İmam Hatip Liselerinde görev yaparken öğrenciler arasında yapılan 'Kur'an-ı Kerim'i yüzünden güzel okuma' yarışmalarında jüri olarak görev verilirdi bana. Görev almamak için kırk dereden su getirirdim. Sonuç, görevlendirildiniz olurdu hep.
Neden görev almak istemezdim? Kendimi ehil görmezdim. Ayrıca sözlü sınavların objektifliğine inanmadım hiç. Bu tür yarışmalarda jürinin takdir hakkı 'la yüs'el'dir. Hikmetinden de sual olunmaz. Bir iki tane uçuk- kaçık puan veren bir kaç üye genelde sonucu belirler. Böyle bir yarışma öncesi bu durumu izah ettim bir meslektaşıma. Bana, " Ben çok doğru puan veririm; gramı gramına. Ben bu işten iyi anlarım" dediğinde sorun bende o zaman dedim kendi kendime.
Görev verildiği zaman da puanlamada ilk okuyanı baz alırdım. İlk okuyana verdiğim puandan sonra her okuyan yarışmacıyı değerlendirirken ilk verdiğim puanın altında ya da üstünde puan verirdim. Verdiğim puandan ilk önce kendi vicdanımı tatmin etmeye çalışırdım.
Çalıştığım muhitimde bazı okulların katıldığı bir kompozisyon yarışması yapıldı. Komisyon üyeleri okulların Türkçe öğretmenleri idi. Her üye kendi okulunun birincisine puan vermedi. Kağıtlar okundu, puanlar verildi. Her bir öğretmenin verdiği puanları topladım. İlk 3'e giren belirlendi. Üyelere tutanağı imzalattım. Üyeler gittikten sonra verilen puanlara bir göz attım. Aralarında uçurumlar vardı gerçekten. Birinin 34 verdiği bir kompozisyona diğeri 90 vermişti. Jüri üyelerinin verdiği puanlar 5-10 puan altı ya da üstü olduğunda anormal bir durum ortaya çıkmazdı. Sonra okullarından birinci seçilerek gelen bir yazıya 34 puan vermenin nasıl bir izahı olurdu... Sonuç, sıfırcı hocanın diğer kağıtlara verdiği düşük puana karşın diğer üyelerin sıfırcı hocanın öğrencisine verdiği yüksek puanlar sıfırcı öğretmenin öğrencisini birinciliğe taşıdı. Ne diyelim? Bize hayırlı olsun demek düşer... Ama şunu da söylemek isterim: Hayatta bir türlü öğrenemediğim, bazı hesap kitap işlerinden anlamamak. Okulumda da aynı hesap kitap yapmaktan anlamayan biri var. Demek ki birbirimize bakarak kararmışız. Bu da bizim beceriksizliğimiz.
Hakimin mahkemede verdiği karara kızarız, hakemin sahada verdiği karara köpürürüz. Adalet ve hakkaniyette insan beğenmeyiz kendimizden başka.
Hiç başkasına kızmayalım öğretmenim. Bütün kızdıklarımız bizim eserimiz... Önce kendimize bakalım; kendi önümüzü, kendi içimizi temizleyelim...13.04.2016
13 Nisan 2016 Çarşamba
Unutulanlardan mısınız?
İnsan kelimesinin kökeni nedir, ne anlama gelir? Bazı dilciler; arkadaşlık, dostluk, bağ anlamına gelen ünsiyet kelimesinden türetildiğini belirtir. Bazıları da unutan, unutulmuş anlamına gelen nisyan kökünden geldiğini söyler.
Yapısına ve özelliklerine bakıldığı zaman insan hem dost canlısı, hem de unutkan bir varlık olarak karşımıza çıkar. Unutkanlık yönüyle ilgili; “İnsanoğlu, nisyan ile malüldür” şeklinde tanımı da yapılır. “Uykudayken yapılanlardan, unutarak yapılanlardan ve baskı altında iken yapılanlardan sorumluluk kaldırılmıştır” buyurur Peygamber Efendimiz. Demek oluyor ki insanın hasletlerinden biri de unutmak... Siz hiç unuttunuz mu ya da unutuldunuz mu? Eğer unutulmuş iseniz hangi duygu ve düşünceler aklınıza geldi? Bu durumda kendinizi nasıl hissettiniz?
Bir
otobüste arkadaşlarınızla beraber yolculuk yapıyorsunuz. Lavaboya gittiniz. Gelinceye kadar otobüs sizi bırakıp gitmiş. Orada kaldığınıza mı yanarsınız,
unutulduğunuza mı, kimsenin sizi hatırlamadığına mı? Bir yere geldiniz; dostlarınız
konuşuyor, selam verdiniz, selamınızı duymadılar, duydularsa da selamını alıp
yine konuşmaya devam ettiler ya da selamını aldıktan sonra konuşmayı
bıraktılar, senin yüzüne bakıyorlar. Hasılı sizinle ilgilenmiyorlar. Bu durumda
ne hissedersiniz?
Bir
gazetede yazı yazıyorsunuz, yazınızı zamanında gönderiyorsunuz ama yazınız
yayımlanmıyor, üstelik bu durum birkaç defa başına gelmiş ise kendinizi nasıl hissedersiniz? Yazının yayımlanmamasının
ardından saatler, günler geçmesine rağmen bir yetkili sizi arayıp: “Yazınızı
unuttuk” dahi demiyorsa kendinizi nasıl hissedersiniz? Kendinizi etkisiz eleman
gibi hissedersiniz. Kendi kendinize dert yanıp demek ki farkındalık oluşturamamışım,
varlığım ya da yokluğum hissedilmiyor, ben çok oldum artık, insanlara ayak bağı
oldum, fazla gölge etmeyeyim. Demek ki hiç iz
bırakmamışım demeye başlar, farklı farklı duygulara kapılırsınız.
*
Adıyaman
Kahta’da görev yaparken son sınıf öğrencilerim, çıkardıkları yıllıklarında “Öğretmenlerimize öğretemediklerimiz” başlıklı bir bölüm açmışlar. Her bir
öğretmen için birer ikişer cümlelik özelliklerinden bahsetmişler. Benim için de
“Geçmişi unutması gerektiğini, her şeyi hatırlamaması gerektiğini öğretemedik”
diye yazmışlardı. Sonum nasıl olur bilmem ama maalesef benim de en kötü yönüm
unutmamak ve hatırlamak. Ortaokul ve lise geçmişim de bile eskiyi hatırlamaya dair
okul arkadaşlarım çelişkiye düşerlerse bilirkişi olarak bana başvururlar. Hiç
unutmam, bir gün 30 yıl önce beraber mezun olduğum bir arkadaşımla beraber bir
kuru yemişçiye girdik, arkadaş alışverişini yaptı, borcunu ödemek için kredi
kartını uzattı. Sonra kendisi içeriyi seyre daldı. Kuru yemişçinin "şifrenizi
girin" sözünü duymadı. Kendi kendime, bunun şifresi okul numarasıdır dedim. Numarasını yazdım, şifre doğru idi.
Fazla
söze gerek yok. Unutulmak, hatırlanmamak çok kötü bir duygu. Haberiniz olsun. Unutulmayanlardan
ve hatırlananlardan olmanız temennisiyle… 13/04/2016
11 Nisan 2016 Pazartesi
Whatsapp grup paylaşımları üzerine bir analiz
Dostum! Teknoloji ilerledi, birbirimizle daha çabuk iletişim
kurduk. Böylece birbirimizi daha iyi tanımaya başladık.
Birlikte çalıştığımız
yerde örnek yaptıklarımızı paylaşmak, birbirimizle daha çabuk haberleşmek
amacıyla whatsapplarımız da kuruldu. Yetmedi, gruplar da oluşturduk. Buraya
kadar her şey güzel.
Çalıştığım kurumla
ilgili 3 ayrı grubumuz var. Maşaallah örnek çalışmalarımız tüm hızıyla mermi
gibi devam ediyor. Okulumuzun herhangi bir köşesinde bir şey yapmışsak
neredeyse daha kendimiz bakmadan, resim, video sayısına bakmadan gönderiyoruz
zorunlu ortaklarımıza. Dereceniz, başarınız, etkinliklerinizin sayısı benim göğsümü daraltsa da bir çoğunun
gönlünde taht kuracak şekilde. Her gönderdiğinizle tarihe not düşüyorsunuz.
