7 Eylül 2016 Çarşamba

Eğitimde kim suçlu? **

İş garantisi olan bir yerde verim beklemek beyhude olsa gerek. Eğer çalışan ile çalışmayan ayırt edilmiyorsa, işini yapmayana hesap sorulmuyorsa verim hiç olmaz. Kimin bir yerde iç garantisi olsa orada çalışır ki. İşini yapmayana kazara bir soruşturma açılsa başta sendikası devreye girer korumak için. Ceza versen mahkeme cezayı iptal eder. Bizde her şey suçu ve suçluyu korumak içindir, haklı-haksız olup olmadığına bakılmaksızın.
***
Ödevini yapmayan, dersini yapmayan, dersi kaynatan öğrenciye yaptırım yoksa yine verim olmaz... Kimin nereden, ne beklediği önemli. Bir öğretmen derste hep anılarını anlatsa, ders anlatmasa öğrencilerin büyük çoğunluğu: "Oh! Ders kaynıyor" diye sevinir. Aynı öğrenci etüt merkezinde, temel lisede veya özel okulda benzer durum ile karşılaşsa "Niye ders işlemiyoruz boşu boşuna mı para veriyoruz" diye isyan  eder. Marifet iltifata tabidir. Müşterisi olmayan meta zayidir.
***
Okulların ilk ve son haftalarında ders işlenmiyorsa bundan veli, öğrenci, öğretmen, idare, MEM, MEB, toplum haberdar ise ve bu durumdan kimse rahatsız olmuyorsa çok şey beklemeyelim buralardan.
***
Çocuğum iyi okul kazansın diye çabalayan veli, iyi okul olarak bildiği okuldan alıyor öğrencisini; temel lise, özel okula götürüyor. Ya da açık liseye alıp etüt merkezlerine gönderiyor. Tek derdimiz buralarda çocuğumuzun emsallerine fark atması.
***
Veli, öğrenci, öğretmen, vatandaş hep iyi okul peşinde. Kimse çocuğunu, sistemi sorgulamıyor.  Bir defa okulu okul yapan öğrencidir. Başarı yüzdesinin büyük bir çoğunluğu çocuğa aittir. Okulun % 10 disiplin, öğretmenin % 20 rehberlik amaçlı katkısı vardır. % 10-20 civarında okul arkadaşlarının ve çevrenin etkisi vardır. Geriye % 60-70 oranı bir  başarıda öğrencinin etkisi inkar edilemez. Bir konuda öğrenci; hangi konuda, ne eksikliği var biliyorsa, bu eksikliğini nasıl gidereceğini biliyorsa o çocuktan çekinmeyeceksin. Düzenli tertipli ve bilinçli çalışan çocuktan asla korkmayacaksın. O çocuk mutlaka başarılı olur.
***
Çocuğun başarılı olmasında en büyük faktör ilköğretim birinci kademesindeki öğretmenin öğrenciye verdiği kişilik, ders çalışma yöntemi, çocuğun seviyesine inmesi ve öğretmen sürekliliğidir. İlkokul öğretmeninin attığı temel, çocuğun geleceğini belirlemektedir. Bizde en önem verilmeyen alandır bu alan. Yetkililer geçmişten günümüze yolda gördüğünü sınıf öğretmeni yapmak suretiyle çocukların iyi bir temel almasının önüne geçmiştir. Askerliği gelen öğretmeni askere gönderip, doğum yapana 2 yıla kadar izin versin, yerine; o gelinceye kadar ehliyetli ehliyetsiz öğretmenle doldursun. Sonra başarı bekleyelim. Branşı sınıf olmadığı halde ya da ücretli öğretmenlik yapanların içerisinde bu mesleği en güzel şekilde icra edenler çıksa bile bu mantalite  yanlıştır. Norm adı altında öğretmen verilemeyen bir çok okulda açık öğretim mezununa varıncaya kadar en önemli dersleri doldurma görevi verilsin, sonra başarı bekleyelim.
***
Vatandaş istedi diye imkan sunamadığın, her türlü branş öğretmenini veremediğin yere ihtiyaç ve talep var diye okul aç, buraya gelen giden öğretmen sirkülasyonu senede okulun yarısını geçsin, çocuklar her yıla yeni bir öğretmenle başlasın, senede bir dersten bir kaç tane öğretmen değişsin sonra gel, sen buradan başarı bekle.
***
Eğitimde öğrenciye ve veliye, öğretmen ve idareye yaptırım olmadan her şeyi okul yönetiminden beklemek, sadece okulun paydaşlarını sorumlu tutmak hiç akıllıca bir şey değildir. Başarılı ve başarısız öğrenci ayırt edilmeden, başarısız öğrenci elenmeden okullarda eğitimin çıtasının yükseltilmesini beklemek de yine yanlışlarımızdan bir tanesidir.

***
Bakanlığın bir yılda yeni atadığı öğretmenlerin % 90'ı eş durumu gibi nedenlerle atandığı yerde durmayıp ilanihaye yaşayacağı yere bir yıl içerisinde gelirse bu eğitimden çok da verim beklememek gerekir. (Bu meseleyi yeni alınacak sözleşmeli öğretmenlik çözer kanaatindeyim.)
***
Eskiye oranla bakanlık okulları fiziki ve teknik alt yapı ile donatsa da, okulların maddi ihtiyaçlarını karşılasa da  bir türlü hem kendisinin hem de vatandaşın beklediği verim gerçekleşmedi bir türlü. Çünkü okulun iç ve dış paydaşları (Bakanlık, MEM, veliler, öğrenciler) okul beğenmiyor, öğretmen beğenmiyor. Hiç kimse suçu kendisine bulmuyor. Okul ve öğretmen öğrenciyi ve veliyi, veli ve öğrenci öğretmeni ve okulu suçluyor. Yönetim öğrenci ve öğretmeni beğenmiyor. Öğretmen, idarecinin yönetimini beğenmiyor. Hasılı kimse kimseyi beğenmiyor. Kendi burnundan kıl aldırmıyor. Durmadan atama yapan, yönetici değiştiren,  ders saatlerinde değişiklik yapan ve öğretim programı değiştiren Bakanlık kendisinde bir suç bulmuyor. Okulun altını üstüne getiren öğrenciye okul bir şey yapamıyor, çünkü okulun bir yaptırımı yok. Veli, çocuğunun ders çalışmasının önündeki en büyük engel olan akıllı telefon, tablet vb imkanları çocuğuna sunuyor, çocuğu oyun oynamaktan ders çalışmaya zaman bulamıyor. Veli suçu kendisinde ve çocuğunda arayacağı yerde suçu başkasına atıyor. Her türlü rapor, izin vb nedenlerle öğretmen dilediği kadar okula gelmeyecek, okula gelse de derse hazırlıklı gelmeyecek ve asla kendisini sorgulamayacak. Kusura bakmayın da bu kadar memnuniyetsiz iç ve dış paydaşların olduğu bir eğitim sisteminden asla verim elde edilemez.
***
Bugün okullar diploma verme yeridir. Diplomayı alıp eksikliklerini bir başka yerden telafi etme yoluna gitmektedir. Kazara çocuk başarılı olsa da veli ve öğrenci para döktüğü etüt merkezi gibi yerlere teşekküre gidiyor. Çocuğun mezun olduğu yer ise avucunu yalasın.
***
Bakanlık dışarıya ilgiyi azaltmak için okullarda yetiştirme kursu adı altında yeni imkanlar sunsun, isterse öğrenciyi ve öğretmeni okula hapsetsin durmadan takviye versin, kesinlikle buralardan başarı gelmez. 35-40 saat ders işleyen öğrencinin günlük ortalama 7-8 ders saat ders gördüğü bir ortamda öğrenci bu kafa yorgunluğun üzerine takviye alsın. Bir defa dolu beyin yeni bilgi almaz. Her şeyden önce bu beyhude çaba ve imkanları da sorgulamak lazım.
***
Test tekniğine dayalı, öğrenciyi elemeye dönük merkezi sistem sınavlar analitik düşünmeyi ortaya çıkaramadığı gibi gerçek başarıyı da ölçemez. Her şeyden önce yarış atı gibi sınavlara hazırladığımız çocukları sosyal hayattan kopuk yetiştiriyoruz. Pratiğe dönmeyen teori bilgi, sınavlardan önce doldurulup sınavdan sonra boşaltılan beyin gibidir. Hazmedilmeden öğrenilen bilgi sadece sınav odaklıdır, kullanılmadan unutulmaya mahkumdur.
***
Hasılı ben senden, sen benden, o benden memnun değil. Bu kadar olumsuz bileşenlerin arasından asla başarı gelmez. Hiç birbirimizi suçlamayalım. Bilelim ki oranı farklı olsa da hepimiz suçluyuz.
***
Öğretmen ve idareci kendisine; bakanlık, veli ve öğrenciler ilk önce kendimize bakalım. Kendimiz ne kadar iyiysek karşı taraf da iyidir. İşin başında birbirimize olumsuz bakarsak zorla güzellik olmaz. Dünyanın en iyi performans sistemini getirelim yine olmaz, yine olmaz...
***

2016-2017 eğitim ve öğretim yılı pazartesi günü başlıyor. Daha işin başında olumsuz bir tablo çizmek değildi niyetim. Sadece kendimizi bir sorgulayalım istedim. Ümitsiz değilim. Umarım eğitim ve öğretimdeki aksayan yönler giderilir. Yeni eğitim ve öğretim yılımız hayırlı olsun.  

** 18/09/2016 tarihinde kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu kavşaktan hiç geçmediyseniz çok şey kaybettiniz demektir



Belediyelerimizin zaman zaman yaptığı iyi ve güzel yatırımlarını takdir ederken bazı yapılan hizmetleri görünce " Bu belediyeciler zor ölür, ölürlerse de öbür dünyada bunun hesabını zor verirler" diye serzenişte bulunurum.

İlk derdim dikkatimi çeken bir kavşak. Meram ilçe sınırlarında olan Abdürreşit Cad. ile Hasanköy caddesinin kesiştiği yere bir kavşak yapılmış. Abdürreşit Caddesinden Küçük Aymanas Caddesine giden bir sokak var. Sanırım  adı Çamardı Sokak. Araç trafiği tamamen Hasanköy'e ve Abdürreşit Caddesine gidecek şekilde planlanmış. O bölgeyi bilenler bilir, bilmeyenlere izah etmek gerekirse Ahmet Özcan Caddesinden Abdürreşit caddesine dönüp Yaylapınar semtine gidecekseniz sorun yok. Düz yolu takip edeceksiniz. Hasanköy Caddesine gitmek için sağa doğru döneceksiniz. Yok eğer Abdürreşit Caddesinden Küçük Aymanas Caddesine doğru gitmek için Çamardı Sokağa dönecekseniz epey bir mücadele yapmanız gerekiyor. Çamardı Sokağına girmek için yapılan dönel kavşağa girseniz geldiğiniz yola tekrar geri gidersiniz. Çünkü Sokak sağ tarafta kalmaktadır. Yok ben illaki geçeceğim derseniz bu durumda dönel kavşaktan ters yola doğru hafif sağ yapıp sokağa geçiş yapabilirsiniz. Yok arkadaş ben kurallara uyacağım derseniz dönel kavşağın paraleline yapılan üçgen şeklindeki ucu sivri kavşaktan yine 'U' dönüşü yapmaya çalışacaksınız demektir. Bu durumda belki de iki-üç defa manevra yapmanız gerekecektir. Dönel kavşaktan karşıya geçmek için ters yolu denemek, ya da üçgen şeklindeki kavşaktan manevra yapmak hem bir işkence hem de yeni trafik kazalarına davetiyeler çıkarabilmektedir. Sanırım buraya kavşağın yapılmasının sebebi kazaların önüne geçmektir. ne kadar önlendi bilemiyorum...

Şu dert edindiğine bak! Ha geçmeyi ver bu sokaktan derseniz adının sokak olduğuna bakmayın, adı geçen sokak bir cadde kadar işlek. Tamam geçmeyeyim diyorum. Bazen unutup yine aynı güzergaha gelince geldiğime geleceğime pişman oluyorum. Gidin denemesi bedava. Evlere şenlik bir kavşak gerçekten. Buradan her geçen hayır dua okuyordur mutlaka sebep olanlara. Çünkü o kavşağı gören kısa bir sarsıntıdan sonra  ilk önce hemen bir 'La havle' çeker. Hatta ardından 'La ilahe illallah' der. Bir yıldır sanırım bu kavşak faal. Her geçişimde bu mimari hatayı düzeltmişlerdir diyorum, maalesef aynı duruyor. İlgili belediye hiç mi şikayet almadı, yetkililer hiç mi görmedi merak etmiyor değilim. Bu kavşak böyle kalacaksa bari sokağın başına 'Araç trafiğine kapalı yol' levhası koysalar da daha fazla gülünç duruma düşmeseler.

