5 Mart 2025 Çarşamba

Bu Kadar Benzerlik Tesadüf Olabilir mi?

İkisinin de fakülte diploması tartışmalı.

İkisi de gençliğinde futbol oynamış.

İkisi de medyatik, hiç gündemden düşmüyorlar.

İkisi de yaptıkları ve yapmadıklarıyla, söz ve eylemleriyle hep tartışmanın merkezinde.

İkisi de aynı yerde belediye başkanlığı yaptı.

Birinin önünü kesmek için okuduğu şiir yüzünden ceza alarak mahkum edildi. Kısa da olsa hapis hayatı yattı. Siyasi yasaklı oldu. Bundan sonra muhtar bile olamaz dendi. Belki muhtar olamadı ama kaç dönem vekillik ve başbakanlık yaptı. Üçüncü dönemdir de Cumhurbaşkanı. Meclis erken seçim kararı alırsa veya bir Anayasa değişikliği olursa 4.defa Cumhurbaşkanı olacak en güçlü aday konumunda. Kısaca önü kesilmek istedikçe ve mağdur edildikçe önü açıldı. Kimseye nasip olmayan makamlar kendisine nasip oldu veya tevdi edildi. Halen tek etkili ve yetkili.

Öbürü de daha mahkum olmadı, belediye başkanlığı elinden alınmadı ama gerekli ve gereksiz yargılamalarla belediye başkanlığı yapmaya devam ediyor. Açılan veya açılacak davalarda mahkum olur da görevden el çektirilir mi bilmem. Çünkü bunu zaman gösterecek. Şu var ki kamuoyunda mahkum olacak beklentisi var. Mahkum olduğunda mağdur sayılır mı? Yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olur mu bilinmez ama mevcut Cumhurbaşkanının karşısında en güçlü Cumhurbaşkanı adayı olma potansiyelini taşımaya devam ediyor.

İkisine dair verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi bu kadar benzerlik tesadüf olamaz. Çünkü ülke yönetiminin teslim edileceği eller tesadüflere bırakılamaz.

Öyle anlaşılıyor ki tepeye çıkmanın yolu, önünü kesmeye çalışmak, bunu yaparken mağduriyet oluşturmak, seçmeni oy vermeye yöneltmek olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü halkımızın çoğu her ne kadar gücün yanında yer alsa da yeri geldiği zaman mağdurun yanında kenetlenmesini bilir.

Anlatmak istediğim, önü kesilmek için yapılan onca şey, ülkenin geleceğinde söz sahibi olması istenen kişiye yol açmak içindir.

Zirveye tırmanan kişi de ben buraya ne badireler atlatarak geldim. Tüm engelleri birer birer aşarak tırmandım diyecek.

Bunun yapılabilmesi için belli zaman diliminde siyaset tıkanıyor. Ülkenin çözüm bekleyen sorunları çoğalıyor. Enflasyon, hayat pahalılığı ve ekonomik kriz derinleşiyor. Halk mevcut yönetenlerden umudunu kesiyor.

Böyle bir zamanda bir zamanlar mağdur edilen kişiye haydi sıra sende deniyor.

Kısaca, ülkenin yönetiminde söz sahibi olacak kişiler için ortam hazırlanıyor. Yönetime gelmesi istenen kişi de sorunları çözecek bir kurtarıcı rolünü üstleniyor. Bir bakmışsın sandıktan çıkıveriyor.

Hülasa, yönetimde söz sahibi olacak kişi veya kişiler, halkın bağrından çıkmıyor. Perde gerisinde ülkeye yön verenler kiminle çalışacağını belirliyor, onlara yol veriyor. Yönetim öyle herkesin başararak geldiği, tesadüflere bırakıldığı bir yer değil çünkü.

4 Mart 2025 Salı

Hiçbiri Partisi

Asal Araştırma,15-22 Şubat tarihleri arasında, 26 ilde 2 bin kişiyle CATI (Bilgisayar Destekli Telefonda Anket) yöntemiyle yaptığı anketin bulgularını kamuoyu ile paylaştı.

Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir” sorusuna ankete katılanların,

% 61,2’si ekonomi/hayat pahalılığı,

% 6,3’ü işsizlik,

% 5,8’i adalet,

% 2,7’i eğitim,

% 2,4’ü terör,

% 2,2’i göçmen/mülteci,

% 2 ile hükümet,

Diğerleri asayiş (1,3), muhalefet (1,2), sağlık ve Kürt sorunu (1,0), deprem/kentsel dönüşüm (0,7), diğer (7,5), hepsi (2,9), cevap yok (1,8) şeklinde cevap vermiş.

Katılımcılara, “Türkiye’nin sorunlarını hangi siyasi parti çözebilir” sorusu yönetilmiş. Alınan cevaplar şöyle:

% 38,3 ile Hiçbiri,

% 22 ile AK Parti,

% 16,3 ile CHP,

DEM Parti (3,6), MHP (3,3), İyi Parti (2,1), Zafer Partisi (1,9), RP (1,8), diğer (2), fikrim yok/cevap yok (9,1) şeklinde cevap vermiş.

