Ana içeriğe atla

Evrak memurluğu yapan yöneticiler

Bir çok devlet kurumuna bir vesileyle uğradığımız zaman çoğu zaman yüzümüze bakacak muhatap bulamayız. İşimiz olur ya da olmaz istediğimiz ilgi ve alakadır. Başlarını bilgisayar ekranından kaldırıp yüzümüze bakmalarıdır. Dilden de olsa bir hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim demeleridir.

Çalışanların çoğunun yüzü asık bir şekilde ekran karşısında sanki uyuşmuş görüntüsü verdiklerini görebilirsiniz. Ekrandan kafayı kaldırıp baksa "Benden bir şey isteyecek" endişesi hakim yüzlerinde. Ya da kafamı kaldırırsam işim aksar, yetiştiremem veya yazacağımı unuturum moduna giriyorlar. En iyisi, "Sabah sabah nereden çıktın geldin, yatamadın mı... tam yorulduğum zaman sırası mı şimdi..." der gibi kafayı kaldırıp bakıyor, bazısı da başını kaldırıp yüzüne mal mal bakıyor...

Asık suratlı memur mantığı 2000'lerden sonra kamu hizmetçiliğine dönüşmesine rağmen hala eski bakış açısından kurtulamayanlar var maalesef. Halbuki o koltuğa oturmak için ne kadar hevesliydi ilk başladığı zamanlar. Belki de kaç takla atıp kimlerin elini-eteğini öpmüştü. Koltuğun kerameti olsa gerek. Oraya geçen aynı tornadan çıkmış gibi oluveriyor kısa zamanda.

Ekrandan kafayı kaldırmadan saatlerce oturanların ne yaptığını hep merak etmişimdir, o küçücük ekranda ne işler yapıyor diye. Keramet sahibi olsam ya da kalp gözüm açık olsa da ekran gözümün önüne geliverse.

Beyler! Devlet ciddiyet ister. Eyvallah... Bu kadar ciddiyet ve resmiyet biraz fazla değil mi? Sizi gören devletin bütün yükü bu adamların üzerinde sanır. Başınızı kaldırıp vatandaşın yüzüne hafifçe gülümseseniz sanki devlet yıkılacak, ciddiyetiniz yok olacak. Bu bakış açısıyla muhatabınıza pozitif enerji veremediğiniz gibi verimli iş de yapamazsınız. Yaptığınız "Kellim kellim, lâ yenfeu" gibi sadece yazar, çizer ve silersiniz. Kimseye faydanız olmadığı gibi ekran karşısında "Ya Rabbi beni niye yarattın" der gibi uyuşuk ve mayışan gibi olursunuz veya "Dağları ben yarattım" der gibi  insanlara tepeden bakarsınız. 

Vatandaşa güleryüzü esirgeyip hoş geldiniz diyemeyecekseniz, ilgi ve alaka göstermeyecekseniz gölge etmeyin lütfen! O emanet koltukları ehil olanlara terk edin. Daha az elemanla hummalı bir şekilde çalışan ve sizden daha fazla iş ve çözüm üreten özel sektör çalışanları o sizin esirgediğiniz, insani bir haslet olan ilgi ve alakayı fazlasıyla gösteriyor müşterilerine.
Ne olur kafasını kumdan çıkarın da dışarıdan görüntünüze bir bakın. Hiç hoş durmuyorsunuz inanın. 

Evrak memurluğu yapmayı bırakın. Biraz oturduğunuz koltuğun hakkını verin. İdarecilik yapın biraz da. Biraz insani ilişkiler ve iletişim dersi alın olmaz mı? 08.09.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde