17 Kasım 2024 Pazar

Eden Bulur (2)

Nihayet gelen iki muhakkik basın özgürlüğünün gereğini yapar. Yazara bu sen misin bile demezler. Çünkü ben değilim dese inceleme ve soruşturma biter. Suç delilleri ortaya konmaz. O kadar yolu da boşu boşuna tepmiş olurlardı. 

Kendi halinde müstear isimle yazı yazan mütevazı yazarı genel idare hizmetleri sınıfından eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfına tenzili rütbe olarak teklif ederler. Bakan da kanunun kendine verdiği yetkiyi kullanarak 71 ve 76.maddelere göre ilgili kişiyi yönetici görevinden alarak asli görevi öğretmenliğe döndürür. 

Bereket, mülki amir terör örgütleriyle bağlantısı var şeklinde bir şikayette bulunmamış. Öyle olsaydı, öğretmenliği bile mumla arardı ilgili yazar. Çünkü işin içine terör iddiası girerse yandı demektir. Öyle ya bugüne kadar terör haftasından kim kurtulmuş ki o kurtulacak. Bu da mülki amirin merhametini gösterir. 

Ama bu merhameti daha mülki amirliğin başında bir kelle aldığı havasını atmasına engel değil. Öyle ya hangi kula nasip olur daha görevinin başında iken kelle almak.

İdari yönden öğretmenliğe döndürülen ilgili kişiye, disiplin yönden teklif edilen cezayı vermek için son savunması istenir. Öyle ya hukuk devleti burası. Savunması alınmadan ceza verilir miydi. Savunmanın da şikayet eden kişiye verilmesi istenir.

Savunmanın yedi günlük süresi bitmeden mülki amirin şürekası günbegün öğretmenin kurumunu arar. Bizim bir kardeşimize bir şey yapanın savunması geldi mi diye. Ne yaptıysa artık. Cezayı vermek için dört gözle bekliyorlar. 

Meslek dayanışması denilen şey bu olsa gerek. Öyle ya bugün bir kardeşlerine bunu yapanın yani eserini ortaya koyanın başı ezilmezse ve hak ettiği ceza verilmezse, yarın bir başkası da kendilerine dair bir şeyler yazıp çizebilirdi. Bakmayın siz öğretmenin kurumunun sarı öküzü verdiğine. Çünkü onlarda verilecek sarı öküz çoktu. Yeter ki istesinler. Önemli olan mülki idarenin gönlünü almak değil mi? 

Başından büyük ve vazifesi olmayan işlere burnunu sokan müstear isimli yazar büyükşehirde tekrar öğretmenliğe döner. 

Her ne kadar tenzili rütbe olsa da mütevazı yazarın keyfine diyecek yoktur. Her gün o kadar yolu tepmeye devam etmeyecek. 8-5 mesaisi yapmayacak. Daha çocuk denecek yaştaki kişilerin oyuncağı olmayacak. 

İlgili kişi idarecilik defterini kapatmış, öğretmenliğe yeniden dönmüş. Emeklilik öncesi emeklilik hali yaşıyormuş. 

Bir gün kendisine bir mesaj gelmiş. Yazılardan suç delili tespit ederek şikayette bulunan mülki amirin de tayini çıkmış. Gittiği yerde mevcut köyden bozma ilçenin daha küçüğü bir ilçe imiş. 

Ardından meslek dayanışması gereği meslektaşını milli eğitime yedirmeyen ve kırmızıya dokunana hak ettiği cezayı onaylatan mülki amir de bir nevi tenzili rütbe gibi daha küçük bir yere nakil gider. 

Fazla vakit geçmez, daha küçük yere giden mülki amir gittiği yerde bir altı ayını doldurmadan merkeze çekilir ve mülki amirliği sona erer. Bir daha mülki amir olur mu, olursa yeni eserler vermeye devam eder mi bilinmez. Yine bir bilinemeyen var ki mülki amirlikten geri çekilmek, nasıl bir duygu? İşte bu da bilinmez. Ancak yaşayan bilir. Yalnız şu var ki kelle alanın kellesi alınır. Ama öyle ama böyle. Çünkü eden bulur. 

Eden Bulur (1)

En büyük hayali bir mülki amir olmakmış. Önce küçük yerlerden başlayıp büyük yerlerde çalışmayı kafasına koyar. Niçin böyle bir hedef koyar? Çünkü ülkeyi ilçelerden başlayarak düzeltecek, bir de düzeltirken kimseden emir ve talimat almayacak. Birinin göbeğini kesmesi gerekiyorsa o kesecek.

Mülki amir olmaması için hiçbir neden yok. Yazılıdan yüksek puan almış. Boy pos yerinde. Vizyon ve misyon sahibi. Mülakattan da geçer puan alırsa niye olmasın. Ki yüksek puan almaması için bir sebep de yok. 

Fakat gel gör ki yüreği hizmet aşkı ile dolu kişi iki mülakattan elenir. 

Nihayet üçüncüde mülakatı başarıyla geçer ve köyden bozma bir yere atanır. 

Mülakattan kaynaklı gecikmeyi de telafi etmek için işe hızlı girer. İlk başta yapması gereken kediyi bacağından ayıracak ki herkes geldiğinden haberdar olacak. 

Kısa zamanda yaptıklarıyla, hakkında kitap yazılacak kadar icraata imza atar. 

Garibin bir tanesi de böylesi bir daha gelmez. Şunun yaptıklarını yazayım da gelecek nesillere yol haritası olsun diye yapıp ettiklerini yazar. 

Kısa zamanda hakkında kalem oynatılması insanın hoşuna gitmez mi? Normal şartlarda evet, ben bunları bunları yaptım. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır der. Ben neymişim diyerek kendisiyle gurur duyar. 

Ama öyle olmuyor. Çünkü yapıp ettikleri, kırıp döktükleri, söz ve eylemleri kaleme alınınca iyi bir görüntü vermiyor. Öyle ya kişi ne olursa olsun, kendisini ne şekilde anlatırsa anlatsın, kişi insanların anladığı kadardır. 

Yazıyı okuyan mülki amirin morali bozulur. Nasıl bozulmasın ki. Çünkü en moral bozucu olan isabet eden gerçeklermiş. Halbuki ne ummuştu ne bulmuştu. 

Yatsa da tadı yok, kalksa da görevine devam etse de. Çünkü hakkında yazılan yazıyı bir türlü hazmedemez. Bir mülki amir olarak hakkında yazı yazanla kavga etse şanına yakışmaz. Hakkımda yazı yazmış diye şikayet etse, bu yazıdaki sen misin? Sen bunları yaptın mı diyecekler? Bu da olmaz. Çünkü karizmayı çizdirir. 

Üstelik hakkında yazılan yazı da ülkede çoğu kimse tarafından okunmuş. İmajını yerle bir etmiş.  

Yazı yazan kişiyi de her gün görüyor ve görevine devam ediyor. Zaman zaman ismi önüne düşüyor. Kendisinden nefret ettiği gibi isminden de nefret eder. Bu burada durduğu müddetçe bu yazı kendini içten içe bitirecek. 

O zaman ne yapmalıydı? Bu yazıyı yazanın geçmiş yazılarını okumalıydı. O yazılardan suç unsuru bulmalıydı. Çünkü hakkında yazılan yazıda ne yer ne şahıs ne kişi ismine yer verilmişti. 

Geriye dönük yazılarının çoğunu okur. Her birini not ederek suç delillerini tespit eder. 

Yalnız ortada bir sorun vardı. Çünkü yazıyı yazan kişi müstear isimle yazıyormuş. Önce bunu itiraf ettirmeliydi. 

Bunun için bir kumpas kurmaya karar verir. Belki de kumpas onun işiydi. Tüm daire amirlerini makamında toplar. Yazıyı yazanı da çağırır. Herkesin huzurunda yazıyı yazanın kendisi olduğunu önce itiraf ettirip onları şahit tutacak. 

Tüm daire amirlerinin olduğu ortamda yazıyı yazana, bu yazıyı yazan sen misin diye sorar. O kişi de evet benim, ben yazdım der. Ardından herkesin huzurunda yazıyı okur. Daha önce yazıdan haberi olmayan ve yazıyı okumayanlar da bu vesileyle haberdar olur. Yazıyı bölüm bölüm okur. Her okuduğu bölüm için yorum ve değerlendirme yapar. 

Ardından, basın özgürlüğü var. Herhangi bir şey yapmayacağım der ve toplantıyı sonlandırır. 

Daha doğrusu herkes öyle sanır. Yazarın önceki yazılarını ilgi tutarak bir dilekçe yazar: “Bu kişi devlet düşmanlığı yapıyor, siyasi yazılar yazıyor, devlet kurumlarını kötülüyor, yazdığı gazeteden para alıyor. Suç delilleri de şunlar” gibi. (Devam edecek) 

16 Kasım 2024 Cumartesi

Evlilikten Maksat Bilek Güreşi midir? *

Evlenmek niyetiyle görüşmeye gelmişlerdi.

Delikanlı, genç kızı, şöyle bir süzdü ve sessizce düşündü: 

"Güzel kız fena değil. Ama biraz kendini beğenmiş. Acaba bu hali devam eder mi? Ya ederse? O zaman bununla yaşanmaz. Kadın dediğin biraz uysal olmalı... Neyse canım, hele bir evlenmeyi kabul etsin. Ben onu değiştirmeyi bilirim."

Genç kız da simasının ortasına sinsi bir tebessüm kondurdu. 

"Fena çocuk değil. İşi de yerinde. Rahat bir hayat yaşarım. Lâkin biraz' dediğim dedik' gibi. 

Acaba buna, sözümü dinletebilir miyim? 

Aman canım, düşündüğüm şeye bak. Evlenelim de ben onu mum gibi yapmasını bilirim”.

Ve değişim savaşının imzaları alkışlar arasında atılır. Ayaklar birbirini ezmek için yarışır.

 "Bal/ayının" tatlı meltemi yerini yavaş yavaş kuzey rüzgârlarına bırakır. 

Genç adam, sabah işe gitmeden eşini uyandırmaya çalışır: "Ben hazırlanırken sen de kahvaltı hazırlayabilir misin?" 

Genç kadın uyumaya devam eder. "Hayatım, geç kalıyorum haydi uyan." 

Genç kadın sağından soluna dönerek, "Sabahın bu saatinde de kalkılmaz ki? İşyerinde bir tostla çay alırsın." der. 

"Allah! Allah! Ben akşama kadar çalışacağım, sen bir kahvaltı hazırlamaya zorlanıyorsun." 

"Ama çok uykum var."

 "Benim de uykum var ama kalkıp işe gitmek zorundayım."

Kadın istifini bozmaz, kapıyı çarpıp çıkarken "Can çıkmayınca huy değişmezmiş." diye söylenerek işe gider genç adam. 

Başka bir gün. "Hayatım, bugün yemek yapamadım. Dışarıya çıksak diyorum." 

"Yine mi? Ama çok yorgunum, şöyle evimde dinlenmek istiyorum. Dışarıya hafta sonu gideriz." 

"Annem haklıymış. 'Bu adamı değiştiremezsin' demişti de inanmamıştım."

Evlilik, "Ben seni adam ederim" yerine "ben seni mutlu ederim" düşüncesi üzerine kurulduğu zaman evin pencerelerinde mutluluk meltemi eser. 

Odalarında şen kahkahalar çınlar. Eşler, birbirini mutlu etmek için yarışır, Planlar, “onu nasıl değiştiririm" yerine "onu nasıl mutlu ederim" üzerine yapılır.

Mürebbiye gibi değil, psikolog gibi davranılır. "Değişim savaşı" vererek ne kendisini tüketir ne de eşini. 

Aksi halde kadın "dırdırcı", erkek "baskıcı", mutluluksa "toz-duman" olur.

Bu sebeple, evlenecek gençler, ruhen uyum sağlayabilecekleri kişileri seçmelidir. 

"Ben onu değiştiririm" diye düşünerek başlıyorlarsa, boşuna evlerini dayayıp döşemesinler. 

Gelin arabasının arkasına da “Evleniyoruz mutluyuz" yerine, 

"Evleniyoruz savaşa gidiyoruz" diye yazmayı unutmasınlar. (Başlık hariç Kişisel Gelişim Hikayelerinden alıntıdır.)

*26.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.