Devletin yakıtını tam veremediği zamanlarda okullar öğrenci velilerinden yakıt parası isterlerdi. Devlet yakıtını tam verdiği zamanlar da bile okul yönetimi para istediği zaman veli bu parayı yakıt parası olarak bildi hep.
Kayıtlarda paralar alınmaya devam etti yine. Her kayıt döneminde Bakanlık, kayıt parası adı altında para alınmaması şeklinde uyarılar yaptı. Cazibe merkezi olan okullar velilerden yüklü miktarda kayıt parası almaya devam etti. Kenardaki okullar ise sembolik yardımlarla kayıt yapabildi. Bir zaman okullar pul parası, zarf parası adı altında para aldı. Hiç alamayan bir top fotokopi kağıdı istedi.
Bakanlık sonunda kayıtları otomatik olarak yapmaya başladı. veli oturduğu yerden çocuğunun hangi okula kayıt olduğunu sistemden öğrendi. Bakanlık her okulun yakıt, elektrik, telefon ve su giderlerini tamamen üstlendi. Temizlik ve kırtasiye giderlerinin ekseriyetini de karşılamaya başladı. Okullar artık para isteyen yerler olmaktan çıktı dense yeridir. Fakat yine de okullar eğitim ve öğretim yardımı adı altında velilerden para talebinde bulunmaya devam ediyor. Çünkü koskoca okulun ihtiyacı yakıt, kırtasiye, su, elektrik vb ihtiyaçlardan ibaret değildir. Veli bu konuda ikna edildiği takdirde alınan bu paraların çok da sorun olacağını sanmıyorum.
Dikkatimi çeken bir sorun var. bazı liselerde veya ortaokullarda öğrenciden öğretmen fotokopi parası istiyor. Çünkü okullar öğretmene şifre vermişler. Öğretmen de çektiği fotokopi ücretini öğrenciden istiyor. Garip bir durum gerçekten. Öğretmenin öğrencisinden 5-10 kuruş gibi bir parayı istemesi gerçekten çok ayıp. Düşünün ki bir çocuğun dersine 12 tane öğretmen giriyor. Her bir öğretmen ayrı ayrı öğrenciden para talep edecek. Yok mu bunun başka yolu...Zaten veliden belirli bir miktar yardım talep ediliyor. Fotokopi ücreti de eklenip istense ne olur, kıyamet mi kopar... 30/10/2016
30 Ekim 2016 Pazar
Yok mu bu işin ortası?
Perakende alışverişi sevmeyiz. Toptancıyız toptancı. Bizim için bir şey ya vardır ya da yoktur. Hiç ortası olmaz. Hep kenarlardayız. Aşırı uçtur bizim mesken edindiğimiz yerler. Bereket inananlar arasında ortak bir Allah'a inanıyoruz. Allah nazardan saklasın.
Allah'a inanıyoruz ama nasıl bir Allah? Daha işin başında başlıyor bizim ayrılığımız. Kader anlayışımız zaten evlere şenlik. Ne anlatan anlattığını anlar ne de dinleyen. Kafamızdaki problemler çözüleceği yerde iyice sarpa sarar. İman esaslarından mı değil mi? Kabir hayatı var mı yok mu? Hz Muhammed, son peygamber. Şükür bir ortak noktamız daha. Fazla sevinme dur hele. Peygamberin şari yönü var mı/yok mu? Hadisleri nereye koyacağız? Sahih mi/uydurma mı/zayıf mı/ amel edilir mi? Kur'an tek başına bize yeter/yetmez.
Tarikat/cemaat/şefaat/keşif/tasavvuf/keramet vardır/yoktur. Mehdi/Mesih/Deccal gelecek mi? Kıyametin alametleri olur/olmaz. Teravih diye bir namaz vardır/yoktur. Recm var/yok. Mürted öldürülür/öldürülmez. İctihat kapısı kapandı/kapanmadı.
Uzar gider bizim meselelerimiz. Niyetimiz sona erdirmek değildir. Muhabbetini severiz. Konuştukça konu konuyu açar. Herkes diğerini kendi görüşüne inandırmaya çalışır. İnanmazsa makbul biri değildir. Kimse doğruyu bulmak için konuşuyor değildir. Herkesin amacı öbürünün görüşünü alt etmektir. Kendi yumuşak karnını koruma altına almaktır. Bu bazen savunma bazen de saldırı ile olur. Baktı ki karşı tarafı ikna edemiyor, ya adamı mürted ilan ederiz. Ya da gücümüz yetiyorsa şiddet uygularız. Dışlarız. Arkamızdan gelenlere "Falan sapıktır, uzak durun, sakın dinlemeyin" diye sıkı sıkıya tembih de bulunuruz. Derdimiz ardımızdan gelenlerin gözünde sıfırlanmamak ve onları yanımızda tutmaya devam etmek. Bu şekilde yuvarlanır gideriz. Kendimizin düşüncesi dışındaki insanlara hayat hakkı tanımayız. Gücü ele geçirirsek bastırırız, gerekirse yok ederiz, ezer geçeriz. Amacımız nedir bizim gerçekten? Üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi? Gördüğüm kadarıyla kimse üzüm yeme niyetinde değil. Hep germek, hep germek.
Nedir bizdeki bu hastalığın adı? Tedavisi var mı bunun? Bir olmak için binlerce ortak noktamız varken bu kadar gayrılık niye? Yetmedi mi dışımızdakilerin gözünde gülünç duruma düştüğümüz? Eskiden cehaletten dert yanardık. Şimdi herkes allameyi cihan maşallah! Cahil meseleyi kavga gürültüyle çözerdi, bugün okumuşlar ve köşe başını tutmuşlar vatandaşı birbirine geriyor. Aynı gemide ateş ve barut yolculuk yapıyoruz.
Neden farklı fikre sıcak bakmıyoruz? Niçin herkesi kendimiz gibi düşünsün diye mahalle baskısı yapıyoruz. Eğer bir konuda hepimiz aynı düşünürsek bu kadar insan olması normal mi? Bırakın da insanlar farklı farklı düşünsünler. Saygıya ve anlamaya dayalı farklı fikirlerin bize faydası olur, zararı olmaz. Allah bile emrine karşı gelen Şeytan'a kıyamete kadar insanları saptırmak için mühlet verdi. Bırakın da farklı fikirler şiddet ve baskıya yol açmadığı müddetçe içimizde devam etsin.
Bırakalım da herkes ahiret azığını hazırlasın. Orada herkes, bu dünyada ektiklerini biçecektir. Kimin doğru yolda olduğunu mahşerde hesaba çekileceğimiz zaman görsek. Bu acelecilik niye? Yoksa ahirete de mi inanmıyoruz? Ahiret inancımızda da mı sorun var?
Oturup konuştuk. Anlaşamadık. "Senin dinin/düşüncen; fikrin sana, benim ki de bana" demek yetmesin mi? Yok mu bu işin orta yolu ey Allah'ın kulları! 30/10/2016
Allah'a inanıyoruz ama nasıl bir Allah? Daha işin başında başlıyor bizim ayrılığımız. Kader anlayışımız zaten evlere şenlik. Ne anlatan anlattığını anlar ne de dinleyen. Kafamızdaki problemler çözüleceği yerde iyice sarpa sarar. İman esaslarından mı değil mi? Kabir hayatı var mı yok mu? Hz Muhammed, son peygamber. Şükür bir ortak noktamız daha. Fazla sevinme dur hele. Peygamberin şari yönü var mı/yok mu? Hadisleri nereye koyacağız? Sahih mi/uydurma mı/zayıf mı/ amel edilir mi? Kur'an tek başına bize yeter/yetmez.
Tarikat/cemaat/şefaat/keşif/tasavvuf/keramet vardır/yoktur. Mehdi/Mesih/Deccal gelecek mi? Kıyametin alametleri olur/olmaz. Teravih diye bir namaz vardır/yoktur. Recm var/yok. Mürted öldürülür/öldürülmez. İctihat kapısı kapandı/kapanmadı.
Uzar gider bizim meselelerimiz. Niyetimiz sona erdirmek değildir. Muhabbetini severiz. Konuştukça konu konuyu açar. Herkes diğerini kendi görüşüne inandırmaya çalışır. İnanmazsa makbul biri değildir. Kimse doğruyu bulmak için konuşuyor değildir. Herkesin amacı öbürünün görüşünü alt etmektir. Kendi yumuşak karnını koruma altına almaktır. Bu bazen savunma bazen de saldırı ile olur. Baktı ki karşı tarafı ikna edemiyor, ya adamı mürted ilan ederiz. Ya da gücümüz yetiyorsa şiddet uygularız. Dışlarız. Arkamızdan gelenlere "Falan sapıktır, uzak durun, sakın dinlemeyin" diye sıkı sıkıya tembih de bulunuruz. Derdimiz ardımızdan gelenlerin gözünde sıfırlanmamak ve onları yanımızda tutmaya devam etmek. Bu şekilde yuvarlanır gideriz. Kendimizin düşüncesi dışındaki insanlara hayat hakkı tanımayız. Gücü ele geçirirsek bastırırız, gerekirse yok ederiz, ezer geçeriz. Amacımız nedir bizim gerçekten? Üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi? Gördüğüm kadarıyla kimse üzüm yeme niyetinde değil. Hep germek, hep germek.
Nedir bizdeki bu hastalığın adı? Tedavisi var mı bunun? Bir olmak için binlerce ortak noktamız varken bu kadar gayrılık niye? Yetmedi mi dışımızdakilerin gözünde gülünç duruma düştüğümüz? Eskiden cehaletten dert yanardık. Şimdi herkes allameyi cihan maşallah! Cahil meseleyi kavga gürültüyle çözerdi, bugün okumuşlar ve köşe başını tutmuşlar vatandaşı birbirine geriyor. Aynı gemide ateş ve barut yolculuk yapıyoruz.
Neden farklı fikre sıcak bakmıyoruz? Niçin herkesi kendimiz gibi düşünsün diye mahalle baskısı yapıyoruz. Eğer bir konuda hepimiz aynı düşünürsek bu kadar insan olması normal mi? Bırakın da insanlar farklı farklı düşünsünler. Saygıya ve anlamaya dayalı farklı fikirlerin bize faydası olur, zararı olmaz. Allah bile emrine karşı gelen Şeytan'a kıyamete kadar insanları saptırmak için mühlet verdi. Bırakın da farklı fikirler şiddet ve baskıya yol açmadığı müddetçe içimizde devam etsin.
Bırakalım da herkes ahiret azığını hazırlasın. Orada herkes, bu dünyada ektiklerini biçecektir. Kimin doğru yolda olduğunu mahşerde hesaba çekileceğimiz zaman görsek. Bu acelecilik niye? Yoksa ahirete de mi inanmıyoruz? Ahiret inancımızda da mı sorun var?
Oturup konuştuk. Anlaşamadık. "Senin dinin/düşüncen; fikrin sana, benim ki de bana" demek yetmesin mi? Yok mu bu işin orta yolu ey Allah'ın kulları! 30/10/2016
28 Ekim 2016 Cuma
Bu toprağın insanı bunu yapmaz!..
Biri çıksın ortaya. Altın nesil yetiştirmek amacıyla etrafına topladığı az sayıdaki öğrenciyi yetiştirsin. Ardından öğrenci evleri, dershane, okullar ve yurtlar açsın.
Zeki çocukları bulup buluştursun.
Kendisine inanan, ardından giden samimi insanlar tarafından, dişinden tırnağından biriktirerek eğitim yuvaları yapılsın. Yapılan hizmetler dolayısıyla ülkenin her bir yerinde marka haline gelsin.
Yetiştirdiği öğrencileri askeriye, emniyet, yargı başta olmak üzere insanın olduğu her yerde olsun.
Marka haline gelen eğitim kurumları dolayısıyla okulları cazibe haline gelsin, her bir yerden himmet ve yardım paraları gelsin, bu paralarla birinci sınıf binalar yapılsın. Ardından ticaretten, basın ve medyaya varıncaya kadar paranın olduğu her yerde olsun. Oluşturduğu güç ve kuvvet sayesinde devletin her kademesinde kadrolaşsın, istediği adamı istediği yere getirebilsin, istemediğini tu kaka yapabilsin. Siyasi ve ekonomi çevreleriyle ilişkileri sıcak tutsun, güç olduktan sonra devletin bütün imkanlarından yararlansın. Yurt içinde yapılanmasını tamamladıktan sonra 170-180 ülkede eğitim görünümlü bir yapı ve güç oluşturabilsin. Yurt içinde ve dışında bir lobi yürütebilsin, devletin gidemediği yerlerde okullar açabilsin. İçeride ve dışarıda reklam ve pazarlamasını yapabilsin, Olimpiyatlarla göz doldurabilsin.
Bu yapı 40 yıl içerisinde devasa bir duruma gelirken devlet seyredebilsin, gerçek yüzünü 40 yıl boyunca gizleyebilsin. Para, güç, kuvvet, itibar elde edebilsin, dokunanın yandığı duruma gelebilsin. Neredeyse bu yapıdan habersiz, devlette yaprak kıpırdamasın. Devletin kozmik odasına ve en tepedeki devlet yetkilisinin burnunun ucuna yaverlerini yerleştirebilsin, içeride ve dışarıda bir güç olduğunu dost-düşman herkes kabul edebilsin...
Böyle şeffaf görünümlü gizlilik içerisinde yürüyen yapıya karşı devlet uyuyabilsin, bir zaman gelsin ki insanlar çocuklarını onlara vermek için abi-abla arar duruma gelsin. Biz oturup kalkalım, devletin içerisine sızmışlar diyelim. Kusura bakmayın! Bir kaç masum insan varsa çalışan, bunlar bu yapının içine sızmış diyelim. Yani devlet bunların içine sızmış.
