11 Eylül 2016 Pazar

Bir medeniyet tasavvurumuz var mı bizim?



"Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümüne" medeniyet denir biliyorsunuz. Biri: ‘İslam dünyasının ve Müslümanların oluşmuş bir medeniyeti veya medeniyet tasavvuru var mıdır’ dese ne deriz acaba?

Vereceğimiz cevap bir zamanlar vardı, ama iki asırdır yokuz demek olur sanırım. 04/04/2016 tarihli Hürriyet gazetesindeki köşesinde “Kültür ve Medeniyet” başlıklı yazısında Taha AKYOL: Prof. Salim el-Hassani’nin ‘Müslümanların bilim ve teknolojiye katkısını anlattığı ‘1001 icat’ isimli eserinde   geçen 115 bilgin ve mucitten 88 tanesinin  12. asrın sonuna kadar olduğunu, geriye kalan 27 tanesinin 13.yüzyıldan sonra olduğunu, 19.ve 20.asra ait bir katkısının olmadığını” belirtir. Bilimde, teknolojide iki asırdır esememiz okunmuyor gördüğünüz gibi.

İslam Medeniyeti üzerine anlattığımız her şey geçmişimize ait maalesef. Bugün iliklerimize kadar işlemiş Batı Medeniyetinin tasallutu altındayız. Biri: "Efendim, Batı Medeniyeti şöyle iyi, böyle gelişmiş" diye konuştuğu zaman biz hemen geçmişimizden örnekler vererek Batı'nın kazanımlarının gerisinde bizim medeniyetimiz var. Onlar bizden aldı. Ya da onların medeniyeti kan ve gözyaşından ibarettir deyip işin içinden sıyrılmaya çalışırız. Tespitim yanlış olabilir ama bizim bu yaptığımız suçluluk psikolojisi içerisindeki bir insanın savunma refleksidir. Geçmişten örnekler vererek topu taca atıyoruz. Hiç kimse kusura bakmasın dünyaya dair yeni bir şeyler söylemiyoruz. Bu durum bazı insanların yaşlanınca yeni bir şey söylemeyip hep kovanın içerisinden konuşmasına benzer. Hani Rumi: " Yeni şeyler söylemek lazım cancağızım" diyor ya. Biz de şanlı geçmişimizle övünmeyi bırakıp yeni, farklı şeylere kapı aralamamızın zamanı geldi, geçiyor bile.

Günümüze ve yarınlara inşa edebileceğimiz plan ve programımız yok. Saldım çayıra Mevlam kayıra mantığı çerçevesinde yuvarlanıp gidiyoruz. Kültürden sanata, bilimden teknolojiye kullandığımız hep başka medeniyetlere ait. Ne bir icadımız var ne de üretimimiz. Başka milletlerin pazarı olmuşuz, hep satın alıp tüketiyoruz. Günümüzde şu da bize ait diyebileceğimiz bir övünç kaynağımız yok. Haydi teknolojide, bilimde yokuz. Peki diğer alanlarda? Maalesef yok oğlu yokuz. Kendisi bir hazine olup inananlarının ortaya çıkarmasını beklediği İslam, elimizde oyuncak olmuş, yerlerde sürünüyor. Biri İslam’ın ve Kur’an’ın kendisine değil de Müslümanlara bakarak Müslüman olmak istese mümkün değil İslam’a girmesi. Çünkü özellikle günümüzde her türlü melanet, pislik, hırsızlık, adam kayırmacılık, emanete ihanet, sahtekarlık, üretmeden tüketmek, birbirimizi öldürmek, haksız kazanç elde etmek, emaneti ehline vermemek, birbirimize güvenmemek, alnımızı terletmeden kazanmak, Allah ile aldatmak…vb dendi mi İslam dünyası akla gelir.

