21 Mayıs 2025 Çarşamba

Asırlık Bir Profil

Resmi yaşı 1939 olsa da gerçek yaşının kaç olduğunu kendisi de bilmiyor. Resmi yaşları aynı olan halasının oğluna göre "Yaşımızın aynı olduğuna bakmayın. Biz küçükken ablamın arkasına düşerdik. Bizden 4-5 yaş büyük" dedi bir oturmamızda. Öyle görünüyor ki yaşı 90'ı geçkin. Bir asra doğru gidiyor.

Okutmamış annesi babası. Babasını bilmem ama annesi de okur yazar değildi.

Bozkır'ın köyünden evlilik yoluyla Çumra'nın beldesine, tuvaleti dışarıda tek odalı bir eve gelin gelmiş. Kaç yaşında evlendiğini kendisi de bilmiyor.

Yaşayan yedi çocukları olmuş. Zannedersem üç tanesi de küçükken vefat etmiş.

Bir taraftan ardı arkasına çocuk büyütmüş. Ev işlerini yapmış. At arabasıyla çiftçilik yapan kocasına ekin harmanda yardım etmiş. Başkasına yevmiyeli işe gitmiş. Dağdan sırtında odun getirmiş.

Ekmek yaparken yakacak olarak kullanmak için harmandan saman toplamış. Bağlardan gilime toplayıp sırtlayıp getirmiş. Yine ekili dikili olmayan mera diyebileceğimiz yerlerden kurumuş şapla otu, imizoku (bu da kökü olan ince uzun, yapraklı bir ot. Sözlüklerde rastlayamadım bu kelimeye.) toplar getirirdi.

Ömrü, uzak bağlardan ve dağlardan yakacak toplayarak sırtında getirmekle geçmiş. Üzerine, bir oda ve ara yerden ibaret evde yedi çocuk büyütmüş. Evin önüne şebeke suyu gelinceye kadar beldenin tek çeşmesinden su taşımış. Oturduğu evin içinde ne mutfak ne lavabo ne banyo var.

Ömrünün tamamını beş vakit namaz kılarak son yıllarını da namaz öncesi ve sonrası yatarak geçiren kocası, son yıllarda yatağa mahkum olur. Yedi çocuğun ardından yatalak kocasına da bakar tek odanın yanına yapılan ikinci odada. Bir defa olsun, bıktım, bakamıyorum dediğine şahit olan yok.

Eşi 2007'de vefat ettikten sonra oğulları yanına alır. Onlarla birlikte kalır. Ağırlıklı olarak en küçük çocuğunun evinde yaşar. Zaman zaman da kızlarının yanında. 

Yaş ilerledikçe vücudundaki kireçlenme, kemik erimesi, bel eğriliği, tansiyon, şeker, nefes alma gibi hastalıklar ortaya çıkar. Hastalıklar baş gösterinceye kadar şuram ağrıdı, şu derdim var demedi.

Ağzında bir tane dişi yok. Çürüyen, sızlayanı çektirmek bazılarını da kendisi çıkarmak suretiyle dişsiz kaldı. Kim akıl verdi ise ben diş yaptırmayacağım dedi. Yaptırmadı. Çünkü akıl veren yaptırdığı dişlerinden memnun kalmamış. Ömrümün kırk senesini dişsiz geçirdi. Yemekleri damakları yardımıyla yedi. Hepsini çiğneyemediği için gevmeden yuttu.

Hareketsizlik ve gevmeden yutma kiloya verdi. Aşırı kilosu var.

Diz, ayak ve dizlerinde ağrı eksik olmaz. Yoğurt sürer gibi ağrı kesici merhem sürer vücuduna.

Ağır vücudunu ayaklar çekmez oldu. Yürümede zorlanmaya başladı. Kaç defa düşmüşlüğü vardır. Düşerken çok teknik düşüyor olmalı ki birçok ihtiyarın başına gelen kalça kemiği kırığı başına gelmedi.

Gözler de eskisi gibi görmüyor. Doktor sarı nokta teşhisi koydu.

Şeker, tansiyon ve göğüs hapları raporlu. İlaveten göz merhemi, ağrı kesici, kas gevşetici, B12 vitamin hapı, bir de vücuduna sürdüğü ağrı kesici merhemi eksik etmedi. Okur yazar olmamasına rağmen hangi ilacı ne zaman kullanacağını kimseye sormadan kullandı. Hangi ilaçtan kaç tane kaldığını da günler öncesinden söylerdi. Yine paranın renginden kaç lira olduğunu bilirdi.

Herkesin yediğini yemezdi. Et ve et ürünleri, tereyağı ile yapılan yemekleri ağzına sürmezdi. Kokusundan bilirdi. Kokusu sinen bu tür yemekleri de yemezdi. 

İlerlemiş yaşına ve hastalıklarına rağmen oruç tutmaktan geri durmadı.

Ramazanın ortasında nefes darlığı şikayetiyle hastaneye kaldırıldı. Enfeksiyonu yüksek çıktı. Normal oda derken birkaç gün de yoğun bakımda kaldı. Sonra tekrar normal odaya alındı. Kalkamaz olduğu için hastanede bez bağlanmaya başlandı. Bayramı hastanede geçirdi.

Bayram sonrası oksijen makinesi ile birlikte taburcu oldu. Bir ay boyunca kızının evinde kaldı. Artık eskisi gibi değildi. Kendi işini kendi yapamaz oldu. Ayağa kalkamadığı için yine bez bağlanmaya devam etti.

Bir ayın ardından bir başka kızının evine geçti. Orada iken yapılan tahlil sonucunda enfeksiyon vücudunu yine kaplamıştı.

Ambulansla hastaneye kaldırıldı. Hastanede yapılan tahlil ve tetkikler sonucunda yoğun bakıma alındı. Akciğerlerine giden iki damardan büyük olanının tıkalı olduğu tespit edildi. Damarı açacak ilaç verildi. Yoğun bakımda iken kalbi durdu. Kalp masajı yapıldı. Entübe edildi. Enfeksiyona ilaveten zatürre olduğu, böbreklerinde sorun olduğu belirtildi. Damar yollarında sıkıntı tespit edildi. Kalp ritminin düzenli olmaması gerekçesiyle kalbi kuvvetlendirecek ilaç verildi.

Öğle arası yapılan ziyaretlerde makineye bağlandığı, ağzında tüp olduğu görüldü. Ziyaretine gelenleri tanıdığı gibi elleriyle ve ağzıyla hep bir şeyler söylemeye çalıştı. Ama ağzında tüp olduğu için konuştuğu anlaşılmıyordu.

Kalbi düzenli çalışmadığı için bir hafta boyunca uyutuldu.

Görünen o ki organları iflas etmek üzere.

Dile kolay. Bir asra yakın ömür kısaca böyle geçti. Bu yaşına rağmen hafızası çok güçlü. Kolay kolay unutmaz.

Nasılsın dediğin zaman her yerim ağrıyor. Sağlam tek yerim çenem derdi. Çok konuşurdu. Konuşurken bir ihtiyaç için odadan çıksan, dönüşte kaldığı yerden devam ederdi. Bağırarak konuşmaz. Konuştuğu dinlenilsin veya dinlenilmesin. Yeter ki odada biri olsun. Arka arkaya ekleyerek geçmişi anlatırdı.

Geçmişi anlatarak rahatlardı. Gördüğünü, duyduğunu fotokopi makinesi gibi alma ve aktarma özelliğine sahip idi.

Uyuduğu ile uyandığı bir olurdu. Kulağım duymaz dese de ufacık tıpırtıdan haberdardı.

Hastalık ile cebelleşmesine rağmen başka hastaların durumunu da sormadan geçmezdi.

Onun kadar hafızası güçlü ve zeki birini görmedim desem abartı olmaz.

