10 Eylül 2025 Çarşamba

Kaba Saba Bir Profil

Tanımam etmem.

Bir arkadaşın ismini vermesiyle tanışmış oldum.

Bir iki defa karşılaştım. Selamlaştık. Hal hatır sorduk.

Yine bir defasında otururken gördüm. Bir başınaydı. Bir telefonu kapatıp diğerine açıyordu. Belli ki çok yoğun. Üstelik her işini telefonla halledecek kadar da yetenekli. Telefonla konuşurken de hem meramını kelamı kibar ile anlatması hem de nazik bir üslup kullanması dikkatimi çekti. Ne kadar da nazik dedim içimden. Gıpta ettim doğrusu.

Bir defasında da menzilime iki yüz metre kala yolda durup arabasına aldı.

Tüm hukukumuz bundan ibaret.

Başka ne huyunu bilirim ne suyunu ne fikrini ne de zikrini. Çünkü ne oturmuşluğum var ne kalmışlığım ne yedik ne de içtik.

Kibar ve nazik konuşan bu kişinin foyası bir yazıma bağlı imiş. Gösteren Allah gösterdi. Düşünüyorum da iyi ki öyle bir yazı yazmışım diyorum. Değilse bu profili nasıl tanıyacaktım. İlk izlenimim olan nazik ve kibar biri olarak kalacaktı. Keşke öyle kalsaydı, en azından yanımda hep bir değeri olurdu.

Foyasını daha doğrusu gerçek yüzünü ortaya çıkaran yazıma, ismini çıkaramadığım biri yorum yazmış. Bu kimdi kimdi diye düşünürken profiline girmek aklıma geldi. Anladım ki bu kişi bir çay içimi kadar bile oturmadığım, muhabbet etmediğim bir kişi.

Yorumunda saydırmış da saydırmış. Suçum ise yazımın vermek istediği mesaj onun düşündüğü gibi değilmiş. Benim zıddıma düşünüyormuş. Neymiş de saçmalamışım. Resmen alakaya maydanoz olmuşum. Benden beklemezmiş. Karşı mahalleye şirin gözükmek istiyormuşum.

Benim nazik, kibar ve beyefendi sandığım kişi bana karşı böyle aslan kesiliverdi. Öyle ya davasının yılmaz savunucusu idi ne de olsa. Bana hakaret ederek davasına hizmet edecek ve sureti haktan görünecekti.

Ne yazmıştın derseniz? Yazımda Türkiye’de karpuz gibi ikiye bölünmüş iki fanatik mahalleden bahsettim. Her ikisi de aşırı dedim. Ben ikisinden de değilim. Bu iki grup birbirinden besleniyor, gücü ele geçiren baskıcı olup çıkıyor. Onlar geçmişte bunu yaptı, biz yapmayalım. Toplumsal barışı bozmayalım türünden bir şeyler yazmıştım.

Buymuş benim saçmalığım. Önce saçma nedir, ona bakalım. TDK’ye göre saçma, “yersiz bulunan, akla ve mantığa uymayan, gereksiz, düşünülmeden söylenen, saçma sapan, abuk subuk, abifik gubidik, pestenkerani, vahi, absürt”.

Gördüğünüz gibi bir saçma yazıyla nelere imza atmışım. TDK de saymış da saymış.

Bu kardeşimiz uzunca olan bu saçma yazıma nasıl sabretmiş? Merak ettim doğrusu. Öyle ya baktı ki yazı saçma. Bırakıver okumayı. Sonra saçma yazıya yorum yaparak niye önemli vaktini heba ediyorsun böyle.

Bir defa kendi içinde mantık bulunan, bir duruşu ortaya koyan, mesaj veren bir yazı saçma olmaz. Çünkü tıpkı insan gibi yazının da bir duruşu var. Bu duruşa herkes katılacak diye bir şey yok. Ama görüşüme uymuyor diye yazıyı saçma görmek, bu yazıyı yazanı da saçmalamışsın diye yaftalamak bir akıl tutulmasıdır. Bazen saçmalık kişinin beyninde olabilir de aynayı bana doğru yönettiği için kişi kendi saçmalığını göremez. Saçmalığını görse zaten insan evladı olur.

Aslında bu kişinin yaptığı çoğu kimsenin gözünü kör eden fanatiklikten başka bir şey değil. Dese ki ben fanatiğim. Eyvallah derim.