Bir eli yağda, diğer eli balda olan içeride ve dışarıda bir güç haline gelen bu yapı, 40 yıldır kazandığı müktesebatını darbe yaparak yok etsin. İnsanın akıl ve hafsalası almıyor. Sevenlerinin himmetleriyle oluşturulan bu devasa güç, devletle giriştiği kirli savaşla tüm kazanımlarını bir bir yok etsin. Bu durum açıklanmaya muhtaç. Bir insan nice yıllardır gizlilik içerisinde boy ölçüşemez, yarışılamaz durumunun yok olması uğruna bir savaşa niye girer. Bütün bu gücü, kendi parasıyla yapan biri, sermayenin elden gitmemesi için didinir durur. Sevenlerinin emeğine saygısı olan biri sevenlerinin emeğini, parasını bu şekilde heba etmez. Allah korkusu olan biri bunu yapmaz. Bu toprağın insanı, bu toprağın çocuğu olan biri bunların hiçbirini yapmaz. Bunu yapsa yapsa ancak dışa hizmet eden biri yapabilir. İhanet şebekesinin bir taşeronu yapabilir. Tüm elde edilmiş kalelerini yok etme uğruna da olsa "Bizim geri vitesimiz yok " diyerek tam gaz devletle mücadeleye girişmek ancak satılık bir kiralık katilin yapacağı bir hareket olabilir.
Hacı Veyis Zade Merhum, Konya İHL'nin açılması için çok uğraşan biridir. Binanın yapımında bizzat bedenen çalışmış ve para bulmak için didinmiş durmuştur. Binasının yapımında çalışan Hoca'ya, aynı okulunda hocalık yapmak da nasip olur. Birlikte çalıştığı müdür münafık ruhlu biri olsa da ona saygıda kusur etmez. Bu durum halkın garibine gider. "Koskoca Hacı Veyis Zade, şu münafık tipli birine saygı gösteriyor, ona yakışmıyor" diye eleştiriler gelince, Hoca: "Ben bu okulların açılması için çok uğraştım, yine bu okulların devamı için gerekirse onların karşısında eğilirim" cevabı verir. Gerçekten bu yapı, yaptıklarında samimi olsaydı kazanımlarını korumak için devletle iyi geçinmeye çalışırdı.
Bu yapının 15 Temmuz itibarıyla yaptığı olsa olsa bir intihardır. Cinnet halidir. Eğitimi, devleti, dini dert edinen biri eğer bu toprakların insanı olsaydı gerçekten bunları yapmazdı. Demek ki bu toprakların değil, dışarının içerideki jandarmasıymış meğer. Bunun başka izahı yok.
Görünen bir şey var. Bu seri katilin bizde ve ülkemize bıraktığı iz kolay kolay silinmez. Oluşturulan güvensiz ortam kolay kolay telafi edilemez. Bu ülke 1915'de baba, oğul ve torundan oluşan üç okumuş nesli Çanakkale'de yok etmiş. 100 yıl sonra yine okumuş beyinler bu yapı tarafından yok edildi. 15 Temmuz maalesef okumuşların hezeyanı idi. Çanakkale'de İngilizler yok etti okumuş neslimizi. Şimdi de bizden görünen pirincin içindeki beyaz taşlar yaptı. Vah yazık ülkeme! 28/10/2016
Zeki çocukları bulup buluştursun.
Kendisine inanan, ardından giden samimi insanlar tarafından, dişinden tırnağından biriktirerek eğitim yuvaları yapılsın. Yapılan hizmetler dolayısıyla ülkenin her bir yerinde marka haline gelsin.
Yetiştirdiği öğrencileri askeriye, emniyet, yargı başta olmak üzere insanın olduğu her yerde olsun.
Marka haline gelen eğitim kurumları dolayısıyla okulları cazibe haline gelsin, her bir yerden himmet ve yardım paraları gelsin, bu paralarla birinci sınıf binalar yapılsın. Ardından ticaretten, basın ve medyaya varıncaya kadar paranın olduğu her yerde olsun. Oluşturduğu güç ve kuvvet sayesinde devletin her kademesinde kadrolaşsın, istediği adamı istediği yere getirebilsin, istemediğini tu kaka yapabilsin. Siyasi ve ekonomi çevreleriyle ilişkileri sıcak tutsun, güç olduktan sonra devletin bütün imkanlarından yararlansın. Yurt içinde yapılanmasını tamamladıktan sonra 170-180 ülkede eğitim görünümlü bir yapı ve güç oluşturabilsin. Yurt içinde ve dışında bir lobi yürütebilsin, devletin gidemediği yerlerde okullar açabilsin. İçeride ve dışarıda reklam ve pazarlamasını yapabilsin, Olimpiyatlarla göz doldurabilsin.
Bu yapı 40 yıl içerisinde devasa bir duruma gelirken devlet seyredebilsin, gerçek yüzünü 40 yıl boyunca gizleyebilsin. Para, güç, kuvvet, itibar elde edebilsin, dokunanın yandığı duruma gelebilsin. Neredeyse bu yapıdan habersiz, devlette yaprak kıpırdamasın. Devletin kozmik odasına ve en tepedeki devlet yetkilisinin burnunun ucuna yaverlerini yerleştirebilsin, içeride ve dışarıda bir güç olduğunu dost-düşman herkes kabul edebilsin...
Böyle şeffaf görünümlü gizlilik içerisinde yürüyen yapıya karşı devlet uyuyabilsin, bir zaman gelsin ki insanlar çocuklarını onlara vermek için abi-abla arar duruma gelsin. Biz oturup kalkalım, devletin içerisine sızmışlar diyelim. Kusura bakmayın! Bir kaç masum insan varsa çalışan, bunlar bu yapının içine sızmış diyelim. Yani devlet bunların içine sızmış.
Bir eli yağda, diğer eli balda olan içeride ve dışarıda bir güç haline gelen bu yapı, 40 yıldır kazandığı müktesebatını darbe yaparak yok etsin. İnsanın akıl ve hafsalası almıyor. Sevenlerinin himmetleriyle oluşturulan bu devasa güç, devletle giriştiği kirli savaşla tüm kazanımlarını bir bir yok etsin. Bu durum açıklanmaya muhtaç. Bir insan nice yıllardır gizlilik içerisinde boy ölçüşemez, yarışılamaz durumunun yok olması uğruna bir savaşa niye girer. Bütün bu gücü, kendi parasıyla yapan biri, sermayenin elden gitmemesi için didinir durur. Sevenlerinin emeğine saygısı olan biri sevenlerinin emeğini, parasını bu şekilde heba etmez. Allah korkusu olan biri bunu yapmaz. Bu toprağın insanı, bu toprağın çocuğu olan biri bunların hiçbirini yapmaz. Bunu yapsa yapsa ancak dışa hizmet eden biri yapabilir. İhanet şebekesinin bir taşeronu yapabilir. Tüm elde edilmiş kalelerini yok etme uğruna da olsa "Bizim geri vitesimiz yok " diyerek tam gaz devletle mücadeleye girişmek ancak satılık bir kiralık katilin yapacağı bir hareket olabilir.
