2 Nisan 2025 Çarşamba

Hususi Toplu Taşıma Araçlarımız *

"Dünyanın en birinci petrol üreticisi ülke bizmişiz gibi herkesin altında bir otomobil!" tespiti Yenişafak yazarlarından Fatma Barbarosoğlu'na ait.

Eski bir yazısından bu cümleyi not etmişim.

Sayın Barbarosoğlu'nun bu tespitinin sağlamasını yapmak için cadde ve sokaklara, tıkanan yollara, otoparklara ve meskûn mahallerin her bir köşesinde sıra sıra park edilmiş ve park yeri arayan araçlara bakmak yeterli.

Bindiğimiz araçlar da son model.

Çoğumuzun da sürekli model yükselttiği bir gerçek.

Toplu taşıma yerine kullanıyoruz. İşyerlerinde, resmi dairelerde bol miktarda araç var. Kahir ekseriyet işten eve, evden işe özel oto kullanıyor. Bunu mesai başlarken ya da mesai bitiminde caddelerin tıkanmasından da anlayabiliriz.

Bir caddeye durup trafiği durma noktasına getiren bu kadar araçta kaç kişi var diye bir baksan, yüzde 95'inde tek kişinin olduğunu görmek mümkün. Çünkü kişiye özel araç bizdeki. Bakmayın dört kişilik araç kabul edildiğine.

Toplu taşıma vasıtalarıyla işimize gitmek veya yürüyüş mesafesindeki işimize yürüyerek gitmek adeta ayıplanılır hale geldi. Az sayıda toplu taşıma kullananlar da adeta topa tutuluyor. “Araban yok mu senin? Varsa niye binmiyorsun? Evin önünde aracı niye bekletiyorsun? Arabanın hakkını vermek lazım. Binmeyip çoluk çocuğa miras mı bırakacaksın? Mezara da götüremediğine göre bin, rahatına bak. Senin gibi adamın otobüs, dolmuşta ne işi var? Ne gerek var toplu taşımaya sıkış mıkış binmeye? Değer mi bunların saatini beklemeye” türünden neler söyleniyor neler.

Kazara işine toplu taşıma ile gitmek isteyen de bir gün epey dolmuş beklemiştir. Aracıyla gittiğinden daha fazla zaman harcamıştır. Aman aman bir daha tövbe deyip tekrar özel otoya dönüyor.

Bu kadar oto hangi ülkede var? Varsa da ne kadarı işine özel aracıyla gidip geliyor bilmem. Ama bizim ülke kadar aracı ve tek kişinin seyahat ettiği bir başka ülke herhalde yoktur.

Çok mu zenginiz? Paramız çok mu? Ülkenin gayri safi milli hasılası sürekli fazla mı veriyor? Eğer böyle ise varsın herkes binsin. Bildiğim kadarıyla devletinden vatandaşına varıncaya kadar çok az mutlu azınlık hariç herkes borç batağı içinde. Herkes akar yakıt fiyatlarından muzdarip ama herkes aracın içinde. İnan, anlayabilmiş değilim.

Hoş, sadece vatandaş değil, kamuda çalışan, makamından dolayı altına makam aracı verilen nice makam sahibi var ki çoğu da aynı lojmanda kalmasına rağmen her birine şoför gelip her biri bir başına aynı kuruma gidiyor. Gel arkadaş, birlikte gidelim. Yazık bu araca ve harcadığı yakıta demiyor.

Hem vatandaşın hem de aynı kurum ve lojmanda çalışan kişilerin bu yaptıklarına görgü desem, değil. Tasarruf hiç değil. Aksine müsriflik. Acaba sonradan görme gök görmediklik hali olabilir mi diye aklıma gelmiyor değil. Özenti, rahatına düşkünlük, bencillik, hava atma, caka satma da olabilir. 

Diyelim ki çoğu makam sahibine verilen makam aracı, kişinin oturduğu koltuğa saygının bir gereği. Yağma Hasan’ın böreği de devreye girince eh diyelim. Tek başına özel otoyla işe gidip gelen vatandaşa ne demeli? Bunun adını da siz koyun. Ha ulaşımı keşmekeş ve iki vasıta değiştirmek isteyene sözümüz olmaz. Bir de zamanla yarışan, iş yerinde iken de başka yerlere gitmek zorunda olan kimselere de. 

*09.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Boykot Furyası *

Bir boykot furyasıdır gidiyor. Kim, kimi, niçin boykot ettiğini de anlamış değilim.

Olup bitenden tek anladığım, boykot adı altında suni gündem oluşturuyor birileri. Bir milli üretim, yabancı üretimdir gidiyor. Kayıkçı kavgası yapıyorlar. Rol kapmaya çalışıyorlar. Birileri kıvılcımı atıyor, diğerleri ateşe dönüştürüyor. Tüm hesap bunu nasıl lehimize tahvil ederiz çabası. Başka da bir anlamı olduğunu sanmıyorum.

Bir kaşık suda fırtına koparıldığına göre boykotun vatandaş nezdinde bir karşılığı var mı?

Gördüğüm kadarıyla bir avuç trol dışında boykota kulak veren de yok, destek veren de.

Bakmayın seslerinin çok çıktığına.

Vatandaşın boykot diye bir gündemi yok. Olamaz da. Çünkü vatandaşın derdi geçim derdidir. Geçim derdi ile uğraşan ise ayağını yorganına göre uzatma hesabı yapar. Bütçesine göre alışverişini yapar. Günlerini bu ay şunu alayım, bunu almayayım hesabıyla geçirir.

Bir diğer husus yerli olsun, yabancı olsun, bu ülkede üretilen, vatandaşın hizmetine sunulan hangi ürün olursa olsun, boykot listesinde adının bile geçmemesi lazım. Çünkü bu ürünler bu ülkede üretiliyor, buralarda bizim insanımız çalışıyor ve evine ekmek götürüyor. Şu ürünü ya da ürünleri boykot çağrısı yersiz bir çağrıdır. Kendimizle çelişen bir durumdur. Gerçi çelişme denince bu ülke akla gelir. Çelişmeyen yönümüz mü var sanki.

Üstelik bugüne kadar boykot edilip de iflas bayrağını çeken bir firma bilmiyorum. Şayet iflas etmiş olsaydı, bu ülkede üretilen Yahudi menşeli ürünlerin şimdilerde hiç esemesi okunmaması gerekirdi. Çünkü bildim bileli bu ülke insanı İsrail ürünlerini boykot eder ama bir şey var ki hepsi dimdik ayakta. Hala gözde ve aranan ürün hepsi. O yüzden her türlü boykot beyhude çabadan ibarettir. Ya gündem değiştirmek ya kamuoyunu kanalize etmek ya da hiçbir şey yapamıyoruz, bari boykot yapalım da dostlar alışverişte görsün murat ediliyor olsa gerek.

Ayrıca bu ülkede üretimine devletin izin ve onay verdiği bir ürünü boykot etmeyi çok etik bulmuyorum. Çünkü bu ürünü boykottan ziyade devlet o işletmenin izin ve onayını sonlandırır, olur biter. Sonuç alan boykot olduğu için en güzel boykot olur. Devletin izin ve onay verdiği firmayı boykot bataklıkta sivrisinek avlamaya benzer.

Haydi yabancı ürünleri boykot halkın gazını almak ve onları oyalamak için bir ihtiyaç diyelim. Yerli ürünleri boykotu hiç anlamıyorum. Halktan kopuk, zamanın ruhuna yabancı bir tasarruf.

Bir diğer husus, her boykot reklamın kötüsü olmaz sözünde olduğu gibi firmaların ürünlerini bedava reklam etmektir. Çünkü boy boy listeler bir nevi reklamdır. Birilerine inat vatandaş gider alır.

Bir diğer husus, her boykot aynı zamanda bir ürünü kara listeye almaktır. Firmalara itibar suikastıdır. Buna da kimsenin hakkı yoktur.

Benim için boykot ne anlam ifade eder? Bir zamanlar özellikle Yahudi ürünlerine karşı almama hassasiyetim vardı. Baktım ki her boykot o ürünü daha da güçlendiriyor. Faydadan hali değildir. Faydası olmayan deliğe ikinci, beşinci kez girmekten, hepsinden de farklı sonuç beklemekten kendi adıma gına geldi.

Şimdi ne yapıyorum? Alacağım ürün ihtiyaç mı? Hangi marka üründen daha fazla yararlanıyor ve ihtiyacımı gideriyorum? Yerli ve yabancı ürünün kalitesini karşılaştırıyorum. Aynı kalite ise yerli ürünü tercih ediyorum. Düşük kalite yerli ürünü almıyorum. Gerekirse yabancı kaliteyi tercih ediyorum. Fiyatına da bakıyorum. İşime ve bütçeme hangisi uygunsa onu alıyorum. Ne yerli ürün babamın oğlu ne de yabancı ürün. Hoş, biri babamın oğlu da olsa fark etmez. Çünkü kimse karnımı doyurmuyor.

O yüzden gidin boykot kavganızı ötede yapın. Halkı kayıkçı kavganıza alet etmeyin. Suni gündem oluşturarak halkı oyalamayın ve kutuplaştırmayın. Çünkü her kutuplaştırma adımı toplumda nefret tohumları eker. Bu halkı seviyorsanız, yapmayın bunu. Sevmiyorsanız, kim tutar sizi. Kalıbınızın ve meşrebinizin gereğini yapın.

*04.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yaşlılık Başa Bela

Her yaşın ayrı bir güzelliği var dense de eve bacaya bastırılmayacak yaş grubu yaşlılık devresidir.

Çünkü bu yaş grubunda tüm organlar iflasın eşiğinde.

Dişler dökülür. Yeni taktırdığın orijinal dişin yerini tutmaz.

Kabızlık sorunu ayrılmaz bir hastalığın olur.

Kilo sorunun başlı başına bela.

Ayaklar vücudu çekmez. Ha düştüm düşeceğim derken düşer bir tarafını kırarsın.

Hareketsizlikten bir köşede esaret yaşarsın. Bir yere gidemezsin. Merdiven inemez ve çıkamazsın. İki adımda hışmış kalırsın.

Fazla su içemezsin. Çünkü tuvaletin gelir.

Kilo sorunundan taharetini doğru dürüst yapamazsın.

Göz pek görmez.

Kulak ağır duyar.

Tansiyon, şeker, nefes darlığı vs. tüm hastalıklar bir bir sökün eder.

Günlük sabah, öğle akşam önüne bir poşet ilaç yanı başında durur. Saati geleni atar durursun. Ne ile yarayacaksa artık.

Kireçlenme dolayısıyla vücudunun her bir yeri üzerinden kamyon geçmiş gibi ağrır. Ağrılarımı geçirecek diye ağrı kesici krem sürer durursun.

Tüm bu hastalıklarla cebelleşirken, iyileşeceğim diye bir sürü hapa bağımlı hale gelmenin ardından kör kötü işini yaparken bir de bakıma muhtaç hale gelir, bir başkasına muhtaç olursan, geri kalan hayat çekilmez olur. Yaşayan bir ölü olursun.

Ben bu hale düşecek biri miydim, ben bakıma muhtaç hale gelecek miydim derken sevdiklerine yük olmanın mahcubiyetini yaşamaya başlarsın.

Hele bir de sevdiklerinin ne zaman ölecek diye gözünün içine baktığını hissedersen, vay haline. İşte o zaman kara toprak daha iyi dersin.

Ne edersin ki nasıl ki doğarken kimse sana sormadı. Ölürken de sormuyor. Öleyim dersin, ölemezsin. Sürünür durursun bir vakte kadar.

Yine bu hastalıklarla mücadele dönemi yaşlılığı yaşayınca dünyanın boş olduğunu, bir anlamı olmadığını, safi çile ve eziyet olduğunu anlıyorsun ama anladığınla kalıyorsun. Bir gerçek var ki düşe kalka bu yaşlılık çekilecek. Ta ki vücut benden bu kadar deyinceye kadar.