7 Ekim 2025 Salı

Emeklilik Ne Zaman Düşünülmeli?

Doğada insan dışında emekli olan yok. Bir insanoğlu var emekli olan.

Emeklilik diye bir hak olduğuna göre emekliliğini hak eden emekli olabilir.

Emekliliğini hak ettiği halde zorunlu emeklilik yaşına gelinceye kadar çalışmak isteyen de bu hakkı kullanabilir.

Durum bu iken nerede bir çalışmaya devam eden birini görsek, "Emekliliğin gelmiş. Daha ne çalışın. Emekli ol artık. Emekli ol ki yeni gençlere yol açın. O kadar işsiz var değil mi" türünden akıl veririz.

Böyle akıl vermeye kimsenin hakkı yok. Böyle diyenler bilsinler ki mevcut çalışanların hepsi emekli edilse, yerine gençler alınsa, mevcut işsizlik yine bitmez. Yine birçok genç açıkta kalır. O yüzden bilir bilmez konuşulmasın.

Ayrıca ülkenin bugün en büyük sıkıntısı -ki bu sıkıntı ileride daha da artacaktır- emeklilerin çokluğu. Bugün emekli sayısı neredeyse çalışan sayısına yakın. SGK emekli maaşı ödemede zorlanıyor. Her yeni emekli SGK üzerine yüktür. SGK bir taraftan emekli olana emekli parası verirken diğer taraftan yerine aldığı kişiye de maaş vererek bütçesini daha da açıyor. O yüzden emekliliği istemekten ziyade çalışmayı teşvik etmek lazım.

Bir diğer husus, bugün emekli olanların çoğu geçim sıkıntısı çekiyor. Çünkü özellikle memur emeklilerinin maaşları yarı yarıya düşüyor. Emekli ol diyenler bu tür geçim sıkıntısı çekenlerin geçim sıkıntısını çekme garantisi mi veriyorlar da emekli ol diyorlar?

Ben onu, bunu bilmem. Çarşı, pazar emekli dolu iken, emekli bolluğu ülkenin belini bükerken insanlara emekliliği telkin etmek yerine uzatmayı, en azından kanuni yaşına kadar çalışmasını telkin etmek gerek. Çünkü emeklilik meselesi salt emeklilikten ziyade bir ülke sorunu olmaya doğru hızla ilerliyor.

Yine emekliliği gelmiş insanların çalışmasını ayıplayıp emeklilik telkin edenler, bu telkini biraz da yaşı 60-70-80 olduğu halde siyasetle uğraşan, ülke yöneten ya da ülke yönetmeye talip siyasilere yapsınlar. Çünkü onlar da yaşını başını aldığı halde hâlâ çalışıyorlar. Ne de olsa ülkede siyaset yapmak isteyen o kadar genç insanımız var. Yoksa siyasilere böyle bir telkini yapmaya cesaretimiz yok mu? Gücümüz insanımıza mı yetiyor sadece?

İnsanlar ne zaman emekli olmalı, emekliliği ne zaman düşünmeli? Bu yazıya başlarken esas niyetim bu idi. Ama üzerine vazife olmayanların emeklilik telkini yazımı saptırdı. Şimdi geleyim emeklilik vaktine.

İnsanlar faydalı ve verimli olduğu ve sağlığı el verdiği müddetçe çalışmalı. Çünkü erkenden el etek çekmek kişiyi daha erken yaşlandırır. Vücut erkenden çökmeye başlar. Boş insan durmadan kendini dinler durur.

Ne zaman ki çalıştığı kurumda bir kat merdiveni çıkmaktan aciz duruma gelip asansörle inip çıkmaya başlamışsa,

Aşırı kilodan nefes nefese kalmışsa,

Organlarından bazısı iflas etmiş, sürekli hastaneye gidip geliyorsa,

Ne dediği anlaşılmaz bir noktaya gelmişse,

Sık sık unutuyor, işinde hata ve yanlışı artmışsa,

Ne idrarını tutuyor ne de çenesi durmuyorsa,

Herhangi bir yerden destek almadan lavaboda ayağını yıkayamıyorsa, tek ayakla durarak çorabını giyemiyorsa,

Kuruma, iş yerine, okul ve sınıfına hakim olamıyorsa,

Ayakta durmakta zorlanıyorsa, güç bela yürüyorsa...

Hiç durmayıp hemen emeklilik dilekçesini vermeli.

5 Ekim 2025 Pazar

Mirasta Paylaşım Sorunumuz (1)

Türkiye'de miras paylaşımı genellikle problemlidir. Hiç sorunu olmayan kardeşler iş miras paylaşımına gelince, herkeste aynı olmasa da çoğunda sorun çıkar. Küskünlüklere ve dargınlıklara sebebiyet veriyor.

Aslında sorunun çözümü, vefat edenin geride hiçbir şey bırakmamasıyla çözülür. Bu da mümkün olmadığına göre bu sorun er veya geç karşımıza çıkacak demektir. Gerçi eşi Alman olan bir okuyucum, kardeşler arasında sorun ne zaman çıkar içerikli bir yazımın altına, "İki çocuğum var. Daha küçükler. Şimdiden anlaşamıyorlar. Yazınız beni endişelendirdi. Gerçi Almanlarda miras bırakma diye bir şey yok. Aynı zamanda evlatların anne babaya bakma diye bir sorunu olmaz" türünden yorum yazmıştı.

Okuyucumun bu yorumu dikkatimi çekti. Anlaşılan o ki miras bırakmayarak Almanlar bu işi çözmüşler. Anne baba bakıma muhtaç olduğunda da bu sorunu çözmüşler. Görünen o ki Almanya sosyal devlet olmanın gereğini yerine getiriyor. Öyle zannediyorum, herkese iş veriyor, herkes karnını doyuruyor. İş veremediğine işsizlik parası veriyor. Durum böyle olunca, anne baba niye miras bıraksın. Kazandığını yer, içer, gezer.

Anne baba bakıma muhtaç hale düşmüşse öyle zannediyorum, devletin yaşlıları rehabilite edebilecek ortamları var.

Bizde ise aşağı yukarı her evde bakıma muhtaç bir hasta var. Kardeşler ya sırayla hastanın evinde ya da her kardeş kendi evinde bakıyor. Kimi bakıcı buluyor.

Bakıma muhtaç hasta uzun süre yatağa bağlı kaldığında, hastaya bakanlar mecburen işini aksatma durumunda kalıyor.

Miras konusuna dönersem. Konu netameli bir konu ve uzun bir mesele. Öyle yazıyla falan çözülmez. Ki Medeni hukuk bir oran belirlemiş. Aynı şekilde İslam hukuku da bir oran belirlemiş. Her ikisinin de kaydı, küreği var. Yazılı metin olmasına ve paylaşım açık olmasına rağmen vereseler anlaşamıyor.

Bildiğiniz gibi Medeni kanun erkek olsun, kız olsun, eşit paylaşımı emreder. Aynı zamanda rıza taksimini de kabul eder. Yeter ki biz aramızda anlaştık diye vereseler imza atmış olsun.

İslam hukuku ise kız ve erkek kardeşler arasında erkeğe iki, kıza bir şeklinde bir taksimi emreder. Gerçi İslam da rıza taksimine bir şey demez.

Bir ara Diyanet mirası hutbe konusu yaptı. Kız kardeşlerinizin miras hakkını verin şeklinde bir hutbe idi. Güzel bir hutbe idi ama orana değinmedi. Yani kıza bir, erkeğe iki vereceksiniz demedi. İsterdim ki bu orandan bahsetsin. Ama orana giremez. Çünkü günümüz Türkiye’sinde miras da bugünkü Müslümanların yumuşak karnı. Haydi deyince ulu orta konuşulmaz. Pek dillendirilmese de İslam'ın miras paylaşımı kardeşler arasında kırgınlığa ve küskünlüğe sebebiyet veriyor. Erkek 1/2 paylaşacağız dese, kız kardeş olmaz, eşit paylaşacağız dese daha paylaşım yapılmadan oranda sorun çıkıyor. Tabi, her aile için bu durum söz konusu değil. Gündeme pek gelmese de alttan alta bu sorun kaynıyor.