Bulunduğunuz yerin size dar geldiğinin farkındayım. En kısa zamanda çok iyi yer
ve pozisyonlarda olmanızı temenni ederim. Ben patlasam da, çatlasam da sen yine
mermi gibi bu tarihi vesikalarını göndermeye devam et. Şu anda belki de
kurumumuzda kimin ne yaptığıyla ilgili ayrı bir birim kurulmadıysa da bir gün
bu gönderdiklerinizi değerlendiren çıkacak. İşte o zaman gönlünden geçen en iyi
yerde olacaksın. Bundan hiç şüphem yok.
İş yoğunluğundan
dolayı, fazla efor sarf etmenden dolayı yaptıkların belki kaybolabilir.
Yaptığın her şeyi whatsappta paylaşmakla bir taşla çok kuş vuruyorsun. Eminim
farkındasındır. Hem çalıştığını göstermiş oluyorsun, hem de yaptıkların yok
olmayacak. Çünkü biz arşivliyoruz. 16 gb’lık telefonumun hafızası
gönderdiklerinle iyice doldu. Telefonum donmaya başladı. En sonunda gidip 32 gb’lık
bir hafıza kartı daha aldım. Arşiv sağlam. Sen göndermeye devam et. Yeter ki
sen mutlu ol. Biz hamallığını yapmaya devam ederiz. Sağda solda hamal falan
arama, bizden iyi hamal mı bulacaksın. Hatta ileride babam-annem acaba neler
yaptı diye çocukların arayış içerisine girerse ne sen ne de çocuğun merak
etmesin, bütün gönderdiğin o kıymeti baha biçilmez hazinen koruma altında. Yani
sen orada çalıştıkça biz de burada her gönderdiğine bakarak, bakmak zorunda
kalarak bizi de diri tutuyorsun. Bu konuda da sana ne kadar müteşekkir olsak
azdır. Zira bana sabrı öğrettiniz, fesübhanallah çekmeyi de.
Senin gibi değerli,
çalışkan bir arkadaşa haddim değil ama, bir öneri de bulunsam… Kurumun adına
kurmuş olduğun web sayfanın yanında bir de kurumun adına facebook sayfası,
twitter hesabı açsan daha iyi olmaz mı? Hem orada bilgiler hiç kaybolmaz. Hem
daha fazla insan yaptıklarından haberdar olur ve sizi örnek alırlar. Evet biz
senin paylaştıklarını belleğimize kaydediyoruz kaydetmesine de. İnsan yapımı
bu. Telefonumuz arızalanıverse senin o kıymetli bilgilerin de yok olur. Hem bilgini
sınırlandırmamış olursun. Diğer insanlarla da bilgini paylaşmış olursun. Hem benden uzak Allah'a yakın olmuş olursun.
Benim gibi anlama özürlü birisi bu tür paylaşımlarla ilgili bir kaç yazı yazdı ama. Anlama özürlü birinin yazısından ne çıkar. Sen yine göndermeye devam et. Kınamanın kınamasına aldırma. Ben de bundan sonra bir fil ile yetinmeyeceğim, senden ricam ikinci fil istiyorum. Bu arada o oyuncağı da yanından ayırma. Hatta yatarken bile aklına gelen bir şey olursa onu da paylaş.
Benim gibi anlama özürlü birisi bu tür paylaşımlarla ilgili bir kaç yazı yazdı ama. Anlama özürlü birinin yazısından ne çıkar. Sen yine göndermeye devam et. Kınamanın kınamasına aldırma. Ben de bundan sonra bir fil ile yetinmeyeceğim, senden ricam ikinci fil istiyorum. Bu arada o oyuncağı da yanından ayırma. Hatta yatarken bile aklına gelen bir şey olursa onu da paylaş.
Hadi göreyim seni. Fakat küçük bir eleştirim olacak. Çok da açgözlü olma. Bu
güne kadar yaptığın sevapsa yeter kazandığın sevap. Fazla da isteme. Biraz da başkası kazansın. 11/04/2016
Yoksa bize uzak Allah'a yakın ol mu diyorsunuz?
