1 Temmuz 2016 Cuma

Karşı olduğum bir mezuniyet törenine ben de katıldım

Anamın ikiz torunlarının;
1.2009 'da başlayan maratonlarının 1. etabı tamamlandı. Mezuniyet törenleri yapıldı.

2.Aynı aileden hekim seçme hakkınız var artık.
3.Cezası sudan ucuz hekim dövme hakkı elde ettiniz.
4.Haziranın sonunda giydiğim takım elbise, mevsim kış gibi olduğu için bana sıkıntı vermedi.
5.Bana, katılmadığım ve kutlamadığım babalar günü hediyesi verildi.
6.İki çocuktan ucuz ve masrafsız olanın mezuniyet törenine katılmak nasip oldu. Diğeri tasarruf tedbirlerine takıldı.
7.Anneleri ödül olarak iftara menemen yemeği hazırladı. Fakülteleri de sahte bir diploma hediye etti.
8.Vatana ve millete hayırlı olsun. Rabbim bana ve herkese hayırlısını nasip etsin. Sıratı müstakim üzere yaşamayı ve ölmeyi nasip etsin. 01.07.2016

30 Haziran 2016 Perşembe

"Ben İsa Mesih'im tamam mı?"

İşe gitmek için otobüs durağında beklemekteyim.  Sabah sabah sanal alemden haberleri okuyorum kaldırımın bir köşesinde.  Birinin "Selamün aleyküm kardeş" demesiyle sesin geldiği tarafa baktım. Kaldırımın yola bakan kısmında biri idi selam veren. Selamını alırken elini de kaldırdı boyunun hizasına.

30 yaşlarında orta boylu, gözünde siyah bir gözlüğü, üzerinde kumaş bir pantolonu,  pantolon üzerine sarkıtılmış kareli bir gömleği vardı. Alıcı gözüyle baktım kendisine kimdir, neyin nesidir diye. İçten bir selam verme ve el kaldırma idi. Fakat tanıyamadım kendisini. Çünkü ilk defa görüyordum.  Tanımadığıma göre para isteyecek biri olmalı diye geçirdim içimden. Fakat şimdinin çoğu dilencilerine de benzemiyordu. Zira yeni nesil dilenci nazikçe yanına yaklaşıp: Efendim, özür dilerim. Size bir şey söyleyebilir miyim" diye sizi durdurur. Ardından meramını anlatır. Bana 3-4 metre mesafede ve temiz giyimli biri idi. Ben; bu kimdir, kimin nesidir, sabah sabah bana niye selam verdi diye düşüne durayım.

Düşünmek durumundayım. Çünkü tanımadığım adam niye selam versin ki. Çünkü bizde güpegündüz tanımadığına selam verilmez. Asık suratımızla baktığımız yeri ve kişiyi yakarız. Kolay kolay selam vermeyiz hele bir de işe gidiyorsak. Sanki işe değil idam sehpasına gidiyoruz. Ciddiyet ve resmiyet hayranıyız zira. Sayısı az olmayacak kadar daha selam vermeden yüzüne bakıp, " Hemşehrim sen nerelisin" deyip adamlığına karar vermeye çalışan ve seninle kontak kurmak isteyen kişiler istisna tabii bu durumdan.

Adam hemen sırtını döndü bana. Yolun karşı tarafına dikey bir şekilde geçmeye başladı. Yolun ortasına varınca tekrar döndü bana: Ben İsa Mesih'im, tamam mı" dedi. Ben de başımı salladım, tamam der gibi. Başka da ne söyleyebilirdim ki. Adam bana zaten noter görevi vermişti. Tasdiklemekten başka da bir görev vermemişti zaten. Başka da bir şey söylemeyip önce karşı kaldırıma geçti. Ardından kaldırım boyu yürümeye devam etti sabah sabah tebliğ görevini yapmanın huzuru içerisinde. Bereket "Düş peşime, Deccal'ı yok edeceğiz" demedi... Bakalım  bu hizmetten akşama kadar daha kimler faydalanacak?