Elimde imkan olsa bu kavşağın projesini çizeni, bu projeyi onaylayanı, hatta bu projeyi yapanın adını soyadını, mezun olduğu okulunun adını, fotoğraflarıyla beraber her geçenin görebileceği şekilde kavşağın ortasında  teşhir etmek isterim, reklamlarını yapmak için. Çünkü bu kavşağın bırakın Türkiye'de, dünyada bile emsali yok. Reklam reklamdır; iyisi, kötüsü olmaz. 07/09/2016








Bayram elbisemiz kefenimiz olmasın...*

12.09.2016 günü "Allah'a yaklaşma, mallarımızı feda edebilme, teslimiyet ve şükür" anlamına gelen dini bayramlarımızın ikincisini idrak edeceğiz inşallah. Gücü yetenlerin üzerine bir vecibe olan bu ibadetin önemi üzerinde durmayacağım. Zaten ehemmiyetini bilmeyenimiz de yoktur. Burada kurban ve bayramın başka yönlerini ele almak istiyorum.

Ne zaman bayram tatilleri bir haftayı içine alacak şekilde uzatılırsa içim cız eder hep. Çünkü son yıllarda bir kısmımız eşiyle, dostuyla bayram yapacağı yerde fırsat bu fırsat deyip turistik yerlere kapağı atar oldu. Bayramı ailesiyle birlikte sılayı rahimde geçireyim diye yola düşenleri de hesaba katarsak yollarımız gidiş ve dönüş esnasında epey bir hareketlenir. Gideceği menzile bir an evvel varayım telaşı, yanlış sollama, aşırı hızdan dolayı ölümlü trafik kazalarına sebebiyet vermektedir. Uzun tatili kapsayan bayramlarda daha fazla trafik kazaları olmaktadır. Yüzlerce insanımız kurban keseceği yerde kendisi kurban olmaktadır. Maddi hasarı, yaralananları ve sakat kalanları da hesaba katarsak zehir ettiğimiz bayramların vahameti ortaya çıkmaktadır. Genelde terörden ölenlerimizi ön planda tutuyoruz. Fakat trafik kazalarında ölenlerimizin sayısı öyle zannediyorum terörden daha fazladır. Kim bayramını/tatilini nerede, kimle yaparsa yapsın ama yola çıkanların yolları kana bulamamaları için dikkatli olmalarında fayda vardır. Trafik canavarına teslim olmasınlar.

İşaret etmek istediğim bir başka husus kurban kesmelerdeki sakarlıklarımız. Kurban Bayramında ehil kasabı zamanında bulmak mümkün değil. Bu sefer iş "Ben bu işten anlarım" diyen amatörlere düşüyor. Sonuç hastanelerin acilleri elini, ayağını kana bulamış acemi kasaplarla doluyor. Kesim işlerinin belirlenmiş özel yerlerde, ehli tarafından yapılması, özel mülkiyet gibi yerlerde kesilmemesi...için tedbirler alınmalı. Yoksa kurban keseceğiz derken daha çok kurban oluruz bu gidişle.

Bir başka değineceğim husus kurbanlıkların ve kesim yerlerindeki görüntüsü. Alınan kurbanın nakliyesinde hayvanı kaçırmalar çoğu zaman tehlikelere davetiye çıkarmaktadır. Kesim esnasında hayvana yapılan eziyet yine göze çarpmaktadır. Kesim yerinin ve çöp kutularının etrafı sakatat vb mikrop saçan görüntülerle yine hastalıklara zemin hazırlanmaktadır. Kesim yerlerinin hem hijyen, hem uygun yerler olmasına dikkat etmek gerekir. Vereceğimiz nahoş görüntüyle özellikle kurban karşıtlarının ellerine malzeme vermemek gerektiğini düşünüyorum.


