11 Ocak 2021 Pazartesi

Üniversitelerimizi Nasıl Bilirsiniz? *

Boğaziçi Üniversitesine yapılan rektör ataması Türkiye’nin gündemine oturdu. Atanan rektör üzerinden taraflarca olurdu, olmazdı tartışması yapıldı. Boş bir tartışma bana göre. Bu yapısıyla üniversitelerin başına Ali gelse ne olur, Veli gelse ne olur? Bilirim ki bu tartışma bir süre devam eder sonra herkes mevcut duruma alışır gider.

İsterdim ki üniversiteler masaya yatırılsın. Çünkü üniversitelerimiz toplumun beklentilerinden, gençleri mesleğe hazırlamaktan ve Türkiye’nin istihdam alanını gözetmekten, buna göre eğitim-öğretim planı ve bilimsel çalışma yapmaktan, bu ülkeye bir katma değer üretmekten çok uzak. Hatta çoğu üniversite ve çoğu bölümler bu ülkenin sırtında bir kambur.

İsterdim ki üniversitede okuyan öğrenciler arasında, okuduğu bölümden memnun olup olmadığına dair bir memnuniyet araştırması yapılsın. Böyle bir çalışma yapılırsa, yüzde 90’ın üzerinde bir öğrencinin, bölümünden memnun olmadığını görürsek hiç şaşırmayalım. Çünkü istihdam alanı itibariyle birkaç bölüm dışında hiçbir bölüm çocuklara umut vermiyor.

İsterdim ki 20 bin üniversite içerisinde ilk beş yüze giren kaç üniversitemizin olduğu tartışılsın. Görüyoruz ki ilk beş yüzde, otuz yıllık bir geçmişi bile olmayan sadece Koç Üniversitesi var. İlk bine giren üniversitelerimiz arasında sırasıyla Sabancı, Bilkent, Orta Doğu, Boğaziçi, İTÜ, Ankara, Hacettepe ve İstanbul Üniversitesi var. Diğer köklü üniversitelerin sıralamada esemesi okunmuyor. Halbuki çoğu üniversite, rektöründen öğretim görevlisine varıncaya kadar -tepeden tırnağa- tüm personeli belli dini, etnik grup, STK ve düşünceye mensup kişilerden oluşuyor. Buna ahbap çavuş ilişkisi ve beşik ulemalığı da diyebiliriz. Bunların önlerinde akademik çalışma yapmak, bilimsel makale yazmak ve üniversitelerinin itibarını yükseltmek ve korumak için hiçbir engel yok.

İsterdim ki 2020 Mart ayından itibaren bu üniversiteler niçin yüz yüze öğretim yapmıyor, tartışılsın. MEB, “Şu gün açacağım, bugün açacağım, kademeli açacağım, seyreltilmiş eğitim yapacağım, Bilim Kurulunun önerisini bekliyorum…” diyerek verdiği umutlar gerçekleşmese de okullarını açma çabası var. Üniversitelerin böyle bir derdini ben göremedim. Hepsi, 2020-2021 öğretim yılı başlamadan “Biz uzaktan eğitim yapacağız” diyerek köşelerine çekildiler. Herkesin gözü MEB’e bağlı okullarda olduğu için üniversiteler bu uzaktan eğitimi de ne derece yapıyorlar? Bunu bilmiyoruz. Her şeyden geçtim. Mesleği, uygulamaya dayalı tıp, hemşire, ebe, mühendis vs. olanlar, pratik yapmadan ya bir üst sınıfa geçiyor ya da mezun oluyor. Bu kişiler, mesleklerini ne derece sağlıklı ifa edebilecekler, tartışılır. İleride bunlara pandemi mezunu/nesli denirse hiç şaşırmam.

İsterdim ki belli düşüncelere peşkeş çekilmiş ya da parsellenmiş 200’ün üzerindeki üniversitelerimizin, kaçında farklı düşüncede kaç akademisyen var? Hangi üniversite hangi düşüncenin kalesi ya da çiftliği? Belli bir düşünce ve fikrin kalesi olan bu üniversiteler ne derece özgür ve özerk ne derece bilimsel çalışma yapıyor? Adrese teslim öğretim görevlisi almakla, bu ülkede bilim adamı yetişir mi? Üniversitelerin bugünkü durumundan,  her devirde hiç elini çekmeyen siyasilerin payı yok mu? Bunlar tartışılsın. Üniversitelerin bu görüntüsü çok iyi ise aynen devam edelim. Yok, iyi değilse bu hastalığımızdan ne zaman kurtulmayı düşünürüz? Gecikmiş de olsa bunu konuşalım.