Beklediğimiz İsa bu muydu acaba? Üstelik bu kimdir diye içimden geçirdiğime cevap olarak kendisinin İsa Mesih olduğunu söyledi. İçimi de okudu anlayacağınız. Adam söylemese zaten merakımdan çatlayacaktım. Hani adam çok da yabana atılacak birine benzemiyordu. Ne dersiniz İsa Mesih olabilir mi?
***
Beklediğim güzergahın otobüsü geldi. Bindim. Yine elime telefonumu almışken benden bir- iki durak sonra 40-45 yaşlarında biri bindi. Bir elinde paket, diğerinde ise poşet. İki Türk Bayrağını ucundan bağlamış, boynundan sırtına geçirmiş, hem önünden hem de ardından  ay yıldızlı bayrağımız görünen bir giyinme şekli vardı üzerinde. Bu da kim demeye kalmadan bindiği gibi bir durak sonra indi. Hasılı bu merakımı gideremedim.
***
Türkiye’de çeşit çeşidiz. Bugün nasibime bu kadar düştü...Ne ararsan var. Belki fakir bir ülkeyiz ama renkliliğimize diyecek yok… Bütün derdimiz bu olsun. Allah kimseye akıl noksanlığı vermesin. 30/06/2016

Meslek öğreniyorum. Çünkü "Tamir sevaptır" *

30/06/2016 tarihinde "Bozulanı at, yenisini al" başlıklı bir yazı kaleme almış, yakın zamanda araçlarımızı tamir edecek usta kalmayacak. Çünkü yetişmesi için hiçbir usta çırak ve kalfa bulamıyor, bunun sonucunda da araçlarımız bozulduğu zaman yenisini alacağız konusunu işlemeye çalışmıştım.

Bu sorun 8 yıllık kesintisiz eğitimin getirdiği kötü bir sonuç. Şimdilerde temel eğitimin 12 yıla çıkarıldığı ve öğrencilerin 18 yaşında liseyi bitireceği düşünülürse bu, bundan sonra meslek öğrenmek için sanayiye hiçbir çocuğun yolu düşmeyecek demektir.

Bizde hatırası olan eşyalarımızın daha uzun ömürlü olması için tamir mesleğinin yok olmaması lazım. Herkesin okuma yolunu seçtiği bu dönemde usta nasıl yetişir, bu konuda epey kafa yormak gerekir diye düşünüyorum. Çözüm olur mu bilmem ama aşağıda bazı öneriler sunmaya çalışacağım:

1. El becerileri emsallerine göre daha iyi olan ve  akademik başarısı iyi olmayan öğrenciler Endüstri Meslek Liseleri* ve çıraklık eğitim merkezlerine yönlendirilmelidir.
2. Ortaokul 6.7.ve 8.sınıf ortalaması 50 puanın altında olan öğrenciler eğitimlerine örgün olarak devam ettirilmemelidir. Açık lise marifetiyle liseyi bitirmesi sağlanmalı. Açık lisede okuyan öğrenciler sanayide tamir vb işlerde meslek öğrenmek için teşvik edilmelidir.
3. TEOG sınavlarına girmeyen veya girip de belli bir puanın altında kalan öğrenciler yine aynı şekilde sanayide çalışıp açık lise vasıtasıyla öğrenimlerine devam etmelidirler.
4. EML gibi sanayiye ara eleman yetiştiren okullar çarşı merkezlerinden sanayinin içine taşınmalıdır. Okulunda sabah teori öğrenen öğrenciler öğleden sonra gördükleri bölümle ilgili iş yerlerine staja gitmelidir. Öğrenci iş yerinde cumartesi ve yaz dönemlerinde de çalışmalıdır. EML'ler bilgi, donatım, malzeme ve teknoloji bakımından sanayide lider rolü oynayacak şekilde dizayn edilmelidir.
5. EML ve çıraklık eğitimde okuma yolunu seçenlere burs, servis imkanı sağlanmalıdır. İş yerinde çalıştığı her gün için makul harçlık ve sosyal güvence imkanı olmalıdır.
6. Açık lise veya çıraklık eğitimde okuyan öğrenciler belli başlı zorunlu dersler dışında alanlarıyla ilgili dersleri ağırlıklı olarak okumalıdır. Lise diplomalarında tıpkı ehliyetlerde olduğu gibi A,B,C,D ve E şeklinde sınıflandırma yapılmalıdır.
7. EML ve çıraklık eğitimden mezun olan çocukların çalıştıkları alanla ilgili iş yeri açabilmeleri için devlet uzun vadeli teşvik ikanı sağlamalı. Emsal iş yapanlara göre öncelikli olmalıdır.
8. EML ve çıraklık  gibi mesleki eğitimlerini tamamlayanlar alanlarıyla ilgili yüksek öğrenim okumada ilave puan verilmek suretiyle teşvik görmelidir. Mesleki üniversiteler de sanayinin içerisinde açılmalıdır. Teori ve pratik birlikte götürülmelidir. Okullarını teori ve pratik olarak belli puanın üzerinde tamamlayan öğrenciler kalfa ya da usta başı olarak sanayide ya da devletin ilgili yerlerinde istihdam edilmeleri için planlama yapılmalıdır ve öncelikli olarak işe alınmalıdır.


Hiç sanayi ile yolu kesişmeyen ve mesleki eğitimin ne olduğunu bilmeyen ben fransızın acizane görüşleri bu şekildedir efendim! 30/06/2016

*EML ve diğer meslek liselerinin adı "Mesleki Teknik ve Teknik Anadolu Lisesi" şeklinde değiştirilmiş olmasına rağmen dil alışkanlığı olarak EML denmiştir.

* 18/03/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bozulanı at, yenisini al! *

8 yıllık kesintisiz eğitimle birlikte katsayı engeli dolayısıyla görünürde İHL'ler, arkasında meslek liseleri epey bir darbe yedi. İmam Hatip Liseleri kapatılmaktan beter yapıldı, EML gibi meslek liseleri de bu paydan nasibini aldı. Esas darbeyi sanayide tamirciler yedi. Her türlü imalat, tamir, bakım ve onarım işlerinde tamircilik ve işçilik son demlerini yaşıyor. Mevcut ustalar çırak olmadığından el veremiyor bir başkasına. Az sayıda gördüğümüz çırak ve kalfa da genelde babadan oğula geçen cinsten. O da mecburiyetten.

Şimdilerde bindiğimiz araçlar daha sağlam ve konforlu. Yıllık bakımları dışında kolay kolay sanayiye  pek yolumuz düşmez. Kazara bir vesileyle sanayiyle  yolumuz kesişirse de oradan çıkamayız bir türlü. Araçlarımız günlerce hiçbir işlem yapılmadan tamir ustasında mahsur kalıyor. Çünkü bir türlü arızası tespit edilip işlem yapılamıyor. Deneme-yanılma yoluyla arızası giderilmeye çalışılıyor. Üstelik mevcut ustalarımız çekirdekten yetişme işinin ehli olmasına rağmen. Şurada 8-10 yıl sonra mevcut ustalar emekli olup mevcut işini bıraktığı zaman yerini dolduracak eleman bulunamayacak. Belki servisler daha revaç bulacak. Servislerin de yaptığı en iyi şey arızayı tamir etmeden parçayı değiştirmek olacak. Değişen her parça da yüklü bir maliyete sebebiyet verecektir. Yani artık devir kullan at, değiştir, yenisini al mantalitesine doğru gidiyor.

Gidişatın hayra alamet olmadığını söylemek için illaki müneccim olmaya gerek yok. Çünkü görünen köy kılavuz istemez. Zaten tüketim toplumuyuz. Hele bir de zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığını düşünürsek işin vahameti daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. Zaten lüks tüketime, konforlu hayata hızlı bir giriş yaptık. Daha kullanılabilir durumdaki beyaz eşyamızı, koltuk vb takımlarımızı çöpe atıp yenisiyle değiştirmeye başladık bile. Yakın bir zamanda biz bu kullan at parolasını araçlarımızda da uygularsak hiç şaşırmayalım. Eskimeden kullanıp atmaya karşı olsak bile fazla direnemeyeceğiz. Çünkü araçlarımızın tamir ve bakımından kimse anlamayacak. Bu demektir ki, maliyetlerimiz daha da artacaktır.