Sonuç olarak yapacağımız tatili bayramlara denk getirmeyelim, bayramda yolları kan gölü haline çevirmeyelim, kurban kesim işini uygun ve ehil kişilere yaptıralım. Eğer kendimiz kesecek isek kesim yerini çirkin bir şekilde bırakmayalım. Bayramda eşi, dostu ziyaret ederek gönül alalım. Bayram ziyaretlerini ahbap-çavuş ilişkisine döndürmeyelim. Özellikle ziyaretimize gelmeyen/gelemeyene gidelim. Vermeyene verelim. Zulmedeni affedelim. Dargınlarımız barışsın. Ülkemizde barış hakim olsun. Kestiğimiz hayvan bizi Allah'a yaklaştırsın, ölüme değil. Kurbanlık hayvanın dışında ne terörden, ne trafik canavarından dolayı, ne de kesim esnasında kan aksın. Bayramımız mübarek olsun. Nice bayramlara. 07.09.2016

* 08.9.2016 günü ladik.biz sitesinde, 10.09.2016 günü Anadolu 'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Eylül 2016 Salı

Nasip bazen beklemediğin yerden gelir

04/09/2016 günü bir başka eve taşınmak için evden eve taşımacı bir firmayla anlaştım. Firmanın elemanları geldi. Evimdeki eşyayı yüklediler. Hep beraber yeni eve doğru yola çıktık. Yüklenen eşyayı boşaltmaya başladılar. Çalışanlara yemek ikram etmek istedim. Yanıma destek olmak için gelen kayın biraderim: "Benim tanıdığım bir fırıncı var, kaç tane yaptırayım, bana sayısını ver, hemen telefon açayım, ne zamana hazır olsun" dedi. Saat 14.00 uygun dedim. Yanımda telefon açtı fırıncıya.

Saat 14.00' e yakın fırına gitti. Sıcak sıcak yensin diye sofra hemen hazırlandı. Sofrayı gören çalışanlar sofraya oturdular. Börek geldi gelecek diye beklemeye başladık. Hem açlık hem de beklemek zormuş sofrada. Kimi ayranını içiyor, kimi salataya uzanıyor, kimi karpuz yemeye devam ediyor. Eldeki çatal bir konuyor, sonra tekrar alınıyor. Saat 14.20 oldu, kayına telefon açtım: "Fırındayım, geliyorum" cevabı aldım. Tekrar beklemeye koyulduk. Hacı bekler gibi bekliyoruz artık. Nice sonra çalan zil sesiyle beraber cenneti kazanmış gibi sevindik. Kapıyı açtık. Gelen, beklenmeyen bir misafirdi: Kayın peder ve kayın valide. Ellerinde de ekmek, karpuz ve fırından yeni çıkmış börek vardı. Hemen sofraya kondu. Çalışanlar ve misafirler yemeye koyuldular. Ben bir taraftan yerken diğer taraftan da içimden: "Kayın biraderin işi çıktı, ya da başına bir şey geldi anlaşılan. Babasını aradı. Fırından o aldı geldi. Eğer böyleyse yaşlı adamı niye aradı da bizi aramadı böyle şeyler için...neyse sipariş verdiğimiz nevale peynirli börekti. O da geldi, işte yeniyor, kim getirirse getirsin" şeklinde düşünmeye başladım. Börek erkeklere yetti, üst kattaki bayanlar yeterince doymadılar.  Şu kayın da az yaptırmış dedim içimden. Oğlan nerede dedim. "Bilmem, haberim yok" dedi.

Son börekler yenirken bir zil daha çaldı. Açtık kapıyı. Gelen kayın biraderdi. Elinde bir börek tepsisi daha. Bu ne iş dedim. " Fırına vardım, siparişi almaya geldim dedim. Ne siparişi dediler. Meğer telefon ettiğim kişi bizim siparişi unutmuş. Hemen malzemeyi hazırlayıp fırına verdiler. Ancak gelebildim" dedi.

Az önceki gelen nevalenin bizim sipariş ettiğimiz börek olmadığı ortaya çıktı böylece. Sağ olsun kayın peder, bunlar çalışıyorlar, acıkmışlardır diye  börek yaptırıp gelmiş... Yarım saat ara ile gelen börek çalışanları ve misafirleri iyice doyurdu. Artanı akşam ısıtıp ev halkı ve kalan misafirleri de savdı.

Öğle rızkımız beklediğimiz yerden değil de beklemediğimiz yerden geldi. Boğazımıza girecek rızkın, nimetin; ne zaman, nereden, kimden geleceğini, kimin sebep olacağını hummalı çalışmanın olduğu pazar günü görmüş olduk. Biz kimden ne umduk, kimden ne bulduk?

