28 Aralık 2024 Cumartesi

Bahanecilerin Dünyası *

Futbol, siyaset, ticaret, eğitim ve öğretim, iş veya hayatın her alanında işi kuralına göre yapıp başarılı olanlar var. Bir de başarılı olamayanlar var.

Başarılı olanlar için vardıkları hedef, nihai hedef değildir. Savsaklamadıkları müddetçe yolları açıktır ve hiçbir zaman başarıya doymazlar. Başarı üstüne başarı gösterirler.

Bir de başarılı olup bir müddet sonra tökezleyenler var. Bunlar nerede hata yaptım deyip yaptıklarını bir güzel analiz ederler. Aynı hatayı yapmayarak eski başarı çıtasını tekrar yakalarlar.

Hem başarılı olanlar hem başarılı olduktan sonra tökezleyip yanlışlarıyla yüzleşerek tekrar düze çıkanlara bu başarıyı getiren etmen, yaptıkları hatayı kendilerinde bulmaları, hata ve yanlışlarını düzeltmeleridir. Bunda bahane ve gerekçelerin arkasına sığınmama yatar. Başkasının ne yaptığı bunları pek ilgilendirmez. Çünkü bunlar kendilerinden sorumludur. Başarı da kendilerinin eseridir, başarısızlık da. Bunlar takdiri hak eden kişilerdir.

Bir de başarılı olamayıp kendilerine bakmayarak hata ve yanlışlarıyla yüzleşmeyenler var. Bunların başarılı olma gibi bir niyetleri yok. İşleri, güçleri ve tüm zamanları bahane üretme, gerekçe bulma, mazeretin arkasına sığınmaktır. Kendi işlerine odaklanacakları yerde rakiplerine bakarlar. Rakiplerinin başarısını küçümsemeye, onların başarısını gölgelemeye çalışırlar. Gerçek başarının kendilerinin başarısı olduğunu yaymaya, bu konuda taraftar bulmaya odaklanırlar. Nerede hata yapıyoruz diye kendileriyle hiç yüzleşmezler. Çünkü şımarıklıkları, hasetleri, hazımsızlıkları buna müsaade etmez. Hep rakiplerinin korunup kollandığını, kendilerine ise haksızlık yapıldığını her platformda dillendirirler. Bunu yaparken ne yorulurlar ne üşenirler ne de utanırlar.

Bu şekil mazeret ve kılıf üretmek suretiyle gerçeklerin üzerini örtmeyi marifet bilirler.

Bükemedikleri eli asla öpmezler. Onların başarısını takdir etmezler.

Başarısız oldukça hırçınlaşırlar, çirkinleşirler.

Bunlara dense ki Allah'tan öyle bir şey isteyin ki Hak Teala istediğinizi verecek. Yalnız rakibinize iki katını verecek. Bunlar düşünürler, taşınırlar: "Ya Rabbi, bir gözümüzü kör et" derler. Böyle derken rakiplerini iki gözünün kör olmasını, kendileri gözün birinden olup diğeriyle yaşamayı murat ediyorlar.

Halbuki şu bir gerçek ki her şeylerini rakiplerine göre ayarlamak, hep rakiplerine bakmak yerine kendilerine baksalar, kendi işlerine yoğunlaşsalar, başarı için odaklansalar, başarı kriterlerini yerine getirseler şimdiye kadar çoktan başarılı olup rakiplerini sollayıp geçerlerdi.

Bilsinler ki hep mazeret ve gerekçe üretmek;

Topu taca atmaktır.

Gülünç duruma düşmektir.

Yine başarısız olacağım demektir.

Başarısızlık benim karakterimdir demektir.

Başarısızlıklarını gölgelemek demektir.

Bükemedikleri bileğin başarısını kıskanmak, başarılarına gölge düşürmek demektir.

Külliyen haset etmek demektir.

Tüm bu yaptıklarının haset olduğunu bilmemektir ve bunun haset olduğunu kabul etmemektir.

Tüm işleri ortamı germekten ibarettir.

Huzur vermezler, huzur kaçırırlar.

Kısaca acınası tiplerdir bunlar. Ama acımaya değmez. Zira bile isteyerek kendilerini bu hale getirenlere acınmaz.

*08.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Belediyeler Ayrı Birer Cumhuriyet midir?

Bu yazımda belediyeleri ele alacağım. Yazıda belediyelerin;
Sık sık başvurduğu ve yap boz, boz yap kaldırım ve tretuvar hizmetine değinmeyeceğim.
Kavşak düzenlemesini yaptıktan birkaç ay sonra aynı kavşağı tekrar düzenlediği üzerinde de durmayacağım.
Suya sessiz sedasız zam yapmasını, su zammını otomatiğe bağlamasını, yapılan zamlarla faturaya yansıyan su fiyatlarının elektrik bedelini sollayıp geçtiğinden bahsetmeyeceğim.
Sosyal belediyecilik adı altında sosyal kültürel etkinlik yapacağım diye olur olmaz etkinliklere yer verdiğine, milletin parasını çarçur ettiğine değinmeyeceğim.
Fahiş fiyata sanatçı getirip sahneye çıkarılan sanatçılara yüklü ödemeler yaptıklarını da ele almayacağım.
Vatandaşa uygun yemek vereceğim diye lokanta açıp zararına yemek vermesinden de geçtim.
Devlete olan SGK prim borçlarını zamanında yatırmayıp başka alanlara para aktarmaya kalkmalarını da konu edinmeyeceğim. Zaten ele alsam da anlaşılacak bir konu değil. Çünkü devletin kurumlarının devlete borç takmasını hiç anlamıyorum. Alacaklı da borcunu nasıl tahsil edeceğinin yolunu bilmiyormuş gibi ekranlarda borçlu belediyelerden bahsetmesini de hiç anlamıyorum. Çünkü bildiğim kadarıyla belediyeler aylık İller Bankasından para alıyor. Borcunu tahsil etmek isteyen devlet önce alacağını keser, kalan parayı belediyeye aktarır. Böylece borçlu belediye de kalmaz. Devlet de alacaklı olmaz. Kimse de bunu siyasi malzeme olarak kullanmaz.
Biz yine belediyelerin hangi hususları üzerine yazmayacağım konusuna dönelim.
Belediyelerin huzur hakkı adı altında şube müdürlerine, daire başkanlarına aylık para ve imkan vermesini de ele almayacağım.
Belediyelerin devletin farklı kurumlarına sponsor olarak onların otel ve yemek masraflarını çekmesi üzerinde de durmayacağım.
Çocukları namaza başlatmak, onlara bana alışkanlığı vermek üzere belli yaş grubunu teşvik etmek amacıyla bisiklet, laptop türü hediye vermesini de ele almayacağım.
Vakıf ve cemaatlerin düzenledikleri yarışmalarda sınavda sorumlu tuttukları kitabı belediyenin matbaasından veya belediye kaynağı ile basılması, yarışmada dereceye girenlerin hediyelerini temin etmesi üzerinde de durmayacağım.
Belediyelerin normalinden fazla işçi, memur, taşeron eleman çalıştırmasından da bahsetmeyeceğim.
Belediyelerde belediye el değiştirince veya aynı partinin farklı adayı başkan olunca belediye çalışanlarını aşağıdan yukarıya hallaç pamuğu gibi sallamasını da es geçeceğim.
İşçi memur duyurusu yapılmadan el altından işçi, memur, sözleşmeli eleman, açıktan atama yapmaları da konum değil.
Belediye ihalelerinin belirli ellere ihale edilmesini de ele almayacağım.
Kışın kar yağınca çoğu belediyenin sınıfta kaldığı üzerinde de durmayacağım.
O değil, bu değil, neyi ele alacaksın derseniz, sadede geleyim.
Belediyeler (belki de hepsi) EYT ile emekliliği hak eden işçi ve memuru emekliliğe zorluyor. 60 yaşına gelenlere emekli olun baskısı yapıyor. Niye böyle yapıyor? Eleman mı fazla da sayıyı azaltıp daha az elemanla yoluna devam edecek? Eğer böyleyse tasarruf yapacaklar derim. Hepsini tebrik ederim. Yalnız EYT'si gelenleri gönderelim de yerlerine yenisini alalım, böylece istihdam sağlamış oluruz, söz verdiklerimizin çocuklarını işe alırız diye bu yola giriyorlarsa bilsinler ki bu yaptıkları ihanetten başka bir şey değil. Devlete artı bir yüktür bu. Çünkü hem emekli olan emekli maaşı alacak, yerine alınana da maaş ödenecek.
Eğer böyleyse devletin SGK'sinin köküne kibrit suyu dökmüş olurlar. Çünkü 2024 sonu itibariyle bu ülkedeki emekli sayısı 18 milyona ulaştı. Sayı bu kadar çok olunca devlet emeklisine yeterince imkan sunamıyor. Durum bu iken bu sayıyı daha da çoğaltmak, ülkesini düşünen, ülkeye hizmeti düstur edinmiş siyaset erbabına bu yakışmaz. Kendi elimizle devletin altını oymak demektir bu. Seçim öncesi, bu sayede ne kadar kişiyi istihdam edersek kar mantığı, ülkeyi düşünmek değil, kendini düşünmektir. Bırakın çalışmak isteyen, işinde verimli olan emekli olmasın. Çünkü ne kadar geç emeklilik ülkenin hayrınadır. Yoksa siz bu ülkenin hayrını düşünmüyorsunuz da biz mi bu ana kadar bilmiyorduk? Yoksa siz belediyeler (istisnalar hariç) bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti'nden ayrı bir cumhuriyetsiniz de bizim mi haberimiz yok?

