15 Ocak 2016 Cuma

Eyvah, Denetim Var!

—Efendim, yeni yönetici oldum. Bir de denetim falan yapıyorlarmış. Teftiş esnasında neler istiyorlar. Bana yardımcı olur musun?
—Bir defa protokol kurallarını iyi bileceksin. Onları kurumun dış kapısında karşılayacaksın. Önlerinden yürümeyeceksin. Ceketin ilikli olacak, elinde de ajandan. Eşinden görmediği ilgi ve alakayı onlardan esirgemeyeceksin. Onlara hitap ederken “Efendim” diyeceksin. Sana “Müdür Bey, bize çalışma odası olarak nereyi ayarladın” dedikleri zaman sakın ola ki memur odasını ayarladım falan deme.
—Ne olacak da orayı ayarladığımda?
—“ İyi sen oraya git, biz burada çalışacağız” diye senin odanı işgal ederler.
—Sonra ne yapayım?
—Sakın ola ki, “Efendim, ben de yeni atandım, hiç denetim geçirmedim. Bizim de rehberliğe ihtiyacımız vardı” falan deme. Çünkü, “ Ben denetime geldim arkadaş. En nefret ettiğim şeydir rehberlik” cevabını alırsın.
—Başka?
—Ne isterse vereceksin. Eksik bulduğu her şey için “Tamam efendim, hemen düzeltelim. Bundan sonra buyurduğunuz gibi yapayım” de. Bir taraftan da ajandana yazmaya çalış. Önün yine ilikli olsun.
—Doğru yaptığım bir şey varsa hakkımı savunurum.
—İşte o zaman hapı yutarsın. Bir defa denetlenen insanın doğrusu olmaz. Denetleyenin yanlışı da doğrudur, doğrusu da. Eğer senin yanlışını bulduğu zaman “Efendim benim ki doğru, ya da bu şekilde de olamaz mı” falan deme.
—Doğru olduğuna inandığımı savunursam ne olur?
—Ben ısrar ettim doğru diye. Bana “Getir delilini” dedi. Kendisi de kendisine ait olan sitesini açmaya davrandı. Bir taraftan da “Ben matematikçiyim. Yanlış diyorsam yanlıştır. Şimdi sana sitemden göstereceğim“ dedi. O, sitesini açarken ben de ilgili tebliğler dergisindeki öğretim programını getirdim. İşte hocam dedim. Beyefendi de o esnada kendi sitesine bakmakla meşguldü. Bana, “Bir dakika müdür, amma sabırsızsın” dedi. Sonra “Bu benim dediğim önümüzdeki yıl uygulanacak. Sana yardımcı olması için masaüstüne kopyalıyorum” dedi.
—Yani senin görüşün mü doğru çıktı?
—Maalesef. Vara doğru çıkmayaydı. Sonra başıma gelmedik kalmadı.
—Ne yaptı?
—Bana branşımı sordu. Din Kültürü dedim. “Getir” zümreleri dedi. Zümrelerin içerisinden Din Kültürü zümresini seçip çıkardı. Okudu. Sonra “Din öğretmenini çağır” dedi. Çağırdım. İkimiz de ayaktayız. Bizim zümreyi önümüze attı, “Bu ne diye?” Ne oldu hocam dedim. “Birinci dönem zümresi ile ikinci dönem zümre gündemine aynı maddeleri almışsınız. Kopyala yapıştır yapmışsınız. Siz kimi kandırıyorsunuz” dedi. Din kültürü öğretmenim, “Hocam bir daha dediğiniz gibi yaparız inşallah” dedi. “İnşallah, maşallah diyorsunuz da bu işler böyle olmaz. Biz de Müslümanız, siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz, bunu tekrar yapacaksınız” dedi. Gittik zümreyi dediği gibi yaptık, yanına pardon huzuruna vardık. “Hocam yaptık” diye. “Siz ne zaman yaptınız. Bir defa müdür bey gündem maddeleri yazılı bir şekilde seni şu gün, şu saat toplantıya çağırdı mı” dedi din kültürü öğretmenime. “Hayır efendim, aciliyete binaen hazırladık” cevabına karşılık, “Olmaz efendim. Toplantının, gündem maddeleriyle beraber müdür tarafından resmi yazıyla duyurulması gerekir” dedi. “Biz de tamam dedik.
—Bu beyefendi takmış size desene.
—Hem de ne takma efendim. İşin garibi din Kültürü öğretmenimin kendisinin hazırladığı zümreyi İstanbul’daki müfettişler gittikleri okullarda öğretmenlere örnek zümre diye göstermişlerdi.
—Sonra ne oldu efendim?
—Beş katlı binayı yardımcı olmadan tek hizmetliyle ödenek sıkıntısı çekerek nasıl yönetiyorsun demeden, 3,5 sayfa eksik yazdırdı. Eksik buldukça sevindi. Yardımcı müfettişlerine emir ve talimatlar verdi durmadan.
—Ne kadar durdular?
—10 gün
—Soruşturma falan açtı mı?
—Açmadı. Vedalaşırken “Müdür Bey işimizi bitirdik, biz o kadar eksik yazdık ama endişe edecek bir durum yok. İçin rahat olsun. Şimdi içeceğimiz çaylar senden” dedi.
—Nasıl yani. Daha önce bir şeyler yiyip içmediler mi?
—Yediler, içtiler ama kendi paralarıyla yediler içtiler. Bizim “Bizden olsun” teklifimize, “Teşekkür ederiz müdür bey ama bizim prensibimiz değil” diyerek nazikçe geri çevirdiler.
—Valla helal olsun. Yediklerinin içtiklerinin parasını vermeleri takdire şayan.
—Dahası var. Okuldan ayrıldıktan sonra hem kendi okuluma ait hem de başka okula ait benden bir evrak istediler. Götürdüm. Ayrılırken hakkını helal et müdür bey dedi, sarılıp vedalaştı. 15/01/2016