Yiyenlere afiyet, sebep olanın ve düşünenin kesesine bereket, rızkımızı gönderen Rabbime şükürler olsun. 06.09.3016

"Dikiş makinesi bir evi besler"


1988 yılında üniversite 2.sınıf öğrencisiyim. Evlenmek için hazırlık yapıyorum. Şimdiki evleneceklerin hazırlığına benzemiyordu bizimkisi. 12 duvar yastığın, bir Demirci Halın, bir vitrinin, bir iki yorgan, yastık ve döşeğin varsa evliliğe hazırsın demekti. Ayrı ev döşenecek, evin içi her şeyiyle donatılacak gibi istekler olmazdı.

Düğün yaklaşırken kayınvalidem: "Damat! Bir de dikiş makinesi al, kızım dikişten anlar. Bu makine bir evi besler..." dedi. Bu iş iyiymiş, zaten öğrenciyim. Alacağım makine beni geçindirecek. Gittim sordum soruşturdum. 150 bin liraya bir makine buldum. Nikah öncesi hazırlanan mehirde de 75 gram altın mehri müeccel olarak belirlendi.

23 Ekim günü düğünümüz yapıldı. Hem okuyorum hem de iş bulursam hafta sonları inşaatlarda çalışıyorum. 1991 yılında okuldan üç çocuklu bir baba olarak mezun oldum. 88'den bugüne ülkenin değişik yerlerinde görev yapmamdan dolayı 10 defa eşya taşıdım. Her taşındığımda dikiş makinesi beni gölge gibi takip etti. Evin en uygun yerine itinalı bir şekilde yerleştirdik hep. Üzerini de beyaz renkli, delikli örgüyle süsledik.

Eşim zaman zaman  sökük dökük dikmek için açtı-kapattı gözümüzün nuru makineyi. Pantolonumun paçası söküldü bazen. Terziye kim gidecek. Uzattım hanıma. Paçasını bir dikiver diye. Bu makine onu dikmez dedi.  Pantolonun şurası döküldü. Bunu bari dikelim. "Sen bunu terziye götür. Bunda dikilmez o" cevabı aldım. Evde makine var ama her defasında terzinin yolunu tuttum.

2016 yılında daha geniş bir eve çıkayım diyerek 11.defa ev taşıdım. Bu sefer makineyi aldım eski evin önüne koydum biri götürsün diye. İki gün boyunca kimse dokunmadı makineme. Ne alan var, ne de dokunan.

Hasılı 28 yıl gözüm gibi koruduğum, gittiğim yere özenle taşıdığım, zamanın behrinde 150 bin liraya aldığım makinemin bırakın evimi geçindirmesini bir söküğümü bile dikmedi. Hiç yarama merhem olmadı. Yokluk içerisinde verdiğim 150 bine mi yanayım, 10 defa taşıdığıma mı, daracık evlerimin bir köşesinde üstü örtülü bir şekilde itinayla koruduğuma mı yanayım?

04.09.2016 günü itibariyle makinem benden, ben de ondan kurtuldum şimdilik. Hiçbir şeye yanmam da bu kadar sıkleti çektim, bana bir kuruşluk katkısı bari olsaydı hiç gam yemezdim. 06.09.2016

5 Eylül 2016 Pazartesi

"Namazında niyazında..."*

Yaşadığımız süreçte hep kandırılıp orta yerde kalınca insan değerlendirme kriterimizi yeniden ele almamız gerektiğini düşünmekteyim nice zamandır.

Anadolu insanı olarak oğlumuza gelin, kızımıza damat ararken, biriyle iş vb ticaret yapacağımızda önceden sorar soruştururuz: " Falan kimse nasıl biridir" diye. Bu da çok doğal bir durumdur. Genelde: "Çok iyi biridir; Namazında, niyazında..."cevabını alırız. Böyle bir değerlendirme sonucuna göre hareket ederiz çoğunlukla.

