Ana içeriğe atla

Eyvah denetim var!..

.
-Efendim, yeni yönetici oldum. Bir de denetim falan yapıyorlarmış. Teftiş esnasında neler istiyorlar. Bana yardımcı olur musun?
-Bir defa protokol kurallarını iyi bileceksin. Onları kurumun dış kapısında karşılayacaksın. Önlerinden yürümeyeceksin. Ceketin ilikli olacak, elinde de ajandan. Eşinden görmediği ilgi ve alakayı onlardan esirgemeyeceksin. Onlara hitap ederken “Efendim”  diyeceksin. Sana  “Müdür Bey, bize çalışma odası olarak nereyi ayarladın” dediği zaman sakın ola ki, memur odasını ayarladım falan deme.
-Ne olacak da orayı ayarladığında?
-“ İyi sen oraya git, biz burada çalışacağız” diye senin odanı işgal ederler.
-Sonra ne yapayım?
-Sakın ola ki, “Efendim, ben de yeni atandım, hiç denetim geçirmedim. Bizim de rehberliğe ihtiyacımız vardı” falan deme. Çünkü, “ Ben denetime geldim arkadaş. En nefret ettiğim şeydir rehberlik” cevabını alırsın.
-Başka?
-Ne isterse vereceksin. Eksik bulduğu her şey için “Tamam efendim, hemen düzeltelim. Bundan sonra buyurduğunuz gibi yapayım” de.  Bir taraftan da ajandana yazmaya çalış. Önün yine ilikli olsun.
-Doğru yaptığım bir şey varsa hakkımı savunurum.
-İşte o zaman hapı yutarsın. Bir defa denetlenen insanın doğrusu olmaz. Denetleyenin yanlışı  da doğrudur. Doğrusu da. Eğer senin yanlışını bulduğu zaman “Efendim benim ki doğru, ya da bu şekilde de olamaz mı” falan deme.
-Doğru olduğuna inandığımı savunursam ne olur?
-Ben ısrar ettim doğru diye.  Bana “Getir delilini” dedi. Kendisi de kendisine ait olan sitesini açmaya davrandı. Bir taraftan da “Ben matematikçiyim. Yanlış diyorsam yanlıştır. Şimdi sana sitemden göstereceğim “ dedi. O, sitesini açarken ben de ilgili tebliğler dergisindeki öğretim programını getirdim. İşte hocam dedim. Beyefendi de o esnada kendi sitesine bakmakla meşguldü. Bana, “Bir dakika müdür, amma sabırsızsın” dedi. Sonra “ Bu benim dediğim önümüzdeki yıl uygulanacak. Sana yardımcı olması için masa üstüne kopyalıyorum” dedi.
-Yani senin görüşün mü doğru çıktı?
-Maalesef. Vara doğru çıkmayaydı. Sonra başıma gelmedik kalmadı.
-Ne yaptı?
-Bana branşımı sordu. Din Kültürü dedim. “Getir” zümreleri dedi. Zümrelerin içerisinden Din Kültürü zümresini seçti, çıkardı. Okudu. Sonra “Din öğretmenini çağır” dedi. Çağırdım. İkimiz de ayaktayız. Bizim zümreyi önümüze attı, “Bu ne diye?”  Ne oldu hocam dedim. “Birinci dönem zümresi ile ikinci dönem zümre gündemine aynı maddeleri almışsınız. Kes-kopyala yapmışsınız. Siz kimi kandırıyorsunuz.” Dedi. Din Kültürü öğretmenim, “Hocam bir daha dediğiniz gibi yaparız inşallah” dedi. “İnşaallah diyorsunuz da biz de Müslümanız, siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz, bunu tekrar yapacaksınız” dedi . Gittik zümreyi dediği gibi yaptık, yanına pardon huzuruna vardık. “Hocam yaptık” diye. “Siz ne zaman yaptınız. Bir defa Müdür Bey gündem maddeleri yazılı bir şekilde seni şu gün, şu saat toplantıya çağırdı mı” dedi Din Kültürü öğretmenime. “Hayır efendim, aciliyete binaen hazırladık” cevabına karşılık “Olmaz efendim, toplantı, gündem maddeleriyle beraber müdür tarafından resmi yazıyla duyurulması gerekir” dedi. “Biz de tamam dedik.
-Bu beyefendi takmış size desene.
-Hem de ne takma efendim. İşin garibi Din Kültürü öğretmenimin kendisinin hazırladığı zümreyi İstanbul’daki müfettişler gittikleri okullarda öğretmenlere örnek zümre diye göstermişlerdi.
-Sonra ne oldu efendim?
-Beş katlı binayı yardımcı olmadan tek hizmetliyle ödenek sıkıntısı çekerek nasıl yönetiyorsun demeden 3,5 sayfa eksik yazdırdı. Eksik buldukça sevindi. Yardımcı müfettişlerine emir ve talimatlar verdi durmadan.
-Ne kadar durdular?
-10 gün
-Soruşturma falan açtı mı?
-Açmadı. Vedalaşırken “Müdür Bey işimizi bitirdik, biz o kadar eksik yazdık ama çekinecek bir şey yok. İçin rahat olsun. Şimdi içeceğimiz çaylar senden” dedi.
-Nasıl yani. Daha önce bir şeyler yiyip içmediler mi?
-Yediler, içtiler ama kendi paralarıyla yediler içtiler. Bizim “Bizden olsun” teklifimize, “Teşekkür ederiz Müdür Bey ama bizim prensibimiz değil” diyerek nazikçe geri çevirdiler.
-Valla helal olsun. Yediklerinin içtiklerinin parasını vermeleri takdire şayan. 15/01/2016




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde