14 Ekim 2025 Salı

Gazoz Uğruna

Nicedir hanımla markete gitmezdim. Bir düğün sonrası birkaç kalem ihtiyaç için birlikte bir markete girdik. Listeye göre yaptığımız alışverişi alışveriş arabasına koyarken gözüm gazozlara kaydı.

Baktım, fiyatı bana uygun geldi. Kaçırmayalım, alayım şundan. Dolaba koyar buz gibi içeriz dedim.

Kola, Pepsi gibi içecekleri içmeyince, Ülker de Japonlara satıp sektörden çekilince bana kaldı ara ara gazoz içmek. Hem ucuz hem de boykot ürünü değil. Bir de üzerine yüksek fiyat yazılıp üstüne çarpı atılınca, altına daha düşük başka bir rakamı yazınca, bu tür alavereyi kaçırmam. Kendimi kâr etmiş bir zengin gibi görürüm.

Gazozu ucuz görünce, listede olmayan başka şeyler de aldık. Öyle ya gazozu ucuzsa diğer ürünlerde de uygunluk vardır.

Alışverişi bitirip kasada yüklü ödeme yapınca, biraz değil, çok moralim bozuldu ama yapılacak bir şey yok. Bilin ki aldığım gazozu buz gibi içsem bile hararetimi kesmez.

Alışverişi arabaya atıp eve yollandım. Göz gazoza kayınca listede olan bir ürünün alınmadığını eve gelince öğrendik.

Ertesi günü bir başka markete girerek burada gazozlar kaçmış demeden aradığım ürünün bulunduğu tereğe giderken, gözüme dün aldığım aynı marka ürünlerin listesi ilişti. Dünkü gazoz ayağına aldığım ürünlerden daha uygun geldi bana. Haliyle yine üzüntü yine üzüntü. Anlatılmaz, yaşanır.

Dönüşte kendi kendime dedim ki Ramazan oğlum, sen bu alışverişi bilmiyorsun. Dün gazoz uğruna aldığın ürünleri pahalı almışsın. Haliyle zarardasın. Sağda solda sakın ben alışveriş işinden anlarım diye konuşma. Çünkü bu işler bakkal ve marketten gazoz almaya benzemez.

Pişman mıyım? Değilim. Çünkü böyle böyle tecrübe kazanıyorum. Bu tecrübeyi ise kullanmadan mezara götürme niyetim var. Bir de farklı marketten, aynı ürünü farklı farklı fiyata almak bir çeşitliliktir. Tek markete bağlı kalmadığım gibi tek gazoza da mahkum değilim. Unutmayın ki çeşitlilik önemli. Çünkü ne olur ne olmaz. Yarın gazoz aldığım market kapanabilir ya da bana gazoz satmayabilir. 

Sosyal Devletin Neresindeyiz?

Avrupa’da yaşayanlarla karşılaştığım zaman sorarım. Avrupa’da dilencilik var mı, yardımlaşma oluyor mu diye. “Dilenci olmaz. Yardımlaşma da yoktur. Çünkü kişinin aldığı maaş yeterli değilse, ilgili kişi bulunduğu yerin belediyesine müracaat eder. Belediye o kişilerin kirasının bir kısmını, elektrik, telefon, doğal gaz faturasını öder. Kişilerin durumuna göre belediye ya hepsini ya da bir kısmını karşılar” cevabını kaç kişiden birden aldım.

Elbette her belediyeye müracaat edene ilgili belediye yardım etmiyordur. Mutlaka o kişinin geliri ve gideri incelenir. Aldığı maaşın yeterli olmadığı ortaya çıkarsa, faturaları üstleniyordur.

Üç haftalığına oğlan Avrupa’nın 6 ülkesini gezdi geldi. Ona da dilenci gördün mü dedim. “Görmedim. Yalnız bir iki ülkenin bazı yörelerinde gizli gizli isteyen tek tük kişiler gördüm” dedi.

Hem gurbetçilerin hem de oğlanın anlatımından, Avrupa’nın sosyal devletin gereğini yerine getirdiği kanaatine vardım. Belki bazılarınız özenti diyecek ama Avrupa’nın bu durumuna gıpta ettim.

Bu durum niye bizde olmasın dedim. Ne de olsa biz de sosyal devletiz. Bu durum Anayasa ile garanti altına alınmış. Devlet Anayasanın bu amir hükmünü ne derece yerine getiriyor bilmiyorum. Ama bu ülkenin cadde, pazar, sokak, park, bahçe, iş yeri, cuma namazı çıkışı cami önlerinde, şurada, burada hep dilenen insanlar görünce, devletin sosyal devlet gereğini tam yerine getirmediğine bir örnek olsa gerek.

Her bir yerde dilenen dilenene. Market içlerine girdi dilenenler. Kasada ödeme yapan birinin yanına gelip “Ben de şunu alsam öder misin” diyenler bile var.

Ülkenin her bir yerinde bu kadar dilenen insanın olması, öyle görünüyor ki devlet, sosyal devlet olmanın gereğini ve sorumluluğunu vatandaşa havale etmiş. Adeta “Ey ihtiyaç sahibi muhtaç vatandaşım, bu millet hayırseverdir. Geçimini sağlayamıyorsan, iste. Bu millet isteyeni geri çevirmez. Az, çok verir. Sen de işini böylece çıkarırsın” diyor. Ha bu demek değildir ki devlet hiç vermiyor. Belediye, kaymakamlık, vakıf ve dernekler aracılığıyla harçlık mesabesinde yardım yapılıyor. Ama bunun yeterli olması mümkün değil. Üstünü de dilenen kimsenin ya da insanımızın maharetine bırakıyor.

İhtiyacı olan ihtiyacı kadar dilense, buna da gam yemeyeceğim. Dilenmeye bir başlayınca, baktı ki işler iyi gidiyor. Dilenciliği meslek haline getiriyor bazıları. Nasılsa kimsin, necisin diyen yok.

Ya muhtaç olduğu halde isteyemeyen ve dilenemeyen ne yapacak? Bu durumda olan insan sayısı da az değil. İnanın, ölseler asla dilencilik yapmazlar.

Şu bir gerçek ki bu toplumda sosyal adalet dengesinde bir denge yok. Zenginimiz çok zengin. Fakirimiz de çok fakir. Zengin paraya para demezken fakir de evine ekmek götürmek ve ay sonunu getirmek için çabalayıp duruyor.

Zenginimizin hepsi olmasa da bir kısmı zekât, fitre ve sadakalarıyla tanıdığı ve bildiği fakirleri desteklemeye çalışıyor.

Kimimiz, ülkede ve akrabaları arasında ihtiyaç sahibi olduğunu ve yardımda en önce yakından başlanması gerektiğini bildiği halde zekât ve sadakasını yurtdışına, özellikle Afrika’daki fakirlere, yardım kuruluşları eliyle gönderiyor.

Evine et götüremeyen fakirimiz olduğu halde nicedir kurban bağışları belki de sudan ucuz olduğu için yine cemaat, vakıf ve dernekler aracılığıyla yurtdışına gönderiliyor.

Yine belli ortamlarda ihtiyaç sahibi birinin ihtiyacını karşılamak için birinin aracılık etmesiyle yardım toplandığı da bir vakıa.

Camilerde sergi zaten beş vakit namaz gibi sanki Allah’ın emri oldu. Cuma sonraları sergi açmak vakayıadiyeden oldu. Kah Kur’an kursu öğrencilerinin ihtiyaçlarını ve giderlerini karşılamak kah üniversitede okuyan öğrencilere burs vermek kah cami ve Kur’an kursu yapım ve onarım kah şuraya yardım gerekçesiyle aşağı yukarı her cuma sergi açılır oldu. Bir önceki başkan zamanında cuma sonrası yardım pek es geçmedi. Yeni başkanın ilk haftasında yardım toplanmadı. Bakalım yeni başkanın yardım sergisi konusunda tasarrufu ne şekilde olacak, bunu da yakın zamanda öğreniriz.

Yardım toplayan ve yardım yapan değişik isimlerde bol miktarda vakıf, dernek var. Hem yurtdışı hem yurtiçi faaliyetlerde bulunuyorlar.

Deprem vb. doğal afet olur, devlet de bir taraftan yardım toplama yoluna gider. Hoş, devlet öncülük yapmasa da deprem gibi durumlarda insanımız elinden gelen yardımı arkasına koymaz.

Maaş anlaşması sonucu hesabına üç beş kuruş promosyon anlaşması geçeceği anlaşılır. Hemen “Hocam, kullanmayacaksanız, bir ihtiyaç sahibi var. Ona verebilirsiniz” diye daha promosyonu almadan alt yapıyı oluşturan insanımız da var.

Hasılı, içimiz dışımız yardım toplamak, yardım vermek, yardıma aracılık etmek dense yeridir. Bir ülkede aynı amaca hizmet eden bu kadar yardım kuruluşunu çok sağlıklı görmüyorum. Cadde, sokak her bir yerde dilenen insanları görünce içim gidiyor. Nerede bu devlet diyorum. Oturduğun bir yerde, “Bir tanıdığım var. İhtiyaç sahibi. Zekatınızı, fitrenizi verebilirsiniz” şeklinde aracılık yapanları gördükçe aracılıklarını takdir etmekle beraber ülke insanının bu şekilde yardımla geçinmesini işitmek zoruma gidiyor.

Vali ile yaptığı bir toplantı sonrası üniversite kazanan bir öğrencisi için validen burs ve kalacak yer isteyen okul müdür yardımcısını da hatırlıyorsunuz. Vali hemen el koymuştu bu işe. Bu hareketleriyle hem vali hem de öğretmen vatandaş nezdinde takdir topladı.

Yardımlaşmak güzel. Bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacına destek olmak güzel. Çünkü bir şey paylaştıkça güzel olur. Bu konuda vatandaşın hamiyetperverliği takdire şayan. Bir şekilde muhtaca az veya çok derman olmaya çalışıyor.

Vatandaşın yardımseverliğini takdir etmekle beraber Anayasasında sosyal devlet olan devletimiz sosyal devletin neresinde? Tüm bu yardım, dilenme, isteme ve yardımlaşma örneklerini görünce, öyle görünüyor ki sosyal devlet olan devletimiz vatandaşı kendi haline bırakmış. Ülkenin hamiyetperver insanları bunları görür, gözetir. Benim yapmam gereken sosyal devlet görevini insanımız yerine getirir demek suretiyle vatandaşı yine vatandaşına havale etmiş görünüyor. Kısaca devlet bu görevini yapmıyor, belki de yapmak istemiyor belki de yapamıyor.

Bence istemek, dilenmek, birinin ihtiyacını gidermek için birilerinin kapısını çalmak kadar zor bir şey yok. Devlet bu görevini yapmayınca birileri aracılık ediyor, birileri dilenciliğe yöneliyor. Aşağı yukarı her türlü ihtiyaç vatandaş eliyle giderilmeye çalışılıyor.

Bu tür yardımlaşma, sadaka devleti, sadaka ülkesi ve sadaka insanı olduğumuzun ve sosyal devlet olamayışımızın bir göstergesi. Ne yapıp ne edip devlet sosyal devlet olduğunu hatırlamalı ve gereği için ne yapılması gerekiyorsa alt yapıyı oluşturmalı. Vatandaş ihtiyacını devlet eliyle karşılamalı. Vatandaş eliyle birilerinin yardım ve hasenatıyla geçinen insanların onurunu da düşünmek lazım. İhtiyacı devlet eliyle karşılanan vatandaşın başı dik olur ama eş dost aracılığı ve onların yardımıyla geçimini sağlayan kişilerin boynu bükük olur, onurları zedelenir. Tabiat boşluk kabul etmez. İşte bu boşlukları devlet doldurmalı. Vatandaşını namerde muhtaç etmemeli.

Bunu tespit yani muhtaçları tespit zor olmasa gerek. Vatandaşlık numarasıyla her bir vatandaşın geliri belli. Ülkenin asgari geçim miktarı da belli. Kimin geliri asgari giderini karşılamıyorsa, bu kişi bakıma muhtaç demektir. Vatandaş devlete başvurmadan devlet vatandaşına ulaşmalı. Senin şu şu ihtiyaçlarını ben karşılayacağım demeli. Vatandaşa destek olma konusunda devlet adaleti öncelemeli, eşitliği değil. Mesela doğal gaz ve elektriğe devlet desteği veriyor. Bu desteği zengin, fakir demeden herkese veriyor. Bu olmaz. Yine okul kitaplarını ayrım yapmaksızın her öğrenciye ücretsiz veriyor. Devletin bu eşitlikçi anlayışı zulümdür. Geliri giderini karşılamayanın kitabını karşılar, diğerlerinden ücretini alır. Yine ÖTV ve KDV dediğimiz dolaylı vergi her vatandaştan aynı oranda alınıyor. Bu da zulümdür. Halbuki yardıma muhtaç, yardım alan kimsenin ödediği oranla zenginin ödediği oran aynı olmamalı.

Devletin yapacağı çok iş var. İlk önce cadde, pazarda dilencilik yapanlara el atmalı. İhtiyaç sahibi ise ihtiyaçlarını dilenmeye ihtiyaç hissetmeyecek şekilde karşılamalı. Meslek haline getirenlere yaptırım uygulamalı.