İslam dünyasının 13.yüzyıldan itibaren bilim, teknoloji vb alanlarında yapmış olduğu katkılarından sonra yaptıklarımız maalesef bir elin parmaklarını geçmiyor. Eğer bir medeniyet tasavvurumuz olacaksa -ki olmalıdır- her şeyden önce enine boyuna düşünüp milletçe bir seferberlik ilan etmemiz gerekecektir.  Yeniden özümüze dönmeliyiz. Zihinlerimizdeki geri kalmışlık sendromundan kurtulmalıyız. Kendimize güvenimiz gelmelidir. Kültürümüzü başka kültürlerin etkisinden kurtarmalıyız. Milletçe üretmeyi hedef almalıyız. AR-GE’ye daha fazla önem vermeliyiz. Dünyanın ihtiyacı olan maddi ve manevi varlıkları icat etmek, üretmek ve diğer toplumlara pazarlamak için ilgili ciddi birimler kurulmalıdır. Türkiye ve İslam dünyasında iyi bir saha çalışması yaparak üretici zekaları tespit etmekle işe başlayabiliriz. İcat edilen her şeyin patenti için devlet gerekli kolaylığı sağlamalıdır. İnsana yatırım yapmalıyız. Zihnen, fikren ve bedenen kirlenmişliğimizden arınmalıyız. Çalışmaya ve üretmeye kendimizi hazırlamalıyız. Kendi kültürümüzle bağımızı koparmadan geçmiş zengin ve özgün farklılıklarımızın farkına vararak geleceğe ve insanlığa örnek ve faydalı olacak bir inşa süreci başlatmamız lazım… 11/09/2016

9 Eylül 2016 Cuma

Konya düğünleri üzerine

1.Düğünde yapılacak ve yapılmayacak olanlar taraflar arasında söz kesmeden önce konuşulmalıdır.
2.Söz kesme ile düğün arası uzun tutulmamalıdır.
3.Resmi nikahtan önce dini nikah yapılmamalıdır.
4.Tarafları maddi olarak zorlayacak alışverişlerden kaçınılmalıdır.
5.Alışverişler kalabalık bir akraba grubuyla yapılmamalıdır.
6.Alışveriş yapılacak yer seçiminde fiyatlarin yazılı olduğu yerler seçilmeli, Etiket fiyatından çok indirim yapılan yerler tercih edilmemelidir.
7.Tek kullanımlık alışverişlerde lükse kaçılmamalı.
8.Taraflar birbirine karşı empati yapmalı.
9.Nişan yapılmamalı, yapılacaksa da söz kesilince yapılmalıdır, Nişan ve kına birlikte yapılmalıdır.
10.Nişanlarda ilahi okunmamalı, kına oynamalı olmalı, bilindiği gibi "Düğün evinde oynanır, cenaze evinde ağlanır." Oynamalarda ifrat ve tefritten kaçınılmalı. Nişan ve düğünlerde takı töreninden vazgeçilmelidir.
11.Nişan, kına ve düğünlerde silah vb tehlikeli ve rahatsız edici kullanımlar yasaklanmalıdır.
12.Düğünlerde konvoy olmamalı, olacaksa da 8-10 araç ile sınırlandırılmalı
13.Düğünlere icabet edilmeli
14.Düğün yemeklerine ortak yeme alışkanlığından vazgeçilerek tabildot usûlüne geçilmeli. Yemekler self-servis olmalı, herkes yiyeceği kadar yemek almalı, isteyen daha sonra takviye alabilmeli, illa beraber olacak deniyorsa sulu yemekler kesinlikle ayri tabakta verilmeli, düğün yemeğine katılana maden suyu satışı yapılmamalı, yemek davetine katılacak olan davetli kaç kişi ile katılacağını önceden düğün sahibine bildirmelidir, katılamayacak olan da önceden haber vermeli ki, düğün sahibi de yemek konusunda ilave ve eksiltme yapabilmeli,
15.Düğüne hediye getirirken karşılık beklenmemeli, ne getirirse o götürülmemeli.
16.Hediyeleşmede mutfak eşyası getirmekten vazgeçilmeli, getirilmişse de üzerine isim yazılmalı, kapalı zarf içerisinde verilecek az veya çok makul bir nakit tercih edilmeli, hediye yüksek maliyetli olmamalı, ya da sembolik olmalı, düğün sahibi sıcak bir yuva kurma telaşında, biliniz ki adam, züccaciye dükkanı açmayacaktır. Verilecek nakitle de mutfak eşyası alınabilir
17.Gelin arabasının önü kesilmemeli, kesilecekse de sembolik olarak kesilmeli, ayrıca pazarlık yapılmamalı,
18.Damat ayakkabısını kaçırarak sağdıça sıkıntı verilmemeli,
19.Kuaför vb yerlerde aşırı bahşişlerden kaçınılmalıdır. Hatta damat, gelin para teklif etse de kuaför vb işletmeler ,"Ne parası, bu da benden düğün hediyesi olsun" demeli,
20.Dini nikah, damat katma vb durumlarda arapça duadan vazgeçilerek türkçe dua yapılmalı.
21.Düğün yemeklerinde kazan ağzı açma adeti kaldırılmalı, düğün yemeklerinde servis yapan profosyoneller kesinlikle bahşiş almamalı/verilmemeli,
22.El öpmelerde para verme adeti de sonlandırılmalı, yakın akrabanın canı alınmamalı,
23.Konvoy vb  durumlara katılan gelin arabasının yakıtı önceden doldurulmalı, gelin indirme esnasında yakıt bitmemeli,
24.Kayınpeder düğün bittikten sonra geri kalan ömrünü düğünden kalan borcu ödemekle geçirmemeli. Çevremizde maliyetinden dolayı düğüne kalkışamayanlar olduğu düşünülmeli,
25.İnsan bir defa evlenir, her şeyim tam olsun mükemmeliyetçiliğinden vazgeçilmeli, hele başkası, elalem ne der düşüncesinden kaçınılmalı. 