Koyduğumuz kriter yabana atılır türden değildir. Zira Ankebut  45.ayet: "...Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor..." diyerek namaz ile kötülüğün bir arada bulunamayacağına işaret etmektedir. Ayetten,  namaz kılanın kötülüklerle işi olmaz, hükmünü çıkaran bizler çoğu zaman 'Namazında ve niyazında' olanlarla sorun yaşamaktayız. O zaman kıldığımız namazda bir sorun olmalı. Döndüğümüz kıble aynı, kıldığımız namaz aynı olduğuna göre namaz kılmadaki niyetlerimiz farklı olsa gerek. Kimsenin niyetini sorgulama imkanımız yok ama sonuçları itibariyle baktığımız zaman sanırım kimimiz Allah rızası için kılarken kimimiz gösteriş, kimimiz alışkanlık gereği; kimimiz işi icabı, kimimiz mahalle baskısından dolayı kılıyoruz anlaşılan.

Tekrar tekrar kanmamak için ne yapmamız lazım? İnsan değerlendirme kriterlerimize yeni ilaveler koymamız gerekir: Haram lokma yer mi? Üretken biri mi, yoksa asalak biri mi? Cömert mi? İş ahlakı nasıl? Dinarla/parayla arası nasıl? Kötü günde yarı yolda bırakır mı? Laf taşır mı? Gıybet eder mi? İftara atar mı? Yalan konuşur mu? Makam, mevki ve sosyal statüye karşı bakış açısı nasıldır? Emanete ihanet eder mi? Muhatabına güven veriyor mu? Komşularıyla ilişkisi hangi seviyededir? Çalışanının hakkını koruma durumu hangi boyuttadır? Özü ve sözü bir mi? Sözünün eri mi? Kul hakkı yer mi? gibi kriterlerle değerlendirme yapmalıyız. Her ne kadar "Namaz gözümüzün nuru, müminin miracı” olsa da namaz-niyaz kriteriyle aynı deliğe defalarca girip yarı yolda kalma gibi bir lüksümüz olmamalı artık. Çünkü kötüler bizi zaaf ve hassas yönlerimizle vuruyor. Ayrıca din algımızı değiştirmemiz gerekir.

Din eğitimindeki metodumuzu gözden geçirmeliyiz. Ağaç yaşken eğilir misali küçük yaştaki çocuklarımıza "İslam güzel ahlaktır" prensibi gereğince ezber, dua ve bilgiden ziyade ilk önce herkesin kabul ettiği genel geçer ahlaki değerleri benimsetmeliyiz. Yaşadığımız çağda insan, aradığı ve ihtiyaç hissettiği zaman bilgiye her daim ulaşabilir.  "Rahmeti gazabından fazla" olan Allah anlayışından ziyade "taş yapan," Cehennemde yakacak olan korkuya dayalı bir Allah algısının kimseye faydası olamaz. Küçük yaştaki dimağlara, “Müslüman: Elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir" prensibini sevgiye dayalı bir yöntemle işlemeliyiz. Sevgisini vermeden başvurulacak şiddet/baskı maalesef nefret tohumları ekiyor sadece.

Hz İbrahim gibi öz güven sahibi, cömert ve mücadeleci, Hz Muhammed gibi emin, Davut peygamber gibi elinin emeğini yiyen… önder kişiler olacak nesiller yetiştirmek için çaba sarf etmeli. İnsanlara ve çocuklara din ve diyanet anlatan kişiler her şeyden önce yaşantılarıyla örnek olmalıdırlar. 05/09/2016

* 19.10.2016 da Anadolu 'da Bugün  gazetesinde yayımlanmıştır. 


4 Eylül 2016 Pazar

Geleceğimizi heba etmeyelim! *

Eskiler, okuyan birini gördükleri zaman: "Başımıza ne gelirse cehaletten, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu, bu yüzden okumak lazım, okuyun yavrum! Okuyun, bizim gibi cahil kalmayın, adam olun" derlerdi. Bir zamanlar özellikle kadınlar arasında okur-yazar olmayanların sayısı çoktu. Okur-yazar olanların çoğu da ilkokulu güç-bela bitirmiş kişilerden oluşurdu. Günümüzde okur-yazar olanların sayısı çok. Hatta üniversite bitirmişimiz de az değil aramızda.

Okumuşların sayısının çok olması maalesef yüzümüzü güldürmedi. Sonuçları itibariyle okumuşun bu ülkeye verdiği tahribatı maalesef okumamışlar vermedi. Ülkeye diz çöktürmek isteyen örgüt liderlerine bakalım. Hemen hemen çoğu üniversite okumuş kişiler. DHKP-C lideri Dursun KARATAŞ İÜ Orman Fakültesi, PKK kurucusu Abdullah ÖCALAN, AÜ Siyasal Bilgiler öğrencisi, FETÖ lideri, kendisi ilkokul mezunu olsa da arkasından sürüklediği kişilerin kahir ekseriyeti üniversite mezunudur maalesef. Canlı bomba olanların içerisinde de üniversite öğrencilerinin sayısı az değildir. Okumanın önemi konusunda herkes hem fikirdir. Bu, tartışılmaz.