4 ay öncesi yazmaya
başladım, bir cahil cesaretiyle. Haftada iki gün karşınıza çıkıp arzı endam
ediyorum. Çalakalem duygu ve
düşüncelerimi ifade ediyorum. Sizin her biriniz yazılarım ya da yazdıklarımdan
daha güzel şekilde yazabilir, daha
farklı konulara değinebilirsiniz. Bundan şüphem yok.
4 aydır yazıyorum ama
neredeyim, okunuyor mu, okunmuyor mu, iyi mi yazıyorum, kötü mü yazıyorum
bilmiyorum. Çünkü doğru dürüst
yeterince geri bildirim
almıyorum. Dönüt geliyorsa da haberim
yok. Bireysel görüştüğüm bazı kimseler
sağ olsunlar tepkilerini dile getiriyorlar. Ama yeterli görmüyorum. Halihazırda
kendimi körler ve sağırlara oynuyor gibi görmekteyim.
Her insan gibi benim de
yapıcı eleştiriye ihtiyacım var. Hani biz söyleriz ya: “Dost acı söyler ama
doğru söyler” diye. Eksiklik ve hatalarım ancak söylenirse törpülenir. Ben yazı
yazma konusunda kendimi bulunmaz Hint kumaşı gibi hiç görmedim. Bilgi, donanım,
birikim bakımından, kelime hazinem bakımından, Türkçe yazım ve imla kurallarım
bakımından eksik olduğumu ilk yazımda da ifade ettim; Küçük Ayasofya Camisine
imam olarak atanan Bekri Mustafa’yı anlatarak. Hangi iş olursa olsun kendimi
hep, “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali “Abdurrahman Çelebi” olarak gördüm. Hasılı hem acemiyim, hem de bu işin
ehli değilim.
Şunun iyice bilinmesini
isterim ki, yaptığım işi en iyi şekilde yapmak isterim. Bunun için de
sizlerden dönüte ihtiyacım var. Yoksa ha varlığın ha yokluğun mu
diyorsunuz. Ya da olduğun kadar rezil olmuşsun, rezillikte iyice piş mi
diyorsunuz? Yoksa şu müezzin gibi miyim?
Hani bir köyde hiç namaz kılan yokmuş. Buna rağmen biri görevli olmadığı halde
üzerine vazife çıkarmış. Camiye gelen olmasa da her gün minareye çıkıp ezan
okuyormuş. Bencileyin adamın sesi de çirkinmiş. ( Aslında çirkin ses yoktur.
Eğitilmemiş ses vardır.) Köylüler toplanıp adama: “Arkadaş biz namaz
kılmıyoruz. Camiye de gelmiyoruz. Sen ne diye hep ezan okuyorsun’ demişler.
Adam, ‘Ben Allah rızası için okuyorum’ demiş. Köylü: ‘ Ne olursun sen, bundan
sonra Allah rızası için ezan okuma’ demişler. Adam istenmemesine rağmen okumaya
devam etti mi, etmedi mi bilmem. Eğer okuyucularım olarak bir şey söylersek
kırılır, üzülür, gönül koyar, biz söyleyemeyiz diyorsanız. Bana “Allah rızası
için bundan sonra yazma” deyin ben anlarım.
İnsanın hatasının
yüzüne karşı söylenmesi kişiyi üzer. Ama eleştiri de olmazsa olmaz kurallarımızdandır.
Gelin şu kuralı bir tarafa bırakalım da, bana yapıcı eleştiri
yapın. Eleştiri yapanı gerçek dostum bilirim. Yok arkadaş, senin dostluğunu da
istemeyiz, bizden uzak durun diyorsanız , bu da bir eleştiridir. Mutlaka deyin.
Yoksa senin bize, bizim
de sana verebileceğimiz bir şey yok mu diyorsunuz. Bizden uzak, Allah’a yakın
ol mu diyorsunuz?…
Ne derseniz deyin ama
bir şeyler söyleyin, yazın. En sevdiğim insan tipi ardımdan değil de zoruma da
gitse yüzüme karşı yapılandır. Yok senin sevgine de ihtiyacımız yok; gölge etme, ihsan istemez; dünya kuruldu, kurulalı böyle eziyet görmedi diyorsanız,
daha ne diyeyim: Allah sizin de benim de hayrımı versin emi!... 11/04/2016
Şehir içi dolmuşçuluğu
İşinize, gücünüze,
gezmenize giderken hangi tür araçları kullanırsınız bilmem. Ben belediye ulaşım araçlarını tercih ederim..
