13 Aralık 2025 Cumartesi

Olduğumuz Gibi Görünmek

Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy, pek haber izlemesem de izlediğim zaman sunduğu haberleri izlediğim spikerdi.

Konuşması, duruşu, nezaketi, haber sunuşu, habere kendinden bir şeyler katması, çıkardığı konuklara sorduğu sorular ve konuklarına saygısı, ekrandan verdiği pozitif enerjisi, bilgi, birikim ve donanımı hoşuma giden yönleriydi.

Nazarımda, sureti haktan görünen biriydi.

İslamcı bir ailenin çocuğu aynı zamanda.

Gözaltına alınıp tutuklanması ve ardından hakkında çıkan; uyuşturucu, kadınlarla ilişkisi ve bunlara ortam hazırlaması, yenilir yutulur iddialar değil.

Hakkında itiraflar da her gün basında yer alıyor.

İddiaların ne kadarı doğru ne kadarı iftira bilmiyorum. Daha ne tür iddialar ortaya çıkacak, bekleyip göreceğiz. Şu var ki habercilikte bana güven veren ekranların temiz yüzlüsü diye düşündüğüm Ersoy'un düştüğü bu durum beni üzdü. Umarım bu tür iddiaları aslı astarı yoktur.

Ersoy olayı ile birlikte niyetim genelleme yapmak değil. Yalnız gözümün önüne birkaç örnek geldi:

Ersoy'dan önce Habertürk'te görev yapan Veyis Ateş'in adı da kirli işlere karıştı. Bugün kayboldu gitti. Bilmeyenler için söyleyeyim. Veyis Ateş ilahiyat fakültesi mezunu idi.

Büyükçekmece Adliyesinden 75 kilo mücevherat çaldıktan sonra İngiltere'ye kaçan adliye mensubu görevli, komşularının beyanına göre namazında, niyazında ve orucunu tuttuğu, herkesin güvenini kazanmış, elimde ne var ne yok veririm denilen biri.

KOSKi görevlisi iken 2020-2024 yılları arasında vatandaşa ait depozite ücretlerini annesinin hesabı üzerine aktarmak suretiyle 14 milyon lirayı iç eden kadın çalışanın profili gözümün önüne geldi.

Adalar Adliyesinde adli emanette bulunan silahların satılması ve Büyükçekmece Adliyesindeki mücevherat hırsızlığının ardından tüm adliyelerdeki adli emanetlerin incelenmesi durumu ortaya çıkınca, Konya Kulu Adliyesindeki bir kadın görevlinin de adli emanete alt 6 milyon lirayı alıp bu parayla kumar oynadığı kendi itirafıyla ortaya çıktı.

Daha başka örnekler de verilebilir. Türkiye'de akıl almaz yolsuzluk ve hırsızlık bu örneklerden ibaret değil. Görünen o ki hırsızlık, alavere dalavere, herkesi ayakta uyutma bu toplumun genlerine işlemiş. Neresinden tutsan elinde kalır.

Verdiğim örneklerdeki profillere gelirsem, Mehmet Akif Ersoy şöhret basamaklarını çok hızlı tırmanan İslamcı biri. Veysi Ateş ilahiyat mezunu. Altın ve gümüş çalan genç, namazında ve niyazında biri. KOSKİ depozitolarını iç eden başörtülü bir kadın. Kulu Adliyesi adli emanetini soyan da başörtülü bir kadın.

Basına sızmış fotoğraflarına bakılırsa iki kadının başındaki başörtüsü anam babam usulü bir örtme değil. Okumuş, dindar ve mütedeyyin kızların örtünme biçimi.

Burada İslamcı, başörtülü, namazında ve niyazında derken niyetim; İslamcı, namazında ve niyazında başörtülülerden korkulur. Bunlar hep böyle gibi bir mesaj verme niyetim hiç yok. Toptancı olmaktan da Allah'a sığınırım. Ayrıca hırsızlığının, çalıp çırpmanın, fuhuş ve uyuşturucu kullanmanın dini, imanı, ahlakı olmaz. Bu tip yüz kızartıcı eylemleri başörtülü de yapar, başı açık olanı da. Namaz kılan da yapar, namaz kılmayanı da. İslamcısı da fuhuş yapabilir İslamcı olmayanı da. Çünkü ne de olsa insandır. Nisyan ile maluldür. Her biri çiğ süt emmiştir. Şu yapmaz demeye gelmez. Yalnız ilahiyatçının, namaz kılanın, İslamcılığı savunanın ve başörtüsünü İslam'ın emri gereği örtenlerin, bu tür nahoş şeyleri yapmayacağı ya da yapmamaları gerektiği yönünde, toplumun bir beklentisi var. Toplumun, aynı kötülüğü laik seküler biri veya başı açık biri ya da namaz kılmayan biri yapsa bunlara gösterdiği tepki ile dindarlığıyla nam salmış birine gösterdiği tepki aynı değildir. Dindar ve mütedeyyin birinin yaptığını daha fazla ayıplar. Çünkü İslamcılık bir kimliktir, namaz niyaz ve oruç bir kimliktir. Aynı şekilde İslam'a uygun başörtüsü örtme de bir kimliktir. Bu kimliklerle ortaya çıkanlar yoğurdu hep üfleyerek yemek zorundadır.

Toplumun bu bakış açısını ayıplamamak lazım. Ben de toplumun bakışı gibi bakıyorum bu olaylara. Nerede olumsuz bir şey olsa Allah vere de fail İHL ve ilahiyat mezunu, İslamcı, başörtülü olmasa diye temenni ederim. Çünkü bunların yaptığı her şey güven ve itimadı sarsar.

İslamcı ya da dindar ve mütedeyyin kimlikli kişilerin yüz kızartıcı örnekleri giderek artarsa milletin ilahiyatçıya, İHL’liye, namaz kılana ve başını örtene güveni kalmaz.

En iyisi olduğumuz gibi görünmek ya da göründüğümüz gibi olmaktır. Süreti haktan görünmeyi bir tarafa bırakmak lazım. Bu renge bürünürsek kimse yaptığımızdan şok geçirmez. Kimsenin kimseyle güven problemi olmaz. Kimse kimseye kanmaz. Kimse kimseyi kandıramaz. Neysek o olalım vesselam. 

İngilizlerin İçimize Soktuğu Saplantı

Şimdi ben size sorsam, “İngilizlerin içimize soktuğu saplantı nedir” desem bilir misiniz? Bilmezsiniz. Nereden bileceksiniz. Haliyle cehaletiniz ortaya çıkacak.

Eğer her olumsuzluğu dış güçlere bağlayanlardan iseniz, şunlar, bunlar, onlar diye sayar durursunuz.

Şimdilik dış güçler fobisini ya da savunma refleksini bir tarafa bırakalım. İngilizlerin içimize soktuğu saplantı cehaletinize gelelim.

Öncelikle cahil dediğime kızmayın. Zira ben de her konuda olduğu gibi bu konuda da cahil idim. Ta ki yaşlı amcayı görünceye kadar. Siz de benim karşılaştığım amcayı görseydiniz, bu saplantının ne olduğunu benimle birlikte öğrenirdiniz ve bu yaşımda yeni bir şey öğrendim. Demek ki öğrenmenin yaşı yok dedikleri böyle bir şey olsa gerek derdiniz.

Bir arkadaşla buluşmak için Fatih Çarşısının Yeraltı Sarraflar Çarşısının karşısındaki kapıdan çıktım. Arkadaşın gelmesini beklemeye koyuldum. Buluşma saatine üç dört dakika var. Beklerken fırsatı değerlendireyim dedim. Elimi cebime attım. Şu malum zıkkımdan bir tane çıkardım. Ardından da çakmağı. Tam yakacaktım ki 80’ini devirmiş bastonlu bir amca, bastonu kaldırarak, “Tek yapacağın şu elindekini atmak ve bir daha ağzına almamak. Yap bunu” dedi. İnşallah dedim. Ardından, “Bu, İngilizlerin içimize soktuğu saplantı” dedi. Tamam dedim. Sonra bastonunu tak tuk vurarak başını sallaya sallaya yürümeye devam etti. Bir taraftan da söylene söylene gitti. Sonra gözden kayboldu.

Yaşına göre daha hızlı yürüyen bu amcanın, belli ki çoğumuzun kötü alışkanlığı olan bu zıkkıma karşı bir düşmanlığı var. Hem bununla mücadele ediyor hem de bu zıkkımı içimize sokan İngiliz’e karşı bir tavır sergiliyor ve insanımızı uyarıyor.

Belki de bu uyarıyı kendine misyon edinmiş olmalı ki kışın bu soğuğunda evinde oturmuyor. Çarşı pazar dolaşarak hem yürüyüşünü yaparak sağlıklı ve dinç kalmayı sağlıyor hem de insanımızı uyarıyor.