Millet ne ile uğraşıyor, adamın derdine bak demeyin, unuttuklarımı da siz yazın.. 09.09.2014

8 Eylül 2016 Perşembe

Bir ileri bir geri olmayacak artık


26/03/2016 tarihinde kaleme aldığım (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/03/ileri-geri-saat-uygulamas-veya-nesi-olay.html) yazımda  ileri-geri saat uygulamasını eleştirip bu komedi daha ne zamana kadar sürecek demiştim.

Hükümetin 2013 yılından itibaren sona erecek dediği fakat bir türlü hayata geçiremediği ileri-geri saat uygulaması nihayet 08/09/2016 günü Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile son buldu. Bundan sonra bu ülkede hep ileri saat uygulaması devam edecek. Ülkemize hayırlı olsun. Bu kararı alanları tebrik etmek istiyorum.

Saat bir ileri, bir geri…mesele bundan ibaret. Çok da önemli değil. Tebriğe de gerek yok diyebilirsiniz. Siz önemli görmeseniz de ben önemli görüyorum bu kararı. Saatle oynanması bir ucube idi. Bu konuda Bakanlar Kurulu karar almışsa demek ki küçümsenecek bir karar değil bu. Önce bunda anlaşalım. Aslında benim düşüncem, geri saat uygulamasının sürekli olması şeklindeydi. Ama olsun. Bundan sonra saatlerimizle oynanmasın da varsın ileri saat hep uygulamada kalsın.

Geçmişten beri “Gün ışığından daha fazla yararlanmak…diğer ülkelerle aynı saat diliminde olmak” gibi sebeplerle saatlerimizi bir ileri, bir geri alıyorduk. Diğer ülkelerle zaten saat farkımız var. İleri alsak da, geri alsak da saatlerimiz tutmuyordu zaten. Gün ışığından daha fazla yararlanmanın ne demek olduğunu hiç anlamadım bu yaşıma kadar. Şükür anlayamadan da kaldırıldı. Belki de bu adama 53 yaşına kadar hala öğretemediysek bundan sonra da öğretemeyiz diye kaldırıldı.


Bundan sonra Cahiliye Döneminde Arapların aylarla oynadığı gibi bizler de saatlerimizle oynamayacağız. Özellikle mart ayı geldiğinde uygulamaya konan ileri saat sendromunu yaşamayacağız bu vesileyle. Saatle oynanmasına kolay kolay alışamıyorduk. Kalkıp işe gitmede, buluşmada, “Efendim, yeni saate göre mi buluşacağız” şeklindeki sorulara da muhatap olmayacağız bundan sonra. 08/09/2016

“Amca! Dur bir dakika…Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları?


Evimi taşıdıktan sonra çıktığım eve uğradım kalan birkaç şey varsa alıp geleyim diye. Kalanları alıp evden çıktım. Yeni evime doğru yöneldim. Solumda kalan çöp kutusunun yanından geçerken parkın içerisinde oturan iki bayandan biri ayağa kalktı: “Amca dur bir dakika. Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları” dedi. Hayır dedim yürüdüm.

Elimdeki eşyanın bir kıymeti harbiyesi yoktu. Anlaşılan ihtiyaç sahipleri. Neye ihtiyaçları var bilmiyorum ama elimdekini sorduklarına göre ne çıkarsa bahtımıza der gibi bekleşiyorlardı çöpün yanında. Sanırım bana göre gereksiz, kendilerine göre belki de bir ihtiyacımızı giderecek bir şey olabilir diye düşünmüş olmalılar. Olur ya çöpe atarsam çöpten almaları çok zor. Belediyenin  yeni çöp konteynerlerinin içinden herhangi bir eşya atabilmek mümkün değil. Bu yüzden elindekine bakıyorlar.

Acıdım hallerine. Mecbur kalmayan kimse orada bu şekilde beklemez. Yazık bu insanlara gerçekten. Kim bilir ne kadar ihtiyaç sahipleridir. Bunlar bu  şekilde çöp kenarında bekleşerek rızıklarını temin etmeye çalışırken diğer taraftan okuldan ayrılıp  kavşağa geldiğimde  son model lüks arabasıyla arabasını devirecek şekilde bağırtan sefa ehli, ehli keyif, karnı tok ve de şımarık bir insan müsveddesi gördüm. Ne yapıyor bu adam, şimdi arabasını devirecek, ya da birine çarpacak diye kendisine korkulu bir şekilde bakan insanların bakışından zevk alırcasına kavşaktan 3-4 defa döndü… Aynı asırda, aynı ülkede ve aynı şehirde birlikte yaşıyor bu insanlar maalesef. Birinin eli yağda, diğerinin gözü çöpte. Adaletin bu mu dünya diyesi geliyor insanın. Gerçi dünyanın suçu ne? Yaşadığımız ortamı sağlayan yine bizim cinsimizden insanlar değil mi? Bir ülkede sosyal adalet de bu kadar mı uçurum olur? Bir kısmımız tatillerde alıp başını tam porsiyon otellerinde alırken bu tür çöpten beslenenler, şehirdeki tüm kutularını yürüyerek arşınlıyor… Karton, kitap, demir, kağıt vb satacak, para edecek ne bulurlarsa dolduruyorlar kendilerince oluşturdukları taşıma aletleriyle. Biz çöpün yanına varırken tiksiniyoruz atacağımızı atıp hemen uzaklaşıyoruz. Onlar koşarak varıyorlar ekmek teknelerine. Karıştırdıkça karıştırıyorlar çöpün içerisini.

Aynı asırda yaşayan bizler bunun hesabını öbür dünyada zor veririz. Bunu biliyorum. Hesabımızın rengi nasıl olur diye merak edenimiz olursa işimiz kül öbür dünyada haberimiz olsun. Karnımız tok bizim. Hatta iğrenerek bakıyoruz çöpün etrafında ekmek kavgası verenlerin kılık-kıyafetlerine. Biz ne kadar tiksinsek de bu şekilde ekmeğini taştan çıkartan bu insanları takdir etmek gerekir. Çalmadan çırpmadan bizim işe yaramaz diye çöpe attıklarımızı ekonomiye tekrar kazandırdıkları için.


Yazık bize gerçekten. İnsanımız ölmüş bizim. İnsanlığımızı kaybedeli çok olmuştu zaten. Konya-08/09/2016

Zor, beynimizde oluşturduklarımız olmasın...

Gördüğüm çoğu insan yaptığı işin ne kadar zor olduğunu kendini acındırarak anlatır durur. Ne iş yapıyorsun desen; bir anlatmaya başlar... Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Hemen: İşim şöyle zor, böyle zor, şöyle gidiyorum, böyle geliyorum, şu işi şöyle yapıyorum, böyle yetiştirdim, benim yaptığım bu işi başkası yapamaz, yapsa da zaten dayanamaz... gibi serzenişler ve şikayetler top atışı gibi gelmeye devam eder. Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Keşke bir sussa artık dersin. Kazara iş bu kadar ağırsa madem ayrıl desen, yeni bir fasıl daha açmış olursun.  Sağlığın açısından en iyisi sormamaktır. Sormak bu durumda belanı istemek demektir.