13 Ocak 2016 Çarşamba

Evlenmede tercihlerimiz*

Toplumun temeli ailedir. Sağlıklı toplumlar için iyi bir aile ortamı olması gerekir. Her geçen yıl evlenenlerde bir azalma, boşanmalarda ise bir artış göze çarpmaktadır.

“TÜİK’in 2014 verilerine göre geçen yıl evlenenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0.1 azalırken, boşanan çiftlerin sayısında ise yüzde 4.5’luk artış oldu.”

Evlenmelerdeki azalmanın, boşanmalardaki artışın sebebi nedir? Bunun üzerine kafa yormamız lazım. Çünkü aile yapımızdaki bu bozulma topluma da olumsuz sirayet edecektir. Evlenme ve boşanmalarda çok değişik etkenler vardır. Ben burada boşanma nedenlerinin arkasında evlilik tercihlerimizin yattığına işaret etmek istiyorum.

Eskiden eş aranırken -gönlümüzde ne beslersek besleyelim- “Nasıl bir eş arıyorsun” dediğimizde “Hayırlı bir nasip” cevabı  ön plana çıkardı. Şimdilerde ise  eş adayı arama kriterleri değişti. Buna paralel olarak boşanmalar da arttı.

Eş adayı arayanlara “Kriterin nedir? Adayda hangi özellikler olmalıdır?” dediğin zaman “Çalışan olmalıdır.”  cevabını alırsınız. “Efendim ücretli çalışan var. Olur mu?” dediğimizde “Biz kadrolu arıyoruz.” Cevabıyla karşılaşırsınız. Güneydoğu’da çalışan biri zorunlu hizmetten kurtulmak için Batı’da zorunlu hizmete tabi olmayan bir aday aramaktadır.  Çevremiz evlenmiş-boşanmış, evlenmemiş/evlenememiş, yaşı ilerlediği halde bekar kalanlarla dolu. Boşanmalar arttıkça evlenecek adaylarda da “Acaba ben de geçinemez, boşanır mıyım” endişesi bilinç altlarına yerleşmeye başladı.

Gidişat böyle devam ederse toplumun mihenk taşı olan aile diye bir kavram kalmayacaktır. Eşler tercihini yapıyor, boşanmada aceleci davranıyor. Ya orta yerde kalan çocuklar, işte esas darbeyi bu parçalanmış aile çocukları yemektedir. Konya’nın merkez bir okulunda çalışan bir dostum, “500 öğrencisinden 400 tanesinin parçalanmış aile çocuğu” olduğunu söyleyince içim paralanmıştı gerçekten.