Merak edip sigara ülkemize ne zaman girmiş, hangi ülke vasıtasıyla biz bu illete bulaşmışız diye Google’a yazdım. Gördüğüm bilgiye şaşırdım. Çünkü Wikipedia’ya göre sigarayı biz İngilizlerden değil de İngilizler ilk defa Kırım Savaşında (1853-1856) sigarayı Osmanlı askerlerinden görerek sigarayla ilk defa o zaman tanışmışlar.

Bu bilgi doğru ise görünen o ki her şeyde dış güçler parmağı aramak bizde yeni moda değil, eskiden beri süregelen bir can simidi. Herhalde bu can simidi bizim yaşam kaynağımız.

Hasılı, sigara, İngilizlerin içimize soktuğu bir saplantı değilmiş. Bizim onlara soktuğumuz bir saplantı imiş. Hep onlardan bize bir saplantı gelecek değil ya. Gördüğünüz gibi bir saplantı da bizden onlara gitmiş. Elleme, oh olsun İngilizlere...

Şimdi ben o amcayı tekrar görsem, amca! Bu meret, İngilizlerin içimize soktuğu bir saplantı değilmiş. Esas bizim onlara soktuğumuz bir saplantı imiş. Haberin olsun desem, “Yeğenim, sen onu benim külahıma anlat. Bu anlayış bile İngilizlerin bize soktuğu bir saplantı. Siz nereden bileceksiniz” der mi? Bence der.

Vergide Katmerli Dönem

Yıllardır abonesi olduğum ev İnternet aboneliğimi sonlandırarak TÜRKSAT ev İnternete geçtim.

15 günlük faturam 374 lira geldi.

Faturanın ayrıntısı dikkatimi çekti. 215,77 lirası İnternet bedeli, diğer geriye kalan 158,23 lirası ise vergi.


Üç çeşit verginin 43,16 lirası KDV, 18,74 lirası ÖTV, 96,33 lirası ise damga vergisi.

Haydi KDV’yi anladım, ÖTV ne? ÖTV’yi anladım, damga vergisi ne? 

Abone olurken görevlinin dediğine göre damga vergisi bir seferlik bu şekil toplu geliyormuş. Sonra bir daha alınmayacakmış. Belli ki damga vergisi toptan peşin alınıyor. İyi de ne belli bu aboneliği iki yıl devam ettireceğim ya da iki yıl yaşayacağım.

Faturanın ne kadarı vergi diye bir hesap yaptım.
215,77 : 374 * 100 = 57,69 çıktı.

Görünen o ki gelen bu faturama % 57,69 vergi uygulanmış. Buna yuvarlak hesap yüzde 58 diyelim.

Eğer bir faturanın yüzde 60'a yakını vergi ise yatıp kalkıp ağlayalım.

Siz bu yüzde 60'a yakını vergiye giden bu faturaya ne dersiniz bilmem. Bilin ki bana normal gelmedi. Bir hizmetten bu kadar vergi alınmaz. Nasıl ki fahiş zam varsa hayatımızda, gördüğümüz gibi verginin de fahişi uygulanmış. Hem de fahişin fahişi.

Tek kelimeyle üzücü bir tablo. Böyle vergi sistemi böyle vergi oranı böyle katmerli vergi böyle verginin vergisi böyle vergi içinde vergi alınmaz.

Bu oran, devletin, benim adım Hıdır, elimden gelen budur demesidir ve anlaşılan o ki tüm gelirini vergiye bağlamış.

Devletin vergi içinde vergiler olan bu vergi anlayışı, tilki fıkrasını aklıma getirdi. Hani tilkinin yüz planı olurmuş. Bu planın 99’u horozu nasıl haklarım üzerine imiş. Devletinki de o hesap. Ben vatandaştan nasıl, hangi yol ve hangi vergi türüyle daha fazla vergi alırım hesabı.

Bu tür vergi anlayışını görünce, esnafa, tüccar, firmalara fahiş satıyorlar diye boşuna kızmayalım. Her esnaf böyle vergi veriyorsa bilelim ki bu fahişlikte en son suç ve en az suç esnafındır. Çünkü esnaf satacağı ürün ve mala bu vergiyi de yansıtacak. Dükkan kirasını, elektrik, su, doğal gaz, personel vb. giderlerini de ürüne ekleyip üzerine kâr marjını koyacak.
Burada derdim gelen fatura miktarı değil, vergi çeşitliliği ve oranı. Değilse devlet mutlaka vergi alacak ama alınacak bu vergi makul ve izah edilebilir olmalı.

Yine bu vergi oranı ve vergi çeşitliliği, vatandaşın sadece vergi mükellefi olarak görüldüğünü akla getiriyor.

Bu kadar çeşit vergiye ve bu orana tek kelimeyle insaf diyorum.