Ne alaka diyebilirsiniz? Bakmayın ortaya saçılmadığına. Geçen gün şimdilerde kendi isteğiyle vaizliğe geçen eski bir müftüyle karşılaştım. Selam, kelam, hal ve hatırdan sonra değişik camilerde vaaza çıktığını, haftada bir fetva hattı için müftülükte nöbetçi olduğunu söyledi. Ne tür fetva soruları dedim. Boşanma ve miras hakkında dedi. Telefonla mı cevap veriyorsunuz dedim. Hayır, yüz yüze görüşüyoruz dedi.

Hazır müftüyü bulmuşken sorulara devam etmek isterdim ama ayaküstü bekletmek istemedim. Şayet soru sorsaydım, genelde fetva için gelenler kimler desem, öyle zannediyorum, kadınlar diyecek. Çünkü hem boşanma hem de miras konusunda günümüz meri hukuka göre kadın daha mağdur oluyor. Kadın İslam hukuku ile meri hukuk arasında ikilem ve git gel yaşıyor. Bir nevi işin aslını astarını öğreneyim diye müftülüğe kadar gidiyor.

Bu konu çok su götürür. Sayfam bitti. Bu konuya daha sonra başka yazılarımda devam etmek isterim. 

Kaliteyi Düşürmenin Garanti Yolu

29.09.2014 tarihinde sosyal medyada yazıp paylaşmışım. Anılar bölümünde yeniden karşıma çıktı: "BİR ŞEYİN SAYISINI NE KADAR ARTIRIRSANIZ KALİTEYİ O KADAR DÜŞÜRÜRSÜNÜŹ.

ASIL OLAN NİCELİK DEĞİL NİTELİK  OLMALIDIR.

DUYGULAR AKLIN ÖNÜNE GEÇMEMELİDİR.

UNUTULMAMALI Kİ CEHENNEMİN YOLU İYİ NİYET TAŞLARIYLA DOLUDUR.

NEFRET ETTİĞİNİZ İNSANLARIN YAPTIKLARININ TERSİNİ YAPMAK HER ZAMAN DOĞRU YOLA GÖTÜRMEZ İNSANI.

İFRAT VE TEFRİTTEN UZAK DURMAK GEREKİR.

YAPTIKLARINIZIN ACI SEMERESİNİ 20 YIL SONRA GÖRÜRSÜNÜZ.

BİZDEN SÖYLEMESİ..." demişim.

Büyük harfle yazmak hiç prensibim değil. Nedense büyük harfle yazmışım. Belki dikkat çeksin diye belki kızgınlığımı ifade etmek için belki de telefonumun tuşlarının marifeti. Çünkü bazen yazmaya başlıyorsun. Geriye dönüp bir baktığın zaman klavyenin büyük harfle yazmak üzere ayarlandığını öğrendiğin zaman yazmada epey mesafe kat ettiğini anlıyorsun. Telefon üzerinden bir de büyük harfi küçük harfe dönüştürme maharetin yoksa silip yeniden yazmak üşengeçliğime gelmiş olabilir. Bir de çalakalem yazarken silip aynı yazdığımı yazmam her zaman mümkün olmayabiliyor.

Büyük harflerle yazıp paylaştığım bu yazı her durum için genel geçer bir kural ise de ben bu paylaşımı İHO ve İHL'ler için yapmıştım.

Biraz geriye dönüp olup bitene bakarsak bu okullarla ilgili ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. 

Malumunuz 2012-2013 öğretim yılından itibaren zorunlu eğitim 4+4+4 şeklinde 12 yıla çıkarılmıştı.