Halbuki eski düşüncemiz ne güzeldi: Allah'tan hayırlı bir nasip diye. Şimdilerde sanki eş aramıyoruz. Maaşlı birini arıyoruz. Çünkü çift maaş girerse bir eve, daha çabuk ev sahibi oluruz. En iyi modelli arabalara kavuşuruz. Standardı yüksek bir yaşantımız olur. Çocuğumuza en iyi imkanları sağlar ve bırakırız. Mutluluğu çok parada arıyoruz.

Tercihimizi yapıp çift maaş girmeye başlayınca beklediğimiz mutluluğun bir türlü gelmediğini gördüğümüzde bileğimize taktığımız altın bileziğe güvenerek çocuğumuz var demeden hemen ayrılma yolunu seçiyoruz. Çünkü kendimizin zaten bir sosyal güvencesi var. Ardımızda ise dağ gibi bize çocukluktan beri kol kanat geren, korumacı  bir annemiz var.

Eskiden kız evden giderken baba; ” Kızım, gelinlikle girdiğin evden kefeninle çıkarsın” diyerek kızının evliliğin zorluklarına katlanmasını, yuvayı dişi kurdun yaptığını ifade etmek isterdi. Şimdiki ailelerde özellikle kız annelerinde çocuğuna karşı aşırı bir korumacılık olduğu göze çarpmaktadır. Yazımdan sakın ola ki, boşanmalarda hep bayan eş ve annesi suçlu anlamı çıkarılmasın. Her boşanmanın kendine göre özel sebepleri vardır. Bir yerde sorun varsa tek taraflı olmaz. Sadece oranları farklıdır. Aşırı korumacılık ve sosyal güvence bu nahoş durumu tetiklemektedir. Bu boşanmalar maalesef sadece karı-koca çalışanlarda değil, çalışmayanlar da artışa sebebiyet vermektedir. Ben tekrar ediyorum nedenlerin en önemlisi, çocuğumuza karşı aşırı korumacılık.

Burada her ne şekil ve şartta olursa olsun evliliğini devam ettiren aile bireylerini özellikle çalışan eşleri tebrik ediyorum.

Eş adayı aramalarda yine eskisi gibi, ”Helal süt emmiş, Allah'tan hayırlı bir nasip” isteyen ve arayan adaylara, anne babalara selam olsun.

Gelin “Allah’ın en hoşlanmadığı helal: boşanmadır” helaline karşı çıkalım.

*13/01/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Hayata dair kopyalar= Altın öğütler


Dünyaya tekrar gelinmez, bunu biliyorsunuz. Ama farz edelim ki tekrar geldiniz. Ne yapacağım, ne işle iştigal edeyim diye hiç düşünme.

Faraziye üzerine konuşma. Gerçeklerden hareket et dersen. Mutlaka oğlun, kızın vardır. Ya da torunun. Bu söyleyeceklerim onlar için bir ışık kaynağı olabilir.

İş için devlete kapağı atmaya çalış. Emekli oluncaya kadar rahat edersin. Hiç sırtın terlemez. İş garantin var. Geleceğin patronun iki dudağı arasında olmaz. Gelmek istemediğin zaman önce yıllık izinlerini kullan. Sonra 10+10 mazeret iznini. İşe gelmek istemediğin zaman hastaneye git muayene ol. Tahlilleri öğleden sonra al. Bu muayene işini de zaman zaman kullan. Ardından 20+20 tek hekimden rapor al. Sonra istediğin kadar heyet raporu. Bütün bunları kullandın mı? Ardından bakmakla yükümlü olduğun birine yılda toplamda 6 ay refakat izni al. Geriye daha çalışacağın zaman kalırsa çalıştığın müdürün sana kafa izni versin. Seni idare etsin.

