22 Nisan 2017 Cumartesi

Çocuklar duymasın/görmesin *

2000'li yıllarda özel kanalın birinde haftada bir ekrana gelen "Çocuklar Duymasın" adında bir TV dizisi vardı. Karı-koca arasındaki  geçimsizlik ve sıkıntıların mizahi bir şekilde işlenmeye çalışıldığı bu filmde sıkıntıların çözüm yeri çocukların yanı değil, mutfaktı. Ne zaman anlaşamadıkları bir sorun olsa birbirlerine bakar: "Haluk! Mutfak, Meltem! Mutfak" derlerdi. Tartışmalarını çocukları duymazdı. Sanırım final yapmadı. Hala yayında.

Bu dizinin bir zamanlar izleyeninin de fazla olduğunu düşünüyorum. İlk gösterime girdiği zamanlarda biraz izledim. Güldürürken düşündürüyordu. Sonra yenilenme ve gelişme olmadığı için birbirinin tekrarı gibi görmeye başladığımdan izlemeyi bıraktım. Filmin aklımda kalan en güzel yönü sorunların giderildiği ve tartışmaların yapıldığı yerin çocuklarının yanı olmamasıydı. Çocukları farkına varsa bile meselelerini ayrı bir yerde çözmeye çalışırlardı.  Bu TV filmini izledik izlemeye ama o dizinin her şeyini unutsak da aklımızda kalması gerekenin sorunlarımızı çocukların gözünün önünde yapmamamız gerektiğiydi.

Büyüklerin, yetkililerin, siyasilerin aralarındaki sorunu çözmek için ekran ve meydanları seçtiğini görünce filmden eser kalmamış dedim kendi kendime. Malumunuz referandum yaşadık beraberce. Sonuçlar birbirine yakın çıktı. Kavganın fitili de seçim akşamı tutuşturuldu. Kılıçlar çekildi. Çünkü yenilgiden sonra çıngar çıkarmak mubah bizde. Hele bir de oranların birbirine yakın çıkması bir fırsattı içimizdeki fırsatçılar için. Referandum iptal edilmeliydi. Çünkü hile karıştı vb. isnatlar eksik olmadı bir kaç gün içinde.

Referandum sonrası dersime girdim. Konumuz da emanet idi. İster maddi, ister manevi geri almak üzere verdiğimiz her şey emanet kavramı içerisine girer, emanete ihanet etmememiz gerektiğini ifade ettim. Ardından, çocuklar pazar günü bir referandum yapıldı, bu referandumda kullanılan her bir oy sandık kurullarında görev yapanlar için bir emanetti. Orada bize verilen görev de bir emanetti. Görüşümüze uygun olsa da, uygun olmasa da her bir oyu korumamız gerektiğini ekledim. Ben bu şekil konuşmaya devam edince sınıftan ekseriyet parmak kaldırdı. Söz verdim kendilerine. Her söz alan oyların nasıl çalındığını, oyların nerelerde bulunduğunu, sayımda haksızlık yapıldığını, birinin tercih mührünü nasıl evete bastığını, oyların mühürsüz olduğunu...anlatmaya çalıştılar. Ekranlarda etkili ve yetkili kişilerin dile getirdiği tüm ithamlar 12 yaşındaki çocukların ağzındaydı. Anlaşılan kaybedenler seçim gecesi ürettikleri mazeret, gerekçe, iftira ve ithamlarla başarılı olmuşa benziyorlar. Çocuklara, işte çocuklar! Kendilerine sandıkta görev verilenler sorumluluklarını tam yerine getirmediklerinden yani emanete ihanet ettiklerinden kaynaklanıyor bunlar, dedim.

Çocukların bu şekilde büyüklerin ithamlarını aynen tekrarladıklarını görünce geleceğimiz adına üzüldüm gerçekten. Ülkemizin geleceğini ilgilendiren önemli bir referandumu ağzımıza ve yüzümüze bulaştırdığımızı ev ortamlarında veya ekranlarda maalesef çocuklarımıza da duyurmuşuz. Çocuklar bilinçaltlarına yerleşen bu duygularla büyüyecekler. Seçimlerde, referandumlarda demek ki hile yapılabiliyormuş, şaibe de olabiliyormuş, bazı oyları saymamışlar, zarflar mühürsüzmüş…diyecekler. Bu tür tartışmalar çocukları iyi yönde eğitiyorsa buyurun tartışmalarımızı onların gözü önünde yapalım. Hani edep sahibi birine: “Edebi nereden öğrendin” diye sormuşlar. Adam: “edepsizlerden” şeklinde cevap vermiş. Keşke böyle bir faydası olsa... Ya çocuklar büyüyünce “Büyüklerimden böyle gördüm, seçimlerde hile yapılabiliyormuş” derlerse ne yapacağız?

Seçim veya referandumda itirazlar mutlaka olacaktır. Bu itirazların yapılacağı yerler kanunen bellidir. Ekranlarda dillendirerek insanların kafasında şüphe oluşturmanın bir manası yok. Farkına varmadan suçu meşrulaştırmış oluruz. Hile vardır veya yoktur tartışması yapacaksak bu işi çocuklardan uzak bir ortamda yapmak lazım. Bu yolu, yöntemi, bu inceliği bilmeyenlere “Çocuklar duymasın” dizisini birkaç bölüm izlemelerini tavsiye ederim. İnanın eğer amaçları bağcıyı dövmek değilse öğrenecekleri çok şey var o dizide. 22/04/2017

* 26/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Gençlerin umutlarını tüketmeyelim*


Türkiye umutlar ülkesi. Gençlerin maratonu daha ilkokulda iken başladı. Ailesi tarafından önce iyi bir okul ve iyi öğretmen arandı. Ortaokulda iyi bir liseye gidebilmek için öğrenci TEOG’a hazırlandı. Lisede ise YGS ve LYS sınavlarında başarılı olmak için ter döktü. Kazandığı yere 18 yaşında kayıt yaptırarak 4-5 yıl üniversite okudu ve mezun oldu.

Sırada KPSS vardır. Üniversitede iken başladığı sınavlara hazırlık aşamasını kendisi için hayat-memat meselesi olan KPSS ile devam ettirdi. KPSS puanına göre bir yere atandıysa dünya onundur. Atanamadıysa tüm umutlar ertesi yıla artık. İki yıl öncesine kadar durum bu şekilde idi. KPSS’de atanabilecek yeterli puanı almak. İki yıldır durum değişti. KPSS puanı sadece mülakata çağırabilmek için vardır. Başka bir yerde kullanılmaz.

Eğitim fakültesini bitirmiş, geçen yıl KPSS'ye giren üniversite mezunları öğretmen olabilmek için Türkiye'nin bazı bölgelerinde kurulan komisyonlar marifetiyle Nisan-Mayıs aylarında mülakata girecekler. Tek gayeleri devlette sözleşmeli öğretmen olabilmek. Bu yıl MEB değişik branşlarda 60 bin adayı sözlü mülakata çağırdı. Bunların içinden 20 bin tanesini atayacak. Atanan öğretmen atandığı yerde 6 yıl sözleşmeli olarak çalışması gerekiyor.

23-28 yaş aralığında olan gençlerin çoğu öğretmen olabilmek için komisyonların önünde ter dökecek. Mülakatların çıkarılış nedeni, terör örgütü vb yapılarla ilişiği olan mezunları öğretmen olarak atamamak. Niyet güzel…ama orta yerde mevzu bahis olan sözlü mülakat. Ne demek sözlü mülakat? Adamını bulanın yüksek puan alabileceği bir sistem yani torpil demektir. Bölgelerde kurulan her bir komisyonun verdiği puanlar diğerine göre faklılık gösterebilir. A bölgesindeki komisyonun en yüksek puanı 99, ise B yerindeki komisyonun en yüksek puanı 88 olabilir. Bu durumda A komisyonunda mülakata giren öğrenciler B’ye göre atamada daha şanlı olabilir. Madem gerek görüldü bu gençler sözlüye alındı. Bari mülakatta geçer puanı alanlar KPSS puanına göre atansalar. Haydi, gencimiz KPSS’de mülakata girebilecek puanı aldı, sözlüden de atanabilecek yüksek puan verildi. Altı yıl görev yapabileceği yerde göreve başladı. İş yine bitmedi. Bu şekildeki öğretmen bir yıl sonra yeniden sözlü mülakata alınacak.

Bu gencimiz önüne konan tüm etapları geçti diyelim. Bu genç atandığı yerde en az altı yıl kalacak. Yaşı sanırım Cahit Sıtkı’nın deyimiyle ömrün yarısı olacak. Bu genç ne zaman evlenip çoluk-çocuk sahibi olacak? Bu durum atanan kimseler için bir handikap. Ya atanamadıysa yeniden KPSS, mülakat…vb maraton devam edip gidecek. Bir zaman gelip atanırsa hayata bağlanacak, atanamazsa umutları her geçen yıl sönmeye devam edecek.

Sözlü mülakatlar çok adil olabilir, en uygun adayı seçmek için çaba sarf ediliyor olabilir. Bunu bilemem. Ama aileler ve mülakata girecek gençlerin gözünde mülakat objektiflikten uzaktır. Dayısı olanın yüksek puanlar alabileceği yerler olarak düşünülmektedir. Halk nezdinde de bu şekilde bir algı var. Daha sıcağı sıcağına bir referandumdan çıktık. Bu referandumda 18 yaşını dolduran bu gençlere vekil seçilmenin önünü açtık. Vekil seçilmesinin önünde hiçbir engel olmayan bu gençler maalesef bir öğretmen olmak için girmedikleri delik kalmayacak bu gidişle. Bu sözlü ile öğretmen alma, sakat bir sistemdir. Gençlerin umudunu tükettikleri bir yöntemdir. İki tane teröristin öğretmen olabilmesinin önüne geçebilmek için girdiğimiz bu yol binlerce genci hayattan koparır. Tez elden bu uygulamadan vazgeçilmelidir. Herhangi bir yapıya ait örgüt elemanının devlette görev alması istenmiyorsa bu gençler KPSS’ye girmeden önce bir güvenlik soruşturmasından geçirilmelidir. Bağlantısı tespit edilen KPSS’ye alınmamalıdır.

Ülkemizin geleceğinde şu ya da bu şekilde söz sahibi olacak olan bu gençler -bu şekil alımlarla- sadece bu işi yapanlara küsüp düşman olurlar. Hayatları boyunca hep muhalif olurlar. Yol yakınken bu şekil bir öğretmen alımından tümüyle vazgeçilmelidir. Ayrıca bu gençlerin terörist olup olmadığı komisyonun önünde beş dakika durmayla anlaşılmaz. Devletin istihbaratının elinde her kişi hakkında iyi bir çetele olmalıdır. Devlette çalışmasında sakınca görülenler pekala iyi bir güvenlik soruşturmasıyla tespit edilebilir. İki suçluyu eleyeceğiz diye bu gençleri hayattan koparmayalım.


Kutlu Doğum Haftasının bu yıl ki teması ‘güvenilir olmak’ idi. Gelin güven ve adaleti elden bırakmayalım. Atamalarda liyakat ve ehliyeti esas alalım. İnsanlar rızkını bir şekilde temin eder ama güven ve itimadın yok olduğu, ehliyet ve liyakatın geri plana itildiği yerlerde ne iç barış olur, ne de insanlar birbirine güvenirler. 22/04/2017

* 24/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Nisan 2017 Çarşamba

"Seçimlerde hile var" psikolojisi **

Bir referandumu daha geride bıraktık. Sonuca sevinenler oldu, üzülenler de. Bir yerde seçim varsa mutlaka biri kazanacak, diğeri kaybedecek. Bu demokrasinin, müsabakanın bir gereğidir. Seçim bitti bitmesine ama kimi sonucu hazmetti, kimi ise içine sindiremedi. Siyasi partiler sandık başlarında görevli sandık kurulu üyelerinden ve partili müşahitlerinden aldığı sonuçlarla YSK'nın açıkladığı sonuçlar arasında bir çelişki varsa itiraz etme hakkına sahiptir. Bu da demokrasinin bir gereğidir.

Referandum sonrası bazıları seçime hile karıştı iddiasıyla vatandaşın kafasını karıştırmaya çalışıyor. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Unutmayalım ki, bir şeyin şuyuu, vukuundan beterdir. Bu düşünceye sahip olup meydanlarda dillendirenlerin niyetlerini gerçekten bir sorgulamak lazım. Gerçekten niyetleri nedir? Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi? Amaç üzüm yemekse mesele çözülür. Yok, eğer amaç bağcıyı dövmekse bunun tedavisi yoktur. Çünkü maalesef mızıkçılığın, kafa karıştırıcılığın tedavisini halen tıp bulamamıştır. Her partinin üyesinin bulunduğu sandıklarda, herkesin gözünün önünde cereyan eden oy verme ve sayma işlemlerinde ve sonucunda tutulan tutanaklarda nasıl hile olur? Bunu anlamak zor. Mindere çıkan güreşçi bir defa yenileceğini de hesaba katarak mindere çıkmalıdır. Yoksa her müsabakadan sonra itiraz insanları bezdirir. Bu, seçmene ve kendi üyelerine güvensizliğin bir göstergesidir. Demokrasinin bir gereği olan seçimlere gölge düşürmekten başka bir amaç taşımaz. 

Bizde bir atasözü var: Yenilen güreşçi güreşe doymaz diye. Bugün bu mızıkçılık yapanlar güreşmekten ziyade her güreşten sonra yenilgilerine mazeret ve gerekçe bulmada baya maharet kazanmış oldukları görülmektedir. Hile sözünü dillerine pelesenk yaparak ülke içindeki vatandaşların kafasında bir algı ve yurt dışına karşı da ülkeyi zor durumda bırakmaktan başka bir işe yaramayan bu kişilerin özellikle hile sözü kendilerinin geçmişte yaptıklarıyla birebir örtüşmektedir.  Çünkü o hatayı yapanlar gelip geçmiştir. Yine bizde "Dil kalbin aynasıdır" diye bir atasözümüz var. Sahi bu hile sözü nereden akıllarına geldi. Ben kimseyi geçmişte babasının, anasının, partisinin yaptıklarıyla eleştirmem. Ama bugünkü seçimlere hile karıştı diyenler ilk önce kendi geçmişlerine bakmalarında fayda vardır. Şaibe, hile arayan ilk önce 1946 seçimlerine baksın. Çünkü bu seçimde açık oy ve gizli sayım uygulaması yapılmıştır. Sahi üyelerinin ıslak imzasıyla tutanak altına alınan bu seçimde hile var demek sağlıklı bir insanın psikolojisi değildir. Seçime hile karıştı diyenler ilk önce bu millete hilenin ne olduğunu bir anlatsınlar, millet öğrendikten sonra hile olup olmadığını söyler. Bu ithamları, üzümü çifter çifter yiyen amanın karşısındaki amaya üzümü niye çifter çifter yediğini sormasına benzer.  Adam: Arkadaş sen amasın, nereden gördün çifter yediğimi diye sorunca, "Ben çifter yiyorum" cevabı verdiğini hepiniz bilirsiniz. Görev yaptığım bir ilçede daha önce benim kendi doğup büyüdüğüm yerde görev yapan bir emniyet amiriyle tanıştım. Her karşılaştığımızda bana ilçemizdeki bazı insanların ne yaptığını sorardı. Sorduğu kişiler de hep hırsızlık vb suçuyla ün yapmış kişiler olunca bir gün dayanamayıp sordum. Amirim! Benim ilçemde o kadar görev yapmışsın. Kaç defa karşılaştık. Bana hep suça karışmış insanları sordun, senin arkadaşların hep bunlardan mı idi, hiç iyilerle arkadaşlık yapmadın mı diye sordum. Bana gülerek: "Biz emniyetçiyiz. Onlarla aramızı iyi tutarız ki ilçede her hangi bir vukuat olunca haberi onlardan alırız biz. Bizim haber kaynağımız onlar. Bir yerde teyp mi çalındı. Birisinin kapısını çalarız. ‘Amirim, teyp çalma işini falan yapar.’ Koyun mu çalındı? ‘Amirim koyun işini ancak falan yapar’ cevabı alırız. Çalıştığım dönemde hiç faili meçhul bir olay kalmadı, hepsini aydınlattık. Hepsini de bu yöntemle çözdük" dedi. Garibime giden bu dostluk işinin hikmetini de bu şekilde anlamış oldum.

Bırakalım iftirayı, çamur atmayı, kafa karıştırmayı. İnsanlara karşı hüsnü zan beslemeyi öğrenelim. Kaybettiğimiz zaman sonucu hazmetmeyi öğrenelim. Eğer iyi niyetli iseniz, biz niye her seçimi kaybediyoruz? Millet niçin bizim görüşümüzü tercih etmiyor? Bunu sorgulayalım. Eğer bunu yapmazsanız bundan sonraki seçimlerde de  kaybedeceksiniz. Şimdiden mazeret, gerekçe, bahane, iftira ve çamur atacak bir malzeme bulun. Benden size bir dost nasihati… 19/04/2017

** 20/04/2017 günü kahta.soz gazetesinde yayımlanmıştır.