Bugün size otobüsle gider gelirken uzaktan gözlemlediğim şehir içi
dolmuşlarıyla ilgili gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
İşin acildir, bugün
dolmuşa bineyim dersin. Evliya gibi
adamlar gerçekten. O her zaman son hız giden dolmuş sanki bir kağnı olur çıkar,
yavaş yavaş hareket eder. Bindiğine bineceğine pişman olursun. Bazen de vaktin
geniştir. Seyrede seyrede gideyim, vakit geçsin dersin. Rüzgar hızıyla
giderler. Gideceğin yere seni erkenden bırakır geçer gider. Bazen el
kaldırırsın, içi müsait olduğu halde durmaz. Çünkü yolda denetim vardır
mutlaka. Ayakta yolcu almaz. Kurallara uyası gelmiştir bugün. Bazen de dolmuşun
içi, koridoruyla beraber tıklım tıklımdır, bugün de çuval gibi dolduracaktır.
Aldıkça alır. Araç dolu olduğu halde yolda el kaldıranları gördükçe ikide bir, “İnecek
var mı” diye seslenir durur.
Kendilerine ayrılmış
indi-bindi dolmuş duraklarını pek kullanmazlar. Her yer onlar için duraktır.
Canı istediği zaman yolcuyu indirir, canı istemediği zaman burada durak yok,
durak harici indi- bindi yasak der. Bazen
yolda sıkışıklık varsa ambulans gibi hareket eder. Nerede boş yer
bulursa oraya girer. Yolcuyu gerekirse sol şeritte indirir.
El kaldıran yolcuyu
görmek isterse görür, istemezse görmez. Hele elinde valiz ya da eşya varsa
görünmeyen müşteri olursun. Hareket saatleri belediye otobüsünün önünden gelmek
şeklindedir. Yolcu alma yerleri belediye otobüslerine ayrılmış durakların
önüdür. Dolmuş ışıktan kalkar, otobüs durağının hemen önünde durur, otobüsün
durağına yanaşabilmesi için dolmuşun yolcusunu
alıp hareket etmesi gerekiyor. Ne yolcu durağı geçince durur, ne de dolmuş
arkamda otobüsü bekletiyorum diye düşünür. Bundan dolayı ışıktan az sayıda araç geçebilir. Çoğu zaman
sağ şerit tıkandığından arkasından gelen araçlar ikinci kırmızıyı beklemek
zorunda kalabiliyor.
Bütün dolmuşçular
böyledir iddiasında değilim. Gözlemlerimde yanılıyor da olabilirim.
Dolmuşçuların iç hallerini bilmiyorum. Mutlaka onlar da ne zor şartlarda
çalışıyorlardır.
Bazı hatalarda suç
tamamen dolmuşçuların değil tabi. Yolcu otobüs durağının ilerisinde dursa
trafik kilitlenmemiş olur. Yolcular: “ Sağda inebilir miyim, münasip bir yerde,
müsait bir yerde, yolu atlayınca, ışığı geçince” şeklinde durak harici yerde
inme-binme talebinde bulunmamalıdır. 10 metre önce inen birisinin ardından
münasip bir yer diye seslenmemelidir. Biraz da yürümeyi göze almalıdır.
Otobüsü, dolmuşu hepsi
kamu hizmeti yapmaktadır. Her biri rızık peşindedir. Otobüsün yolcusu farklı,
dolmuşun müşterisi farklıdır. Arada hangisi denk gelirse binen yolcu tipleri
vardır. Bu yolcu tipleri de bineceği yeri iyi seçmelidir. Trafik
kilitlenmemelidir.
Dolmuşlar da bilinen
rutin kontrol ve denetimin dışında iyi denetlenmelidir. Polis yasak savma
babından işini yapma yoluna gitmemelidir. Bir trafik kontrolü olduğunda öndeki
dolmuş hemen ardından çıkana haber vermektedir. Boşa kürek çekmemek gerekir.
Denetimin ne zaman, nerede, ne şekilde olduğu hep sürpriz olmalıdır.
Beklenmeyen yerde, beklenmeyen saatte yapılmalıdır.
İyi yolculuklar!...
10/04/2016
9 Nisan 2016 Cumartesi
Şehirlerimiz kötülükte milat olmasın *
Bir şehirde nahoş bir olay olmuş ise artık o şehirle yatar o şehirle kalkarız. Adı sanı pek duyulmayan şehir ülkenin bir numaralı gündemi haline geliverir. Bölge halkı şehirlerinin isminin çok geçmesine mi sevinsin ya da şehrin olayla birlikte zikredilip dillere pelesenk olmasına mı üzülsün?
Balıkesir’in bir Susurluk ilçesi var malumunuz.
Bilmediğimiz bir ilçe iken 1996 yılında ilçe sınırları içerisinde meydana gelen
bir trafik kazası ilçeyi, ülkenin ve dünyanın gündemine taşıdı. Çünkü araçta
bulunan şahıslar: Devlet-siyaset-mafyayı temsil ediyordu. Yıllarca konuşuldu,
“Aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri yapıldı. Devlet şeffaflaşacak
dendi. Adına raporlar hazırlandı. Sonuç, sıfır elde var sıfır.
Ayranıyla meşhur ilçemiz ismi geçince bilinçaltımızda başka çağrışımlar yapıyor
artık.
Şimdilerde gündemde Karaman'daki cinsi sapık olayı var.
Herkesin güvenini kazanmış bu sapık, parmak kadar masum çocuklara taciz etmiş.
Karaman'la yatıyor, Karaman'la kalkıyoruz artık. Siyasiler, gazeteciler, köşe
başlarını tutmuş yetkililer görsel ve yazılı medyada suçlu arıyor, suçlu
ararken de birbirlerini suçluyorlar. Bisküvisi ile meşhur Anadolu'nun bu
şehri ne ile anılır hale geldi. Karaman Karaman olalı böyle eziyet görmedi dense
yeridir. Lokal bir olayı irdeleyeceğiz diye şehrin adını zikrederek şehirleri kirletiyoruz.
Yapılması gereken, bundan sonra böyle mağduriyetlerin yaşanmaması için ne gibi
tedbirler almalıyız sorusuna cevap aramak olmalıdır. Bu olay ulu orta konuşulmaya
devam ettikçe en fazla incinen/ler her gün ölmeye devam edecektir. Bir anlık
rezillik yapmaya ömrümü veririm modundaki beyni uçkuruna bağlı sapık, içeride
devlet gözetiminde vezirliğini yaşıyor. Onun attığı bir taşı bir şehir, koca
bir ülke çıkaramıyor.
Böyle iç karartan olaylar olduğu zaman aklıma bir fıkra gelir: “Papazın
biri kilisede kürsüye çıkar. Garibim vaaz verirken sesli bir şekilde yellenir. Cemaatinin
karşısında mahcup olur. Toplum içerisine giremez. Sonunda kararını verir. Çok
sevdiği memleketini terki diyar eder. 10 yıl başka şehirlerde ikamet eder.
Unutulmuştur artık diyerek gözünde tüten memleketine geri gelir. Şehrin
girişinde 12 yaşlarında bir çocuk vardır. Beldesi hakkında biraz nabız yoklamak
amacıyla çocukla konuşmaya karar verir: Yavrum! Adın ne senin, kimin oğlusun,
kaç yaşındasın der. Çocuk: Adım Hans, bakkalın oğluyum, papazın yellenmesinden
2 yıl sonra doğmuşum” cevabı verir. Yellenmesinin milat kabul edildiğini
gören papazın dertleri yeniden depreşir böylece. 2013 yılında da Papa,
Vatikan’da ayyuka çıkan seks skandallarıyla ilgili olarak sağlığını gerekçe
göstererek istifa etmek zorunda kalmıştı. Vatikan’daki bu menfur skandal beterin
beteri var dedirtti herkese.