Beyefendi zannettiğim kişinin kendisine daha nazik bir üslup kullanarak uzun uzadıya cevap yazdım. Yazımı izah ettim. Ardından saçmalama ve alakaya maydanoz ifadeleri şık olmamış dedim. Ne yazsa beğenirsiniz? Daha naifini bulamadım dedi. Yine de kusura bakmayacakmışım. Ben de kendisine naif ifaden bu ise naif olmayan halini düşünmek bile istemiyorum yazdım.

Emrin olur beyzadem. Sende bu herze oldukça paçandan daha ne naiflikler dökülür. Sadece bekleyip göreceğiz.

Sonrasında burnundan kıl aldırmayan bu kaba saba tiple üç beş defa karşılaştım. Baktım ne yüzüme bakıyor ne de selam veriyor.

Acaba utancından mı dedim. Benimki de laf. Adam utanacak ne yaptı ki. Utanacak biri varsa benim ben. Sonunda merhaba dedim. O da lütfedip merhaba dedi. Hepsi bu.

İşin garibi koca bir sene de üç beş defa gördüğüm bu profil bu sene burnumda ekşidi. Allah’ın iki günü görüyorum uzaktan. Belli ki davasının gereği bana küs ya da mesafeli. Ben de üslubundan dolayı kendisine. Neyse, benden ırak olsun da kime yakın olursa olsun bu sosyal medya mücahidi, kaba saba kişi.

9 Eylül 2025 Salı

Ekonomimiz mi Şoklara Dayanıklı, İnsanımız mı?

Hazine ve Maliye Bakanı, yaptığı açıklamasında, "Türkiye ekonomisi şoklara dayalı" demiş. Siz ne dersiniz bilmem ama şoklara dayalı olan ekonomi değil, Türk halkının kendisidir. Kaç yıldır bilmem. Şok şok şok bir geldi, pir geldi, hep geldi, çok geldi, pek geldi. Bir şok geçmeden üzerine yeni şoklar geldi. Gitmek bilmedi. Bu millet şok üzerine şok yaşadı. Şok oğlu şok olduk.

Türk ekonomisi bugün şoklara dayalı deniyorsa, bu, ekonominin değil, insanımızın marifeti ve başarısıdır. Türk halkı hâlâ yıkılmamış ayakta ise gördüğü sayısız şoklara dayana dayana vücudu bağımlılık yapmıştır. Artık şoklar bizim için bir anlam ifade etmiyor.

Öyle şoklar gördü ki bu nesil, her türlü kriz, buhran, resesyon vız gelir, tırıs gider dedirtti.

Bu zamana gelinceye kadar bu millet iyice pişti. Her şoka şok geçire geçire şok geçirmez oldu. Çünkü şok dediğin belli ömürde bir olur. Bir neslin başına geldiyse, diğerleri görmez. Bizde ise baba, evlat, dede, torun tüm kuşak şokla büyüyor. Bizim için şok vakayıadiyedendir.

Ha bu demek değildir ki şok geçirmiyoruz ya da geçirmeyeceğiz. Yine şok geçireceğiz ama bu şok, şok olmayınca başa gelen bir şok olacak. Millet şaşıracak. Şaşkınlığından şok geçirecek.

Bir gün "Kötü günler geride kaldı. Artık şoklara veda ettik. Üzerimizdeki karabulutlar kalktı. Ekonomimiz düze çıktı, önümüzü görebiliyoruz. Hayat normale döndü. Yüksek enflasyon geride kaldığı gibi tek haneli düşük enflasyon bile kalmadı. Güne zamsız uyanıyoruz artık. Ne zamandır şu ürüne zam gelmedi. Paradan para kazanma devri bitti. Yüksek faiz geride kaldı. Döviz yerlerde sürünüyor. TL hiç olmadığı kadar değerlendi ve dünyada aranan para oldu. Kiralar en düşük emekli maaşını altında kaldı, devletin aldığı vergiler azaldı ve vergi oranları düştü" dense, işte o zaman bu millet şok geçirir. Galiba dünyanın sonu geldi der. Belki secdeye bir kapanır, bir daha başını kaldırmaz.

Şaka yapmıyorum, dalga da geçmiyorum, ironi değil yaptığım. Kötü ekonomi bize biçilen bir rol. Adeta kaderimiz bizim. İçimizde bu şokların gönüllü fedaisi de çok nasılsa. Dünyanın hiçbir ülkesi böyle ekonomiye dayanamaz. Bu yönüyle bize acıların çocuğu dense yeridir.

Durum bu iken elbisemiz, ruhumuz ve bedenimiz şoktan ibaretse, gelen şoklar bize kaç yazar.

Dünyada en güçlü, dayanıklı ve sabırlı millet hangi ülkenin insanı dense, bu haliyle bu millet ilk sırayı kimseye kaptırmaz. Ne de olsa acıların çocuğuyuz.