Günümüzün en önemli sorunu okumuş insan faktörüdür.  Çünkü okumadaki niyetimiz adam olmaktan ziyade rahat edebileceğimiz, bizi terletmeyen bir meslek sahibi olmak, üretmeden kazanmak, işimizde zirveye çıkmak, sosyal statü elde etmek, emek sarf etmeden kısa zamanda köşeyi dönüp ekonomik refaha kavuşmak, işimizdeki kaçamak yolları öğrenmek ve uygulamak, nasıl vermeden alabiliriz şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz. Herkes böyledir demiyorum. Ama genelin bilinçaltında maalesef bu vb. bakış açısı yatmaktadır. Özelliklerini saydığım bu insan tipi okumuşun iyi görüneni sayılabilir. Türkiye'yi ve dünyayı kana bulayan ve yaşadığımız evreni yaşanmaz kılan terör örgütü liderleri ve adına süper devlet denen modern görünümlü kana doymayan yöneticileri yine okumuşlardır. Bugün dünyanın çektiği de budur.

Türkiye ve dünya okumuştan çekiyor diye okumaktan vaz mı geçeceğiz? Asla. Okumaktan ve okutmaktan başka çaremiz yok. İşte okulların açılmasına ramak kaldı. Veli ve çocuklarında bir koşuşturma başladı bile hangi okulda okuyayım diye. Kimi kayıt alanındaki okulu beğenmeyip sahte adres kaydıyla beğendiği okula kayıt yaptırıyor. Kimi iyi bir lisede okumak niyetiyle kazandığı okuldan başka okula geçmek için 3 haftadır nakil başvurusunda bulunuyor. Kimi de özel okulda,  temel lisede veya açık lisede okumak için girişimlerde bulunuyor. İş okul seçmeyle de kalmıyor, son sınıfta dershane görevi gören etüt merkezine yazılma, temel liseye geçme veya devam ettiği okulun kurslarına girme seçenekleri ortaya çıkıyor. Alınacak yardımcı kaynakları saymıyorum bile. Okuldan mezun olan öğrenci, istediği bir bölüme girememişse "Okulum iyi değildi," okul yönetimi ve öğretmeni de "Öğrencilerde kapasite yok, velileri zaten sorumsuz" demeye başlıyor. Başarının sahip çıkanı çoktur da başarısızlığın sahibi yok maalesef. Bu ülkede herkes birbirini suçlar durur. Biz birbirimizi suçlamaya devam edelim etmesine. Ama bunun kimseye faydası yok. Bu, sadece bir savunma ve saldırı refleksidir. Fakat şunu unutmayalım ki eğitim ve öğretimimiz sos veriyor. Aldığımız eğitimden memnun olmayanlar eksikliği alternatif yollara yönelerek gidermeye çalışıyor. Bugün FETÖ diye isimlendirilen yapı da bu eksiklikten nemalanmıştır uzun yıllar. Sonuç malumunuz hüsran maalesef.

Eğitimdeki başarısızlığımızdan dolayı alternatif yollara yönelme bize pahalıya mal oldu. Bu yüzden her şeyden önce eğitime bir neşter vurmamız lazım. Devlet okulları herkesin tek alternatifi olan eğitim yuvaları olmalı. Bu inanın çok zor değil. Öğrenci, veli, yönetici, öğretmen, MEM, MEB sorumlu olduğu alanı bilir, herkes hesap verebilir durumda olursa bu işte başarı elde ederiz.

Eğitim boşluk kabul etmez. Şakaya hiç gelmez. Zira çocuklarımız bu ülkenin geleceğidir. Onları geleceğe hazırlamak ve yarınlara  güvenle bakmak istiyorsak her şeyden önce bu alandaki boşluklar doldurulsun... Herkes gizli ajandasından vazgeçsin… Tüm paydaşlar taşın altına elini koysun... Çünkü bu ülke ikinci bir hatayı daha kaldırmaz. 03.09.2016

*07/09/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.