Sadaka Rasülullah

Daha önce, hutbelerde okunan hadisten sonra "Sadaka rasülullah. Fîmâ kâl, ev kemâ kâl" (Rasülullah bu sözde doğru söyledi veya bunun gibi söyledi) kısmını ele almış, eğer birden fazla hadis okunmayacaksa "ev kemâ kâl" kısmının söylenmemesi gerektiğini, çünkü bu tür bir ilave, okunan hadise şüphe getireceğine dair bir endişemi dile getirmiştim.

24 Kasım 2018 tarihinde ele aldığım, (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2018/08/fima-kal-ev-kema-kal.html) bu yazı çok okundu ve çok yorum aldı: Hak veren olduğu gibi niçin söylediğine dair açıklama yapıldı, eleştiren de oldu. Şu var ki yapılan yorumların çoğunu ikna edici bulmadım.

Yazım çok okunup yorum almasına ve hala okunmaya devam etmesine rağmen belki de dil alışkanlığından belki de zamanında öyle ezberlediklerinden ya da bir bildikleri olsa gerek, hatiplerimiz ilk hutbenin bitiminde yine "ev kemâ kâl" demeye devam etti. Her okunuşta da kulağımı tırmalamaya devam etti.

*

25.12.2024 günü cuma için yine mahallemdeki camiye gittim. Kış günleri cuma ve diğer vakit namazları caminin alt katında kılınıyor. Alt kat birden fazla oda görünümüyle, cami dışında başka bir amaç için düzenlenmiş.

İmamın namaz kıldırdığı bölüm dolu olduğu için yan taraftaki odaya geçtim.

İlk sünnetin ardından hutbe okuyanı görmesem de her zamanki hatibin sesinden farklı idi. Ya müezzin olmalı ya mahalle sakinlerinden biri ya da imam izinli olduğu için müftülüğün görevlendirdiği biri olmalı.

Hatip ilk hutbede hamdele, salvele ve şehadete yer verdikten sonra hutbe konusuna uygun ayeti okuyunca, hutbenin tövbe üzerine olacağını anladım. Ardından bir hadis okudu. Hadis de tövbe üzerine idi.

Türkçe metni okumaya başlamadan, okunan hadisten sonra hatibin hadisi nasıl bağlayacağına kulak kabarttım. Nedendir bilinmez bu hassasiyetim.

Hadisin ardından hatip, "Sadaka rasülullah" (Rasülullah doğru söyledi) diyerek hutbenin ilk kısmını bağladı. "ev kemâ kâl" demediği gibi "fîmâ kâl" kısmını bile okumadı ve en doğrusunu yaptı.

Pek görmeye alışık olmadığım bu hutbe iradını daha bir dikkatli dinledim. Dinledikçe, işinin uzmanı, ne yaptığını bilen ve okuduğu Arapça metnin ne anlama geldiğini bilen hatibin hutbesinden ve üslubundan memnun kaldım. Hah şöyle. Benim üzerinde bir zamanlar durduğum bu hassasiyeti, sayısı bir olsa da yerine getiren oldu. Helal olsun dedim. Ne diyeyim, sayıları çoğalsın.