22 Mayıs 2024 Çarşamba

Ucuz İnsanın Psikolojisi

Yeğenim, seçimde desteğini bekliyorum. Seçilirsem dile benden dilediğini derdi eski belde ve ilçelerde siyasiler. Yeğenin tek derdi vardır. Hemen isteğini dile getirir. “Dayı, şu okul müdürünü buradan sür. Senden başka bir şey istemem. Oyum da senin derdi.

Anlattığım bu anekdot Türkiye’nin birçok yerinde olağan şeydi.

Dayı seçimi kazanır. İlk yaptığı illerden biri yeğeninin istemediği okul müdürünü bir başka yere sürdürmek olurdu.

Bu isteği yerine gelen yeğenin ise keyfi yerindedir. Çünkü egosunu tatmin etmiştir.

*

Çanakkale Meydan Muharebesi, Birinci Dünya Harbinde düşmana geçit vermediğimiz, adeta destan yazdığımız bir muharebedir. Diğer 9 cephede ise başarılı olamadığımız gibi kaybettik. Hasılı Çanakkale Meydan Muharebesinin de içinde bulunduğu 1. Dünya Savaşını kaybettik. Çanakkale’de gösterdiğimiz başarıyı küçümseyecek değilim ama sonuçta biz bu savaşı 9-1 kaybettik. Maça benzetirsek rakip dokuz atmış, biz ise bir atmışız. Adeta tek şeref golümüz var bu savaşta. Durum bu iken biz kaybettiğimiz bir savaşın içinde attığımız bir golü her yıl kutluyoruz.

*

GS ve FB derbi maçını bildiğiniz gibi FB kazandı. FB ezeli rakibini deplasmanda üstelik bir eksikle yendi. Bu galibiyete FB rakibiyle arasındaki puan farkını üç puana indirdi ve şampiyonluk iddiasını son maça taşıdı. Bu derbi maçı sonrası FB Başkanı’nın açıklamalarına yer verelim:

Beyler ne başardığınızı anlayın.

Büyük partiyi dağıttınız.

Yenilmezlik serilerini mahvettiniz.

Sanatçılar gidiyor. Hazırladıkları podyumu kuramayacaklar. Sizinle gurur duyuyorum. 

Şampiyonluğu kutlama planlarını iptal etmemiz bir Fenerbahçe taraftarı için şampiyonluk kadar önemlidir”.

Başkan bu konuşmayı maç sonrası soyunma odasında futbolcularına İngilizce olarak yapıyor.

Sayın Ali Koç’un maç sonrası stada gelip kabadayı edasıyla stattaki görüntüsü nasıl bir hâletiruhiye taşıdığını ele veriyor. Adeta kırıp dökecek, sağa ve sola saldıracak bir görüntü çiziyor. Bir Başkan’a yakışmıyor vesselam. Bunun üzerinde durmayacağım.

İngilizce konuşması ve içeriğine dair birkaç şey söyleyeceğim:

Bir Türk takımının Türk Başkan’ı, Türkiye’de niçin İngilizce konuşur? Gören de bu ülkenin ana dili İngilizce sanır. Herhalde futbolcularına, bakın ben İngilizce de biliyorum mesajı veriyor olsa gerek. Ayrıca konuşurken niçin futbolculara bakmıyor ve niçin yerinde durmuyor da adımlıyor? İnanın garipsedim. Bu görüntünün tıpta bir adı var mı bilmiyorum.

Bu hırçınlık bu gerginlik bu hava atma bu agresiflik bu şımarıklık niye? Gören de zafer kazanmış bir komutan sanır.

Neymiş de bu maçı kazanarak neleri başarmışlar neleri. GS’nin şampiyonluk kutlama podyumlarını kurmasına izin vermemişler. Gelen sanatçılar geri gitmiş. Kutlama partisini dağıtmışlar. Şampiyonluğu kutlama planlarını iptal etmişler. Bu iptal şampiyonluk kadar önemliymiş. GS’nin yenilmezliğine son vermişler.

FB bu maçı kazanarak şampiyon olsa eh, GS’nin şampiyonluğunu elinden aldı dersin. Şampiyonluğu belirleyecek daha bir maç var. GS bu maçı da kaybedip şampiyonluğu Fener’e kaptırsa tamam dersin. Daha ortada fol yok, yumurta yok. Üstelik şampiyon olmaları GS’nin elinde iken bu neyin şımarıklığı böyle?

Görünen o ki FB Başkan’ı için GS’yi yenmek şampiyonluktan daha önemli. GS’i yenmek yeterli bunun için.

Ali Koç’un taşıdığı bu kafa okul müdürünün sürdürülmesini isteyen seçmenden farklı değil.

Yine bu kafa savaşı kaybettiğimiz ve kaybettiğimiz savaşın sonuçlarına katlandığımız halde savaşın bir cephesinde elde ettiğimiz zaferle yetinip sevinmemize benzer.

Süper Ligi bir maratona benzetelim. Asıl başarı maratonun sonunda ipi göğüslemektir. Yoksa koşucuların maratonun belli bir etabını önde bitirmesi zafer değildir.

Verdiğim bu üç örnekten ne çıkarırsınız bilmiyorum ama ben bu örneklemenin ilkinde kişisel kin ve nefret, ikincide mağlubiyet kompleksini bastırma ve bununla tatmin olma, üçüncüde ise hem ilk örnekteki nefret hem de mağlubiyetten tatmin olma duygusunu görüyorum. Çanakkale’yi anlarım da birinci ve üçüncü hali anlamak zor. Herhalde ucuz insanların psikolojisi olsa gerek. Bir insanın gözünü kin, nefret, çekememezlik bürümüşse, ondan da sağlıklı hareket ve normal tavır beklenemez zaten. 

21 Mayıs 2024 Salı

Şımarık Bir Profil

Her zengin ve şöhret sahibi olmasa da baba ve soydan gelme bazı zenginlerimiz var. 

Bunlar yediği önünde yemediği arkasında olan, hiç para sıkıntısı çekmeyen ve yokluk nedir bilmeyen, ailenin el bebek gül bebek yetiştirdiği kişilerdir. 

Her istediği yapılınca da ele avuca sığmaz bu tipler. 

Dünyanın merkezine kendisini koyan, bencil ve egoist kişiliğe sahip. Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü sanırlar.

Kibir tavan yapmıştır bunlarda. Özgüven patlaması yaşarlar.

Hiçbir özelliği ve yönetim kabiliyeti olmadığı halde sırf parasından dolayı belli bir makama getirilen bu tiplerin ne dilinin ayarı vardır ne dengeli hareket ederler ne de sorumlu davranırlar. 

Aksine toplumu ve kitleleri germede üstüne yoktur. 

Güç kendisinde, para kendisinde olunca bilir ki kimsenin kendisine had bildirecek durumu yoktur. 

Paradır bunları konuşturan bu ne oldum delisi olanları. 

Şımarıktır. Kimse sesini çıkarmayınca astar ister. Şımardıkça şımarır. 

Para, makam ve güç kendisinde olunca her dediğinin olmasını ister. 

Şayet istediği olmazsa gerilim çıkarır ve geriliminden beslenir. 

Oturduğu koltuğu kabadayı edasıyla yönetir. Kavgacıdır. Kavgayı tetikler. En önde de kendisi koşar. Sokak kabadayısı gibi davranır. Sanırsın ki koltuk sahibi değil, o kitlenin amigosu veya ayak takımı. 

Ağzı bozuktur. 

Kırdıkça kırar. Vurdukça vurur. Olmadı boğazını sıkar. 

İnsanlar ve yetkililer sesini çıkarmadıkça kendini bir şey sanmaya devam eder. 

İşi kurallarına göre oynayamayınca, istediği olmayınca iddialar ve algılar üretir. 

Zenginliğin verdiği şımarıklıkla oturduğu koltuğun sahibini kendisi sanır. Koltuğu emellerine alet etmede üstüne yok. Hele bir de peşine takılıp kendisine inanan insanlar varsa kendisini doğru yolda görür. 

Anlatmaya çalıştığım bu tipler vardır çevrenizde. Para, şöhret, güç budalasıdır bunlar. 

Bu tipler ne kadar variyet sahibi olursa olsun, istediği makamı elde etsin, parayla satın almadığı yer kalmasın, en iyi okullarda okusun, zerre gözümde yoktur. Çünkü ilk önce adam ve insanlık lazım. Önce edebini ve haddini bilmeli. Bilmiyorsa birileri bildirmeli. Yoksa başımızda ekşir durur bunlar. 

Tarikat Şeyhleri ile Parti Liderlerinin Ortak Yönü

Sosyal medya anı sayfasında kalmış bir yazım. Bloğumda da yerini alsın istedim:

Bu ülkede cemaatler, tarikatlar çok eleştirildi.

"Vay efendim, şeyhinin iki dudağı arasında her şey. Mutlak itaat şart. O ne derse o olur, itiraz edilmez" denir.

Parti liderleri bundan farklı mı?

Bence aralarında hiç fark yok. Tarikat şeyhinin yaptığını, noktasına virgülüne parti lideri de yapıyor.

Örnek mi istersiniz. Malum bugünlerde vekil listeleri hazırlanıyor.

Parti liderlerimiz dama taşı oynar gibi adaylarını paraşütle "sen şu ile, o bu ile" diyerek yerleştiriyor.

Lider bunu yapıyor, aday adayımızdan tık yok.

İşin garibi bu tasarruf ve inisiyatif parti meclisinden de onay alıyor. 

Dense ki;

"Sayın aday! Haydi aday gösterildiğin yeri haritadan göster" ya da "Bugüne kadar o ile hiç gittin mi" veya "Hiç o ilden tanıdığın var mı" diye sorulsa, öyle zannediyorum sınıfta kalır.

Buna rağmen aday gösterilir ve aday olunur.

Seçmen de vardır bir hikmeti diyerek gider, tıpış tıpış oyunu verir.

Kimse bir şey demez. Çünkü karşılarında tarikat şeyhi ile aynı yetkilerle donatılmış parti lideri var. O ne derse o olur. Yoksa aforoz edilir.

Şimdi size soruyorum: Bir parti lideri ile bir cemaat lideri veya tarikat şeyhi arasında yetki bakımından bir fark var mı?

Bulabilirseniz merakımı gidermiş olursunuz ve size minnettar kalırım.” 21 Mayıs 2018