Mesai kavramı da çok önemli değil. Geç gelip erken çıkabilirsin. Kurumunda bulunmak zorunda olduğun zaman iş yapmana gerek yok. Her kurumda azim ve gayretli olanlar var. Onların sayesinde bir parazit gibi yaşamaya devam edersin. Kazara iş yapman gerekti mi? İşini düzgün yapma. İşini düzgün yaparsan ihale hep sende kalır. Hep yanlış yap. Böylece amirin sana iş vermez. Kurumunda yerin vardır. Git orada otur. Doğruluk ve dürüstlüğü de kimseye verme.

Sana amirin bir şey söylerse hep mazeret uydur. “Arabam bozuldu, otobüsü kaçırdım. Çocuğum hasta. Eve kayın validem geldi. Taksitlerimi ödeyeceğim” gibi  her güne farklı bir mazeret uydur. Biliyorsun “İki günü eşit olan ziyandadır” hadisi çerçevesinde her güne yeni, farklı bir mazeret ve gerekçeyle uyan.

Zaman zaman bir densiz çıkar seninle uğraşmak isterse; “Ben bu davaya yıllar yılı hizmet ettim, karşılığı bu mu olacak de. Yok mevcut yönetime aykırı bir duruşun varsa; benim görüşüm,, sendikam, dünya görüşüm ve partim farklı olduğu için bana bunu yapıyorlar “ diyerek ortalığı velveleye ver.


Emekli olduktan sonra da “Devlete 25 yıl hizmet ettim” diye göğsünü kabarta kabarta gez.

Ben böyle yaparsam işler ne olacak diye düşünme. Devletin malını hep deniz bil. Sen musluk akarken testini doldurmaya bak. Devleti sırtlayanlar asgari ücretlilerdir. Hepimiz onların tepesinde tepiniyoruz. Üretenler de onlar. Çalışanlar da. Terleyenler de.

Sana zaman zaman bu dünyanın ötesi de var. İşlerimizi doğru yapalım diye cins ve gıcık birileri çıkar. Onların sayıları azdır. Zaten sevenleri de olmaz. Kulak ardı et gitsin. Çünkü onlar anlayışsızdır zaten.

Aman sen alnını falan terletme. Boşa gitmesin. Senin nefes alman bile bir nimet. Bu dünya senin kıymetini bilmiyor. Sen gününü gün etmeye çalış.


Biliyorum senin aklın Şeytan'da bile yok. Bunları sen zaten yapıyorsun. Benimkisi hadsizlik. Sana akıl vermek benim ne haddime.13/01/2016

11 Ocak 2016 Pazartesi

Vergi mükellefinin böylesi


Meslektaşlarının özel ders verdiğini haber alan bizim uyanık, sanal aleme “……… dersten özel ders verilir. Özel ders almak isteyenler aşağıdaki numarayı arasın.” Şeklinde bir de ilan verir.

Bir ay boyunca özel ders alacak birinden telefon bekleyen öğretmeni bilinmeyen bir numara arar: “Özel ders veriyor musunuz” diye. Bizimki sevinçten dört köşe olmuştur. İlk müşterim oldu. Arkası da gelir diye. 

Arayan kişi vergi memurudur. “Maliyeye bir uğrayın” sözüyle bizimkisi daha iş yapmadan ne yaptığının farkına varır. Ama iş işten geçmiştir. Ertesi günü maliyeden emekli amcasının selamıyla maliyeye gider. Selamı alan görevli önce tutanağı tutar. Sonra da bir tane muhasebeci bul. Sen vergi mükellefisin. Vergi levhası çıkart. Muhasebeciler bu işi bilir” der. Ertesi günü  babasının tanıdığı bir muhasebeciye gider. Vergi levhası çıkartır. Bizim devlet memuru artık bir vergi mükellefidir. Tanıdık muhasebeci, tutanak üzerinden hareketle 657’ye tabi devlet memurunu ilan verdiği tarih olan 1 ay öncesinden vergi mükellefi yapar. Muhasebeci, vergi mükellefi olan bizim mükellefe 1000 TL masraf çıkartır. Emsallerinin masrafı 500 TL’yi bulurken bizimkisinin masrafı tanıdık vasıtasıyla katlamalı olur.


Kendim ettim, kendim buldum şarkısını öğrenmeye çalışan bizim 657’ye tabi vergi mükellefi bugünlerde olmayan iş yerini kapatmak  için uğraşmaktadır. “Özel ders ver” dediğimizde de “Tövbeliyim” demektedir. Giden paraya da ucuz kurtuldum derken “Ah bir saatlik bari ders verseydim gam yemezdim”  cümlesi de terennüm ettiği cümlelerinden biridir. 