12 yıl mecburi eğitim yanlıştı. Bir çırpıda oldu bittiye getirildi. Özellikle lisenin zorunlu tutulması her yönüyle hataydı. Eleştirilere kulak tıkandı. Üstelik kademeli geçişten ziyade aynı anda okuyan tüm öğrenciler 12 yıl zorunlu eğitim kapsamına alındı.  4+4+4 denince sanıldı ki dört dörtlük bir eğitim olacak. Olmadı. Aradan 13 yıl geçti. Şimdi lise kaç yıl olsun anketleri yapılarak lise eğitim kademesinin aşağıya çekilmesi düşünülüyor.

8 yıl zorunlu eğitimle birlikte had safhaya ulaşan ara eleman ihtiyacı 12 yıl ile birlikte iyice belirginleşti. Devlet kaç yıldır sanayinin ara eleman ihtiyacını karşılamak için Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) aracılığıyla teşvik veriyor. Teşvik denilen rakam da az değil. 15 yaşından gün almış, liseyi MESEM'de okumak isteyen her öğrenci için 2025 rakamıyla 6630 lira aylık teşvik veriyor. Bu miktar 12.sınıfta yarı asgari ücrete çıkıyor. Bu rakamlar her yıl ocak ayında yeniden güncellenmekte. Kısaca dün bedava denecek bir maaşa yani harçlığa kalfa ve usta yetiştirilirken şimdi üste para vererek kalfa ve usta yetiştiriyoruz. Bu konu ayrı bir konu. Ben esas sadede geleyim.

2012-2013 öğretim yılıyla birlikte imam hatiplerin orta kısmının da açılmasına imkan verildi. Diğer okul türlerinin önünde ortaokul açmalarının önünde bir engel yoktu ama ticaret ve endüstri mesleklerin bile orta kısmı açılmadı.

İmam hatip ortaokulları (İHO) ve imam hatip liseleri çok sayıda ve bol miktarda açıldı. İşte bu uyarıyı büyük harflerle yapma gereğini de o zaman duydum. Sadece yazmakla kalmadım. Eş, dost ve bulunduğum ortamlarda dile getirdim. Yapmayın. Bu kadar bu okulları açmayın. Hazır katsayı engeli de kalktığına göre bir yere makul sayıda bu okullardan açın. Kaliteyi yakalayın. Yerine yenisini açın. Her yere mantar biter gibi bu okullardan açarsanız, yarın bu okullar genel lise işlevi görür, her tip öğrenci buralarda okur, bu okullara leke getirecek öğrenciler mezun olur. Böyle olunca halkın gözünde bir yeri olan bu okulları ayağa düşürürsünüz. Çünkü bir şeyin sayısının çok olması, kaliteyi düşürür. Yapmayın dedim.

Hak verenler sessiz kaldı. Sesi gür çıkanlar ise "Bu adam ne diyor? Üstelik hafız, imam hatip mezunu. Bir de ilahiyatçı. İmam hatip sayısından şikayetçi. İmam hatip düşmanı bu" dediler.

Kısaca, bunların gözünde imam hatip düşmanı oldum. 

Geldiğimiz noktada daha aradan 20 yıl geçmedi. 13 yıl olmuş. Sayılı pek az imam hatip dışında çoğu imam hatiplerde istenen kalite yakalanmadı. Bazı İHL'ler öğrenci kaydı olmadığı için başka okul türüne dönüştürülmek zorunda kalındı. Kapatılmayan bazı İHL'lerde ise öğrenci sayısı her geçen yıl daha da düşmektedir. Proje ve sınavla öğrenci alan İHL'lerde mevcut sayısında bir sıkıntı yaşanmazken sınavsız öğrenci alan bazı İHL'lerde mevcut sorunu var.

Olacağı belliydi. O zamanlar sakalım yoktu ki onları ikna edebileyim. Hoş, şimdi de yok sakalım. 

Ne edelim ki biz buyuz. Yarını ve geleceği düşünmeden, bir şeyin önünü ve arkasını hesaba katmadan karar veriyoruz. Uygulamaya geçiyoruz. Sonuç ise malum.

Ah şu imam hatip düşmanları yok mu?