Karaman’daki çocuk
istismar olayı ise maalesef yellenmenin de ötesine geçerek adam üstüne
pislemiş, pisliğini de etrafına bulaştırmış. Kokusu kolay kolay gitmeyecek
şekilde etrafı kokutmaya devam edeceğe benziyor. Her Karaman zikredilişinde bu olay çağrışım
yapacak maalesef. Orada meskun mahal olan yaşıtı her çocuğu gördüğümüzde acaba,
bu çocuk mu sorusu aklımıza gelecek…Ben üzülüyorum gerçekten böylesi vuku bulan
olayların dillerde pelesenk olmasına. Çünkü eşekten
düşen başkası, ocağı sönen başkası, hayatı kararan başkası. Bizimkiler yara
sarmaktansa hamasi duygularla türkü çağırmaya devam ediyor.
Büyükler,
gelin çocuklar üzerinden kavga etmeyelim. Bu çocuklara iyi bir gelecek
hazırlamak için el birliğiyle hareket edelim. Birbirimize saldırıp
yaralamayalım. Yeniçeri gibi kelle avcılığı yapmayalım. İhmali olan varsa
temize çıkarmaya çalışmayalım. Kötülüğe giden yolları tıkayalım hep birlikte. Üstelik
böylesi olaylarla şehirlerimiz de lekeleniyor. Peki, olayları nasıl
isimlendirelim dersen, elinin körü derim. Şehirlerimiz temiz kalsın, adına ne
dersen de… 11/04/2016
14/04/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
14/04/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
8 Nisan 2016 Cuma
Talkın-salkım meselesi
Bir seneyi aşkın bir zamandır Cuma namazlarını aynı
camide kılarım genelde. Hutbeden sonra kılınan Cuma namazında hocamız birinci
rekatta Asr süresini, ikinci rekatta da İhlas süresini okuyor hep. Hakkını yemeyelim, bir defasında farklı
okumuştu. Bu güne kadar hep aynı süreleri okuduğunda vardır bir hikmeti dedik,
farklı okuduğunda da vardır bir hikmeti dedik.
Bugün namaza daha erken gittim. Her zamanki gibi
vaaz veriyordu. Kendimi verilen vaaza kaptırdım. Hocamız: “Süreleri
ezberleyelim, sadece kısa süreleri ezberlemeyelim, uzun süreleri de
ezberleyelim, uzun ayetleri de öğrenelim. Namazda sadece kısa süreleri, aynı süreleri
okumayalım” dedi. Az sonra ezan okundu. Fatiha diyerek Cuma namazına başladık.
Hutbe irad edildi. Farz namaza geçildi. Merakla bekledim. Zam’ı süre olarak ne
okuyacak diye. Çünkü kendisi hep kısa ve aynı süreleri okuyordu her Cuma
namazında. Sanırım öz eleştiri yaptı. Bundan sonra farklı süre okuyacak diye
bekledim. Nerdeee? Hocamız yine birinci rekatta Asr, ikinci rekatta da İhlas
süresini okumaz mı?
Yıllar öncesinde bir caminin cemaati hep aynı
süreleri okuyan imamları için “Bıktık şu İnnâ a’taynâ ile gulhü’den demişlerdi.
Bizim bıktığımız falan yok sadece çelişki dikkatimi çekti.
Be mübarek oldu mu şimdi yaptığın? Hangi süreyi
okursan oku, biz zaten alışmıştık o iki küçük süreye. Camide senin vaazını
dinleyen cemaat var. Kendi kendini niye bağlıyorsun? Yoksa vaaz yaparken
okuduğun metnin, cümlelerin nereye gideceğini düşünemedin mi? Yoksa vaazda ne
söylediğini hatırlamıyor musun? Yoksa zaten cemaat dinlemiyor diye konuşmuş
olmak için mi konuştun ya da okudun? Sakın bana vaazda okuyacağım yere bakmamıştım, ne yazdığını da bilmiyordum deme.
Bu senin yaptığına ne denir biliyor musun? “Ele
verir talkını, kendi yutar salkımı.” Sonra mübarek insan, “Niçin yapmayacağın
şeyi söylüyorsun?” Keşke bugün bari farklı ayet veya süre okusaydın…
Buradan anlayacağımız, "Senin dediğini yapacağız ama gittiğin yoldan gitmeyeceğiz."
Allah
hayrını versin emi senin!.. 08/04/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)