13 Temmuz 2024 Cumartesi

Işığı Söndürüp Açma Eylemim

Ömrüm, hep başıma bir şey gelir korkusuyla geçti. Bu yüzden ne etliye karıştım ne de sütlüye.

Korka korka bu yaşıma geldim. Bu dünyadan göçüşüm de yakın. Çocuklarıma beş kilo kaya tuzu dışında bırakacağım bir miras da yok.

Bırakacağım miras olmasa da çocuklarım babam cesurdu desinler dedim.

Kimse görmeden bir cesaret örneği göstereyim. Bir tepki de ben göstereyim istedim.

Ne yapmalıyım derken saat 21.00'de ışıkları kapatıp açma tam bana göre dedim. Üstelik bir emek sarf etmeye de gerek yok. Zaten alışkınım ışık söndürüp açmaya. Torunun hoşuna gider, kapatıp açmak. Sonra yaşlılık da bir nevi çocuk olmak değil mi?

Bekledim gündüzden akşam dokuzu.

Beklerken sere serpe uzanmışım.

Tam dokuz oldu. Vücudum hiç kalkmak istemedi. Şu üşengeçlik denen şey ne menem şeymiş böyle.

Söz verdim kendi kendime. Kedi olalı bir fare tutmalıyım dedim.

Tam böyle düşünürken ya ışıkları söndürüp açarken yoldan geçen birinin haberi olur da hain, burada bir hain var deyip camımı taşlarsa...

Bir de cam parası çıkacak yok yere.

Hain olduğum da cabası.

Bu kadar korkacaksın hiç bu işe girme dedim kendi kendime.

Sonra bir hışımla kalkıp panjurları indirdim iyice.

İyice kapatacağım ki ışığı açıp kapattığım dışarıdan belli olmasın. Öyle ya korku denen şey başa bela.

Oturdum kanepeye tekrar. Uzandım yine o değilden.

Sonra cesaret örneği göstererek kanepeden doğruldum. Elim düğmeye gitti. Öyle ya oturduğum yerden kapatıp açacaktım fazla emek sarf etmeden. Ara ki düğmeyi bulayım.

Meğer bizim ev eski ev olduğu için düğmeler yukarıda imiş. Bir de her aradığın yerde bulunmazmış. Kimsenin oturmadığı kapıya yakın bir yerde imiş.

Kimse kusura bakmasın, eylem yapacağım diye kanepeden kalkıp da ta kapının oraya gidip düğmeyi kapatıp açamam. Çünkü bu kadar fedakarlık bana fazla geldi.

Bir an için ortaya çıkaracağım ve herkese göstereceğim cesaretimi içime gömdüm tekrar.

Zaman ne cesaret zamanıydı ne de rahatından ödün verme zamanı.

Kim yaparsa yapsın, kimin ne derdi varsa halletsin deyip kanepeye bıraktım kendimi yeniden.

Hasılı ışığı kapatıp açma eylemim başlamadan bu şekilde bitti. 

Enflasyona Dair Çözüm Önerilerim *

O kadar hükümet geldi geçti. Enflasyon sorununu aşmak için o kadar paket açıkladı. Enflasyonla mücadele etti ama genel itibariyle bakıldığı zaman bu sorunu çözmede başarılı olamadığımız ortaya çıkıyor. Çözdük diyenlerin çözümü de ya kış uykusuna yatmış. Uyanınca şaha kalkıyor ya da çözüm dedikleri, herkesin gelmesini dört gözle beklediği ama gelmesiyle gitmesi bir olan yalancı bahar gibi oldu.

Sahi Türkiye'nin müzmin sorunu enflasyon ve buna bağlı olarak hayat pahalılığından nasıl kurtuluruz?

Aslında sorun basit. Yeter ki çözme irademiz olsun. Bunun için önce enflasyon ve hayat pahalılığını ortaya çıkaran sebepleri ve bununla mücadelede en uygun yolu bulmak diyeceğim ama bence bu da beyhude çaba. 

O zaman bu sorunu nasıl çözeriz? Size hem de birden fazla çözüm önerim var. Seçin beğenin. Hepsi de garanti kapsamında çözüm önerileri. 

Bir defa enflasyon ve hayat pahalılığını sorun olarak görmediğimiz ve mevcut durumu kabullendiğimiz zaman ortada mücadele edilecek bir sorun kalmaz. Çünkü sorun yoktur ortada. Zaten dememiş mi geçmişte bir siyasimiz, "Meseleleri mesele olarak görmediğimiz zaman ortada mesele kalmaz" diye. 

Bakın sorun olarak görülen bir sorunu bir Arap nasıl çözmüş. Arapça fıkra olarak okumuştum bunu. Biri köle pazarına bir çocuk getirmiş. Satılığa çıkarmış. Buna bir değer biçmiş. Az sonra bir alıcı gelmiş. Bunun bir ayıbı var mı demiş. Satıcı, bunun ayıbı yatağa işemesidir demiş. Alıcı, bu bir ayıp değil ki. Yatağı bulursa işesin demiş ve çocuğu satın alıp evinin yolunu tutmuş. Alıcı da satıcı da etmiş muradına.

Gördünüz değil mi sorun olarak görülen bir sorun nasıl çözülmüş. Satıcı da boşu boşuna üzülmüştü halbuki bu işeme sorunundan. Alıcının zekası da hoşuma gitti ve şapka çıkarıyorum kendisine. Zamanında satıcı da bu sorunu bu şekil çözmüş olsaydı, o köleyi satmaz, yıllar yılı kullanırdı.

Çocuk işiyormuş. Bu sorun görülmez mi? Sorun sorundur. Bu sorun çözme yeterli değil derseniz, size başka bir çözüm önerisi daha.

Yine bir çocuk. Bu da yatağına işiyormuş. Arap zekanın çözümünü bilmeyen çocuk ve ailesi bu konuyu sorun etmiş. Çözüm için doktora gidiyorlar. Tahlil, tetkik ve muayene sonrası doktor ilaç yazarak tedavi önermiş. Farklı farklı tedaviler uygulamışlar ama çocuk yine işemeye devam etmiş. İşin içinde işeme olunca her işlemeden sonra çocukta bir mahcubiyet, ailesinde bir üzüntü peyda oluyormuş. Üstelik çocuk okula gidiyor. Bu sorunu arkadaşları duysa sidikli sidikli diyecekler. Çocuk okuldan da soğuyacak, kimsenin yanına yaklaşamayacak.

Hiçbir tedavisi fayda vermeyen doktor sonunda ben bu işin kitabını yazdım demeyi bırakıp pes etmiş. Çocuğa, sen bir de okulundaki rehber öğretmeninin yanına git, ondan fikir al demiş.

Çareyi doktordan bulamayan çocuk son çare olarak okulunun rehber öğretmeniyle görüşüp sorununu ona açmış. Kaç seans görüştülerse artık.

Bir zaman sonra doktor eski hatasıyla bir sokakta karşılaşır. Eski hastasına nasılsın demiş. İyiyim demiş. Nasıl iyileştin demiş. Çocuk, ben iyileşmedim ki yatağıma yine işemeye devam ediyorum demiş. O zaman niye iyileştim diyorsun demiş doktor. Çocuk, evet, yatağa işemeye devam ediyorum ama rehber öğretmenimle görüştükten sonra utanmıyorum artık. Benim için no problem demiş.

Kaldı mı şimdi ortada sorun? Gördüğünüz gibi sorun, sorun edilmezse bir de utanma bırakılırsa bu işler tereyağından kıl çeker gibi çözülüyor.

Çözüm diye getirdiğin önerilere bak. Bırak bu b.k, sidik işlerini. Biraz ciddi ol dediğinizi duyar gibiyim. Öyle olsun. Halbuki bu önerilerimle hiç olmadığı kadar ciddiydim.

Madem bu çözüm önerilerimi beğenmediniz ve yeterli görmediniz. Sanmayın ki bende başka çözüm yok. Unutmayın ki denizde kum biter, bende çözüm bitmez.

O zaman anlayacağınız dilden ve kısa çözüm önerilerime geleyim. 

Enflasyon ve hayat pahalılığına, "Sorun ekonomik değil, psikolojik" diyeceksiniz. İşin içine psikoloji girdi mi bu iş tamam demektir. Çünkü psikolojik durumun çözümü olmaz. Onun çözümü, onu psikolojisi ile baş başa bırakmak ve onu öyle kabul etmektir. Psikolojik durum yaşayan insanı bu psikoloji öldürmez. Sadece yanındakilere saç baş yoldurur. Bu da psikolojik teşhisi konan insanın sorunu değildir.

Git işine deyip bu önerimi de ciddiye almadınız. Alın size başka öneri. Diyelim ki % 75 bir enflasyon halini yaşıyorsunuz. Öldük, bittik, bu kadar yüksek enflasyonda yaşanır mı derseniz, bilin ki bu kafa yapısı sizi öbür dünyaya götürür. Bu da çözüm değil. Bu durumda ne yapacaksınız? "Enflasyon % 45 olmuş, % 75 olmuş. Arada fark yok. Belki psikolojik olabilir". Enflasyon enflasyondur diyeceksiniz. Bu, ha bir kurşunla ölmüşsün ha 10 kurşunla ölmek gibi bir şey. Sonuçta ölüm varsa efendim, enflasyon çok yüksek deyip karalar bağlamanın ne gereği var. Bir defa 45'i veren, 75'i de verir. Yine bu, bir maçı 1-0 kaybetmekle, 10-0 kaybetmek gibidir. Maçı kaybettikten sonra ha 1 yemişsin ha 10, ne fark eder değil mi? Sizden giden üç puandı hep.

Sanırım yine ikna olmadınız bu çözüm önerilerime de. 

O zaman suçu hiç üzerinize almayacaksınız. Unutmayın ki suçun sahibi olmaz. Daima başkasını suçlayacaksınız. Mazeret ve gerekçe üreteceksiniz. Enflasyonu, "Şirketlerin kârı ve fahiş fiyat" azdırıyor diyeceksiniz. Bu, dış güçler suçlaması kadar etkili olmasa da fena değil. Herkes firma ve şirketlere kızarken sen keyfine bakacaksın.

Hala da bu enflasyon ve hayat pahalılığı sorununun çözümü için verdiğim öneriler size yeterli gelmiyorsa, size söyleyeceğim tek şey, Allah sizi bildiği gibi yapsın olur. 

*15.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Temmuz 2024 Perşembe

Kök Maaş mı yoksa Daş Kökü mü?

Başka yörelerde kullanılır mı bilmiyorum ama Konya'da, bir yemeği beğenmeyip yemeğe burun kıvıranlar için "Canın isterse. Yemezsen yeme. Bunu yemeyip de ne yiyeceksin" anlamında "Daş kökü ye" tabiri kullanılır.

Bu deyimi araştırdım. Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer verilmemiş. Hangi yöreye ait yöresel bir deyim olduğuna dair bir bilgiye de rastlamadım.

Zaten "Daş kökü" diye bir deyim yok. Doğrusu "Taş kökü". Çoğu "K" ile başlayan kelimeleri "G"ye dönüştürerek söyler Konyalı. Tıpkı Konya'yı Gonya şeklinde söylediği gibi. Öyle zannediyorum, taş kökünü de Konyalı daş kökü şeklinde söylüyor. Belli ki Konyalıların" k" ve "t" gibi sert sessizlere bir rezervi var.

Daş kökü ye demek, aslında zehir ve ağı ye anlamında "zıkkımın kökünü ye" demektir. Genelde içki ve sigara gibi zararlı alışkanlıkları kullananlar için bu tabir kullanılır. Zannedersem, zıkkım da zakkumdan dönüştürülmüş olsa gerek.

Daş ve zıkkım gibi kelimelerin sonuna bir kök eklemişiz. Olmuş bir deyim. Başka da ne var derken gözümün önüne birkaç yıldır keşfettiğimiz emeklilerin kök maaşı geldi. Bu kökün örnek verdiğim köklerden tek farkı, bunlar isim tamlaması iken maaşın önüne gelen kök ise sıfat şeklinde gelmesi. 

Başka arasında fark var mı diye düşünüyorum. İlk başta aklıma başka fark gelmese de anlam yönünden kök maaş ile daş kökü ve zıkkımın kökü arasında benzerlikler var sanki. Her ne kadar kök maaş zehir, zıkkım olsun, zıkkım ye, daş kökü ye anlamında kullanılmasa da bugünkü kök maaşın içinde bulunduğu durum dolayısıyla, maaşına kök maaş üzerinden zam gelen emeklilerin bu maaş ve gelen zamla geçinmelerinin zorluğu gözümün önüne geliyor. Kök maaşın mucidi kim ise geçen yıldan beri kök maaşa gelen zamlar adeta yutan eleman sıfır gibi veya çarpma ve bölmede etkisiz eleman olan bir rakamı gibi bir işlev görüyor kök maaşa gelen zamlar. Ne kadar yüksek verirlerse versinler emekliler bu kökten sıyrılıp dal budak salamıyorlar. Dal budak salmayan kökün ise zaten meyve vermesi mümkün değil.

Hükümet, asgari geçim seviyesinin çok çok altında kalan kök maaş mağduru kesim için geçen yıldan beri çözüm üretmeye çalışıyor. Önce kök maaşa bir zam veriyor. Sonra da on bin liranın altında emekli maaşı alanların maaşını on bine çıkardım diyor. Emekliler bundan da memnun kalmıyor.

Bir zamanlar asgari ücretin üzerinde emekli maaşı alan bu kesim, asgari ücretin çok altında kalınca, bari asgari ücret seviyesinde ücret alalım temennisinde bulunuyor.

Memurlara verilen seyyanen zam istediler. Bu da olmadı.

Ocak 2024’den beri 10 bine talim eden bu kök maaş mağdurları için hükümet birkaç seçenek üzerinde duruyor. Bu on bin lirayı nasıl ve ne kadar yükseltirim hesapları yapıyor.

Anlaşılan o ki kök maaş için telaffuz edilen rakamların hangisi verilirse verilsin, gelecek zam, birkaç senedir güç bela ayakta duran, aldığı bu maaşla geçinmesi zor olan emekli için yine sadra şifa olmayacak. Emeklilerin umutları yine sönecek.

Hükümetin çözüm bulmakta zorlandığı bu kesimi görünce, teşbihte hata olmasın, yeri veya değil ama muzipliğim tuttu. Kök maaş mı istersin, zıkkımın kökünü mü istersin ya da daş kökü mü geçiverdi içimden.

Zor durumda olan bu kesim hakkını helal etsin ama onları maruz bıraktığımız ve reva gördüğümüz durum maalesef bu. Ne yapıp ne edip kök maaşı düşük olan ve bundan dolayı maaşı hep düşük kalan emekliler için bir çözüm bulmak gerek. Çözüm mercii bu meseleyi çözmeli ve emekliyi, kendi kendine yetecek, başkasına muhtaç bırakmayacak bir maaş seviyesine çıkarmalı. Bulacağımız çözüm emeklinin itibarı ve insanca yaşaması için elzemdir. Nokta.