Yazımı bitirirken üniversitelerimizin kendini bulabilmesi, bu ülkeye katkı sunabilmesi, bilimsel çalışma yapabilmesi ve itibar kazanabilmesi isteniyorsa, öncelikle şu yolu açmamız lazım: Tüm üniversitelerimiz, her düşüncedeki insanın, bileğinin hakkıyla akademisyen olabileceği yerler olabilmeli. Hiçbir üniversitemiz belli bir düşüncenin kalesi olmamalı. (Mevcut çöreklenmenin önüne geçmek için belli bir süre bir üniversitede görev yapan öğretim görevlilerine rotasyon getirilebilir.) Üniversitelerin yönetim kadroları da birilerine ulufe dağıtılan yerler olmaktan çıkarılmalı. Öğretim görevlilerine de bilime hizmet ve bilimsel çalışmaya teşvik amacıyla yazdığı makale ve alanında yaptığı bilimsel çalışmalara göre performans sistemi getirilebilir.

*15/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

 

10 Ocak 2021 Pazar

Whatsapp Bizi Sırtından mı Atıyor?

—Whatsapp, 08 Şubattan itibaren koşullarını ve gizlilik ilkesini güncelliyormuş. Güncellemeyi kabul edenler yürürlüğe girecek yeni şartları kabul etmiş olacak, kabul etmeyenler ise bu tarihten itibaren Whatsapp hizmetinden yararlanamayacak. Whatsapp bu şartları bize dayatıyor. Zira AB ülkeleri bu kapsama dahil değil. Bu konuda ne dersin?

—Bu şartları ya kabul edip yoluna devam edeceksin ya da başka alternatiflere yönelip onları yükleyeceksin.

—Whatsappı bu durumda kabul etmek demek, mahrem bilgilerimizi kendi onayımızla onlara teslim etmiş olacağız demektir. Çünkü bu yeni güncelleme ile bilgilerimizi kullanabilecekmiş.

—Yahu, mahrem bilginin ne işi var böylesi dijital ortamlarda?

—Ama herkes böyle yapıyor.

—İyi de mahrem bilgiler sır gibidir. Sende kaldığı müddetçe senin esirindir. Bir yere kaydettiğin zaman artık sen onun esirisin. Sonra bugüne kadar Whatsappın bu özel bilgileri kullanmadığına dair bir garantin var mıydı? Belki de çoktandır kullanıyor. Adını, sanını bilmediğin yerlerden sana gelen mesajlar, senin bilgilerinin firmalara satıldığını gösterir. Yani sana özel bilgilerinden istediğini, bal gibi kullandı. Whatsapp böyle bir güncelleme yoluna giderek ileride kendi aleyhine açılacak dava ve tazminatlardan kurtulmak istiyor. Sanki bir başka şeyden daha doğrusu bizden de kurtulmak istiyor gibi.

—Nasıl?

—Şu ana kadar Whatsapp aracılığıyla ve diğer sosyal medyalar aracılığıyla yazdığımız, çizdiğimiz her türlü bilgiler elinde. Bu bilgileri yeterli görmüş olabilir. Çünkü çıktığı andan itibaren topladığı veriler bizim nasıl biri olduğumuzu, yumuşak karnımızın ne olduğunu, neden zevk alıp neden nefret ettiğimizi, sinir uçlarımızı vs fazlasıyla ele verir. Fazlası tekrar olur. Gereksiz depolama olur. Çünkü her bilgiyi depolamak için yeterli depolama gerekli. Fazla tekrar bezdirmiş olabilir.

—Nasıl?

—Whatsaapp, Facebook gibi sosyal medya aracılığıyla o kadar yavan, bayat bilgiler paylaşılıyor ki iyice gına gelmiş olabilir. Belki de bizden istedikleri, ileride kullanabilecekleri özgün bilgiler. Kuru, yavan ve bayat bilgileri ne yapsın?

—Mesela?

—Çoğu dini bilgiler, asparagas ve algıya dayalı haberler, resim formatındaki cuma mesajları

—Cuma mesajları derken?

—Birbirinin aynısının bezerinin fotokopisi olan cuma mesajları perşembe akşamından cuma akşamı geç saatlere kadar dolaşımda. Bu, her hafta devam ediyor. Bunlar da depolamada yer işgal ediyor.

—Anladım.

—Bir de bizim restimize rest diyor olabilir.

—Yani?

—Mesela bazıları, “Yarın tüm fotoğraflarınızın izinsiz kullanabileceği yeni Facebook kuralı yürürlüğe girecek. Bugünün son teslim tarihi olduğunu unutmayın! Paylaşımlarınız mahkemede, size karşı kullanılabilir. Paylaştığınız her şey bugünden itibaren herkese açık hale geliyor, mesajların veya fotoğrafların silinmesine izin verilmiyor. Basit bir kopyala ve yapıştırmanın maliyeti yok, üzgün olmaktansa güvende olmak daha iyidir. Facebook'a veya Facebook ile ilişkili herhangi tüm şirket, marka ve uygulamalara hiçbir fotoğraf, bilgi, mesaj veya gönderimlerimi kullanma izni vermiyorum. Bu açıklama aracılığıyla, Facebook'a bu profilin içeriğini bana karşı kullanma, kopyalama, dağıtma izni vermediğimi beyan ederim. Bu profilin içeriği özel ve gizlidir. Mahremiyet ihlali suçtur. Facebook artık halka açık bir şirkettir.” şeklinde yazılmış bir yazıyı durmadan paylaşıp duruyor. Hatta bazıları bu yazının içine Whatsappı da dahil ederek paylaşıyor. Tüm bunları yani restleri gören Whatsapp, şunlara bir de ben rest çekeyim, bakalım ne yapacaklar demek istiyor olabilir.

—Ne olacak şimdi?

—Olacağı, sanırım büyük çoğunluk alternatiflere yönelecek.

—Hangileri var?

—Telegram, Bip, Dedi gibi

—Telegram hakkında ne dersin?

—Ruslarınmış. Whatsapp kadar kullanışlı imiş.

—Bu güvenilir mi?

—Tekrar başa dönmeyelim. Kime, nasıl güveneceksin? Adı üzerinde Rus yapımı. Büyüklerimiz “Ayıdan post, Rus’tan dost olmaz” derlerdi.

—Bip?

—Adı üzerinde Bip. Yerli deniyor ama çok kapsamlı ve kullanışlı değil. Bir ara çoğunluk Bip’e geçmişti. Sonra herkes terk etti.

—Dedi nasıl isim böyle?

—Beğenemedin mi?

—Sen yükleyeceksin Dedi’yi, karşıdaki yükleyecek Dedi’yi. İki Dedi bir araya gelince olacak bir dedikodu. Zaten yaptığımız da bu değil mi?

—Peki, bu Bip’e ve Dedi’ye güvenilir mi?

—Kendinden başka kimseye güvenmeyeceksin. Bunlar da Whatsapp gibi seni yarı yolda bırakabilir. Bilgilerini paylaşıp satabilir. Hepsi senin gibi çiğ süt emmiş bunların.  Ayrıca yarın bunları Whatsappın almayacağına bir garanti mi var? Çünkü Facebook, hepsine parayı bastırıp alabiliyor. Whatsapp da öyle olmadı mı? Hangi bir firma yüklü miktarda bir parayı görünce satmaya kalkmaz ki…

—Bu durumda ne yapalım?

—Ne yapacağını bilemem. Zira ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Bildiğim tek şey bugüne kadar Whatsappın pazarıydık, bugünden sonra da bir başkasının pazarı olacağız. Bizim kendimize biçtiğimiz rol bu. Birileri yapacak, biz de kullanacağız. Buna sen ister kullanma de ister kullandırma de. Fark etmez. Sonuç aynı kapıya çıkar.

—Konuyu kapatmadan söyleyeceğin var mı?

—Bu mahrem bilgilerin kullanılmasından pek korkmamak lazım. Zaten korkacağımız kadar bilgi ve doküman var ellerinde. Ayrıca tüm konu, Whatsapptaki bilgiler değil ki. Bizler elimizdeki bu telefonlar sayesinde mahremiyetimizi kaybettik zaten. Bunlar sayesinde 7/24 kayıt altındayız. Gittiğimiz yeri de biliyor, girdiğimiz yeri de. Hatta girdiğin yerin neresi olduğunu bilemesen bile “Burayı nasıl buldun. Puanlar mısın” mesajı geliyor sana. O yüzden akıllı telefon kullandığın müddetçe senin hiçbir mahremiyetin yoktur. Yeter ki cemaziyelevvelini pardon mahremiyetini ortaya dökmek istesinler. Senin unuttuklarını bile bir bir sıralar ve gözünün önüne getirirler.

—Ne yapacağız bu durumda?

—Yapacağın tek şey her türlü teknolojide nasılsa bir başkasının velinimetiyiz. Biz onlara müşteri olmaya devam edelim. Tüm bunları yaparken de “Biz öyle bir milletiz ki…” diye övünmeye devam edelim ve hiçbir şey üretmeyelim.