Anket ne derece tüm Türkiye seçmenini temsil eder, bu tartışılır. Ama eldeki bu araştırmadan hareket edersek, ortada garip bir durum var. Çünkü araştırmaya katılanların % 38,3’ü, “Sorunu kim çözer” sorusuna “Hiçbiri” cevabını vermiş. Yani seçimde “Hiçbiri” seçeneği sandıktan 1. çıkıyor.

Bu demektir ki seçmen siyasetten ya da mevcut siyasi partilerden umudunu kesmiş. Hiçbiri çözemez demiştir. Yüzün üzerinde her kesime hitap eden irili, ufaklı partilerimiz olmasına rağmen seçmen hiçbiri demiş. Eğer “Hiçbiri Partisi” kurulursa sandıktan birinci çıkar. Meraklı ve ilgililerine duyurulur. Üstelik partinin adı da belli: Hiçbiri Partisi.

Burada amacım siyaset yapmak değil. Şu çözer, bu çözer demiyorum. Yalnız bu ortaya çıkan tablo üzerine kafa yormak gerektiğini, özellikle siyasi partilerin uzun uzadıya seçmen niçin bize güvenmiyor, niçin bizden umudunu kesti, niçin umut olamıyoruz sorularına cevap aramaları gerektiğini düşünüyorum. Siyaset kurumu bu soruya çözüm üretemezse, siyasetten umudunu kesmiş insanımız başka arayışlara yönelir. Bu da tasvip edilecek bir yol olmaz. Çünkü bu ülkenin siyaset dışında başka çıkış yolu yok. 

3 Mart 2025 Pazartesi

Gürültü Yığını *

Ramazanın ikinci gecesi sahuru yapıp balkona çıktım.

Ortalık sessiz ve sakin. Ne ses var ne de gürültü.

Az sonra evin ön tarafından gelen bir gürültü ile gecenin sessizliği bozuldu.

Gelen gürültü, mahalleyi sahura kaldıran davulcunun davul sesinden başkası değildi.

Ara ara öyle vuruyor ki çıkan seste ne ahenk vardı ne de ritim.

Az sonra bir blok ötedeki sokağa döndü davulcu. Orada da aynı davul sesi. Davul sesinden ziyade gürültü yığını.

Uyanıkken beynime vururcasına gelen bu gürültü yığınının derin uykuya dalmış birini yatağından sıçratmaması mümkün değil. Uyuyan bir çocuğu korkutmaması da.

Bir iki dakika süren bu gürültü yığını tam bir işkence. Şu davulcu evin etrafından bir uzaklaşsın da bu işkence bitsin istedim. Davulcu uzaklaştıkça şükür ki işkence bitti.

İşkence olsa da sahura davulla kalkmak, cep telefonlarının olmadığı, çalar saatlerin çok yaygın olmadığı eski dönemlerde bir ihtiyaç idi. Çünkü çoğunluk davulla kalkıyordu.

Günümüzde ise herkesin cep telefonu var. Herkes cep telefonunu alarmı ile sahura kalkıyor.

Üstelik mesai kavramı da günümüzde değişti. Herkes aynı anda ve saatte sahura kalkmıyor.

Kimi yatmadan önce sahuru yapıp yatıyor kimi uyumayıp sahura kadar bekliyor kimi sahur yapmıyor.

Azımsanmayacak bir kesim zaten oruç tutmuyor. Belki de oruç tutanların oranı yüzde ellinin altındadır. Çünkü toplumda ilaca bağlı yaşayan hasta sayısı azımsanmayacak çoğunlukta. İnanmadığı için oruç tutmayan da var, inandığı halde oruç yiyen de çok. Yani toplum eskisi gibi yeknesak değil. Çoğunluk sahuru uyku düzenine göre ayarlıyor.

Durum bu iken gecenin bir vaktinde gürültü yığınından ibaret davulla ayağa dikmek ne derece doğru?

Merak ediyorum, bu devirde davulcuyla sahura kalkan kaldı mı?

Her ramazanda bu işkenceyi çekmek zorunda mıyız?

Sahurları sessiz ve sakin geçiremeyecek miyiz?

Geçmişte bir ihtiyaçtan doğan bu davulla sahura kalkma, gelenek diye hala bu çağda devam edecek mi?

O kadar örf adet ve geleneği devam ettirmezken artık hiçbir anlam ve işlevi kalmayan davulla uyandırmayı niye devam ettiriyoruz?

Etkili ve yetkili kişilerden, artık bu davulla sahura kaldırma adetine bir son vermelerini istiyorum. Gerekirse ihtiyaç olup olmadığına dair bir araştırma bile yaptırabilirler. Görülecek ki kahir ekseriyet davulla sahura kalkmayı onaylamayacaktır.

Ezan sesinin bile kulak tırmalamayacak ve rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması konuşulurken, gecenin sessizliğinde kulakları patlatırcasına davul çalmanın hiç anlam ve izahı yok.

Lütfen, bu hassasiyet dikkat alınsın. Davul artık tarihteki yerini alsın.

*07.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.