6 Mart 2025 Perşembe

Bizi Ahlaksızlaştıran En Büyük Faktör

Karar gazetesindeki bir haberde, OECD verilerine göre Türkiye'de tüketici enflasyonu, Ocak 2025 itibariyle 8 aydır düşüş eğiliminde olmasına rağmen % 40'ın üzerinde kaldı. OECD ortalaması ise % 4 olarak gerçekleşti.

Gıda enflasyonu ise 41,8'e gerilemesine rağmen Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde en yüksek enflasyona sahip ülke olmaya devam etti. OECD yıllık enflasyonu ise 4,7 olarak tespit edildi.

G7 ülkelerinde yıllık enflasyon 2,9 seviyesinde sabit kaldı.

G20 ülkelerinde yıllık enflasyon 5,0 seviyesinde sabit kaldı.

Yine Karar'daki bir habere göre Türkiye gıda enflasyonunda, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ülkeleri arasında % 41,7 oranla en yüksek enflasyona sahip ülke olduğu ortaya çıktı. 

İİT ülkeleri içerisinde Türkiye'yi gıda enflasyonunda % 27,3 ile İran, 26 ile Nijerya, 21,8 ile Filistin, 20,8 ile Lübnan takip etti. 
İstanbul Planlama Ajansı (İPA) başkanı Buğra Gökçe'ye göre bizde gıda ve tüketici enflasyonunun yüksek olmasının "temel sebebinin ekonomi politikaları, TL'nin değer kaybı ve yüksek enflasyondur".

Verdiğim iki ayrı haberde de görüleceği üzere Türkiye gıda ve tüketici enflasyonunda hem OECD hem de İİT ülkeleri arasında açık ara şampiyon. 

Bu durum sadece OECD ve İİT arasında değil, ASAL Araştırma'nın yaptığı bir ankette de Türkiye'nin en önemli ve ilk sorununun % 61,2 ile ekonomi olduğu, ikinci sıradaki sorunun % 6,3 ile işsizliğin takip ettiği görülecektir. İşsizliğin de ekonomi ile ilişkili olduğu düşünülürse, karşımıza 66,5'luk bir oran çıkmaktadır. 

Bu oranları vermedeki niyetim, faturayı birilerine çıkarmak, suçlu bunlar demek değil. Bir tespiti ortaya koymak, hali pürmelalimiz bu demektir. Ekonomimiz komada demektir. 

Görünen o ki şöyle böyle değil, biz enflasyonun altında eziliyoruz. Ölmüşüz de ağlayanımız yok. Hem OECD hem İİT ülkelerine göre bir utanç tablosu ile karşı karşıyayız. 

Kimse kusura bakmasın, bu tablo savunulacak ve gerekçe üretilecek bir tablo değil. 

Bu tablo, sadece mevcut hükümetin üzerine yıkılacak bir tablo da değil. Çünkü enflasyon sadece günümüz değil, bu ülkenin geçmişten günümüze bu ülkeye yön verenlerin maruz bıraktığı bir tablodur. Hiç şu ya da bu gerekçenin arkasına sığınmaya gerek yok. Her biri, yapması gerekenleri yapmadıklarından, yapmaması gerekenleri yaptıklarından, pansuman tedbirlerle sorunu daha da büyütmelerinin bir karnesidir. Dünya Mersin'e giderken bizdeki ekonomi yönetiminin tersine yol almasının bir sonucudur. Daha doğrusu inadın kurbanıyız. Radikal tedbirlerden ziyade seçim kazanma uğruna seçim politikası uygulayarak bir ülke insanının ateşe atılmasından ibarettir. 

Durum bu iken yani bol sıfırlı bir enflasyonla şampiyonluğu kimseye vermeyen bir tablo ile karşı karşıya iken, suçu zam yapan esnafa atmayalım. Onları ahlaksızlıkla suçlamayalım. Çünkü enflasyon bir toplumu ahlaksız yapan en önemli faktördür. Bizi ahlaksız yapan, daha fazla kazanma hırsıyla gözümüzü döndüren, insafı, vicdanı ve makulü elden bıraktıran en önemli sebep, yüksek enflasyondur. Bunda yani ahlaksızlığımızdaki en büyük pay sahibi de ekonomiye zamanında tedbir almayanlardır. 

Bazı Ülkelere Biçilen Rol

Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler kendi başına yetmeyen ülkeler.

Kendi kendine yetmeyen bu ülkeler gelişmiş ülkelerin pazarıdır. Çünkü bu tür ülkelerde para edecek orijinal üretim yoktur. Gelişmiş ülkelerde maliyeti yüksek olan ürünler ucuz işçilikle bu ülkelerde üretilir. Onların hizmetine sunulur.

Bu ülkeler çok uluslu şirketlerin para basma makinesidir. O ülkelerde işletme açarak o ülkenin insanını çalıştıracak o ülkeye veya o ülkeden başka ülkelere satarlar.

Her iktidar döneminde bu işletmeler işini yürütür. Bu şirketler uluslararası dokunulmazlığa sahiptir.

Sürekli borçlu yaşar bu ülkeler. Çünkü gelir ve gideri karşılamaz. Hep borçlanarak yüklü faiz öderler.

Paraları döviz karşısında puldur. Enflasyon ve enflasyonla mücadele bu ülkelerin kaderi olarak biçilmiştir.

Bu tür ülkelerde kutuplaşma yaygındır. Toplum siyah ve beyaz diye ikiye ve daha fazlasına bölünmüştür.

Teamülleri ve işleyen bir devlet sistemleri yoktur. Devlete kişi değil, kişilere devlet teslim edilir. Kişilerle devlet yönetilir. Ortak aklın esemesi okunmaz. Kişiler sahibine göre kişner teşbihte hata olmazsa.

İşe yarar hemen hemen her şeyleri ithal olduğu gibi yöneticileri de ithaldir. İthal derken illaki başka ülkelerde özellikle gelişmiş ülkelerden yönetici gelmesi gerekmiyor. Bir şekilde zamanında bu tür ülkelere yerleşmiş, o ülkenin dilini, dinini ve kültürünü öğrenmiş kişiler seçilir, daha doğrusu seçtirilir. O ülkenin her bir yerine serpiştirilmiş bu tip kişiler zamanı gelince yönetici adayı olarak ortaya çıkarılır.

Alternatif olarak çıkarılanlar da istedikleri kişilerden oluşur. Kendisini iyi pazarlayan yönetime gelir.

Kısaca bu tür ülkeler için seçilen yöneticiler o ülkenin bağrından çıkan kişilerden oluşmaz. Çünkü böyle ülkeler o ülkenin yerli unsurlarına bırakılacak kadar tesadüflere bırakılmaz. Alternatiflerin hangisi daha fazla oy alırsa iktidara gelenler onlarla çalışmak zorunda.

Adı sanı, inancı ve ırkı o ülkeye ait yerli gibi görünen nice yönetici vardır ki hepsinin menşei şu ya da bu şekilde ya Sabetayisttir ya Yahudi'dir ya da göçmendir.

Özel yetiştirilmiş bu tiplerden, o ülkenin milliyetçisi de çıkarılır, dincisi de solcusu da sağcısı da liberali de.

O ülkelerin en büyük sermayedarlarının kökeni de şu ya da bu şekilde aynı aile yapısına çıkar.

Hem sermayedarıyla hem yöneticisi ile o ülke bir şekilde güdülür.

Halkın güdülmesi ve yönlendirilmesi sadece sermaye ve yönetim kadrosuyla olmaz. O ülkeye ihtiyaç ne kadar insan kaynağı gerekiyorsa; gazete, TV, basın, ressam, akademisyen vs. ne kadar meslek grubu varsa her birini her köşe başına yerleştirirler. Bunlar halkı bir şekilde yönlendirir.

O ülkede ne kadar taban varsa tüm tabanların başına bunlar getirilir. İstisnalar kaideyi bozmamakla birlikte İslamcısı da onlardan, milliyetçisi de onlardan, laik ve seküler olanı da onlardan, tarikatın başındaki de onlardan, liberal ve demokratı da onlardan. Yani tüm köşe başları onlardan.

Gariban halk da perde gerisini bilmeden bunların ideolojilerini gönüllü olarak savunur. Uğruna kutuplaşır, birbirini yer bitirir. Birinden kaçar, diğerine yakalanır. 

Bu kutuplaşmadan en fazla yaralanan ise yönetime talip olanlar olur. Çünkü birbirini öcü gibi gören kutuplar şu gelmesin, bu gelmesin diye safları sıklaştırır. Halk kurtarıcı diye lanse edilenlerin etrafında kenetlenir.

Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyu var sözü bu ülkeler için geçerli değildir. Çünkü bu ülkelerde gerçeklerden ziyade algı yönetimi vardır. Gerçekler asla ortaya çıkmaz. Ülkenin her bir şeyi algılar üzerine yürür. Daha doğrusu yürütülür.

Kısaca, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkeler hiçbir zaman bir başına bırakılmaz. Asla kendi kendine yönetilmezler. Özel yetiştirilmiş proje kişiler eliyle yönetilir. Bu ülkelere yönetici seçilenler o ülkenin seçilmiş yöneticisi olsa da aslında her biri bu ülkeler için seçilmiş ve atanmış özel kişilerdir. Bunlar pirincin içindeki beyaz taş gibidir. Kırılan diş, bu ülkelerin asli insanının dişi olur. Üzülen, bu ülkenin asıl insanı olur.

5 Mart 2025 Çarşamba

Azrail Buralarda Dolaşıyor

İlçemde dün bir, bugün üç kişi vefat etti.

Arka arkaya bu vefat haberlerini alınca amcaoğlum Tevfik Abi aklıma geldi.

Benden iki yaş büyük Tevfik Abi, hatır bilir, hatır almayı da.

Bir cenaze olduğunda ekmek teknesini kapatır, uzak yakın demez, o cenazeye mutlaka katılır.

Vefalı biri. Mübarek günlerde ve haftada bir büyüklerini arar, hal ve hatırlarını sorar. Onların hayır dualarını alır.

Hayatın tüm sıkıntılarına rağmen espri yapmayı da ihmal etmez. Espriden de anlar.

Ortamını bulduğunda konuşmayı da sever, dinlemeyi de.

Biraz hızlı konuşur ama ne dediğini anlarız.

İbadetlerini elinden geldiği kadar yapar.

Tek korkusu ramazan orucu. Günler gelmeden ramazanın korkusunu içinde hisseder. Bu oruçtan kurtulmanın yolu yok mu diye her ramazan öncesi arar. Hafızım, tutmasak olmaz mı der gülerek. Ağa! Tek çaresi var. Bir doktor bulacaksın. O doktor sana oruç tutma diyecek. Sen de tutmayacaksın diyecek. Sen de tutmayacaksın. Başka da yolu yok derim. Birlikte güleriz.

Bu ramazan aramadı. Sanırım unuttu ya da nasılsa bundan kurtuluş yok. Sağa sola telefon açmama gerek yok. Naçar tutacağım demiş olmalı. Hoş, esprisine söyler. Her türlü zorluğuna rağmen orucunu da geçirmez.

Yalnız oruç oruç markete gittiğinde ihtiyaç veya değil, şunu da ver, bunu da ver diyerek ellerinde poşet evin yolunu tuttuğu söylenir. Bunu kendisine sorduğumda, doğru, öyle yaparım der. 

Karşılaştığım zaman benim bir zamanlar anlattığım şu oruç fıkrasını anlatır:

Yaşlı biri uzun günlerde oruç tutuyormuş. Evde otura otura bir türlü vakit geçirememiş. Gözü hep güneşte imiş ama görünen o ki güneş kendini tepeye sabitlemiş. Batma gibi bir düşüncesi yok.

Biraz vakit geçsin diye evden çıkıp baraja doğru giderken yol kenarında bir ağacın altında nevalesini çıkarmış, yemek yiyen birini görür.

Elinde baston adamın yanına varır. "Utanmıyor musun oruç tutmamaya" demiş tanımadığı adama. Adam da "Ben Hristiyan’ım" demiş. Yaşlı amca, "O zaman dininin kıymetini bil" demiş. Yoluna revan olmuş.

Beni gördüğünde bu fıkrayı anlatır. Anlatırken de fıkrayı ilk defa duymuş gibi katıla katıla güler.

Amcaoğlum, çocukluk, gençlik ve yaşlılık halinin çoğunu ilçede geçirdikten sonra Konya merkeze taşındı. Selçuklu, Yazır'da oturur. Ben de Meram Yaka'da oturuyordum bir zamanlar. Birkaç defa “hafızım, gelip gitmiyoruz, görüşemiyoruz. Niye gelmiyorsun” dedi. Haklıydı. Mahcup da oldum ama hiç bozuntuya vermeden, ağa! Sen ta Yazır'dasın, ben de Yaka'dayım. Oturduğumuz yerin mesafesi bir şehir mesafesi gibi. Gidip gelmek zor. En iyisi sen ölürsen seni Yazır’a, ben ölürsem beni de bu tarafta bir mezara defnetsinler dedim. Birlikte gülüştük.

Onu hatırlamamın sebebi, bugün ilçemizde üç kişinin aynı gün ölmesi. Böyle peşi sıra ölen olduğunda, beni görür görmez "Hafızım, ortalıkta pek dolaşma. Bugünlerde Azrail bizim buralarda dolaşıyor. Bak, şu gitti, bu gitti, bir haftada kaç kişi birden öldü, haberin olsun derdi.

Kulakları çınlasın.