1 Mayıs 2024 Çarşamba

Tuhaf Rüya Gören Görene

"Tuhaf bir rüya gördüm bu gece:

Bir ülke varmış, 

20 sene çalışan biri,

42 yaşında emekli oluyor.

30 sene emekli maaşı alıyor, 

72 yaşında ölüyor,

10 sene de karısı emekli maaşını devam alıyor 

82 yaşında o da ölüyor.

40 yaşındaki kızı da bu arada "yalandan boşanıp", babanın emekli maaşını devam alıyor.

80 yaşına kadar da o alıyor, yani 40 sene daha

Ne yaptı?

20 sene prim öde, 30+10+40 = 80 sene maaş al !!!

80 sene!

Uyandım, böyle rüya mı olur ya diye,

su içtim geri yattım,  

Sonra ek rüya gördüm:

"Yalandan boşanan bir genç kadın, 40 yıl babasının maaşını alırken, annesine baktığını için, bakım maaşı da alıyormuş, kendi eşi öldüğü için onun maaşını da alarak, 3 maaş alıyormuş. Hatta 1.5 milyon kadın yalandan boşandı bu yüzden diye dedikodu bile çıkıyormuş..."

Bir ekonomist için kâbus gibi rüya, 

Allah'tan sadece rüya, 

çünkü gerçekte bunu ekonomik olarak kaldıracak bir ülke yok, olamaz da...

Yoksa var mı sizce?" 

Bu tuhaf rüyayı Zeki İbrahimoğlu diye biri görmüş. Gördüğü bu tuhaf rüyayı da yazı konusu edinmiş. 

Yazıda gördüğünüz gibi ilgili kişi, gerçekte bunu ekonomik olarak kaldıracak bir ülke yok, olamaz da diyerek hayretini ifade etmiş. 

Yazar aklı sıra bu ülke insanı bir emekli maaşının üzerine yatıyor. Geçimini de bu emekli üzerinden sağlıyor demeye getiriyor. Güya 20 yıl çalışıp emekli olan ve bu emeklilikten faydalanan bu ülke insanını suçluyor ve 20 yıl çalış. 80 sene bu emekli maaşından faydalanan diyor. Açıkçası bugün ekonomik tablo bozuksa müsebbibi bu diyor. Yani yönetenlere toz kondurmuyor ve birilerini temize çıkarıyor. 

Şimdi bu tuhaf rüya üzerine, üzerine kalem oynatılan bu tuhaf yazıya gelelim. 

İnsanımızın 20 sene çalışıp ardından emekli olma isteğini yasal hale getiren insanımız mı yoksa siyasi irade mi? Bir insanı 20 senenin ardından emekli etmek, bu ülkenin ekonomisine dinamit koymak değil midir? Hangi tuhaf ülke böyle bir şeye imza atar? 

Ölenin emekli maaşını eşine tevarüs ettirme yine bu tuhaf ülkeye mahsus. Siyasi irade her emeklinin maaşı kendine özgüdür. Ölümünün ardından kesilir. Herkes çalışıp emekli olmak zorundadır yasal düzenlemesi yaptı da bu tuhaf ülke insanı olamaz böyle deyip ayaklandı mı? 

Kızı hem babasından hem ölen kocasından hem de annesine baktığı için üç maaş alıyormuş da üstelik yalandan boşanıyormuş da bu maaşları almaya devam ediyormuş. 

Bir defa sormazlar mı? Sen siyasi irade, babadan gelen maaşı kızına geçirme hakkını niye verdin? Haydi verdin diyelim. İlaveten niçin kocadan gelen maaşı da vermeye devam ettin de sana bir emekli maaşı yeter demedin? Bir babadan, bir kocadan emekli maaşı aldığı için bir tanesini geri vermek isteyene, biri emekli sandığından, diğeri de SSK'den olduğu için ikisini de alırsın dedin? Ki ben buna şahidim. Bu ülke insanı acı zulüm hastalandığında, anne ve babasına meccanen bakarken hangi akla hizmetle bakım parası diye bir kalem icat ettin? Torununa bakan babaanne veya anneanneye torun parası verdin? Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek değil mi bunun adı? Sonra bakım parasıyla kaç kişi kendi geçimini sağlar, değil mi? 

Kısaca, sosyal hukuk devleti olarak her insana geçimini sağlayacak bir iş verme yükümlülüğümüz varken ne diye babadan çocuğa silsile halinde mirası tevarüs ettik? Ne diye bakım parası verdik ne diye farklı çalışan diye hanımına veya kızına iki emekli maaşı vermeye devam ettik? 

Hülle yoluyla boşanmış gibi yapıp babasından maaş alan varsa siyasi iradenin görevi bu tür suistimalleri yakalamak değil mi? 

Kısaca tuhaf rüyada, vatandaştan evliya olması, bu tür emekli maaşlarına tevessül etmemesi bekleniyor. Herkes evliya olsa devlete ne gerek var değil mi? Devlete yön veren, devleti geleceğe taşıyacak siyasi iradenin görevi, tüm bunların önüne geçmektir. Hiç suçu vatandaşa falan atmayalım. Böyle yaparak suçu başkasına sıvamayalım. Birilerini temize çıkarma adına kırk takla atıf tuhaf rüyalar görmeyelim. Çünkü böyle tuhaf rüyalar akla zarar. Tüm suç devletin geleceğini değil de kendi geleceklerini düşünen gelmiş geçmiş siyasi iradelerdir. 

Bir anekdotla yazımıza son verelim. Kalbi İslam'a ısınsın diye Hz peygamberin verdiği, Hz Ebu Bekir'in vermeye devam ettiği zekatı Hz Ömer, sizler artık yalama oldunuz. İslam'a girecek haliniz yok. Size de ihtiyacımız yok diyerek zekâttan pay alan bu kesimin zekatını kesmiştir. Hem de ayete rağmen. Hz Ömer bir devleti temsil ediyordu. Suistimali kesti. Devlete yön verenler de devletin aleyhine her türlü suistimali yok etme, buna yönelik tedbir alma gibi bir yükümlülüğü vardır. Ötesi, topu taca atmaktır, sorumluluktan kaçmaktır, ego tatminidir. Savunma mekanizmasından kaynaklı saldırmadır ve suç bastırmadır. 

Seyir Zevki Yüksek Bir Maç

Nisanın son akşamı evde misafir vardı. Yemek ve çayın ardından misafiri uğurladık. Odaya geçtim. Şöyle bir uzanayım derken oğlan televizyonu açmış. Maç izliyor. Maçın bir on dakikası geçmiş. Kimin maçı diye ekrana göz attım. Bayern Münih ile Real Madrid kulüplerinin maçı imiş.

Ne maçı bu evlat dedim. Yarı final maçı baba dedi. 

O değilden bakmaya başladım. 

Normal şartlarda maç izlemem. Genelde Türkiye Süper Ligini skor olarak takip ederim. Kimler şampiyonluğa oynuyor, kimler de küme düşecek diye zaman zaman puan sıralamasına bakarım.

Neyse bakayım biraz bu maça. Az sonra elime telefonu alır bir şeyler karalarım dedim. Ama hesabım tutmadı. İlgim olmayan bu yarı finale kaptırdım kendimi. Elime de telefonu almadım. Bir ara bizim GS'yi yenen takım değil mi bu Bayern evlat dedim. Evet baba, iki maçta da yendi bizi dedi.

İlk yarıyı bitireyim bari. Sonra işime bakayım dedim. Bırakmak ne mümkün. Maçı sonuna kadar bir solukta izledim. 

Bir maç bu kadar güzel olur muydu?

Bir maç, bir düello bu kadar mı güzel oynanırdı? 

Bir maç bu kadar mı seyir zevki verir? 

Futbolcular hiç mi yorulmaz?

Bir hakem bu kadar mı iyi maç yönetir ve çaldığı düdükten emin olur? 

Bir hakem bu pozisyona faul çalarsam, penaltı verirsem takımlar ne der endişesi yaşamaz? 

İki takımın futbolcuları da bir doksan dakika bir amaca mebni koştu durdu. 

Top doğru dürüst taca çıkmadı. 

İki tane penaltı verdi hakem. Aleyhine penaltı verilen takımın futbolcularından bir itiraz gelmedi. Şansımızı bir umut VAR'da deneyelim demedi. Ne hakem Var'a ihtiyaç duydu ne de takımlar VAR'ın arkasına sığındı. 

Kart yiyen futbolcular, sen ne yapıyorsun hakem dercesine el kol işareti yapmadı. 

Faul ile yere düşen yerde yatmaya devam etmedi. Düşer düşmez kalkması ve koşması bir oldu. 

Kimse burada faul var, burada penaltı var veya yok demedi. 

Maça üç dakika uzatma verdi hakem. Bunu da futbolcu değişimden dolayı verse gerek. 

Çünkü maç bir doksan dakika durmadı. 

Top bir oraya bir buraya gitti geldi. 

Depara kalkan futbolcunun peşinden adeta tüm takım aynı hedefe yöneldi. Aynı şekilde kalesine giden topun gol olmasını önlemek amacıyla diğer takım da kendi sahasında bitti. 

Bir doksan dakika çalım, isabetli pas, taktik, gol pozisyonuna girme izledim. 

Hiç hakemle oynayan futbolcu görmedim. 

Bir makinenin dişlileri gibiydi hepsi. 

Tüm futbolcular oyunu güzelleştirme adına görevini layıkıyla yaptı. Hiçbir futbolcu boşa kürek çekmedi. Koşarken niçin koştuğunu ve ne yapacağını bilerek koştu. 

Seyir zevki yüksek bir maçtı. 

İnançlarını bilmem ama tüm futbolcular ibadet aşkı içerisinde top oynadı. Aldıkları paranın hakkını fazlasıyla verdi. Futbol işte bu dedirtti izleyenlere. 

Bir doksan dakika nasıl bitti bilemedim. Yenişemediler ve ikinci maçta kozlarını paylaşacak iki takım. 

Hangi takım yarı finalde bu lige veda ederse etsin, her ikisi de büyük takım olduğunu bir kez daha gösterdi. 

Bir doksan dakika daha oynasalardı, bu maç da sıktı. Bitsin artık demezdim. 

Böylesi enfes, nefes nefese, sonucu kestirilemeyen bir maçı bugüne kadar ne izledim ne de duydum. 

Bizde de Süper Lig, birinci lig vs var. Ama gördüm ki bizimkilerin oynadığı lig falan değil. Futbol hiç değil. Aynı ligin insanı değiliz bir defa. Bunlarla boy ölçüşmemiz mümkün değil. Adamlar top oynuyor top. 

Bizde ise hakemle oynamaktan, hakemi eleştirmekten, tüm suçu hakeme yıkmaktan öte bir futbol yok. Onların seviyesine ulaşmak için kaç fırın ekmeği yesek, bu kafayla bizde ne futbol olur ne bunların seviyesine ulaşabiliriz. Hasılı biz ayrı dünyaların ligiyiz. Bizdeki futbol, futbolun özünde olmayan bize özgü bir futbol.

Kısaca onlar futbolun hakkını veriyor. Top oynuyor top. Biz ise hakemle oynuyoruz. 

Kıskanmayın Lütfen!

Yalan ve asparagas habere nihayet yalanlama geldi. Bu yalanı uyduranlar, bu yalana dair yorup yapıp kalem oynatanlar yataklarında nasıl uyuyacaklar, merak ediyorum.

Bir defa 2010 model araç sık sık arızalanıyor. Bu araç ki 2016 yılında Başbakanlık tarafından kuruma tahsis edilen altı yaşında bir araç iken geldiğimiz yıl itibariyle 14 yaşına basmış durumda. Ki bu araç ekonomik ömrünü tamamladı ve sık sık arızalanıyor. İnsaf ve vicdana sığar mı 14 yıllık araç. Bu aracı köylü Ahmet Ağa kullanmıyor. Koskoca DİB Başkanı kullanıyor. Statü ve itibar denen bir şey var değil mi? (Bu arada asker arkadaşın 2010 model Nissan Primera'ya biniyor hala.)

Sık sık il dışı programına katılan Sayın Başkan bu programlara bu yaşta bir araçla nasıl yolculuk yapsın değil mi? Bu kişi hizmetin gereği programlara mı katılacak, sık sık tamiri için sanayiye mi gidecek. Takdir edersiniz ki bu yaşta bu araç sanayiden çıkmaz. Hele ki işçiliğin pahalı, sanayi ustalarının vicdansız olduğu günümüzde, sık sık tamir parası vermek tasarrufa sığmaz. Başkanlık olarak tasarruf önceliğidir. Bu hakkı da kimse elinden alamaz.

Burada başka araç yok mu, onunla gitsin diyebilirsiniz. Var olmaya var. Daha bir yaşını tamamlamamış, sıfır yaşında bir TOGG var. Bu da kullanılıyor. Nerede derseniz? Makam hizmetlerinde kullanılmaktadır. Yani Ankara içinde kullanılmakta. Kaç ömür beklediğimiz gözümüzün nuru bu aracı makam hizmeti dışında kullanmak, hele ki şehirler arası yola sürmek tek kelimeyle vicdansızlıktır. Hangi vicdan dayanır buna.

Peki yoğun programlar için sık sık il dışına çıkacak Başkan acımayıp TOGG'la mı yollara düşecek ya da 2010 model sık sık arızalanan, sık sık sanayiye gitmek zorunda kalan ve Başkanlığa daha doğrusu devletimize büyük masraf açan külüstür arabayla mı yollara çıkacak?

Normalde Audi A8 bir araç bu yollara daha uygundu. Böyle bir araç isteme, tahsis edilme durumu varken Başkanlık şehir dışına çıkarken Audi A8 kiralama yoluna gitmiştir. 

Gördüğünüz gibi Audi A8 tahsisi yok. Devletten böyle bir talep yok. Hizmetten başka bir şeyi şiar edinmeyen Başkanın zaten böyle dünyalık işlerle işi olmaz.

Normalde 15 milyon değerinde bu araç Başkan'a yakışırdı. Temel felsefe, itibardan tasarruf edilmez iken bir tevâzu örneği gösterilerek bunca masrafı bu araca verme yerine böyle bir aracı kiralama yoluna gidilmiştir. İş aracı almakla bitmiyor biliyorsunuz. Bu aracın kaskosu var, vergisi ve algısı var. Yağı, tuzu, lastiği, yakıtı derken bu aracın çok pahalıya geleceği aşikardır. Kirala. Kiraya veren adam katlansın bu aracın masrafını. Sense sadece kira masrafını öde. Durum bundan ibaret. Siz siz olun, algı oluşturmaya yönelik asparagas ve yalan haberlere itibar etmeyin. Başkanın hayır duasını almaya bakın. Kurumu yıpratmaya yönelik haberlere kulak asmayın.

Öyle zannediyorum, içten gelen bu açıklama sizleri ikna etmiştir. Ben bile ikna olduğuma göre siz hayli hayli ikna olmuşsunuzdur. Hala ben ikna olmadım diyorsanız biliniz ki ön yargılısınız. Ön yargının ise tedavisi yoktur. Kıskanıyorsanız, yine bilin ki kıskançlığın da tedavisi yoktur. Çalışın, bir makama hakkınızla gelin, sizin de olsun. Ayrıca tüm emval Allah'ındır. Kulları sadece bunların emanetçisidir.