Aslında zor iş diye bir şey yoktur. İnsan işini severse, işini kabullenir, kendini işine verirse, işini plan ve program dahilinde yaparsa, kendisini ve işini başkasının yaptığı işle kıyaslamazsa, işinde kaçak güreşmezse tüm zor işler kolaylaşır. Hayatta zor olan sorumluluk duygusudur. Bunu da görev bilinci çerçevesinde ibadet aşkıyla yaparsa yaptığı işten zevk alır. Çünkü "Allah hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez." Belki de zor, beynimizde oluşturduğumuz problemler yumağından ibaret olsa gerek. Yine böylelerine efendim işinizi şöyle yapsanız şeklinde bir yol göstermeye kalksanız hemen savunma ve bahane bulma refleksi devreye girer. Böylelerinden mümkün olduğu kadar uzak duracaksın. Konu açılmışsa da konuyu değiştirmek için baya bir maharetli olmak gerekir.

Yanılıyor olabilirim ama yaptığı işi beyninde zorlaştıranların çoğu genelde rahatına düşkün, iş yapmaktan haz almayan, bol bol konuşmayı, gezmeyi seven kişiler olduğunu görebilirsiniz. Aslında bu tipler çok zekidirler. Zekâlarını hep mazeret ve gerekçe bulmada harcarlar. Böylelerine hiç iş yaptırmayıp sadece yaşaması için Allah'ın verdiği nefes alma görevi verseniz... bunu görev olarak telakki ettikleri için gayri ihtiyari olarak aldıkları nefes almadan da bıkıp usanırlar. Keşke imkan olsa da aldıkları nefesi de bir başkası alıverse. Maalesef teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa da daha böylesini icat edemedi.

Hayattan bezmiş bu görüntüleriyle böylelerini hep sırtında taşısan da yine memnun ve mutlu edemezsin. Aslında kötü niyetli değildirler. Sorun sadece zor diyerek beyinlerinde oluşturdukları ve büyüttükleri hayali korkudan ibarettir. İşin garibi işinin zorluğuna kendilerini ikna etmiş durumdalar. Böylelerini ancak toprak pakler. 08.08.2016

Okulda tek başıma...

08.09.2016 günü verimli bir mesleki çalışma için beş-on dakikalık bir gecikmeyle nakil geldiğim okuluma geldim. Dışardan gelen 8-9 öğretmenin dışında okulda sadece hizmetliler vardı. 100'ün üzerinde mevcudu bulunan okulun öğretmenlerinin yerine in-cin top oynuyordu. Diğer günlerde olmayan anormal bir durum göze çarpıyordu. Belki de okul müdürü toplantı yapıyordur dedim içimden. Karşılaştığım hizmetliye neredeler dedim. " Tüm okulun öğretmenleri kahvaltıya gittiler, dünden mesaj gönderdiler, haberin yok mu yoksa" dedi. Bana mesaj gelmediğine göre sanırım numaram eklenmemiş, mesele anlaşıldı dedim kendi kendime.

Koca okul il dışından gelen az sayıdaki misafir öğretmenle bana kalmıştı. Bayan öğretmenlerin kalabalıklığından öğretmenler odasına girip oturamamıştım. Ahdım vardı oturmak için. Nihayet geldiğimin 5.günü sakin bir şekilde oturabildim.

4 gün boyunca çay almak için çay odasına gittim. Ya çay bitmiş olurdu, ya bardak olmazdı, ya bardaklar kirli olurdu, ya da yeni su çekilmiş olurdu. Çay, bardak ve sıcak suyu bir arada görememiştim. Şimdi koca çay ocağı ve üç çaydanlık çay bana kalmıştı. Yeni okulumun öz evlatları Akyokuş Belediye tesislerinde kahvaltı pardon mesleki çalışma yapadursun, üvey evladı olarak ben, çok sevdiğim çaya talim edecektim öğleye kadar.

Okullar açılıp idare tarafından şahsıma görev tevdi edilirse mazeretim de hazır artık: Hocam kahvaltı ortaklarınızdan biri yapsın bu işi. Ben yapmayayım. Zaten beceremem. Üstelik kahvaltısızlıktan bünyem de zayıf düştü.

Kahvaltı ve kahvaltıya gitmek önemli değil ama hatırlanmamak, hem de alameti farika saçlarıma rağmen. Gerçi normaldir kimse tanımıyor beni hala. Gören de beni il dışından mesleki çalışma için gelen öğretmen sanıyor.  Daha gelir gelmez okulum bezdi benden. Bugün bari uzak kalalım bundan dediler belki de. Kim bilir?

Neyse alacağınız olsun okulumun öğretmen ve idarecileri. Kaderde sizi sayfamda misafir etmek de varmış. Her ne kadar siz beni içinize almasanız da... Afiyet olsun!

Bu arada demliğin biri bitti. İkinciye geçtim. Bana da afiyet olsun. 08.09.2016



Evrak memurluğu yapan yöneticiler

Bir çok devlet kurumuna bir vesileyle uğradığımız zaman çoğu zaman yüzümüze bakacak muhatap bulamayız. İşimiz olur ya da olmaz istediğimiz ilgi ve alakadır. Başlarını bilgisayar ekranından kaldırıp yüzümüze bakmalarıdır. Dilden de olsa bir hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim demeleridir.

Çalışanların çoğunun yüzü asık bir şekilde ekran karşısında sanki uyuşmuş görüntüsü verdiklerini görebilirsiniz. Ekrandan kafayı kaldırıp baksa "Benden bir şey isteyecek" endişesi hakim yüzlerinde. Ya da kafamı kaldırırsam işim aksar, yetiştiremem veya yazacağımı unuturum moduna giriyorlar. En iyisi, "Sabah sabah nereden çıktın geldin, yatamadın mı... tam yorulduğum zaman sırası mı şimdi..." der gibi kafayı kaldırıp bakıyor, bazısı da başını kaldırıp yüzüne mal mal bakıyor...

Asık suratlı memur mantığı 2000'lerden sonra kamu hizmetçiliğine dönüşmesine rağmen hala eski bakış açısından kurtulamayanlar var maalesef. Halbuki o koltuğa oturmak için ne kadar hevesliydi ilk başladığı zamanlar. Belki de kaç takla atıp kimlerin elini-eteğini öpmüştü. Koltuğun kerameti olsa gerek. Oraya geçen aynı tornadan çıkmış gibi oluveriyor kısa zamanda.

Ekrandan kafayı kaldırmadan saatlerce oturanların ne yaptığını hep merak etmişimdir, o küçücük ekranda ne işler yapıyor diye. Keramet sahibi olsam ya da kalp gözüm açık olsa da ekran gözümün önüne geliverse.

Beyler! Devlet ciddiyet ister. Eyvallah... Bu kadar ciddiyet ve resmiyet biraz fazla değil mi? Sizi gören devletin bütün yükü bu adamların üzerinde sanır. Başınızı kaldırıp vatandaşın yüzüne hafifçe gülümseseniz sanki devlet yıkılacak, ciddiyetiniz yok olacak. Bu bakış açısıyla muhatabınıza pozitif enerji veremediğiniz gibi verimli iş de yapamazsınız. Yaptığınız "Kellim kellim, lâ yenfeu" gibi sadece yazar, çizer ve silersiniz. Kimseye faydanız olmadığı gibi ekran karşısında "Ya Rabbi beni niye yarattın" der gibi uyuşuk ve mayışan gibi olursunuz veya "Dağları ben yarattım" der gibi  insanlara tepeden bakarsınız. 

Vatandaşa güleryüzü esirgeyip hoş geldiniz diyemeyecekseniz, ilgi ve alaka göstermeyecekseniz gölge etmeyin lütfen! O emanet koltukları ehil olanlara terk edin. Daha az elemanla hummalı bir şekilde çalışan ve sizden daha fazla iş ve çözüm üreten özel sektör çalışanları o sizin esirgediğiniz, insani bir haslet olan ilgi ve alakayı fazlasıyla gösteriyor müşterilerine.

Ne olur kafasını kumdan çıkarın da dışarıdan görüntünüze bir bakın. Hiç hoş durmuyorsunuz inanın. 

Evrak memurluğu yapmayı bırakın. Biraz oturduğunuz koltuğun hakkını verin. İdarecilik yapın biraz da. Biraz insani ilişkiler ve iletişim dersi alın olmaz mı? 08.09.2016