ayrıca sen nöbet tutarken seninle muhabbete gelmedi ki, görevini yapıyor mu yapmıyor mu, görev yerinde mi, değil mi diye kontrol için geldi. Zaman muhabbet zamanı değil, burada ciddi bir iş yapılıyor. Sen de çok şey istiyorsun. Sonra seni muhatap alması için en az onun seviyesinde biri olmalısın, öyle değil mi? Davul bile dengi dengine. Bir müdür yardımcısı kusura bakma da seni muhatap almaz. İllaki seni biri muhatap alsın istiyorsan git dengin bir öğretmenle konuş. Tabii böyle deyince hoşuna gitmez. Gerçekler acıdır. Yok müdür yardımcısını kıskanıyorsan biraz çalış, sen de ol. Sınavlı, sınavsız fark etmez. Yeter ki mezhebin, meşrebin geçer akçe olsun. Bir de arkan olacak tabii.
Bir öğretmen bir yıl önce seçmeli ders öğrencilerin listesini istemiş, bugün, yarın derken sene sonunu getirmiş biridir aynı zamanda. Sanki o, odasında boş mu duruyor, onca işin arasında bir de öğretmene liste mi çıkarsın. E-okula girecek, sınıf sınıf seçmeli dersleri belirleyecek, seçmeli derse göre öğrenciyi atayacak, sonra sana liste verecek. Sen bu işi yapmayınca kolay sanıyorsun galiba bu işleri. Sonra değerinin anlaşılması için bir işi hemen öyle birden yapmayacaksın. Geciktirdikçe geciktireceksin ki, isteyenin bir yüzü kara olsun. Sonra sanki bu iş müdür yardımcının işi. Öğretmenler de çok hazır yiyici olmamalı. Öğretmen girdiği sınıftaki öğrencilerin listesini kendisi de oluşturabilir. Eskiden hazır liste mi vardı? Tüm öğretmenler ya kendi hazırlar, ya da sınıf başkanına hazırlatırdı. Ha sen de öyle yapıver, ne olacak yani? Yardımcı hep evrak işiyle uğraşırsa o zaman dağları ben yarattım diye havayı kim atacak? Biraz rahat bırakın da emeksiz geldiği yardımcılığının sefasını sürsün. Yarın uzatmazlarsa yöneticilik süresini gittiği yerde "ben idareciyken.." diye başlasın, iki lafının arasına..."
***
Bizim öğretmen de pek dertliymiş hani. Müdür yardımcısından ilgi bekliyor, hoş geldin demesini bekliyor, liste istiyor. Yahu senin karşında emir erin mi var? Kendi haline bırakın da biraz hava atsın, caka satsın, egosunu tatmin etsin, kaprisini göstersin, ellerini kilitleyip koltuğunun altına koysun, biraz da sana tepeden baksın. Sonra seninle muhabbet ederse şımarırsın. Zira öğretmen milletine pek taviz vermeye gelmez. Sonra burası çocuk yuvası değil. Burada bir okul yönetiliyor, devleti temsil ediyor, devlet dediğin ciddi olur, resmi olur, asık suratlı olur.
Sen dua et, geldiği yere emek sarf etmeden gelmiş, bedavadan gelmiş olmasına rağmen eski asık suratlı, insanlara tepeden bakan devlet memuru rolünü iyi yerine getiriyor. Görevinin kıymetini biliyor. Ya bu makama bir de sınavı kazanarak gelseydi, halin nice olurdu...Biraz da bardağın dolu tarafına bak. Nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmiyor ama olsun. O kadar hata, hadsizlik ve bilgisizlik kadı kızında bile olur. 15/11/2016
***
1996 yılında Manisa'da bir hizmet içi eğitime katılmıştım. Kalabalık bir grup idik. Başımızda kurs veren hocaların yanında Ankara'dan gelen kurs yönetici ve yardımcısı da vardı. Böyle kurslara gidenler bilir. Kurslar, verilen ders ile birlikte aynı zamanda dinlenme, esnek çalışma ortamlarıdır. Çoğu arkadaş okulundan görmediği bir muameleye maruz kaldı burada. Kurs yönetici yardımcısı bir bayan idi. Her teneffüsten sonra dış kapıya durur, geleni uyarır, çıkanı uyarırdı. Bir dakikanın hesabını sorardı. Asık suratından yanına varılmazdı. Tam bir eski klasik devlet yöneticisini andırıyordu. Sağ tarafından kalktığı bir gün bir kaç kursiyer arkadaşla birlikte yanına vardık. Amacımız, tanış olursak belki biraz iyi davranır, Azrail gibi kapıda beklemez düşüncesindeydik. "Hocam! Çok önemli bir görev icra ediyorsunuz. Bu kursta yönetici yardımcılığı görevi almak için ne yapmak gerekiyor. Biz de başka kurslarda bu şekilde yardımcılık görevi alabilir miyiz, bunun kriteri nedir" dedik. "Siz de benim gibi yönetici yardımcılığı görevi alabilirsiniz. Burada yönetici yardımcılığı görevi yapmak için herhangi bir kriter yok, adamını bulup torpille gelebilirsiniz, ben de birini devreye koydum, o şekilde geldim" dedi. "Sizinle beraber gelen öğretim görevlisi ve yöneticilerin yanlarında eşleri var. Sizin eşiniz yok yanınızda" diye bir arkadaş sordu. Eşinden ayrıldığını ifade etti.
***
İkili öğretim yapan bir okulda öğretmen olarak çalışan bir arkadaşımız anlattı: "Güneş 07.20'de doğmasına rağmen sabahleyin 07.00'de derse giriyoruz. Sabahın alaca karanlığında öğrencisi, öğretmeni derse yetişmek için çaba sarf ederken güvenlik kulübesini geçtikten sonra bir karartı göze çarpmakta. Dikkatli bakınca okulun müdür yardımcısının olduğunu anlıyorsun. Ellerini koltuğunun altına götürerek kenetlemiş bir vaziyette hiç hareket etmeden duruyor. Meslektaşımdır selam vereyim diyorsun, yüzüne bile bakmıyor. Yüzünden düşen de bin parça. Niyetini hemen anlıyorsun. Gecikenleri tespit etmek. Tamam görevidir, tespit etmeye tespit etsin ama Allah'ın selamı dediğimiz selamı da alsın. Hatta eline de bir kağıt ve kalem alsın, gecikenleri not etsin. Birden fazla geciken olursa belki aklında tutamayabilir. Gerçi benim ki de laf yani. Geçerken sanırım hafızasına kaydediyor. Ayrıca bir de selam alsa kimin geciktiğini unutabilir. Aynı anda iki işi birden nasıl yapsın garibim. Hiçbir şeye yanmam da iki hafta öncesi yine böyle nöbetçi olduğu gün ilk dört ders sınıf defterini bulamadık. Sonunda öğrendik ki bizim idealist yardımcımız sınıf defterlerini sanırım evine götürmüş, haydi götürdü diyelim. Bari sabah ilk derse yetiştirmiş olsaydı.
Zaman zaman odasına varsan bir şey isteyecek diye yüzüne de bakmaz. Kimsin, necisin diye sormaz. Ne var o önündeki bilgisayarda bilmiyorum. Nöbetçi olmadığı gün de okul yıkılsa ne oluyor demez. Nöbetçi olduğu gün ise -sabahın dışında- elinde telefon sağı solu turlar. Maşallah ne konuşması biter, ne de şarjı. Müstakbel ikinci eşiyle düğün öncesi muhabbet yapıyor anlaşılan. Nöbeti esnasında hem konuşur, hem de turlar. Selam mı niye versin ki? Sonra sen kimsin ki? Normal bir boz öğretmen. Bir idareci olarak seninle niçin muhatap olsun. Ayrıca sen nöbet tutarken seninle muhabbete gelmedi ki, görevini yapıyor mu yapmıyor mu, görev yerinde mi, değil mi diye kontrol için geldi. Zaman muhabbet zamanı değil, burada ciddi bir iş yapılıyor. Sen de çok şey istiyorsun. Sonra seni muhatap alması için en az onun seviyesinde biri olmalısın, öyle değil mi? Davul bile dengi dengine. Bir müdür yardımcısı kusura bakma da seni muhatap almaz. İllaki seni biri muhatap alsın istiyorsan git dengin bir öğretmenle konuş. Tabii böyle deyince hoşuna gitmez. Gerçekler acıdır. Yok müdür yardımcısını kıskanıyorsan biraz çalış, sen de ol. Sınavlı, sınavsız fark etmez. Yeter ki mezhebin, meşrebin geçer akçe olsun. Bir de arkan olacak tabii.
Bir öğretmen bir yıl önce seçmeli ders öğrencilerin listesini istemiş, bugün, yarın derken sene sonunu getirmiş biridir aynı zamanda. Sanki o, odasında boş mu duruyor, onca işin arasında bir de öğretmene liste mi çıkarsın. E-okula girecek, sınıf sınıf seçmeli dersleri belirleyecek, seçmeli derse göre öğrenciyi atayacak, sonra sana liste verecek. Sen bu işi yapmayınca kolay sanıyorsun galiba bu işleri. Sonra değerinin anlaşılması için bir işi hemen öyle birden yapmayacaksın. Geciktirdikçe geciktireceksin ki, isteyenin bir yüzü kara olsun. Sonra sanki bu iş müdür yardımcının işi. Öğretmenler de çok hazır yiyici olmamalı. Öğretmen girdiği sınıftaki öğrencilerin listesini kendisi de oluşturabilir. Eskiden hazır liste mi vardı? Tüm öğretmenler ya kendi hazırlar, ya da sınıf başkanına hazırlatırdı. Ha sen de öyle yapıver, ne olacak yani? Yardımcı hep evrak işiyle uğraşırsa o zaman dağları ben yarattım diye havayı kim atacak? Biraz rahat bırakın da emeksiz geldiği yardımcılığının sefasını sürsün. Yarın uzatmazlarsa yöneticilik süresini gittiği yerde "ben idareciyken.." diye başlasın, iki lafının arasına..."
***
Bizim öğretmen de pek dertliymiş hani. Müdür yardımcısından ilgi bekliyor, hoş geldin demesini bekliyor, liste istiyor. Yahu senin karşında emir erin mi var? Kendi haline bırakın da biraz hava atsın, caka satsın, egosunu tatmin etsin, kaprisini göstersin, ellerini kilitleyip koltuğunun altına koysun, biraz da sana tepeden baksın. Sonra seninle muhabbet ederse şımarırsın. Zira öğretmen milletine pek taviz vermeye gelmez. Sonra burası çocuk yuvası değil. Burada bir okul yönetiliyor, devleti temsil ediyor, devlet dediğin ciddi olur, resmi olur, asık suratlı olur.
Sen dua et, geldiği yere emek sarf etmeden gelmiş, bedavadan gelmiş olmasına rağmen eski asık suratlı, insanlara tepeden bakan devlet memuru rolünü iyi yerine getiriyor. Görevinin kıymetini biliyor. Ya bu makama bir de sınavı kazanarak gelseydi, halin nice olurdu...Biraz da bardağın dolu tarafına bak. Nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmiyor ama olsun. O kadar hata, hadsizlik ve bilgisizlik kadı kızında bile olur. 15/11/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)