31 Temmuz 2025 Perşembe

Toptan ve Perakende Arasındaki Uçurum

Müşteri ile esnaf konuşuyor:

"Şunların hangisi iyi?"

"Renklerinin farklı olduğuna bakma. Hepsi aynı."

"Ne kadar dayanır bunlar?"

"Bir ay."

"Kaça beheri?"

"90 lira."

"Kursa alacağım bunları."

"O zaman 40 lira yapayım. Toptan fiyatına vereyim."

"Bunların altı da lazım."

"Onu da 50 yaparım. Takım olur. Takımı 90 liraya gelir".

Müşteri 5-6 takım aldı sanırım. Başka ne aldı bilmiyorum. Çünkü dükkandan ayrıldım.

Siz bu tür alışverişi nasıl bulursunuz bilmem. Ama bana garip bir alışveriş geldi. Esnafın, hayrım olsun diye indirim yapmasını anlarım. Hatta ne kadar lazımsa al, hepsi benden olsun ya da iki tanesinin fiyatını almayayım demesini de anlarım. Ama beherine 90 dediğini, toptan fiyatına vereyim diyerek 40'a indirmesi bana garip geldi. Ürünün toptan ile perakende fiyatı arasında bu kadar fark ve uçurum olur mu?

Ürün pahalı, uygun ve ucuz demiyorum. Çünkü işin fiyatında değilim. Görünen o ki toptan ile perakende arasında belli bir fiyat aralığı yok. Oturmuş kâr marjı da yok.

Burada ticaret kolay değil. Bu işin elektriği, suyu, çalışan elemanın maliyeti, kirası vs. gibi giderleri var diyebilirsiniz.

Elbette ticaret zordur. Kim dedi ticaret kolay diye. Her şeyden önce riski vardır. Yönetimden veya piyasadan tutunamama durumu söz konusu. Bunun elektriği, suyu, kirası gibi sabit giderleri var. İşçi çalıştırıyorsa işçi maliyeti de işin içine giriyor. Yerinde saydığın gibi zarar etmek durumun da var veya kârın haddi hesabı yoktur.

Yalnız ne kadar zor ve riskli olursa olsun ticarette oturmuş bir kâr marjı olmalıdır. Toptan ile perakende satış arasında yüzde 10, 20, 30 veya 40 gibi bir oran olmalıdır.

Esnaf ve ticaretçi olmadığım için bilmiyorum. Bir tüketiciyim. Her ne kadar bazı esnaflar bana şu fiyata gelişi var dese de kâr marjı ticari bir sır tüm esnaf nezdinde. Zaten sormam da.

Dışarıdan biri olarak benim bu yaptığım hariçten gazel okumak. Belki dışı beni, içi de esnafı yakar.

Yine de toptanı 40 olan bir ürünün perakendesi yüzde yüzün üzerinde bir fiyat olmamalı diye düşünüyorum.

Bu manzarayı görünce esnaf olmak varmış şu dünyada demek geldi içimden.

Toptan ve perakende ya da aynı marka ürünün fiyatının dükkandan dükkana fark edişi öyle zannediyorum, mevcut yüksek enflasyonlu durumla alakası olsa gerek. Öyle ya kurt puslu havayı severmiş.

Yapılır mı bilmiyorum ama aynı marka ürünlerin, şehir şehir ve bölge bölge toptan ve perakende satış fiyatlarının İnternet ortamına aktarılması, hem esnafın fahiş fiyata satmasının önüne geçer hem de tüketiciyi bilgilendirmiş ve bilinçlendirmiş olur. Bu demek değildir ki aynı marka ürün tüm Türkiye'de aynı fiyata satılsın. Aynı ürünün asgari ve azami fiyat aralığı belirlenebilir. Elbette ürünün üretildiği ve imal edildiği yer ile uzak mesafe yer arasında fiyat farkı olabilir. Hatta esnaf bu fiyatın üzerinde veya altında satabilir. Yayımlanan ve sürekli güncellenen liste bir tavsiye niteliğinde olur. Böyle yapılırsa, evinden çıkmadan alacağı ürünün fiyat aralığına bakan tüketici, gittiği yerdeki fiyatı fahiş bulursa almaz.

Tüketicinin bilinçlendiğini gören esnaf ürünü satarken fahiş fiyat çekmez.

Tüm ürünlerin alfabetik sıralı satış listesini hazırlamak zor denebilir. Geçmişte böyle bir şeye kalkışmak elbette zor ve imkansız idi. İnternet çağında böyle bir programı hazırlayıp dijital ortamda yayımlamak hiç zor olmasa gerek.

29 Temmuz 2025 Salı

Dilimizin Durumu

24 Temmuz 2025 günü yazıp paylaştığım “Parkur Kültürü” başlıklı yazıma bir okuyucum şöyle bir yorum yazarak yazıma katkıda bulunmuştur. Önce Okuyucu unun bu yorumuna, altına da verdiğim cevabi yazıya yer vererek bu konu üzerinde kısa bir değerlendirme yapacağım.

“Parkur ve kültür kelimeleri zannedersem öz Türkçe olmadığı için insanımız benimseyemedi. Bir muallim olarak sizler bu kelimelerin karşılığını açıklarsanız aydınlanır ve benimseriz. Selamlar ve saygılar. Hoşça kalın”.

As. Saygılar bizden. Hem parkur hem de kültür Fransızcadan dilimize geçmiş kelimeler. Sanırım Arapçadan kurtulmak için 1930'lu yıllarda ortaya konan Güneş Dil Teorisi ile Fransızcadan adeta kelime ithal etmişiz.

Kültürün kullanımı çok eski olmalı ki dilimize iyice yerleşmiş. Bugün kültürün eş anlamlısı olarak Arapça hars ve Türkçe ekin kelimeleri veriliyor. Hem hars hem de ekin sönük kalıyor ve pek kullanılmıyor. Türkçe ekin kelimesini kullansak kültür anlamında kullanıldığı çok sonra aklımıza gelir. Hatta kültür yerine ekin kullanan kişinin kendisi, ekin dediğim kültür demese, elinin kültür olduğu kolay kolay aklımıza gelmez. Sözlüler kültüre şu anlamı vermiş: "Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde oluşturulan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümüne” deniyor. Gel gör ki derin anlam içerek kültürün yerine TDK herkesin kullanacağı, dilden düşürmeyeceği bir kelime üretememiş. Belki de üretmedi.

Kısaca yürüyüş yolu diyebileceğimiz parkurun kullanımı ise yakın zamanlara ait olsa gerek. Özel yaya yolu, özel bisiklet vs. yolu anlamında çoğu yer için bu kelime kullanılıyor. Parkuru ifade edecek tek kelimelik bir kelimeyi ne toplum ne de TDK üretebilmiş. Zannedersem dil üretmede diğer alanlardaki üretim gibi olsa gerek ki doğru dürüst üretim yapamadığımız için haliyle kelime de üretemiyoruz. Nice sonra TDK bir kelime önerse de toplumda karşılığı olmuyor.

Hassasiyetinizi anlıyorum. Ben de isterim ki tüm kelimelerimiz kendi öz Türkçemiz olsun. Ne kadar özen göstersek de yabancı kelimelerden kurtulamıyoruz. TDK'nin ürettiği kelimelerin çoğunu da kullanamıyoruz. Üretilen onca kelimeler sadece Büyük Türkçe Sözlükte yer kaplıyor.

Bir an için sizin yorumunuzdaki kelimelere göz attım. Cümleleriniz içinde geçen "kıymet, hoca, kelime, zan, muallim, selam, hoşça" kelimeleri ağırlıklı olarak Arapçadan, hoca, hoş kelimeleri de Farsçadan dilimize geçmiş. Baki selam”.

Okuyucuma kısaca bu şekilde cevap yazdım. Okuyucu, yerden göğe haklı. Fakat biz de haklıyız. İki haklıdan ortaya bir haklı çıkmıyor maalesef. Çünkü zengin bir dile sahip dediğimiz dilimizin, yazı ve konuşma diline bakarsak, çok da zengin olmadığını görürüz. Yazılarında öz Türkçeye yer veren belli başlı yazar, çizer ve akademisyenin ne demek istediğini anlamak için elimizin altında sözlük olması gerek. Çünkü bunların cümlelerinde kullandıkları öz Türkçe kelimeler, dilimize Arapça ve Fransızcadan geçen kelimelerden daha yabancı. Anlayabilene aşk olsun. Çünkü ne yazı dilinde ne de konuşma dilinde karşılığı var.

Yeni kelime üretme konusunda Türk Dil Kurumu (TDK) nasıl bir yol izliyor bilmiyorum. Bildiğim ürettiği çoğu yeni kelimenin toplumda bir karşılığının olmadığı. Acaba TDK üyeleri masa başında mı kelime üretiyor diye aklıma gelmiyor değil. Eğer böyle yapıyorsa, bunun yerine Anadolu’nun yedi bölgesinde halkın konuştuğu yöresel kelimeleri önerse daha faydalı bir iş yapmış olur.

Aslında hem halkın hem TDK’nin cuk diye oturacak yeni kelime üretememesinin temelinde, hiçbir alanda doğru dürüst üreten bir toplum olmayışımız yatmaktadır. Marka değeri olan, patenti bize ait yeni şeyler üretmedikçe, bu ihtiyacı ithal etmek suretiyle giderdikçe onların verdiği isim dilimize geçecektir. Bir nevi dilimize kelime ve sözcük de ithal ediyoruz demektir. Maalesef başkasında olmayan bir şeyi üretemeyen bir millet kendi dilini de geliştiremez, kendi diline yeni bir kelime de kazandıramaz, başka ülkeye de dilinden kelime ve sözcük ihraç edemez. Bence bizim dil konusundaki en büyük açmazımız bu. Ne zamanki yeni şeyler üretiriz, işte o zaman dilimiz de zenginleşir, gündelik hayatta ve yazı dilinde o kelimeleri kullanırız, başkasına da ihraç ederiz. Değilse fakir bir dil olarak kalırız.

Ne demek istediğim, Türkçe sözlüğe bakarak daha iyi anlaşılır. Çünkü bugün gündelik hayatta kullandığımız Türkçe diye bildiğimiz çoğu kelimenin başta Arapça ve Fransızca olmak üzere başka dillere ait olduğu görülecektir.

27 Temmuz 2025 Pazar

Ne Müşteriler Varmış Meğer!

Bakkal ve marketten ekmek almam. Her fırının ekmeğini de.

Ekmeğini beğendiğim fırın varsa evime uzak demem. Gelip geçerken ya da yolumu değiştirerek bazen de sırf ekmeğini almak için giderim.

Evimin yakınında da var bir tane fırın. Buranın da ekmeğini beğenirim. Sadece ekmek değil ayaklarımı bu fırına götüren:

Sahibinin güler yüzü, ilgi ve alakası, çalışanların giyim, kuşam, temizlik ve hijyene önem vermesi. Ekmek dahil, fırında satılan hiçbir ürünün açıkta bulundurulmaması, ekmeği müşterinin seçmemesi ve elini dokunamaması, işleri ne kadar yoğun olursa olsun, istenen ekmeği görevlinin vermesi, ekmeği veren görevlinin de ekmeğe dokunmadan önce eline eldiven giymesi, mamüllerin dizaynı vs.

Ekmeğe çıplak elin değmeme durum ve hassasiyeti, kasalarla gelen ekmeği tereklere yerleştirirken de gözlerden kaçmıyor.

Ekmeğin dışında geleneksel Konya gevreği de satan bu işletme, 1989 yılından bu yana prensiplerinden ödün vermeden muhitinde satışını yapıyor.

İşletmeye ait fırın bir başka yerde. Fırında imal ettiklerini bu küçücük dükkanda satmaya devam ediyor esnaf.

Dükkanda kredi kartı da var. Sahibinin iki prensibi dikkatimi çekti. Gevrek türü satışlar için ödemeyi kredi kartı ile alırken ekmek için ise nakit ödenmesini istiyor. Post makinesi ile ödemeler öyle zannediyorum, kar marjını düşürüyor. Bir diğer prensibi de ekmek için görevliden yardım istenmesi. Bu iki prensibi de A4 kağıdına yazdırmak suretiyle müşterinin göreceği yerlere yapıştırmış.

Ne zamandır tandır ekmeğine yöneldiğim için bu işletmeden ekmek almıyordum. Dün geç vakit ekmek almak için gittiğimde ekmek kalmamıştı. Gelir mi dedim. "Gelmez" dedi.

Sabahleyin tekrar ekmek almaya gittim. "Kredi kartı ile ekmek satışımız yoktur" ve "Ekmek için görevliden yardım isteyiniz" yazısının dışında dış cama yapıştırılmış bir yazı daha dikkatimi çekti: "31.07.2025 tarihinden itibaren ekmek satışımız yoktur" yazısı.

Dükkanın ismine yer vermeyeceğim.

Ekmek alıp giderken dikkatimi çeken bu yazı için tekrar içeriye girdim. O anda çalışan iki kız çocuğu vardı. Kızım, bu yazı neyin nesi? Ekmek niye satmayacaksınız" dedim. "Şikayetlerden dolayı böyle bir karar alındı" dedi. Ne şikayeti dedim. "Kredi kartı ile ekmek satışı yapmayışımız. Bir diğeri de ekmeği bizim vermemiz" dedi. Ciddi olamazsınız dedim. "Maalesef ciddiyiz" dedi. Bu kararınızdan dönersiniz inşallah dedim. "Dönülmeyecek" dedi. Çıkarken, bu arada biz müşteriler olarak ekmeği seçmeyi, dokunup dokunup bırakmayı çok severiz. Bunun mutluluğu başka. Siz bilmezsiniz deyip ayrıldım.

Kızın anlattığına göre şikayetlerin ardı arkası kesilmemiş. Artık Cimer'e mi yapıldı şikayetler, fırıncılar odasına mı, belediye ya da valiliğe mi ya da işletme sahibine mi bilmiyorum. Belki de günde birkaç kez müşteri ile papaz oldu işletme. Belli ki şikayetler işletme sahibine gına getirmiş. Kredi kartı ile ekmek satışı yapmadığı için belki de ceza yemiş bile olabilir.

Kredi kartı ile ekmek satışı kar marjını düşürüyor mu, tümden kârı götürüyor mu bilmiyorum. Belki niye satış yapmıyor diye kızabilirsiniz. Alınan üç beş ekmeği de kredi kartına çektirmemek gerektiğini düşünüyorum. Esnafın böyle yaparak vergi kaçırdığını da düşünmüyorum. Belki de esnafın belini büken ve onu böyle bir çözüme iten kredi kartlarındaki vade olsa gerek.

Müşterinin kredi kartı ile ekmek satışı yapmadığı için şikayetini belki haklı görebilirim ama ekmek için görevliden yardım istenmesini yani kendi ekmeğini kendisinin almasına izin verilmemesi, müşterinin şikayet konusu yapmasını anlamıyorum. Vatandaş elini değdiği ekmeği poşetinin içine koysa eh diyeceğim. Ama çoğumuz terekteki ekmeğin altını üstüne getiriyoruz. Çıplak elimizle dokunup dokunup bırakıyoruz. Çoğu fırın ve markette böyle müşteriyi çok gördüm. Ben mecbur muyum başkasının dokunup bıraktığı ekmeği almaya?

Hasılı, 1989'dan bu yana 36 yıldır muhitinde ekmek satışı yapan esnafın bundan sonra ekmek satmayacak olmasına üzüldüm. Çarşıdan gelirken ekmek ihtiyacımı zaman zaman karşıladığın bu fırından bundan sonra ekmek alamayacağım. Ekmeği bir şekil başka yerden bulurum ama vatandaşın olur olmaz şikayetini de asla müşteri memnuniyeti olarak görmem. Hele ekmeğe dokunarak almak müşteriyi memnun edecekse, varsın bu tür müşteriler "Müşteri memnuniyeti esastır" prensibinin dışında kalsın.

Görünen o ki esnafın bu aşamadan sonra ne haliniz varsa görün, kendi ekmeğinizi kendiniz alın dese, inanın, bu sefer de ekmeğe herkes elini dokunuyor şikayetleri gelecek ve esnaf kimseye yaranamayacak. Haliyle esnafın işi zor. Herkesi memnun etmesi mümkün değil. Sonunda pes deyip çareyi ekmek satmamada bulmuş.

Şu var ki pireye kızıp yorgan yakmamak lazım. Ekmek satışı bir şekilde devam etmeli. Çünkü ekmek satışının sona ermesi, birkaç şikayetçiyi memnun etmekten ve egosunu tatminden başka bir amaca hizmet etmez.