Camilerde sergi işine son noktayı koymalı. Cami, kurs vb. yerlerin her türlü ihtiyaçlarını gidermek için ödenek ayırma imkanı yok ise gerekirse, inanç, din, cami adı altında vergi koymalı. Bu vergiyi sadece Müslümanlar vermeli. Cami, kurs yapım, onarım ve diğer ihtiyaçlar bu vergi aracılığıyla karşılanmalı. Gerekirse zekât fonu adı altında Diyanet bünyesinde bir fon kurulmalı. Zekata tabi Müslümanlar bu fona zekatlarını vermeli. Verilen bu zekatları vergiden düşmeli. Bu toplanan zekât, sadaka da tek elden toplamalı ve komisyon nezaretinde yerli yerince kullanılmalı.

İsterim ki her türlü yardım kayıt altına alınmalı. Kim, nereden, ne kadar faydalanıyor belli olmalı. Devlet kurumları aracılığıyla kimlerin muhtaç olduğunu belirledikten sonra tek elden sağlıklı bir şekilde harcamalı. Her türlü yardım dijital ortama aktarılmalı. Ülkenin yardım kaynakları yerli yerince kullanılmalı.

Kısaca ülkem sadaka devleti, sadaka ülkesi olmasın. Hiçbir vatandaş yardım gelecek düşüncesiyle başkasından bir şey beklemesin. Her şeyi devlet eliyle giderilsin. Sanırım sosyal devlet denilen bu olsa gerek.

Devlete yön verenlerden sosyal devlet olmanın gerekliliği istemek vatandaş olarak hakkımız. Çok geç kaldık. Yine de nereden başlanırsa kâr diye düşünüyorum.

13 Ekim 2025 Pazartesi

Kısa Günün Kârı

Bir akşam düğününe gitmek için hazırlandım.

Vereceğim hediyeyi koymak için komodinimi açtım. Bir zarf çıkardım. Hediyeyi içine koymak için zarfı açmaya davrandım. Zarfın ağzı yapıştırılmıştı. Sıcaktan yapışmış olmalı deyip uğraş didin zarfın ağzını yarı yırtarak açtım. İçinden bu beş lira çıktı.

Bu beş lirayı kim koymuş diye düşünürken jeton düştü.

2017 yılının Aralık ayında üç numarayı evlendirmiştik. Gelin almaya giderken ya da dönüşte yolumuzu kesen olursa verelim diye bol miktarda zarfın içine bu şekil para konmuştu. Yeterince gelin arabasını kesen olmayınca zarfların bir kısmı bu şekil kalmıştı. İşte bu para 2017 düğününden kalma idi.

Para küçük de olsa, bugün bir işimize yaramasa da damladı bu şekil.

Keşke o gün zarfların içine paranın daha büyüğünü koysak iyi olacakmış dedim kendi kendime.

Hanıma, diğer zarflarda da bu şekil para çıkabilir. Hepsine bir ara bakayım dedim. “Başka yoktur. Çünkü o zaman kalan zarfları bana vermişlerdi. Ben içinden çıkarıp almıştım. Bu bulduğun arada kaynamış” deyince moralim bozuldu ama yapılacak bir şey yok.

Artık bulduğum bu beş lira ile yetinmeliyim. Mübarek, yağmasa da 8 yıl sonra damladı. Kısa günün kârı diyelim biz buna.

Bir ara komodinimde 1000 lira bulmuştum da adeta uçmuştum. Bu para kimin, benim komodinde ne işi var dedim. Meğer ben koymuşum. Koyduktan sonra da unutmuşum. Sonradan ortaya çıkınca, haybeden gelmiş gibi oldu.

Belli ki komodin deyip de geçmemek lazım. Daha neler vardır, kim bilir.

Düşünüyorum da az veya çok bir yerden para çıkması güzel. Acaba diyorum, komodinimdeki zarflara bol bol para koyup yok kabul etsem, yıllar sonra o değilden özellikle paraya kıvrandığım zaman farenin yiyecek aradığı gibi sağı, solu ve komodini yoklasam, zarfların içine baktıkça her birinden para çıksa, deme keyfim gitsin. Herhalde daha fazla sevinirim. Bu devirde fazla sevinmek için buna değer sanki.

Bu arada aradan sekiz yıl geçmiş olmasına rağmen bir karşılığı kalmasa da paranın hâlâ tedavülde olması da güzel. Bakmayın, paramız pul oldu diyenlere. Gördüğünüz gibi bildiğimiz beş lira yine beş lira. Alım gücü kalmamış. Çok da önemli değil.