Hacı Veyis Zade Merhum, Konya İHL'nin açılması için çok uğraşan biridir. Binanın yapımında bizzat bedenen çalışmış ve para bulmak için didinmiş durmuştur. Binasının yapımında çalışan Hoca'ya, aynı okulunda hocalık yapmak da nasip olur. Birlikte çalıştığı müdür münafık ruhlu biri olsa da ona saygıda kusur etmez. Bu durum halkın garibine gider. "Koskoca Hacı Veyis Zade, şu münafık tipli birine saygı gösteriyor, ona yakışmıyor" diye eleştiriler gelince, Hoca: "Ben bu okulların açılması için çok uğraştım, yine bu okulların devamı için gerekirse onların karşısında eğilirim" cevabı verir. Gerçekten bu yapı, yaptıklarında samimi olsaydı kazanımlarını korumak için devletle iyi geçinmeye çalışırdı.
Bu yapının 15 Temmuz itibarıyla yaptığı olsa olsa bir intihardır. Cinnet halidir. Eğitimi, devleti, dini dert edinen biri eğer bu toprakların insanı olsaydı gerçekten bunları yapmazdı. Demek ki bu toprakların değil, dışarının içerideki jandarmasıymış meğer. Bunun başka izahı yok.
Görünen bir şey var. Bu seri katilin bizde ve ülkemize bıraktığı iz kolay kolay silinmez. Oluşturulan güvensiz ortam kolay kolay telafi edilemez. Bu ülke 1915'de baba, oğul ve torundan oluşan üç okumuş nesli Çanakkale'de yok etmiş. 100 yıl sonra yine okumuş beyinler bu yapı tarafından yok edildi. 15 Temmuz maalesef okumuşların hezeyanı idi. Çanakkale'de İngilizler yok etti okumuş neslimizi. Şimdi de bizden görünen pirincin içindeki beyaz taşlar yaptı. Vah yazık ülkeme! 28/10/2016
Helal be sana Diyanet! *
Eskiden hutbeleri devlet başkanı ya da bölgenin en yüksek
mülki amiri i'rad ederdi. Hutbelerde siyasi, sosyal, ekonomik, dini vb
Müslümanları ilgilendiren her konu hutbe konusu olurdu. Abbasilerle
birlikte hutbeleri i'rad etme görevi kadılara bırakıldı. Kadılarla beraber
hutbenin konusu da tamamen dini bir içeriğe büründü.
Türkiye'de bir zamanlar okunan hutbeler etliye, sütlüye
dokunmayacak şekilde hazırlanmış, bazı zamanlar hükümet veya devletin resmi
politikasının anlatıldığı, belirli gün ve hafta konularının işlendiği bir
durum söz konusu olmuştu.
Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığının hazırlatıp
yayına verdiği ve okuttuğu hutbeleri daha bir seçici bulmaya başladım.
28/10/2016 günü "Din-i Mübin-i İslam" başlıklı hutbesini daha bir can
kulağıyla dinledim. Dinlerken heyecanlandım, duygulandım. Keşke hatip konuyu ve
cümleleri bitirmese diye temenni ettim. Cuma namazına gidenler mutlaka
dinlemiştir. Gidemeyip konusunu merak edenler de bir zahmet Diyanetin web
sayfasına girerek hutbeyi bir okusunlar. Yine de hutbeden biraz alıntı yapmak
istiyorum: "Kardeşlerim! İslam
kaynaklarında Cibril hadisi diye bilinen bu hadis, bize İslam’ın şartlarını,
imanın esaslarını, ahlakın ilkelerini açık bir şekilde göstermiştir. Buna göre
İslam, açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık hükümler varken,
elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır,
gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye
kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere
olmaktır. Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken,
kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas
etmek asla kabul edilemez...Aziz Kardeşlerim! Cebrail (a.s)’ın kıyamet ne zaman
kopacak? sorusuna Peygamberimiz (s.a.s)’in verdiği cevap çok manidardır; “Bu
konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir”
buyurmuştur. Buna rağmen gayb âlemine dair, Peygamberimiz (s.a.s)’in bile “ben
bilmiyorum” dediği bilgilerle akılları karıştırmak, zihinleri bulandırmak
beyhudedir. Bugün birilerinin gayptan verdiği haberler üzerine hayatımızı bina
etmemiz anlamsızdır. Gayb ve melekût âlemine dair kıyamet senaryoları üzerinden
dini anlamak, dini okumak kabul edilemez. Kardeşlerim! Bize düşen ahirete
inanmak ve ona hazırlanmaktır. Bir gün bir sahabi, Allah Resulü’ne “kıyamet ne
zaman kopacak?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s), “O gün için ne
hazırladın?” diye cevap verdi.4 Allah Resulü (s.a.s), bu cevabı ile bize
kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgilenmek yerine, ondan sonrası için ne
hazırladığımızı sorgulamamızı öğütlemektedir..."
25/10/2016 günü yazıp blogspotumda paylaştığım
(http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/10/dinin-muhabbetini-seviyoruz.html)
yazımda ben de bu konuyu dert edinmiştim. Derdimiz ortakmış meğer. Bu içerikli
bir hutbeyi konu olarak seçen Diyaneti ve başlığa uygun bir şekilde hazırlayan
"Din Hizmetleri Genel Müdürlüğünü" tebrik etmek lazım. Bu demektir ki
son zamanlarda kendini hissettirmeye çalışan Diyanet, artık bundan sonra bize
ayakları yere basan bir din ve peygamber anlatacaktır. Dinin sahih kaynaklardan
doğru anlaşılmasını bu konuda otorite olan bu kurumumuz dert edinerek toplumsal
yaralarımıza parmak basacak demektir.
Böylesi hutbelerin arkası gelir inşallah! Teşekkürler
Diyanet İşleri Başkanlığı, teşekkürler Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü!.. 28/10/2016
*29/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
*29/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
"Bu yaptığın vatan hainliğiyle eş değer!.."
-Müdür Bey! Bana sınıf listelerini getirir misin?
-Buyurun müfettişim!
-Hocam senin bir kişilik sınıfın mı var?
-Evet!
-Nasıl açtın bu sınıfı?
-Yabancı dil alanı bir öğrenci seçti, ilçede aynı statüde bir başka okul olmadığı için ilçeye yazı yazdım, ilçeden gelen yazıya binaen yönetmeliğe dayanarak açtım.
-Yönetmelikte bir kişiye ders açılır yazıyor mu?
-Yazıyor.
-Böyle bir yönetmelik olmaz hocam. Bu, vatan hainliğiyle eş değerdir. Getir bakalım, o dediğin yönetmelik neredeymiş, gösterebilir misin?
-2005 yılında yapılan bir değişikliğe göre açmak zorunda kaldım. İşte yönetmelik maddesi.
-Allah Allah! Ben yönetmeliğin bu maddesini nasıl es geçmişim. Müdür bey, sizi tebrik ederim. Açmakla iyi yapmışsınız. Yoksa eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdiniz...