—İçimi kararttın artık. Bu konuşmaya bir son veriyorum.

—Dur hele bir de cuma mesajcılarının içini karartayım. Sonra sen yoluna, ben yoluma.

—Onlara ne oldu?

—Ne olacak? Ellerindeki hazır resimli cuma mesajını her perşembe akşamından bir tuşla kayıtlı numaralara gönderiyorlardı. Bundan sonra bunların işi zor.

—Niye ki?

—Niye olacak. Bundan sonra istediği herkese aynı mesajı gönderemeyecek. Çünkü kimi Telegram, kimi Dedi, kimi Bip yükleyecek, kimi de Whatsappta kalacak. Hepsine göndermek isterse bunların hepsini telefonuna yüklemesi gerekecek.

—Daha neler! Bu kadar da değildir herhalde.

—Sen bilmezsin bu mesaj grubunu. Sana ulaşmak için her yolu denerler. Tüm yollar bitse evine kadar gelip sana “hayırlı cumalar” bile derler. Çünkü istenmemesine rağmen onlar için cuma mesajı göndermek, içki müptelası gibidir. Sen “Arkadaş, bana gönderme” desen de göndermeye devam ederler. Hatta Whatsappla gönderdiği mesaj, belki gitmemiş olabilir diye mesaj yoluyla da teyit edenler bile var. Belki de Whatsapp bu cuma mesajlarından kurtulmak için bizi üzerinden atmak istedi. Kim bilir?

9 Ocak 2021 Cumartesi

Sahte İçki ve Ölümleri *

Kadın cinayetlerine bu ülke alıştı. Gün geçmiyor ki bir kadın cinayet haberi ajanslara düşmesin. Bu cinayetlere birkaç aydır ikinci bir vaka daha eklendi. Bu da sahte içki ölümleri. Haber kanallarının, “İzmir’de şu kadar, Adana, Bursa’da bu kadar kişi öldü.” haberlerine alıştık.

Bu sahte içki ölümleri neyin nesidir, bugüne kadar bundan kaç kişi ölmüş diye sanal alemde bir gezinti yaptım. “Sahte içki, etil alkolden üretilmesi gereken içkinin, maliyetini düşürmek amacıyla metil alkol kullanılarak üretilmiş halidir. Bu içkilere farklı aroma ve boyalar ekleniyor, böylece rakı, votka, viski gibi içkilerin tadına yaklaştırılıyor. Genelde merdiven altlarında kaçak olarak elde edilen damacana veya pet şişelere konularak satılıyor. Daha da vahimi, bu içkiler sosyal medyadan da çok rahat, denetimsiz bir şekilde satışa sunuluyor.” bilgisine ulaştım. “9 Ekimden bu yana resmi rakamlara göre 98 kişi sahte içki yüzünden hayatını kaybetmiş”.

Devlet sahte içki üretimi ile mücadele etmiyor mu? Emniyet Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 2019 yılında 796 bin litre, 2020 yılının ilk on ayı itibariyle de 642 bin litre kaçak içki ele geçirilmiş. Ölümler hala devam ettiğine göre piyasaya sürülen sahte içki, ele geçirilen içkiden kat kat fazla olsa gerek.

Her gün kanallar sahte içki ölümlerini vermesine, bu sahte içkinin öldürücü olduğu işlenmesine rağmen bu sahte içkinin öldüreceğini bile bile bizim insanımız, niçin sahte içkiyi içmeye devam ediyor? Niçin kriterlere uygun içkileri almıyor? Acaba çok mu pahalı dedim ve içki fiyatlarına baktım. Bak bak bitmedi. Ne de çok içki çeşidi varmış meğer! Gerçi bu konuda cahilliğimi biliyordum ama bu kadar da zırcahil olduğumu bilmiyordum. Bir ara çengelli ve çengelsiz, bulmacanın her türlüsünü çözerdim. Boş bıraktığım yerler çoğunlukla içki çeşitleri ile ilgili soruların olduğu kısımlardı. Bu bölümleri doldurmak için de birlikte çalıştığım ve içki içtiğini saklamayan Selahattin adında bir meslektaşım vardı. O daha kapıdan girer girmez, “Hocam, gel şu bulmacanın boşluklarını dolduralım. Zira senin ilgi alanına girenler kaldı” derdim. O da gülerek yanıma gelir, “Kaç harfli olduğunu söyle” derdi. Üç, dört, beş, kaç harfli olanı söylemişsem verdiği cevaplar boş karelere tam uyardı. Kulakları çınlasın.

Neyse biz tekrar konumuza dönelim. Öldürücü olduğu bilinmesine rağmen çoğu müptelasının, sahte içkiye yönelmesinin temelinde içki fiyatlarının yüksek olduğu anlaşılmaktadır. İçki fiyatlarının bu kadar yüksek olmasında devletin, içkiden aldığı verginin de etkisi büyük olsa gerek. Çünkü devlet, içkiden yüzde 70 oranında vergi alıyormuş. “Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre, ithal ve yerli alkollü içki fiyatları sıralamasında Türkiye, Avrupa’da alkollü içkinin en pahalı olduğu 3'üncü ülke; OECD 2018 verilerine göre dünya sıralamasında İzlanda, Norveç, Avustralya, İsveç ve Finlandiya'nın ardından en yüksek alkollü içki vergisi sıralamasında 6'ncı sırada”. Adı geçen ülkelerin milli gelirlerinin bizim kaç katımız olduğu göz önüne alınırsa, bu ülkelerdeki içki fiyatları, vatandaşına pek külfetli gelmeyebilir. Bu içki denen meret; ayda, yılda, düğün ve bayramda, yılbaşında seneden seneye zevk ve kederde içilen bir şey olsa, eh, bunu içen yıldan yıla bu fiyatlara katlansın diyeceğim. Öyle zannediyorum, içki içen, gün sektirmeden üç öğün yemek gibi bunu içiyordur. Hatta yemez ama içecektir. Çünkü bağımlılık böyle bir şeydir. Sanırım normal içkiyi almaya gücü yetmeyen bazı müptelaları, “İçki alamayarak öleceğime, sahtesini içerim; öleceksem, böyle ölürüm” diye düşünüyor olmalı. Zira alışmış kudurmuştan beterdir.

Devlet her vatandaşın olduğu gibi içki içenlerin de devletidir. Her vatandaşının sağlığını düşünmek -insanın kendisinin görevi olduğu kadar- devletin de Anayasal bir hakkıdır. Öyle, içki fiyatlarının vergisini yüksek tutarak bütçe gediklerini kapatma düşüncesi ve bu kapıyı rant kapısı görmek bir devlete yakışmaz. Devletin bir amacı da genç ve insanlarımızı zararlı alışkanlıklara karşı korumak olduğuna göre bu işler, içkinin fiyatını yüksek tutarak olmaz. İçkiyle mücadele etsin diye Yeşilay kurmakla da olmaz. Yine içki ve uyuşturucu kullananları tedavi etmek amacıyla gönüllülük esasına dayalı olarak AMATEM’leri (Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlıları Tedavi ve Araştırma Merkezi) kurmakla da olmaz. Çünkü bu yollar, bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisinekle mücadele etmeye benzer. Öyle zannediyorum, piyasaya bol miktarda sürülen sahte içkilerden vergi alamadığı için devlet, büyük gelir kaybına da uğramaktadır.  

Sahte içki üzerine bu yazımı görünce Barbaros Bey amma da içkiye düşkünmüş, içkiyi ve içenleri savunuyor şeklinde anlaşılmasın. Şükür ki bugüne kadar ocakları söndüren, sağlığa zararlı ve dinimizce yasak kapsamına alınmış içkinin hiçbir türünü ne kokladım ne de ağzıma aldım. Bundan sonra da meraktan bile olsa ağzıma sürmeyi düşünmüyorum. Tek amacım, ülke meselesi haline gelen ve Türkiye gündemine oturan sahte içki ölümlerine dikkat çekmek. İçinizden “Zıkkım içsinler” diyenleriniz çıkabilir. Ben, Allah kurtarsın diyorum. Zira içkiden de ölse ölen bu insanlar bizim insanımız. Biz içmiyorsak da yarın çocuklarımızın bu yola tevessül etmeyeceğine dair bir garantimiz mi var?

Hasılı, bir daha sahte içkiden dolayı hiçbir vatandaşımızın ölmemesi için devletin, başta sahte içkiye yönelten yollar olmak üzere merdiven altı içki üretimine ve satışına karşı her türlü önlemi almalıdır ve içkiden aldığı vergi oranlarını düşürmelidir. Şayet sahte içki üreten ve satışını yapanlara karşı mevzuatta yeterli caydırıcılık yoksa bu konuya Meclis acilen el atmalı. Bu işi yapanlar, taammüden adam öldürmekten ve cinayet işlemekten hakim karşısına çıkarılacak bir düzenleme yapmalıdır. Devletin kolluk görevlileri ve istihbaratımız da insanımızın canına kasteden bu fırsatçılara göz açtırmamalı.


*11/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.