Hele bir de "Çalışın, benim vergilerimle sizin maaşınız ödenmektedir" demesi yok mu? Bizi de öldüren bu işte. 11/01/2016

10 Ocak 2016 Pazar

Muayenede 2.sıradayım

1999-2000 yıllarıydı. Kahta’da muayene olmak için erkenden hastaneye gittim. Keyfime diyecek yoktu. Çünkü 2.sırayı almıştım. İşim erkenden bitecekti. İçerisi iyice kalabalıklaştı. Ama olsun. Nasılsa sıram vardı.

 Saat 10.00 oldu.  Hastalar girmeye başladı. Benim polikliniğe 8-10 kişi girdi. Muayene olan çıktı. Ben bekliyorum ismim okunacak diye. Bir türlü okunmuyordu. İçeri sordum niye çağırmıyorsunuz diye. “Bekleyin sıradan çağıracağız” dediler. Ben bekleye durayım. Kimse çağrılmadan giren girdi. Çıkan çıktı. Bir iki kaynağı anladım da bu kadar da olmaz ki dedim kendi kendime. O kadar girip çıkana tahammül ettikten sonra, “Ramazan kendini ezdirme, hakkını da yedirme, şu ana kadar geçen geçti. Madem içerdekiler torpil yapıp görevlerini yapmıyor. Sen de kapıya geleni içeri alma” dedim.  Baktım bir polis, yanında 16-17 yaşında bir kız çocuğunun elinden tutmuş içeriye girecek. Fırsat bu fırsat Ramazan. Az önce bir karar aldın. Kalk kararının arkasında dur. Bahtına da polis çıktı ama olsun. Koyduğun kuralı hemen çiğneme dedim ayağa kalktım. İçeri girmeye çalışan polise,
 -Nereye giriyorsun kardeşim. Biz burada niye bekliyoruz. Niçin sıranı beklemiyorsun. Lütfen sıranı bekle.
-Arkadaş haklısın ama yapılacak bir şey yok. Benim girmem gerekiyor.
-Niyeymiş o, sizin özelliğiniz ne?
-Bu çocuk ilaç yutmuş. Onu getirdim. Ben bu hastanenin vukuat polisiyim. Bu benim görevim.
-Geçmiş olsun. Buyurun içeri.
Gördünüz mü bahtsızlığımı? O kadar kişinin girmesine sen tahammül et. Esas girmesi gereken acil vakayı engellemeye kalk. Sonunda polisten sonra beni de çağırdılar. Muayenemi oldum.

 Hastaneden çıkarken baktım. Az önce içeri girmesini engellemeye çalıştığım polis orada, kulübesinde. Eğildim, “Az önceki davranışımdan dolayı kusura bakma” dedim. “Önemli değil. Sen haklıydın. Ben olsam yerinde aynısını yapardım” dedi, vedalaşıp ayrıldım.

Bir muayenem daha böylece sona ermiş oldu. 10/01/2016

Ders almak

1981 yılında orta 2. Sınıf öğrencisiyim. Yanıma sınıf arkadaşım Yusuf geldi. Beni çekti kenara. Sana bir şey söyleyeceğim dedi: “ Falan yerde değerli  bir hoca efendi çıkmış. 12 Eylül  ihtilalini yapan Evren Paşa, tutuklayıp gelmesi için bir polisi görevlendirmiş. Polis tutuklamak için hoca efendinin makamına gelmiş, tam eşikten geçerken sendeleyip yere düşmüş. 2-3 defa tekrar denemiş her defasında ayağı sürçüp yere düşmüş. Sonra, ‘Hocam ben seni tutuklamak için gelmiştim. Fakat yanına gelemedim. Her defasında yere yıkıldım. Şu andan itibaren polisliği bırakıyorum. Bundan sonra sana hizmet için burada kalacağım.’ demiş.”