Ömrü gelip gidiyor ama ömrü koşturarak, bedenen çalışarak geçirmiş. Doğru dürüst rahat yüzü görmemiş. Hep maddi sıkıntı çekmiş. Çoğu gibi insanca bir yaşam sürmemiş.

Hastalık başa bela olup yatağa mahkum olunca ben böyle mi olacaktım derdi.

Ne edersin ki dünya böyle. Kimin, yarınının ne olacağını kimse bilemez. Ama Allah kimseye eziyet, açlık, yokluk ve koşuşturmaktan ibaret hayat vermesin.

22 Mayıs 2025 Perşembe günü öğle vakti kalbi yine durdu. 

Ertesi gün (cuma) sabah saatlerinde kalbi benden bu kadar dedi ve gözlerini yumdu. Böylece acıları dindi. 

Anamdı kısaca bu anlatmaya çalıştığım. Hakkı ödenmez bilirim. Allah merhametiyle muamele etsin.

23 Mayıs günü Cuma namazı sonrası kılınan cenaze namazına müteakiben defnettik anamı. Bu vesileyle cenazesine katılan, taziyemize teşrif eden, telefonla arayarak acımıza ortak olan herkese çok teşekkür ediyorum. Allah hepsinden razı olsun. 

Konjonktüre Teslim

Küçüklüğümden beri yokluktan mıdır bilinmez, çaya karşı aşırı bir özlemim var. Çay varsa başka bir şey aramam. Bir çaydanlık çay olsa yeter bu kadar demem. Bir çaydanlık çayı bir başıma bitiririm.

Gündüz işte içtiğim çayın haddi hesabı yok. Akşam ise bir başına da olsam, gündüz çok içtim demem. Mutlaka çayımı koyar, içerim.

Herhalde benim kadar çay içen yoktur. Bu yönümle çaykolik biriyim desem yeridir. Gerçi benim dışında çay içen insanımız da çoktur. Bundandır ki çay içiminde dünya sıralamasında 3,16 kg ile dünyada birinci sıradayız. Adeta sudan çok çay içiyoruz. Bize en yakın ülke olarak İrlanda'ya 1 kilo fark atıyoruz.

Markete her gidişimde listede yazılı ihtiyaç listesine göre alışverişimi yaparken listede çay olmasa da marketlerin çay reyonuna uğrar, çay alırım. Evde her şey ihtiyaç kadar varken çay paketleri fazlaca olur. Nasılsa miadı geçmez, kokmaz, bozulmaz.

Geçen gün önüme Türkiye'de en fazla çay içen 20 ilin sıralaması geldi. Ben çok içtiğime göre Konya ilk sırada olur diye merakla listeyi açtım. Nedense ilk 20 şehir arasında Konya yoktu. Demek ki özgül ağırlığım yokmuş. Ben de kendi kendime gelin güvey oluyormuşum da haberim yokmuş.

Çay konusunu açmamın sebebi, bir hassasiyeti dile getirmekti. Gördüğünüz gibi konu çay içmeye gitti.

Çay içiyordum ama HDP ne zamanki partisinin adını DEM diye değiştirince, vatanını seven bir vatandaş olarak ağzıma dem demeyi almaz oldum. Halbuki çay demek dem demekti. Hanıma, çay demlendi mi bile diyemez oldum. Bunun yerine bina yıkılması ya da depremde evin çökmesi anlamına gelse de "Hanım, çay çöktü mü" demeye başladım. Bazen alışkanlık gereği "Çay demlendi mi" der demez sağıma soluma baktım. Acaba bir duyan oldu mu diye. Her ne kadar evde yabancı yoksa da yerin kulağı var diye bir şey var değil mi? Ondan sonra da birileri “terör sevici, iyi demlenmeler, maşallah, iyi demleniyorsun” desin. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Çekemezdim bunu. Hele terörist muamelesi görmeyi bu yaşımda kaldıramazdım.

Bu çekincem ya da hassasiyetim bugünlerde kalmadı. Artık ağzımı doldura doldura ve göğsümü gere gere "Hanım, çay demlendi mi" diye yüksek sesle seslenebiliyorum. Ne değişti demeyin. Dün bir DEM'li televizyona çıkamaz, çıkmak istese de hiçbir kanal onları ekrana çıkarmaya cesaret edemezdi. Hiçbir siyasi onlarla kolay kolay görüşemezdi. Kimse onlarla ittifak yapmaya yeltenemezdi bile. Çünkü vebalı idiler. Terörle aralarına mesafe koymamışlardı. Herkes onlara yok muamelesi yapıyordu.

Artık her ne değişti ise şimdi her kanalda bir DEM'li vekili konuşmacı olarak yerini almış görüyorum. Her bir siyasi onlarla görüşmek için can atmaya başladı. Kimse DEM'lilerle görüştüğü için terörist, terör sevici damgası yemiyor artık.

Anlaşılan konjonktür değişti. Birileri düğmeye bastı. DEM'lisi de demsizi de iyilik ve barış havarisi kesildi.

Benim neyim eksik bundan. Konjonktür neyi gerektiriyorsa onu yaparım. Dün DEM'liler kötü denmişse kötülerim. Bugün DEM'liler göründüğü kadar kötü değilmiş, hatta Sünni imişler denmişse, ben de onları iyi görürüm. Çünkü konjonktüre teslim olmada huzur ve mutluluk vardır. Dün dündür, bugün de bugün der, yoluma devam ederim. Size de tavsiye ederim. Konjonktür neyi gerektiriyorsa onu yapın ki hiç başınız ağrımasın. Başınız ağrımadığı gibi uyumlu ve uysal biri olursunuz. Hatta milliyetçi ve vatansever bile olursunuz. Bunun için tek yapacağınız, tekrar ediyorum, konjonktüre teslim olacaksınız. Yok, ben konjonktüre teslim olmam diyorsanız, başınız ağrır. Demedi demeyin. Üç günlük dünya için başınızı ağrıtmaya gerek var mı?

Bu arada çay ocağına gidip “Çaycı! Bir tane demli çay bile diyemiyordum. Şimdi artık kim tutar beni. “Çaycı, gönder oradan bir demli çay. İmamın abdest suyu gibi olmasın!”

Burada Erzurumlu Naim Hocayı da anmadan geçemeyeceğim. Gülme garantili vaazlarıyla  meşhur bir Hoca. Bir vaazında maçlarda futbolcular avret mahalline dikkat etmiyor. Hepsi cıbıldak. Maça gitmek caiz değil demiş. 

Gel zaman git zaman Erzurum valisi, halkın Erzurumsporun maçlarına ilgisizliğinden dem yanmış. Halkı stada nasıl çekeriz demiş. Yanındakiler, halk Naim Hocayı sever. Onun dediğini yapar. Yeter ki vaazında bu konuya değinsin derler. 

Valinin ricası Naim Hocaya ulaştırılır. 

Naim Hoca ertesi hafta vaaz kürsüsüne çıkar. Her zamanki gibi cemaati tıklım tıklım. 

Vaazını yaptıktan sonra "Cemaati Müslimin! Geçen haftaki vaazımda maça gitmek caiz değil demiştim. Validen emir geldi. Ulu'l emre itaat farz. Bundan sonra Erzurumsporun maçlarına gideceğiz" der. 

Erzurumsporun maçına seyirciler gider. Valinin davetlisi olarak Naim Hoca da protokoldeki yerini alır. 

Maç başlayınca, yanındakine Erzurumspor hangisi diye sorar. Mavi-beyaz olduğunu öğrenince, Erzurumspor her ceza sahası içinde gol kaçırdıkça, yanındakinin dizine elini vurarak, ah olmadı, olmadı der. Hoca maça kendini kaptırdıkça yanındakinin dizi de şaplaktan nasibi alır. 

Vali bir sonraki Erzurumspor maçı geldiğinde, yardımcılarına "Hocayı maça çağırın. Mutlaka gelsin. Yalnız onunla benim aramda bir koltuk boş bırakılsın" talimatını verir. 

20 Mayıs 2025 Salı

Mavi Vatan Doktrini

Mavi Vatan, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz, Akdeniz ve Ege'de ilan ettiği deniz yetki alanlarını kapsayan doktrin".

Eski asker (tümamiral) ve öğretim görevlisi (Doç.) aynı zamanda yazar olan Cihat Yaycı bu doktrin üzerinde çok duruyor. Mavi Vatan'ın geliştiricisi olarak tanınıyor. Bu konuda Mavi Vatan "Bir Harita ve Bir Doktrin Kitabı" başlıklı bir eseri var. Mavi Vatan üzerine kendisi ile yapılan bir röportajını dinledim. Ağzım açık dinledim. Hem konusuna hakim hem de yararlandığımız takdirde ülkenin yararına bir durum söz konusu. Bu konunun uzmanı Cihat Yaycı’dan yararlanmak gerektiğini düşünüyorum. 

Doktrinin fikir babası kendisi de bir asker olan Ramazan Cem Gürdeniz, 14 Haziran 2006 yılında verdiği bir sempozyumda bu kavramı ilk kullanmış.

Görünen o ki Mavi Vatan doktrini yeni değil, kökü 2006 yılına kadar gidiyor.

Bu kavram birkaç yıl öncesine kadar televizyonlarda çok konuşuldu. Siyasetçiler pek dillerinden düşürmedi. Hatta 2021 yılında Libya ile yaptığımız deniz yetki alanları anlaşmasıyla hep dillerde idi. Bu anlaşmayı daha sonra Libya İstinaf Mahkemesi iptal etmiş olsa da bu anlaşma hala geçerliliğini koruyor.

Sondaj gemilerimiz yine 2020'li yıllarda Ege ve Kıbrıs açıklarında durmadan doğal gaz aradı. Sondaj yaptı. Şu kadar doğal gaz bulduk müjdeleri verildi. Başka sondaj yapmak isteyen gemilere de sondaj yaptırmadı.

Sonra ne oldu bilmiyoruz. Her şey bıçak gibi kesildi.

Mavi Vatan kavramını pek değil, hiç kullanmaz olduk.

Akşam sabah konuştuğumuz Libya ve Libya ile yapılan deniz anlaşmasını ağzımıza almaz olduk.
Ege ve KKTC önlerinde sondaj yapan sondaj gemilerimiz buradan çekildi.

Tek taraflı iptal edilen Libya deniz yetki alanlarından yararlanmak için münhasır bölge ilanı yapmadığımız için bu anlaşmadan da yararlanamıyoruz.

Hasılı bir zamanlar ağzımızdan düşürmediğimiz Mavi Vatan gündemden düştü. Yetkililer de ağzına almıyor. Ne oluyor, inanın anlamış değilim.

Ülkeye baskı mı var?

Ülkenin gücü mü yetmiyor?

Birileri kulağımızı mı çekti?

Ülke bu konuda çok mu beceriksiz?

Mavi Vatan bizim için çok mu masraflı da o yüzden mi vazgeçtik?

Mavi Vatan bizim için günübirlik kullanılıp çöpe atılacak bir hamaset mi ibaret idi?

Yoksa Türkiye Mavi Vatan doktrininden yararlanıyor da bunu sessiz mi götürüyor?

Sebep her ne ise kamuoyunun bunu bilmesinde fayda var. Şayet sessiz ve derinden bu işi götürüyorsa, bununla gurur duyarız. Laftan ziyade icraat yapıyoruz deriz. Yok, bu doktrinden vazgeçti isek, kim, ne hakla bu doktrinden vazgeçti?

Hepsi bir hayalden mi ibaretti yoksa?