***
- Arkadaşlar! Alan seçimi dolayısıyla 10.sınıflarda yabancı dil alanından bir öğrenci ve sosyal ilimler alanından dolayı üç öğrenci için zorunluluk dolayısıyla sınıf açmış bulunmaktayız. 10.sınıflarımızın toplamı 40 kişi. 20+16+3+1 şeklinde sınıf mevcutlarımız olacak. BCD şubelerinin ortak derslerini aynı saate denk getirerek tek şubede ders işlenmesini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
-Çok iyi olur hocam, tek kişiyle ders işlemek hem öğrenci için hem de bizim için zor olur.(Sadece bir öğretmen ben ayrı işlemek istiyorum dediği için onun şubeleri için ayrı program yapılmıştır. İlk ayın ek dersleri yapılıp banka hesabında ücretini gören bir öğretmen gelerek)
-Hocam benim ek ders ücretim eksik yatırılmış, bir inceler misiniz?
-Hocam size toplamda haftalık 16 saat ücret tahakkuk ettirilmiş ve bu doğru. Yanlışlık yok.
-Nasıl olur? Ben 10.sınıf BCD sınıflarının derslerine de giriyorum.
-Hocam siz bu sınıfların dersini ortak işliyorsunuz. Sene başı toplantısında kabul etmiştiniz.
-Bu sınıflara ayrı ayrı ücret tahakkuk ettirilmemiş. Ben ayrı ayrı üç sınıfın ders defterini imzalıyorum.
-İmzalıyorsunuz ama tek derste işliyorsunuz. Bir ders işleyip de 3 ders işlemiş gibi ücret tahakkuk ettiremem. Eğer defterlere ayrı ayrı yazmayı dert ediniyorsanız isterseniz girdiğiniz diğer iki sınıfın ders defterine konu yazmayın ve imzanızı da atmayın.
-Ama hocam ben mağdur oluyorum bu durumda. Programı değiştirelim dersleri ayrı ayrı işleyeyim o zaman.
-Pekiyi hocam, dediğiniz gibi yapalım.
Yeni bir programda dersini ayrı ve bir işlemek isteyen öğretmenlerin istekleri dikkate alındı. Ertesi yıl müdür yardımcılığı dışında bir göreve talip oldu. Öğretmenimizin derse girme statüsü değişti. Okuldaki ders yükü kadar derse girmesi, geri kalan zamanda da ek görevini yerine getirmesi gerekiyordu. Aynı öğretmen odama geldi:
-Hocam siz geçen yıl bir şey yapmıştınız ya.
-Ne yapmıştım hocam!
-Mevcudu az olan sınıfların dersini diğer şube ile eşleştirip birlikte işletiyordunuz.
-Evet, geçen yıl öyle yapmıştık, ama siz karşı çıkmış ve ayrı ayrı işleyeceğim demiştiniz.
-Hocam bu sene birleştirelim. Ne kadar az derse girsem iyidir. Çünkü ek dersim değişmeyecek.
-Pekiyi hocam! Madem öyle verimli olur diyorsunuz, dediğiniz şekilde yapalım.
***
-Hocam! Bizim sınıfta iki tane geri zekalı var...
-Öbür kim kızım!
***
Uzun süre aynı ilçede çalıştığım biri ile yıllar sonrasında karşılaştım. Yüzünde nokta nokta beyazlaşmalar olduğunu gördüm.
-Hocam hayırdır, bu yüzündekiler ne, rahatsızlığın mı var?
-Hayır, rahatsız falan değilim, eskiden beri var o dediklerin.
-Demek ki ben ayağına bakmaktan hiç yüzüne bakmaya fırsat bulamamışım.
***
Sınavını erken bitiren bir öğrenci kağıdını verdi. Diğer arkadaşlarının kopya çekmesine zemin hazırlamak için beni oyalamak istedi. Çantasında olan kendisine ait fotoğraflarını göstermek istedi:
-Hocam! Fotoğraflarıma bakar mısın, güzel çıkmış mıyım?
-Güzel, güzel..
-Ama bakmadınız ki!
-Gerek yok güzel olduğuna inanıyorum.
-Ama hocam lütfen bakar mısın?
-Hayır bakmam.
-Niye hocam!
-Kızım orijinali varken ben sahtesine bakmam.
***
-Hocam! tebrik ederim, hayırlı olsun. Şube müdür olmuşsunuz.
-Teşekkür ederim.
-Şube müdürü olacağını bilseydim sana daha önce iyi davranırdım. Nereden bilebilirdim ki.
***
-Hocam okulunuzda ikili öğretim mi yapılıyor, yoksa normal öğretim mi?
-İkili öğretim hoca hanım!
-İyi... Normal öğretimden nefret ederim de...
***
-Hocam kaç güne ders veriyorsunuz ders programında.
-Cumartesi-pazar günlerine ders vermiyoruz.
***
Lise öğrencilerine soruyorum:
-Yarın 29 Ekim biliyorsunuz? Sizin için ne ifade ediyor bugün?
-Tatil...Tatil...tatil... 28/10/2016
-Buyurun müfettişim!
-Hocam senin bir kişilik sınıfın mı var?
-Evet!
-Nasıl açtın bu sınıfı?
-Yabancı dil alanı bir öğrenci seçti, ilçede aynı statüde bir başka okul olmadığı için ilçeye yazı yazdım, ilçeden gelen yazıya binaen yönetmeliğe dayanarak açtım.
-Yönetmelikte bir kişiye ders açılır yazıyor mu?
-Yazıyor.
-Böyle bir yönetmelik olmaz hocam. Bu, vatan hainliğiyle eş değerdir. Getir bakalım, o dediğin yönetmelik neredeymiş, gösterebilir misin?
-2005 yılında yapılan bir değişikliğe göre açmak zorunda kaldım. İşte yönetmelik maddesi.
-Allah Allah! Ben yönetmeliğin bu maddesini nasıl es geçmişim. Müdür bey, sizi tebrik ederim. Açmakla iyi yapmışsınız. Yoksa eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdiniz...
***
- Arkadaşlar! Alan seçimi dolayısıyla 10.sınıflarda yabancı dil alanından bir öğrenci ve sosyal ilimler alanından dolayı üç öğrenci için zorunluluk dolayısıyla sınıf açmış bulunmaktayız. 10.sınıflarımızın toplamı 40 kişi. 20+16+3+1 şeklinde sınıf mevcutlarımız olacak. BCD şubelerinin ortak derslerini aynı saate denk getirerek tek şubede ders işlenmesini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
-Çok iyi olur hocam, tek kişiyle ders işlemek hem öğrenci için hem de bizim için zor olur.(Sadece bir öğretmen ben ayrı işlemek istiyorum dediği için onun şubeleri için ayrı program yapılmıştır. İlk ayın ek dersleri yapılıp banka hesabında ücretini gören bir öğretmen gelerek)
-Hocam benim ek ders ücretim eksik yatırılmış, bir inceler misiniz?
-Hocam size toplamda haftalık 16 saat ücret tahakkuk ettirilmiş ve bu doğru. Yanlışlık yok.