Sadece bu değil. Başka bir şey daha anlatayım: “ Hoca efendiye  bağlı bir genç, bir kızın peşinden gider. Tam kızla yüz yüze gelip konuşacağı zaman hocası gözünün önüne gelir. Yaptığı işten mahcup olan genç, kızla konuşmadan geri döner. İşte arkadaşım bu hoca, derin bir hoca. Haberin olsun.” Dedi. “ Yusuf, böyle derin bir hocayı kaçırmayalım. Fakat biz öğrenciyiz. Para- pulumuz yok. Oraya nasıl gideceğiz. Onun feyzinden nasıl faydalanacağız” deyince. “Konya'da temsilcisi var. Onun adına tövbe alıyormuş. Haydi gidelim” dedi.

Beraberce gittik. Arkadaşımı içeri aldılar. Beni ayrı bir odaya.  Önce tövbe almam gerekiyormuş. Bizim Yusuf tövbeliymiş demek ki.

Herkes dağıldıktan sonra beni küçük bir odaya aldılar. Beyaz saçlı, beyaz sakallı pîri fânî temsilci beni bekliyordu. Elini öptüm. Bana içinde grubun büyüklerinin isimlerinin olduğu bir liste verdiler. Namaz kılmadan önce bu listeye bakıp bunları gözünün önüne getireceksin dedi. Tövbe almadan önce akşamından, gusül abdesti alıp kimseyle konuşmadan istihareye yatacaksın. Gece rüyanda şu renkleri göreceksin dedi. Oradan çıktım. Kaldığım yurda geldim.

Kaldığım yurtta akşamleyin banyo yapma şansım yoktu. Çünkü yurtta banyo sabah namazından önce  açılırdı. Nöbetçi öğretmene banyoyu açar mısınız dedim. Olmaz dedi.

Ertesi günü iş başa düştü. Bir Cumartesi günü akşamı Kayalıpark'ta bulunan Mahkeme Hamamı'na gittim. Böylece ilk defa hamama gidip gusül abdesti almıştım. Yurda geldim benimle konuşmak ve beni konuşturmak isteyenlere elimi dudağıma götürerek susun diyordum. Anlayanlar anladı. Anlamayanlardan kaçarak  yatağıma çıkıp yattım erkenden. Sabahında uyandığımda da herhangi bir renk gördüğümü hatırlamıyorum.

Her gün ders çıkışı yurda gitmeden tövbe almaya gittiğim yere gittim. Ders aldım. Bir iki ay gidip gelmem devam etti. Sonrasında da gidip gelmeyi bıraktım.  Benim ders almam da bu şekilde sona erdi. 10/01/2016

Belki de çocuğumu o sahte öğretmene verecektim

-Ben de Görmüştüm Bir Zamanlar sahte Öğretmen-

2001 yılında Adıyaman’da görev yaparken meslektaşlarımın ısrarı üzerine izcilik belgesi almak için ilçemizde açılan bir izcilik kursuna katılmıştım. Çok sıkı ve ciddi bir eğitime tabi tutulduktan ve belgeyi almaya hak kazandıktan sonra kursiyerlerle beraber otobüsle Şanlıurfa'ya gittik.

Seyahat esnasında “Herkes anı, şiir, fıkra, şarkı vb şeyler söylesin” dendi. Kimi gönüllü kalktı, konuştu, kimi ısrar üzerine kalktı bir şeyler söyledi. Ben de bir fıkra ile çorbada tuzum olsun diyerek kalkıp otobüsün önüne geldim. Elime mikrofonu aldım:
“Arkadaşlar, öbür dünyada her milletten Cehennemlik olanları ayrı ayrı çukurlara doldurmuşlar. Kaçmasınlar diye her çukurun başına ikişer Zebaniyi bekçi olarak koymuşlar. Türklerin çukurunun başına hiç nöbetçi koymamışlar. Diğer milletler, “Ya Rabbi! Her milletin başında Zebani var. Türklerin başında yok. Ama haksızlık bu” demişler. Allah, “Haksızlık falan yok. Türklerden biri çukurdan kaçmaya çalışırsa aşağıdakiler ayağından çeker, çıkamazlar demiş” şeklinde bir fıkra anlattım. Fıkranın bitiminde dinleyenlerin gülmesi beklenir. Tam millet gülmeye başlamıştı ki, en arkada oturan, yeşil elbiseli bir meslektaşım –sandığım- hemşerim elini kaldırdı. “Hemşerim, fıkrana itiraz ediyorum. Biz Türkler asla haset etmeyiz, çekememezlik nedir bilmeyiz, bunlar uydurma” diyerek fıkramı anlatıp anlatacağıma pişman etti. Millet de gülmekten beter oldu. Hemşerimin hamasi duyguları kabarmıştı.     “ Hemşerim, anlattığım bir fıkra. Elbette uydurmadır. Her fıkra, insanları güldürürken düşündürmeyi amaçlar. Her millette az-çok haset ve çekememezlik vardır. Ben Türk olduğum için Türk dedim. Bir başkası, İngiliz der. Sen de Ermeni dersin, olur biter” dedim ve yerime oturdum.