Şimdiki durumumuz gelecekte nereye doğru savrulacağımıza ışık tutmaktadır. Birkaç defa başıma geldi. Ustaya: “Ustam şu arabaya bir bak” diyorum. Bana,  “Neyi var? Bize neresine bak dersen biz oraya bakarız” diyor. “Geldim, hiç olmazsa yağına, suyuna bakın, kışlık bakımını yapın diyorum. Nihayet dediklerimi yaptıktan sonra aracımı alıp geri getiriyorum. En son hareket halindeyken stop eden aracımı götürdüğümde “Bu araç çalışıyor, çalışan araca bir şey yapamayız, hatasını bulmak için aracı burada bırak, biz ara sıra çalıştırıp bakalım” cevabı alıyorum. Haydi öyle olsun deyip aracı bırakıyorum. Hatayı tespit ettiniz mi telefon açıyorum. Hep hayır cevabı alıyorum. Bu arıza nereden kaynaklanabilir dediğimde 3-4 tane sebep söyleniyor, ama hangisi bilemeyiz deniyor. İyi siz distribütör modülünü değiştirin diyerek değiştirttim. Aracım bu şekilde deneme-yanılma ile tamir oldu. Eğer arıza hala   devam etseydi, sırayla diğer parçalarını da değiştirecektik… İki haftadır öğretmenimizin 2012 model aracındaki aynı sebepten kaynaklanan stop etme arızasını tespit edemediler. Sanırım bu gidişle değiştirmedik parçası kalmayacak aracın. Bu konuda  Mustafa İSLAMOĞLU'nun  08/12/2006 tarihinde Yenişafak gazetesindeki köşesinde yazdığı  "Tamir sevaptır" başlıklı enfes yazısını okumanızı isterim. 

Bu kötü gidişata dur denecek  çözüm nasıl bulunabilir denirse bunu da cumartesi günkü yazımızda değerlendirmeye çalışalım inşallah.

* 15/03/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

29 Haziran 2016 Çarşamba

İnsan denen ne menem varlık!**

Kur'an'da Allah 75 yerde aklın kullanılmasından bahseder. Hiç bir şeye önem vermediği kadar aklı kullanmayı öğütler ve emreder. Yine "İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin" diyoruz Musa'nın diliyle sürekli.

Kur'an'ın o kadar önemsediği aklın kullanılmadığı bir asrı yaşıyoruz.  Yine Yunus Süresinde: "Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır" buyurulmaktadır. Gerçekten aklını kullanmayan beyinsizler üzerlerine yağdırılan pisliklerin, pisliğini herkese bulaştırdığı bir dönemi yaşıyoruz. Eğer bu şekilde yaşamaya yaşama denirse. Kan içiyoruz, kan yazıyoruz, kan okuyoruz, kanla yatıp kanla kalkıyoruz milletçe. Kınıyoruz, lanetliyoruz. Ne ramazan, ne oruç, ne ibadet umurumuzda değil.

Devir aklını kullanmayanların aklını kullandırdıkları bir devir. Terör bu dünyanın baş belası artık. Terör anası ise, canlı bomba da babası. Kim kimi; ne zaman nerede; niçin öldürdüğünün bilinmediği bir dünya. Devletler bir tarafta pili bitmiş insanları yaşatmaya çalışırken diğer tarafta gepegenç insanları canlı bomba yaparak masum insanları yok etmeye yemin etmiş durumda. Nereye gideceği, nerede duracağı belli olmayan, rotasını şaşırmış bir canavar artık. Ölen, ölmeyi göze alan ve ölürken de yanında yüzleri götürmeyi hedeflemiş bu insanların hepsi okumuş insanlar. Hem de üniversiteli, mektepli yani. Yunus'un dediği nesil bu nesil olsa gerek:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.

Bu devrin nankör, kan emici, yok edici nesli okumuş insan. Öldükçe, öldürdükçe zevk alan, egosunu tatmin eden, uyar akıllı bir nesil. Ne hasta olduğunu bilir, ne de tedavi olmayı kabul eder. Üstelik kancık mı kancık, hannâs mı hannâs, korkak mı korkak, sinsi mi sinsi, kendisini gizleyebilen, saklayabilen, unutturan bukalemun bir tip. Aliye kızıyor, hıncını velilerden alıyor. Çünkü Ali’nin karşısına çıkacak cesareti yok. Derdi; işinde, gücünde, rızkının peşinde olan masum insanlar. Pisi pisine, bir hiç uğruna gitmeyi prensip edinmiş kan emiciler bunlar.

Mücadele de edilmez bunlarla. Geriye Musa ile birlikte yolculuk yapan bizde Hızır diye meşhur olmuş kişinin bize yardım etmesi. Biz sivrisineklerle uğraşmaktan ziyade bataklığı kökten kurutmamız lazım. Hızır’ın büyüyünce anne babasına asi olacak diyerek küçük yaşta öldürdüğü çocuk misali. Gelse aramıza böylelerini eliyle koymuş gibi çıkarıp öldürse ne güzel olur. Dünya; aklını kullanmayan, başkalarının emir eri olan nice pisliklerden kurtulmuş olur. Bir nebze de olsa rahat nefes alır. Zaman tüneli dediklerinin aslı olsa da bu pislikleri, çocukluklarına döndürüp safiyane bir şekilde yeniden eğitip yetiştirsek…Yola gelmeyeni elimizle yok edip mezarını kazsak ne güzel olur! Değil mi?


Yok böyle bir şey mümkün değilse ya Rabbi! Emanetini al, bu insan denen varlıktan. Bu işi layıkıyla yapabilecek olan “Semavata, yere, dağlara” ver. Dünyanın yönetim işlerinden sorumlu  iki ayaklı, aklını kullanmayan, pislik üzerine pisliğe bürünmüş bu insan denen cahil kesimden al bu emanetini. Kopmadan önce kıyamet, yeryüzünde yaşayanlar en azından bir nebze nefes alsınlar. Bu kadir kıymet bilmeyen, herkese hayatı zindan ve Cehennem yapan akılsız ukaladan al bu emaneti. Hikmetinden sual olunmaz. Kime verirsen ver. İnsanın dışında her varlık layık bu işe. Hatta hayvanlar bile olur…

Rabbim! "Eşrefi mahlukat" olarak gönderdiğin bu insan nesli maalesef bu yükü kaldıramadı. İnsan cinsi hiçbir şeyden çekmedi kendi hemcinsinden çektiği kadar. Meleklerin yeryüzünü fesada uğratırlar ve kan akıtırlar dediği nesil işte bu nesil. Tıpkı melekler gibi biz de bilmiyoruz bunun hikmetini. Acımızdan böyle konuşuyoruz. Çünkü Ramazanımızı bile kana buladı içimizdeki "Esfeli safilin" taifesi. Sen mutlaka bizim bilmediğimizin en iyisini bilirsin. Bizi affet, bize basiret ver. Bu karanlık gecelerin sabahı gelsin. Dünyaya iyi kulların hakim olsun. Analar ağlamasın artık.

İçerisinde bin aydan daha hayırlı olan geceni değerlendirdik. Yüzümüzün akıyla bayrama kavuşmak istiyoruz. Bayramımız kana bulanmasın... Bayramda ağzımızın tadı bozulmasın. Bu ülkeye dirlik ve birlik nasip et!.. 29/06/2016
** 03.07.2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Dön babam dön!..

Telefonun çok yaygın olmadığı, iletişim aracı olarak mektup ve kartpostalların olduğu dönemlerde eşimize ve dostumuza tebrik mektubu göndereceğimiz zaman Kayalıpark'taki Merkez PTT'nin önünde kartpostal satanlar vardı. Bir kartpostal çok satılırdı. Herkes o kartpostalı satın alarak sevdiklerine gönderirdi: "Gez dünyayı, gör Konya'yı" şeklinde.

Dünyayı gezmedim ama küçüklüğümde bu çok gördüğüm kartpostal beni ayrı bir dünyaya götürürdü. Konya'mız için dünya bir tarafa Konya bir tarafa diye düşünür. Benim şehrim yaşanabilir bir şehir diye gıpta ederdim yaşadığım şehirle.

Çocukluğumdaki Konya gerçekten yaşanılabilir bir şehirdi. Büyüdükçe trafik yoğunluğu arttıkça koca koca caddelerimiz araç trafiğini çekmez oldu maalesef. Yaya olarak da trafiğe çıksam, toplu ulaşımı da tercih etsem, kendi özel aracımla da cadde ve yollara çıksam  insanın stresini yükseltmekten başka bir işe yaramıyor. Kısa bir sürede varabileceğin mesafeye dakikalar sonrasında ulaşabiliyorsun. Konya dendi mi Alaaddin Tepesi ve çevresi akla gelir. Karaman yolundan toplu ulaşım aracıyla şehir merkezine girmek için epey bir güzergahı dolaşman gerekiyor. Karaman yolundan şehre girmek için neredeyse trafiği kilitleyen adım başı ışıkları geçmen gerekiyor. Nedense İstanbul yolunda trafiği rahatlatmak için ne kadar ışık varsa kaldırılırken Karamanyoluna monte ediliyor. Bazısı gereksiz olan ışıklardan çoğu zaman araçlar ışığa riayet etmeden kırmızıda geçebiliyor... Güç bela Eski Garaj diye bilinen Karatay Terminaline geldikten sonra adım atsan varabileceğin Kayalıparka otobüsle gidebilmek için kaptan rotasını Üçler Mezarlığına döndürüyor. Mevlana Kütür Merkezi, Şehitlik, Mevlana Türbesinin ardından Mevlana'nın kuzeyine girerek nihayet Kayalıpark ve ardından Alaaddin Tepesini görebiliyorsun. Eski Garaj'dan sonra neredeyse boşu boşuna 3-5 km'lik bir mesafe turlanıyor. Eski Garaj'dan düz gitse Kayalıpark'a girmek için İstanbul Yolunndaki kavşaktan dönüp gelmesi gerekiyor...Vatandaş gezmek için böyle bir tur düzenlese çok ideal bir tur gerçekten. Neredeyse Konya'nın gezilebilecek tarihi yerlerin çoğunu görebiliyorsun bu şekilde. Ya işine gidip gelenin her gün bu şekilde bir döngü içerisine girmesi bir müddet sonra içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Giden zaman kaybına mı yanarsın, fazla yakıt harcandığına mı yanarsın, buyurun, seçin beğenin.