-Nasıl olur? Ben 10.sınıf BCD sınıflarının derslerine de giriyorum.
-Hocam siz bu sınıfların dersini ortak işliyorsunuz. Sene başı toplantısında kabul etmiştiniz.
-Bu sınıflara ayrı ayrı ücret tahakkuk ettirilmemiş. Ben ayrı ayrı üç sınıfın ders defterini imzalıyorum.
-İmzalıyorsunuz ama tek derste işliyorsunuz. Bir ders işleyip de 3 ders işlemiş gibi ücret tahakkuk ettiremem. Eğer defterlere ayrı ayrı yazmayı dert ediniyorsanız isterseniz girdiğiniz diğer iki sınıfın ders defterine konu yazmayın ve imzanızı da atmayın.
-Ama hocam ben mağdur oluyorum bu durumda. Programı değiştirelim dersleri ayrı ayrı işleyeyim o zaman.
-Pekiyi hocam, dediğiniz gibi yapalım.
Yeni bir programda dersini ayrı ve bir işlemek isteyen öğretmenlerin istekleri dikkate alındı. Ertesi yıl müdür yardımcılığı dışında bir göreve talip oldu. Öğretmenimizin derse girme statüsü değişti. Okuldaki ders yükü kadar derse girmesi, geri kalan zamanda da ek görevini yerine getirmesi gerekiyordu. Aynı öğretmen odama geldi:
-Hocam siz geçen yıl bir şey yapmıştınız ya.
-Ne yapmıştım hocam!
-Mevcudu az olan sınıfların dersini diğer şube ile eşleştirip birlikte işletiyordunuz.
-Evet, geçen yıl öyle yapmıştık, ama siz karşı çıkmış ve ayrı ayrı işleyeceğim demiştiniz.
-Hocam bu sene birleştirelim. Ne kadar az derse girsem iyidir. Çünkü ek dersim değişmeyecek.
-Pekiyi hocam! Madem öyle verimli olur diyorsunuz, dediğiniz şekilde yapalım.
***
-Hocam! Bizim sınıfta iki tane geri zekalı var...
-Öbür kim kızım!
***
Uzun süre aynı ilçede çalıştığım biri ile yıllar sonrasında karşılaştım. Yüzünde nokta nokta beyazlaşmalar olduğunu gördüm.
-Hocam hayırdır, bu yüzündekiler ne, rahatsızlığın mı var?
-Hayır, rahatsız falan değilim, eskiden beri var o dediklerin.
-Demek ki ben ayağına bakmaktan hiç yüzüne bakmaya fırsat bulamamışım.
***
Sınavını erken bitiren bir öğrenci kağıdını verdi. Diğer arkadaşlarının kopya çekmesine zemin hazırlamak için beni oyalamak istedi. Çantasında olan kendisine ait fotoğraflarını göstermek istedi:
-Hocam! Fotoğraflarıma bakar mısın, güzel çıkmış mıyım?
-Güzel, güzel..
-Ama bakmadınız ki!
-Gerek yok güzel olduğuna inanıyorum.
-Ama hocam lütfen bakar mısın?
-Hayır bakmam.
-Niye hocam!
-Kızım orijinali varken ben sahtesine bakmam.
***
-Hocam! tebrik ederim, hayırlı olsun. Şube müdür olmuşsunuz.
-Teşekkür ederim.
-Şube müdürü olacağını bilseydim sana daha önce iyi davranırdım. Nereden bilebilirdim ki.
***
-Hocam okulunuzda ikili öğretim mi yapılıyor, yoksa normal öğretim mi?
-İkili öğretim hoca hanım!
-İyi... Normal öğretimden nefret ederim de...
***
-Hocam kaç güne ders veriyorsunuz ders programında.
-Cumartesi-pazar günlerine ders vermiyoruz.
***
Lise öğrencilerine soruyorum:
-Yarın 29 Ekim biliyorsunuz? Sizin için ne ifade ediyor bugün?
-Tatil...Tatil...tatil... 28/10/2016
27 Ekim 2016 Perşembe
Aslanın kediye boğdurulacağı bir sistem geliyor
Meb'de değişim tüm hızıyla devam ediyor. Ne zamandır uygulamak isteyip de uygulayamadığını yürürlüğe koymakla meşgul Bakanlık. Şimdilerde 2004 yılında pilot okullarda denenmiş fakat uygulanamamış bir sistem gündemimizde.
Eğitimimizde sorun var. Anladığım kadarıyla temel sorun olarak öğretmen görünmektedir. Bu yüzden öğretmeni harekete geçireceği düşünülen performans sistemine geçmeyi düşünmektedir Bakanlığımız.
2004 yılında bir MLO okulunda çalışırken okulum pilot okul seçilmişti. Öğretmeni değerlendirme kriterleri, veli ve öğrenci sayısınca çoğaltılmış ve belirlenen sayı kadar öğrencinin notla değerlendirmesi istenmişti:
***
Beni değerlendirmeleri için okul yönetimi okulumuz Coğrafya öğretmenine değerlendirme kağıtlarını verir. Sınıf olarak 10/D veya 10/E seçilir. Öğretmen kağıtları dağıtıp gerekli açıklamaları yapar. Öğrenciler kendi arasında fısır fısır konuşmaya başlar. Öğretmen ne konuştuklarını sorsa da söylemek istemezler. Israr üzerine sınıf: "Hocam bu din hocasına düşük puan verelim diye konuşuyoruz" derler. Coğrafyacı: " Niye, ne yaptı ki size" deyince öğrenciler: "Çünkü dersinde, bizim başka derse çalışmamıza için vermiyor" açıklamasını yapıyorlar. Bana bu olayı bizzat olayın kahramanı öğretmenimiz anlatmıştı.
***
İsmi 2004 yılındaki değerlendirme sistemiyle aynı olan bu sistemin içeriğinde değişiklikler yapılmış olabilir. Ama bu sistem görüldüğü gibi yeni değil, 2004 yılında pilot olarak uygulanan bir sistemdir. Bugün sanırım ısıtılıp yeniden önümüze konacaktır.
Bu performans sistemi uygulanır mı, uygulanmaz mı, objektif kriterlerle değerlendirme yapılır mı yapılmaz mı bilmem. Ama bildiğim bir şey var: Bizde her şey kağıt üzerinde güzel düşünülür, uygulamada bütün projeler ölü doğar. Çünkü her şeyi, bir müddet sonra biz formaliteye indirgeriz. Genelde objektif olamayız, taraflı değerlendiririz.
Öğretmen, öğrenciyi değerlendiriyor, öğrenci ve veli de öğretmeni değerlendirecek, ne var bunda, diye düşünülebilir. Öğretmenin değerlendirmesinde cevap anahtarı hazırlanmış yazılı sınav sistemi var. Sorulan sorulara verilen puanlarla ölçülür öğrenci. Veli ve öğrenci neye göre puanlayacak. Orta yerde belirlenmiş bir kıstas mı var?
Toplum olarak biz genelde toptancıyız. Biz kişiyi değerlendirmeden önce iyi-kötü karar verir ondan sonra puanlarız. Aynı düşüncedeki kişiyi koruma, zıt düşüncedeki insana had bildirme yoluna gideriz. Orta yerde objektif kriterler belirlenmeden bu şekilde yapılacak değerlendirmeler subjektif olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu, öğretmenin öğrenci ve velisine yani aslanın kediye boğdurulması demektir. Eğer Bakanlık, sorunun kaynağında öğretmeni sorumlu görüyorsa -ki görüyor- öğretmenin başarılı-başarısız olduğunu kendi iç kaynakları vasıtasıyla bir değerlendirmeye tabi tutar. Başarılı görmez ise önce hizmet içi eğitime alır, sonra aynı okulunda bir yıl daha çalışır, kendisini geliştirememiş ve başarılı olamamışsa bir başka okula naklini yapar, başarısızlığı devam ederse bürolarda memur olarak çalışmak için planlama yapabilir.
Bakanlık'ın eğitim ve öğretime neşter vurmada samimi olduğuna inanıyorum. Fakat yanlış yerden başlıyor gibi geliyor bana. Yetkililer öğretmenden verim almak istiyorlarsa tıpkı doktorlarda olduğu gibi öğretmenlere "Tam Gün Eğitim Yasası" çıkarmalıdır. Tüm sınavları bakanlık merkezi sistemle yapmalıdır... Öğretmenin aldığı sınıfın net ortalaması her merkezi sınavdan sonra masaya yatırılır, öğretmenin başarılı olup olmadığı net bir şekilde ortaya konur. Bunun için Amerika'yı yeniden keşfe gerek yok.
Yok, bu sistem olacak deniyorsa... aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıda tüm iç ve dış paydaşlar birbirini puanlasın. Öğrenci öğretmeni, öğretmen müdürü, müdür milli eğitim müdürünü, milli eğitim müdürü bakanlık yetkililerini... şeklinde puanlama yoluna gitsin.
Herkes öğretmeni sorun yumağı olarak görüyor. Bence öğretmen sorunlardan sadece bir tanesidir. Sorunun kaynağı olarak merkeze kendisini koymayanlar genelde suçu başkasında arar. Gelin öğretmeni sorun olarak görenler ne olur kısa süreliğine de olsa sınıflara girin, bir ders işleyin. Ondan sonra konuşalım. Aynı tornadan çıkmış aynı yaştaki öğrencilerin ister hedefi olsun veya olmasın eleme olmadan doldur boşalt yapıldığı bir eğitim sistemimiz var. Öğretmen sınıfa hakim olmak, ders işleyebilmek için dokuz doğuruyor...müşteri olmayınca verdiğinin bir anlamı olmuyor. Çünkü müşterisiz meta zayidir, marifet iltifata tabidir.
Öğrenci istediği kadar devamsızlık yapacak, derste istediği kadar gürültü yapacak, dersi dinlemeyecek, verdiği ödevi yapmayacak... öğretmenin bu duruma hiç bir yaptırımı olmayacak. Kazara bir kızsa, ya da bu durumu bir notla değerlendirme hesap sormak için veli; sülalesiyle beraber okulu basacak, milli eğitim alo 147'den hesap soracak, Bilgi Edinme bilgi isteyecek, gerekirse öğretmene inceleme başlatılacak. Kusura bakmayın da arkamda bu kadar iyilik meleği, koruyucum olduktan sonra ben de çalışmam. Zaten suçlu belli: öğretmen. O zaman vurun abalıya... 27/10/2016
İnsanları suçtan kurtarıp kazanma yoluna gidelim!
1992 yılında Gaziantep'de çalışırken birlikte görev
yaptığım bir bayan öğretmen, dersin sürekli ahengini bozan bir öğrenci için ne
yapacağını şaşırır. Bir meslektaşı kendisine disipline ver diye tavsiyede
bulunur. Öğretmen öğrenci için okul müdürlüğüne dilekçe verir. Disiplin kurulu
öğrenciyi üç gün kısa süreli bir ceza ile tecziye eder.
Okul müdürü cezayı tebliğ etmek
için öğrenciyi odasına çağırır: "Üç gün ceza aldın. Yarından itibaren
okula üç gün gelmeyeceksin. Bundan sonra senin resmi hayatın bitti, bu cezadan
dolayı asla devlette görev alamazsın" der ve öğrenciye cezasını tebliğ
eder. Öğrenci okuldan çıkar, evine gider, yolda bir plan yapar. Morali de
bozuktur. Kendi kendine: "Madem ki benim memuriyet hayatım hiç olmayacak,
devlette görev alamayacağım, ben de benim hayatımı söndürenin hayatını
söndüreyim, der. Babasının beylik tabancasını alır. Okul çıkışı okula gelir.
Okulun dış kapısının önünde kendisini disipline veren öğretmenin boynuna
tabancayı dayar ve bir el ateş eder. Öğretmen aynı anda yere yıkılır ve
kurtarılamaz.
Sonunda 17 yaşında olan katil
öğrenci 8 yıl ceza aldı. Hapishaneye gitti cezasını çekmek için. Öğretmen de
bir çocuğunu geride bırakarak bir daha öğrencisi rahatsız etmeyecek şekilde
mezara gitti.
***
2012 yılında bir okulda çalışırken
okulumuza nakil bir öğrenci geldi. Geldiği ilk günde onu tüm okul öğrenci ve öğretmeniyle
tanıdı. Kavga etmedik kimse kalmadı. Onun dersine giren öğretmen soluğu odamda
alıyordu. Çocuk esmer vatandaşlardan idi. Kısa zamanda mahalle de tanıdı onu.
Servisçi: "Hocam şunun verdiği para bana nasip olmasın" diye servis
parasını okula bağışladı. Öğrenci bir teneffüs olmasa diğerinde hep odamda
misafirimdi. Nasihat, uyarı, ikaz her yolu denedim. Ama nafile...Bu sefer diğer
öğrencilere sıkı sıkıya tembihledim: İlişmeyin diye.
Bir gün cennetten çıkmadır dedim
bir tokat attım. Okuldan kaçtı. Ertesi günü babasını çağırdım okula: Çocuğunuz
için her yolu denedim, başarılı olamadım. Çocuğunuzu siz daha iyi tanırsınız,
ne yapmamı, nasıl davranmamı istersiniz, dedim. Veli: "Hocam benim ne
haddime size tavsiyede bulunmak, siz koskoca müdürsünüz" dedi, ayrıldı.
Vukuat yine eksik değildi. Artık hareketli bir okulumuz olmuştu. Bir gün yine
velisini çağırdım, bu sefer annesi geldi. Durumu izah ettim. Kadın:
"Hocam, çocuğum problem olmaya problem, evin en küçüğü, evimiz kalabalık,
her kafadan bir ses çıkar, biri döver, biri korur, evin yüzlü çocuğu. Geldiğim
okulda da problemdi, herkes şikayetçi idi. Ben de şikayetçiyim çocuğumdan. Ama
ben okuyup adam olsun istiyorum, bu çocuk okula gelmediği zaman ve herkes
tarafından dışlandığı ve itildiği zaman hep kötülüğe bulaşacak, bunu topluma
kazandırmak istiyorum..." dedi. Kadının bu konuşması hoşuma gitti.
Bir kaç defa kavga etti. Özür
dilettim. Bazı zamanlarda bana söz ver bir daha yapmayacağına, diye söz almaya
çalıştım. Bir kaç defa söz verdi. Sonradan söz de vermez oldu. Niye söz
vermiyorsun bir daha yapmayacağına, dediğimde. "Ben söz veremem
öğretmenim, çünkü söz verdiğim zaman sözümde duramıyorum" demeye
başlamıştı.
Bir gün babasını okula çağırıp
Psikiyatri bölümüne bir götürün dedim. Telefonla tıp fakültesinden randevu
aldım. Pazartesi okula geldim. Hastanede olması gereken öğrenciyi randevu
saatinde okulda gördüm. Yanıma çağırdım. Okula gelmişsin, hastaneye niye
gitmedin, dedim. "Gitmedim öğretmenim, ben deli miyim?" dedi,
uzaklaştı yanımdan, oynamaya daldı. Biz onu deli diye göndermemiştik ki...
hareketliliğine doktorlar bir çözüm bulabilir miydi derdimiz. Ben zaten bu
toplumda deliye rastlamadım ki. En zırdelimiz bile "Ben deli miyim"
der. Kerata, yaramaz olduğu kadar sevimliydi de. Bir o kadar da zeki. Kavga
gürültü etse de halen ayrıldığım okulda öğrenci. Okuldan atılsa potansiyel suç
makinesi. Okulları en fazla uğraştıran kişiler bunlar. Genelde her okulda
vardır bu şekil okulun altını üstüne getirenler.
Okul yönetimi bu tip çocukları
farklı yöntemlerle okula fazla zarar vermeden mezun etmenin yoluna giderler.
Hiç kimseye tahammül etmeyecek şekilde sabrederler. Bazen müellefeyi kulüp gibi
davranır, bazen başkan yapar, bazen ödüllendirir, bazen de cezalandırır. Ama
okulda tutmaya devam ederler. Çünkü çocuğu dışarı attığın zaman problem
bitmiyor. Hatta daha büyük bir suçla karşına çıkabiliyor. Okulun sabretmesiyle
mezun edilen öğrencilerin hem kötülük yapmalarının önüne geçilmiş, hem de mezun
olduktan sonra topluma kazandırılmış olabiliyor. Okula sahip çıkanlar, mezun
olduktan sonra okulu ziyaret edenler ve saygıda kusur etmeyenler genelde bu
tiplerden çıkıyor.
***
Şerif Hüseyin Araplar tarafından
sevilen biri. Osmanlı'ya karşı Arapları ayaklandırması için İngilizler
tarafından kendisine çil çil altın verilir. Bu durumu bilen II. Abdulhamit,
Şerif Hüseyin'i İstanbul'a davet eder. Onu Meclisi Mebusan'a alır. Ayrıca
kalacağı bir ev verir ve bir araç tahsis eder. Hüseyin bir kaç defa affını
isteyip Hicaz'a gitmek istediğini beyan etse de Padişah: "Bana burada lazımsın"
diye bırakmaz.
Ne zaman ki II.Abdulhamit ha'l
edilir, yerine İttihat ve Terakki başa geçer. İlk işleri Şerifi Hüseyin'in
Hicaz'a gitmesine izin verirler. Hicaz'a giden Şerif, Osmanlı'ya karşı halkı
ayaklanmaları için organize işine girer, Osmanlı'yı arkadan vuran grup, işte bu
Şerif Hüseyin'in liderliğini yaptığı gruptu maalesef.
***
Elimizde kimin suç işleyip
işlemeyeceğine dair tespit edecek bir alet yok. Musa ile birlikte yolculuk
yapan -bizde Hızır ismiyle maruf- kişinin yaptığı gibi "İleride anne
babasına asi olacak" deyip öldürdüğü gibi öldürme imkanımız da yok.
İnsanın olduğu yerde suç da potansiyel olarak bulunmaktadır.
Bir kaç tane anekdot anlattım.
Niyetim suçlular suç işlemeye ve toplum içerisinde elini kolunu sallaya
sallaya gezip dolaşsınlar değildir. Devlet ve toplum mutlaka suçluyla mücadele
etmelidir. Suçun çıkma ihtimali olan delikleri kapamalı, suçlunun yakasına
yapışmalı, suç ve suçlulara karşı vatandaşını bilgilendirmeli ve uyarmalıdır.
Kuracağı istihbaratı sayesinde ortaya çıkma ihtimali olan suçun örgütlü hale
gelmeden tedbirini almalıdır. Bir taraftan suçluyla mücadele ederken diğer
taraftan da suçluları topluma kazandırmak için çaba sarf etmeli, bu konuda
projeler geliştirmelidir. Suç potansiyeli olanlara sakıncalı piyade muamelesi
yaparak yakın takibe almalıdır. Hala eski yaptığı suyu işlemeye meylederse
yakasına yapışmalıdır. Suçlu ile mücadele ederken ibreti alem için ele
başlarına en ağır cezayı vermelidir. Sakıncalı gördüğü kişileri devletin kilit
noktalarına ve üst birimlerine getirmemelidir. Bu tip kişileri rızık endişesi
ile muhatap etmemelidir. Suça bulaşmasından dolayı kapı dışarı edilen kişilerin
farklı yapılar tarafından el altından desteklenmeyeceğine dair elimizde bir
veri yoktur. Bu kişiler el altından maddi destek gördüğü yapılar adına
çalışmaya devam edebilirler. Destek alamasa da işinden olmuş, evine ekmek
götüremeyen bir kişi: "Aç köpek fırın deler" misali başka suçlara
yönelebilir. Çünkü kapı dışarı etmekle sorun çözülmüyor.
Nasıl ki okullarda yaramaz çocuklar
okuyor ve bu çocuklar en az zararlı bir şekilde okullardan mezun edilme yoluna
gidiliyorsa, suça bulanmış insanlar da maalesef bu toplumda yaşıyor. Bunları
yeni suça itecek ortamlardan kaçınmada fayda vardır. Kendilerini ve ailesini
geçindirebilecek asgari bir işte denetimli olarak çalıştırılmalarında hem
devlet hem de toplum için fayda olacağını düşünmekteyim. İş verdiğimiz
böylelerine de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmeyelim.
Bilelim ki, "Her suç işleyeni
Allah yok etmiş olsaydı yeryüzünde canlı kalmazdı." Nedamet duyan, tövbe
eden, özür dileyen insanlar varsa eğer, bunlara mutlaka şans verilmeli. Yoksa
daha büyük toplumsal yaraların açılmasına zemin hazırlayabiliriz. Yazımı çok
uzattım biliyorum. Ama yukarıda verdiğim örnekleri sonuçları itibariyle bir
düşünelim. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. 27/10/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)