O yılın Eylül ayında önce Adana’ya ardından da Konya’ya nakil oldum. Aradan 5-6 yıl geçti. Bir gün basında “Sahte öğretmen kayıplara karıştı” haberini okudum. Burası Türkiye dedim. Her meslekte sahtelikler olur. Milli Eğitim büyük bir camia. Aralarına sızılmıştır dedim. Sayfadan gözümü çevirirken resmi gözüme çarptı. Resim tanıdıktı. Adıyaman’da aynı ilçede çalıştığımız ve izcilik liderlik kursunda beraber kurs gördüğümüz ilkokul öğretmeni kursiyerden başkası değildi. Üstelik hemşerim olması hasebiyle zaman zaman da muhabbet etmiştik. Girişken bir yapısı vardı. Bizim kursumuzdaki başkanımızdı aynı zamanda. Kursu veren Ankara’dan gelen hocalarla da arası iyiydi. Her türlü organizasyonda baş rolde ve baş aktör idi. Üzerine giydiği yeşil elbiseden ve isim benzerliğinden dolayı o yıllarda aranan yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’a benzetilmiş ve  “Aranan yeşil bulundu” cümlesi  kursiyerler arasında espri konusu bile yapılır olmuştu.

Gazetelerin yazdığına göre, kendisi iki yıllık ön lisans mezunu birisi. Ağabeyi veya kardeşinin 4 yıllık diplomasına kendi fotoğrafını yapıştırır, kendi adını ve soyadını da yazar.  Kendisine mal ettiği diploma ile MEB’e sınıf öğretmeni olarak müracaat eder. İlk ataması Isparta’ya yapılır. Orada birkaç yıl çalıştıktan sonra zorunlu hizmetini yapmak üzere Adıyaman’a tayin olur ve orada çalışmaya devam eder. Sanırım toplamda 10 yıldan fazla öğretmenlik yapmıştır.

Sahte diplomayla sahte olarak başladığı öğretmenlik serüveni eşiyle arasının bozulmasıyla ortaya çıkar. Bir gece kimsenin haberi olmadan eşyasını, kiraladığı kamyona yükleyerek izini kaybettirir. Sonra yakalandı mı bilmiyorum. Ama dile kolay 10 yıl öğretmenlik. Sahte öğretmenliği 10 yıllık bir tecrübe kazanmıştı. Belki de iyi bir öğretmen olmuştu. Belki de gerçek öğretmen olanların eğitimi getirdiği noktayı beğenmedi. Ben bu halimle düzeltirim diye yola çıktı, kim bilir? İzcilikte beraber kurs görürken verdiği vatansever tavrı, iş yapma azmi beni kendisine hayran bırakmıştı. Orada biraz daha durmuş olsaydım belki de tercih sebebi olarak çocuğumu o öğretmene verecektim. Demek ki insanlar göründüğü gibi olmayabiliyor. Ya da kendilerini bu şekilde gizliyorlar.

Basında  sahte diplomalı 50-60 öğretmen tespit edildi haberini okuyunca 10 yıl önce tespit edilen sahte diplomalı tanıdığım aklıma geldi. İnşaallah yaptığıyla yüzleşmiştir. Yetkililer de atamalarda her türlü sahteliğin önüne geçecek tedbirleri almakla yükümlüdürler. Çünkü mevzu bahis olan çocuklarımızdır. 10/01/2016