Kayalıpark'a varıldığı zaman  valiliğin önünde park edilmesi ve durulması yasak olan yerlere park edilmiş araçlardan geçmek de ayrı bir dert. Nüfusun  ve araç sayısının hızla arttığı şehrimizde insanımızı trafiğin esiri yaparak gününün büyük bir çoğunluğunu trafikte geçirmektense yetkililerimiz alternatif yollar üretmelidir. Trafiği rahatlatmak için araçları gereksiz yerlerden dolaştırmak iş değil. Eğer tedbir alınmazsa bu otobüs güzergahını da mumla arayacağız bir iki yıl içerisinde. O zaman sanırım araçlar Ereğli çevre yolundan dönüp gelecek şekilde bir planlama yapılmak zorunda kalınılabilir. o zaman yat ağla, kalk ağla artık.

Konya yeniden  o kartpostallarda gördüğümüz "Gez dünyayı, gör Konya'yı" olsun. Yoksa bu gidişle "Gez dünyayı, gör gününü" olacak bu gidişle... 29/06/2016

Kullanılıp atılan insanın onurudur ***

Türkiye bir kaç yıldır akıl tutulması yaşıyor. Çevremiz, içimiz, dışımız sinsi düşmanlarla dolu. Türkiye kendi çapında mücadele etmeye, kendini korumaya, ayakta durmaya çalışıyor. Bir devlet ki ülkenin huzuru, refahı, mutluluğu ve güvenliği için mücadele etmek ve tedbir almak zorundadır.

Sorun mücadeleden ziyade, mücadele yöntemlerindedir. Yapılan her mücadele dost sayısını artıracağı yerde düşman sayısını artırmaktadır ve çoğu zaman sap ile saman, dost ile düşman birbirine karıştırılmaktadır. Çünkü mücadele profesyonelce yapılmaktan ziyade amatörce yapılmaktadır. Sonucunda da yaş ile kuru birbirine karıştırılarak içlerinde yetişmiş ve birikimi olan insanların onuruyla da oynanmaktadır. Zira vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdür.

Devlet çok yönlü mücadele etmektedir. Mücadele ettiği alanlardan bir tanesi de bürokrasi. Mücadele ettiği bu alanda devlet haklılığını büyük bir çoğunluğa maalesef iyi anlatamadı. Bulunduğu yerde sakıncalı gördüğü kişiyi kanun, yönetmelik vb mevzuatla yerinden etmek ya da yerini değiştirmek suretiyle bir yöntem belirledi. İl-ilçe milli eğitim müdür ve yardımcılarını eğitim uzmanı adı altında bir unvan icat ederek görevden el çektirerek kızağa aldı. Toplamda 4 yılını dolduran okul yöneticilerini yine bir kanunla öğretmenliğe döndürdü. 4 yılını tamamlayanları yaz döneminde oluşturduğu kıstaslarla sorumluluğu okul-aile birlik başkanı-yardımcısı, öğrenci meclis başkanı, okulun en kıdemli ve en kıdemsiz öğretmeni, öğretmenler kurulunca seçilen iki öğretmenin ayrıca ilçe milli eğitim müdürü ve iki yardımcısına paylaştırmak suretiyle puanlattırdı. Bu değerlendirmelerde yeterli puan alanlar müdürlüğüne devam etti. Yeterli görülmeyenler ise öğretmenliğe döndürüldü. Ne var bunda? Farklı farklı kişiler değerlendirmede bulunmuş diye düşünülebilir. Tamam puan verenler isabetli diyebiliriz. Ama kendisine puan verilen kişi değerlendirme kriterinin ne olduğunu öğrenemedi. Çünkü oyun bittikten sonra kıstas belirlenmiştir. Aslolan puanlanacak kişiye eğitim ve öğretimin başında kriterler verilir ve kendisine denir ki: Yıl sonunda seni şu kriterlere göre değerlendireceğim. Çalışmalarını ona göre yürüt denebilirdi. Maalesef denmedi. Şimdilerde bir başka puanlama kriteri daha var: öğretmen performans sistemi. Yine eğitim ve öğretim sona ermiş, bir hafta önce değerlendirme sistemi açılmış ve okul müdürlerine öğretmenle ilgili 50 kriter verilmiş. Haydi öğretmenini değerlendir deniyor. Tamam emir demiri keser. Öğretmenlere ödüllendirmede kullanılacak şekilde bir puanlama yapılması istenmektedir. Yine burada iş bittikten sonra geriye dönük bir yılı değerlendir deniyor. Tamam değerlendirilsin de. Bu kriterler eğitim ve öğretimin başında okul müdürü tarafından öğretmenlere verilse ve dense ki: Arkadaşlar! Her dönem sizi iki defa şu verdiğim kriterlere göre değerlendireceğim. Lütfen çalışmalarınızı bu kriterlere göre yapın denmesi gerekmiyor mu idi. Bir futbol maçında bile kurallar maçlar başlamadan aylar önce konuyor ve kriterler; kulüplere, futbolculara, teknik heyete ve kamuoyuna bildiriliyor. Çalışmalar bu kurallara göre yürütülüyor ta hazırlık safhasında. Ben gerçekten ne yapılmak isteniyor bir türlü anlayamadım. Amaç nedir, üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Ben bu süreci akıl tutulması olarak değerlendiriyorum.

Ülkeyi yönetenler hangi makamda kimlerle çalışacağına kendisi karar verebilir. Eğer yetkililer, çalışmak istemediği insanlara: Arkadaş, şu ana kadar yaptıkların için teşekkür ediyorum. Ben bundan sonra bu makamda şu arkadaşla yola devam etmek istiyorum diyebilir. Çalışmak istemediği insanı sonradan belirlediği kriterlerle değerlendirip elemek ve yeterli puanı alamadın demek onun onuruyla oynamak demektir. Eğer elediği kişi gerçekten tehlikeli ise öğretmenliğine de engel olunmalıdır. Hatta kendisine ceza bile verilmelidir. Yine makamlara getirilecek kişilerin sözlü mülakata alınması da kişilerin onurunu zedeleyen bir davranıştır. Malumunuz biz eğitim sisteminde sözlü denen değerlendirme yöntemini objektif bulmadığımız için yıllar önce kaldırdık. Öğrencilere bile bu şekilde bir değerlendirme yapılmıyor. Şimdi biz, evli-barklı insanları sözlü mülakata alarak başarılı-başarısız puanları veriyoruz. İnsanımızla oynamamak lazım. Yönetici tercihimizi kullanırken tercih etmediklerimizi onore etmek gerek. Çünkü onurunu zedelediğimiz insanlar beğenseniz de beğenmeseniz de bu ülkenin, bu toprağın insanıdır.

Bu yöntemi uygulayanların niyetinin halis olduğuna inanmak istiyorum. Eğer kamuoyu vicdanında rahat etmek istiyorsa bu işler açık ve şeffaf olmalıdır. Halkı ve mağdurları ikna etmelidir. İkna edemediğimiz hiçbir doğru bizi doğru sonuca götürmez. Sadece kendimize düşman olanların sayısını çoğaltırız. Sonucunda incittiğimiz, onuruyla oynadığımız insanlar içine kapanır, sağlıklı hareket edemez ve devletine karşı kırgın olur. Kırgın olan insanın kalbini de asla tamir edemezsiniz. 

Ben yaptım oldu demekten ziyade yaptığımızın doğruluğuna insanımızı inandırma yolunu seçelim. Yoksa onulmaz yaralar açarız... 29/06/2016

***30/06/2016 tarihinde ladik.biz sitesinde yayımlanmıştır.