O yüzden Sayın Şimşek bilsin ki şoklara dayanıklı olan ekonomimiz değil, yediden yetmişe insanımızın ta kendisidir. Ha Sayın Şimşek milleti ekonominin kendisi biliyorsa, o zaman dediği doğrudur. Yok, Mehmet Şimşek bizimle dalga geçiyorsa hiç sırası değil. Moral vermek için dediyse, bu milletin gaza da ihtiyacı yok. Çünkü bu millet gazsız çalışıyor zaten. 

Ey insaf neredesin diyeceğim de bu insaf denen şey çarşı, pazarda satılmıyor maalesef. 

İnancımız Hayatı Başkasına Zindan Etmemeli

Bir insan inanabilir.

inandığının gereği olarak ibadetleri yerine getirir.

İnanç ve ibadetinin yanında; dinin, fıtratın ve insanlığının gereği olarak ahlak ve etik değerleri sadece sözde değil, özde yaşar.

Özellikle ahlaki yaşantısıyla çevresine örnek olur.

Bu durumda inanç, ibadet ve ahlak bütünlüğü sağlanmış olur. Bu üçünü yerine getiren kişi de o dinin dindar ve mütedeyyini olur.

Aslında toplumsal bir işlevi olan dinlerin, müntesiplerinden istediği inanç ve ibadet kısmı, kişinin Allah ile kendi arasında gerekli olan bir ilişkidir. Ahlak ise toplumsal yönü olması yönüyle toplumlarda olmazsa olmazdır.

İnanç, kişinin Allah'a söz vermesi yani bunları bunları yerine getireceğime söz veriyorum demek ise ibadetler de bu verilen sözün fiili olarak yerine getirilmesinden ibarettir. İbadetler kulun Allah'a olan borcudur. Her kim bu ibadetleri yerine getirirse Allah’a olan borcunu ödemiş olur.

Kişinin dindar ve mütedeyyinliği de yaşantısını ahlak ile süslediği müddetçe bir anlam ifade eder.

İnanç, ibadet ve ahlaki sorumluluklarını yerine getiren, inandığı ve yaşadığı bu değerlere başkası da inansın diye irşat görevinde bulunabilir. Yazıp çizebilir ve konuşabilir. Kendi ailesini ve çoluk çocuğunu inancının gerektirdiği yönde yetiştirebilir.

Başkasına irşat vazifesinde bulunurken dikkat etmesi gereken hususlar; itici olmaması, yaşantısıyla örnek olması, irşat metoduna azami gayret göstermesi, güzel, nazik ve ikna edici bir üslup kullanması, insanları korkutmaması, sesini yükseltmemesi, konuşacağı ortamın ve kitlenin psikolojisini bilmesi, baskıcı olmaması, tehdit dilini kullanmaması, herkese güven vermesi, ele telkin verirken kendisi salkımı yutmaması, uyarı görevini nazikçe yapması, dinin ceza ve ödüllerini hatırlatması gibi hususlar.

Başkası sözünü dinler, peşinden gider ve gereğini yapar. Dinlemez, kendi bildiğini okur.

Bu durumda ötesini düşünmemek gerek. Yani yok, şöyle giyineceksin, böyle görüneceksin, şunu yapacaksın, bundan uzak duracaksın, bu halinle dışarı çıkamazsın. Çıktığın zaman milleti günaha sokuyorsun. Şöyle olanları muayene edeceksin, böyle olanları muayene etmeyeceksin. Sen nasıl böyle giyinirsin? Nasıl böyle düşünürsün türünden ayar vermemeli. Kimseyi ayıplamamalı. Cehennemde cayır cayır yanacaksın türünden konuşmak, insanları baskı altına almak demektir ki bunun insan kazanmaya hiç faydası olmaz. Hazırında nefreti artırır. Çünkü bu yapılan dindarlık değil, dini darlıktır. İslam ve Müslümanlık değil, İslamcılıktır. Bu da insanlara hayatı zindan etmektir. Buna da hiç hakkımız yok. Allah bile Hz Muhammed’e "Senin görevin tebliğ etmekten ibarettir" derken bize ne oluyor da Allah'ın peygambere bile vermediği görevi üstleniyoruz? Unutmayalım ki kimse Hz Muhammed’den daha Müslüman değildir.

Lütfen, inancım bunu gerektiriyor, Müslüman olan bunu yapmak zorunda diyerek insanlara hayatı zindan etmeyelim. İş yapacağız derken çiş yapmayalım.