30 Mart 2025 Pazar

Bu da Evlat İşte!

Bu yazımda iyilik meleği ve derviş görünümlü bir profilden bahsedeceğim. Amacım kişiselleştirme değil, sadece kimse bir şey demiyor deyip kendini akıllı sanmasın diye.

Annesi kanser hastasıydı bildiğim kadarıyla. Kaç sene yattı bilmiyorum.

Annesinin vefatının ardından babası ikinci baharını yaşadı.

Oğlu bu evliliğe karşı çıktı. Çünkü baba evleneceği kadına mihr bedeli olarak tarla verecekti. Öyle ya baba bekar kalmalıydı ki ileride bu tarla kendisine düşsün.

Halbuki ölüm kadar ikinci evlilik de bu hayatın bir cilvesi. Elden tarla gidecek veya annemin üzerine gül koklayacak diye bir evliliğe karşı çıkılmaz.

Babasının sonraki evliliğinden üç, dört tane çocuğu oldu. Bu hanımından olan çocuklarını baş göz etti.

Bu baba evlenmeyip ihtiyacını başka türlü giderse, babasının adı başka türlü çıksa daha mı iyi olacaktı? Görünen o ki baba evlenerek en iyisini yapmış. Çünkü yalnızlık Allah'a mahsus.

Bu evlat babasını sildi. Bir daha babasıyla konuşmadı. Adını ağzına almadı. Baba demedi.

Gel zaman git zaman babası öldü. Babasına küs olsa da en azından arayıp bir başsağlığı dileyeyim dedim. Telefon açtım. Sağ ol bile demedi. Babanın başı sağ olsun dedim. Amin bile demedi.

Nasıl bir kin nasıl bir inat, inanın anlayamadım. Halbuki bu kadar uzatmasına gerek yoktu. Bir de hak vaki olunca kavgalar biter, dargınlıklar sona erer.

Araştırmadım ama babasına taziyeyi bile kabul etmeyen biri babasının cenazesine de gitmemiştir. Başkası kaldırmıştır.

Siz böyle bir evlat, böyle bir profil gördünüz mü? Ben gördüm maalesef.

Bu arada babası da oturduğu ve kalktığı yeri bilen samimi bir insandı. En son beni gördüğünde, "Ramazan, yaşlanmışsın. İnan tanıyamadım" dedi. Onca ilerlemiş yaşına, zoraki yürümesine rağmen yüzünden güler yüzü eksik değildi. Keşke babasındaki güler yüz ve insaniyet birazcık da oğlunda olsaydı.

İşte böyle babanın böyle vefasız, kinci ve inatçı oğlu olabiliyor.

Babasının yüzüne bakmayan bu profil, başkasına akıl vermekten, başkasını ayıplamaktan geri kalmıyor. Be adam, sen önce babanı baba bilseydin, babana baksaydın olmaz mıydı? Senin gibilerine, "Ele verir telkini, kendi yutar salkımı" denir. Hadi ordan... Dinime küfreden bari Müslüman olsa... 

İstenmeyen Misafir

Arifeden bir gün önceki ramazanın son cuma akşamı iftar öncesi kapı zilimiz çaldı.

Bu saatte kim olabilirdi? Komşuları sanmam. Davulcu olabilir miydi? Davulcu olsa davulcunun sesi gelirdi. Üstelik geçen ramazanlarda haftada bir, para toplayan davulcu bu ramazan hiç görünmedi.

Derken o saatlerde hiç uyanık olmayan bizim oğlan kapıyı açtı. Birileriyle bir şeyler konuştu. Sonra kapattı.

Kimdi babam o zile basan dedim. Davulcular, baba dedi. Para verdin mi dedim. Verdim dedi. Kaç verdin dedim. 50 lira dedi. Be babam, fazla vermişsin dedim. Bozuk yoktu dedi. Benden isteseydin dedim. Sustu.

Bu arada benim oğlan benden cömert. Artık kime çektiyse. Harçlık verdiklerine de değse bari.

Sanki ardından bir başka şeyler istediler dedim. “Bayram geldi. Şeker almışsınızdır. Bir de şekerinize bakalım” dediler. Mutfağa geçip şekerden verdim.

Bir taraftan da gülüyor. Niye gülüyorsun dedim. Adamlar hem oruç tutalım diye bizi sahura kaldırıyorlar. Ama kendileri oruç tutmuyorlar dedi.

Nereden gördün oruç tutmadıklarını dedim. Verdiğim şekeri daha ayrılmadan gözümün önünde yemeye başladılar dedi.

Oruç tutalım diye bizi sahura kaldıran bu tiplerin durumu, bir zamanlar kendileri oruç tutmadıkları halde oruç tutanları döven gençlere benziyor.

Ardından iftara kadar vakti değerlendireyim diye bir iki kalem eşya için markete gitmek üzere evden çıktım. Bizim davulcuların yedikleri şekerin ambalajını merdiven basamaklarına attıklarını gördüm. Apartman da az önce yıkanmıştı. Elimle toplayıp çöpe attım.

Ben gördüm de bize gelen bu davulcular gibi görgüsüzünü görmedim. Hoş, bizi kaldıran davulcular olduklarını da sanmıyorum. Babam, nasıllardı dediğimde tipsiz iki kişi idi dedi.

Önceki senelerde de benzerini görmüştük. Davul parası istemeye gelenleri yönetici uyarmıştı. Siz bizim buranın davulcusu değilsiniz diye.

Giden paradan ziyade hiç haz almadığım davulcuya verilen paraya üzüldüm. Çünkü bu çağda hala bu geleneğin devam etmesi bana manidar geliyor. Gürültü yığınından başka bir şey değil.

Bir diğer husus, madem ki bu davul geleneği gece gece her ramazan bizim kafamızı ağrıtmaya devam edecek. Bari tutulan davulcular sanatının erbabı olsa. Aynı zamanda oruç tutan ya da oruç tutar görünen birileri olsa.

Biraz utanmaları olsa istedikleri şekeri apartmandan çıkınca yerler. Yediler diyelim, en azından şekerin ambalajını rastgele atmazlar. İnan, bunların görgüsüzlüğünü bugüne kadar şivlilik için gelen o kadar küçük çocuğa hediyelerini verdim. Bugüne kadar hemen yiyip apartmana çöpünü attıklarını görmedim. Artık bu davulcular nerede yetişiyorsa artık.

Bu arada davulcular akıllı. Eskiden davul sesiyle gelirlerdi. Kapıyı açan açar, açmayan açmazdı. Demek ki davul sesini duyan çoğu sakin kapıyı açmıyor ki sessiz sedasız gelmişler bu sefer.

Boş İnsanların Dünyası

Kadın olsun, erkek olsun, yaşlı ve genç olsun, hasta veya sağlam olsun, her kim olursa olsun, bir insanın vücudunu yoracağı, zaman ayıracağı, kendini vereceği bir işi ve meşgalesi olmalı.

Bir insanın bir meşgalesi yoksa, eşine ve dostuna ayıracağı, onlarla oturup kalkacağı, ortam ve gündeme dair konuşacağı bir şeyleri olmalı.

Eşine dostuna iki bardak çay ikram edebilmeli, toplum içine karışmalı.

Böyle bir meşgalesi yoksa toplum içine çıkıp onlarla hemhal de olamıyorsa, oturduğu yerde ülke ve dünya gündemine ait söyleyecek bir sözü ve çapı yoksa, böylesi insan;

Gereksiz insandır. Çünkü bir Allah'ın kuluna zerre faydası olmaz.

Kimseye verebileceği, kimseden de alacağı bir şey yoktur.

Böylesi işsiz ve avare tipler köşesine çekilir. Hastalık hastası olur. Kendini dinler durur. Sadece çeneye verir, boş teneke gibi konuşur durur.

Durmadan başkasını çekiştirir.

Başkasını çekiştirirken kendine hiç toz kondurmaz.

Şu şöyle, bu böyle, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, yapıyor der durur.

Kendi değersizliğini gizleyerek başkasının değerini düşürmede bulur mutluluğu.

Miskin miskin oturduğu için vücut da yorulmayınca günde üç öğün yemek yese de ne yediğinden zevk alır ne de içtiğinden.

Yaptığı o kadar dedikodu ve herkese verdiği ayarın ardından namazını kıldı mı, orucunu da tuttu mu bundan iyisi olmaz. Eğer buna yaşama denirse.

Genç yaşta eve kendini hapseden bu tipler toplumla barışık olmadığı gibi kendisiyle de barışık olamaz. Gerçi kendiyle barışık olmayan zaten başkasıyla barışık olamaz.

Ne boş ne gereksiz insan bunlar.

Gerçi ben bunları boş ve gereksiz diyorum da çok da boş insan değil bunlar. Kendilerine bir meşgale buluyorlar.

Ya hanımıyla kavga edecek ya komşuyu çekiştirecek ya akrabasının arkasından konuşacak ya oğluyla uğraşacak ya kızıyla ya da hanımın ailesiyle. 

Merak ediyorum, bu tip gereksiz kişiler için eşinin ailesi de olmasa kim hakkında konuşacaklardı? 

Gördüğünüz gibi boş değil. Sabahtan akşama yediği üç öğün yemeğin ardından durmadan ölmüş kardeşinin etini yemekle meşgul.

Bu gereksiz insanların bir başka yönü daha var. İyilik meleği görünümündeler. Seni görünce seninle, senden ayrılınca arkandan konuşan iki yüzlü tiptir bunlar.

Dünyadaki varlıkları kalabalık etmekten öte bir anlamı yok. Huzur bozmada üstlerine yoktur. Bulamadıkları huzuru huzur bozmada bulurlar.

Dünyaya ve çevresine verebilecekleri bir şeyleri yoktur. Yarasa gibi toplumun içinde toplumdan uzak ve kopuk yaşarlar.

Bu aylak, boşboğaz ve gereksiz tipler kıldıkları yarım yamalak namazla ve köşesinde yatarak oruç tutarken kurtuluşa ereceklerini ümit ediyorlarsa çok beklerler. Namaz ve oruçtan önce yaptıkları kul hakkının bedelini ödemek zorundalar.

Hoş kime söylüyorum. Huylu huyundan vazgeçer mi? Dedikoducu gelmiş, dedikoducu gidecek bunlar.

Aman neyse ne? Ne halleri varsa görsünler. Bende uzak olsunlar yeter. En azından midemi bulandırmazlar.

Not: Bu yazıyı ve bundan önceki "Biri Yazılarımdan Rahatsızmış, Çok da Tın",  "İstenmeyen Misafir", "Bu da Evlat İşte!", "Ekonomik Buhranın Müsebbipleri" ve "Teamülleri Olan Bir Ülkeden Neyimiz Eksik" başlıklı bu altı yazımı arife günü gecesi hastane köşesinde refaatçi iken hastam uyurken gece gece yazdım. Hem hastama baktım hem de yazımı yazdım. Meraklısına duyurulur. Hani şu, yazı yazacağına şunu yapsın, buna baksın diyen.