16 Ocak 2024 Salı

Takım ve Siyaset

Milletimizin içerisinde bir futbol takımı tutmayan yok gibidir. Varsa da bir elin parmaklarını geçmez. Hatta çoğunluğun tuttuğu iki takımı vardır. Biri yaşadığı şehrinin takımı. Diğeri de dört büyükler dediğimiz GS, FB, BJK ve Trabzon.

İki takım tutanların ekseriyetinin ilk takımı dört büyüklerdir. Çünkü dört büyükler her yıl şampiyonluğa oynar. Şehirlerinin takımı ise düşmemeye oynayan takımdır. Dört büyük dışındaki takımların pek bir istikrarı yok. Bir bakarsın üst sıralarda. Bir yıl orta sıralarda. Sonra bir bakmışsın düşme potasına girmiş. Bazı il takımları var ki asansör takım görevi yapar. Süper lige çıkar, ertesi yıl küme düşer. İner iner, çıkar.

Takım tutan futbolseverlerin, takımları şampiyon da olsa ligi ortada da tamamlasa ligden düşse de takımları hiç iyi oynamasa bile tuttukları takım değişmez. Çünkü takım tutma küçüklükten kalmadır. Kimi tuttuğu takımın fanatiğidir. Hiç maçını kaçırmaz kimi maç ve skor takip eder kimi destek için stadyuma gider kimi TV'den izler. Hangi şekil olursa olsun bu takım tutma, aşağı yukarı ölünceye kadar devam eder ve tutulan takım kolay kolay değiştirilmez.

Takım konusunda tutumumuz böyle iken buna benzer bir başka yönümüz daha var. O da siyasi parti tutma yönümüz. Bir ailede, ailenin fertleri farklı farklı takımları tutabiliyorken iş siyasi parti tutmaya gelince, ailecek bir partiye yöneliyoruz. Bir partiyi tutma geleneğimiz aileden çocuklarına tevarüs ediyor dense yeridir. Yedi kuşak solcu, sağcı, milliyetçi, İslamcı vs. Kısaca takım tutar gibi siyasi parti ve liderini tutuyoruz.

Tuttuğu takım iyi oynasa da kötü oynasa da insanımızın küçüklüğünden kalma bu tutkusu anlaşılabilir ama takım tutar gibi siyasi parti tutmak olacak şey değil. Biri adı üzerinde oyun. Siyasi parti ise ülke yönetimini teslim etmek demektir. Bir parti güven veriyor, ülkeye hizmet ediyorsa insanımız aynı siyasi çizgisini devam ettirsin. Yok, desteklenen parti ağzına yüzüne bulaştırıyorsa bu benim partimdir, başka partiye ölsem oy vermem demek anlaşılır gibi değil. Halbuki asıl olan iyi hizmet edecek olanı iktidara taşımak ve iktidarda tutmaktır. Beceremeyeni indirmek, güven vermeyeni, alternatif olamayanı terk etmektir.

Son yıllarda takım tutar gibi siyasi parti tutma ve destekleme biraz değişmeye başladı. Yedi göbek sağcı, İslamcı ve milliyetçi sola oy veriyorken, solcu, laik ve seküler olanlar ise sağ, İslamcı ve milliyetçi partilere yönelmeye başladı. Aslında bu durum siyasi partilere ayağınızı denk alın. Benim oyumu, benim şehrimi çantada keklik görme demektir.

Fakat gel gör ki bir partiyi tuttuğu ve desteklediği halde başka partiye yönelenler son yıllarda hiç olmadığı kadar ayıplanır oldu. Kim siyasi çizgisini değiştiriyorsa mahallesi tarafından dönek olarak görülüyor, ayıplanıyor, dışlanıyor, yoldan çıkmış kabul ediliyor, mesafe konuyor, düşman gibi görülüyor.

İsteniyor ki herkes aileden ne ise o siyasi yelpazede yer alsın. Yani kendi partilerini desteklemeye devam etsin. Gerekirse ülkeyi batırsın. Hiç problem değil onlar için.

Burada şunu da söylemek lazım. Daha önce başka yelpazede olanlar siyasi partilerini bırakıp başka siyasi partiyi desteklemeye başlayınca, bunlar ayıplanmadığı gibi hidayete etmiş muamelesi görüyor. Dünkü düşman mahallenin çocukları bir bakmışsın kanka oluvermiş.

Kısaca takım tutar gibi siyasi parti tutma anlayışımızdan, kendimizi buna mecbur hissetmekten vazgeçmemiz lazım. Siyasi partiler başarı için zıt kutuplarla bir araya gelebiliyorsa seçmen niçin farklı partilere yönelmesin, öyle değil mi? Demokrasinin gelişmesi, siyasi partilerin kendilerine çekidüzen vermesi için seçmenlerin zıt partiler arasında gezinmesinde yarar görüyorum.

13 Ocak 2024 Cumartesi

Terör Biterse Ne Olur?

Bitmedi gitti şu terör. Bu ülkede terör biterse, şehit cenazeleri gelmese, şehit ateşi evlere düşmese ne iyi olur değil mi?

Hem iyi olur hem olmaz.

Niçin?

İyi olur. Çünkü millet önüne bakar. Kimsenin canı yanmaz.

İyi olmaz sözünüzü anlamadım.

İyi olmaz. Çünkü bu ülkede terör olursa herkes kendi gerçek gündemine dönecek. Bu da birilerinin işine gelmez.

Niçin? Herkesin gündemi ne ki?

Herkesin gündemi ekonomidir, enflasyondur, hayat pahalılığıdır, geçim derdidir.

Terör olmazsa halk kendi gündemine yönelecek. Ne olacak benim bu halim. Bu gidişat nereye diyecek. Tencere, tava, mutfak diyecek.

Yine desin. Diyor da zaten.

Demeye diyor ama işin içine terör girince ekonomi ikinci plana itilir. Terörle mücadele ön plana çıkar. Geçim derdinin yerini terör korkusu alır. Teröre öncelik verilir. Seçimlerde tencere, tava değil, terör etkili olur. Sayesinde saflar sıklaştırılır. Milliyetçi oylar tavan yapar. Teröre destek verenlerle terörle mücadele edenler arasında bir seçim olur. Sonuçta sandıkta kazananlar da terörle mücadele edenler olur.

Ya geçim derdi?

Geçim derdi ötelenir. Çünkü terör kadar sandıkta etkili olmaz.

Bu dediklerinde samimi misin?

Hiç olmadığı kadar.

Hayret!

Terörün her seçim öncesi azmasının sebebini hiç düşündün mü?

Hayır, düşünmedim.

Sahi niçin seçim öncesi terör örgütü harekete geçer?

Terör seçim sonuçlarını etkilesin diye. Terör sesini duyurdukça reklamını yapar, gücünü gösterir. Beni unutmayım, ben buradayım. Ben bir gücüm mesajı verir. İç siyaset de bundan beslenir ve etkilenir.

Bildik oyun sahnede diyorsun.

Aynen öyle. Bu, bugüne kadar hep böyle olmuştur. Unutma ki terörle seçmen terbiye edilir her daim.

Haklı mı Güçlü mü?

Haklı mı olmak istersin yoksa güçlü mü? Sorum bu. Ne cevap verirsiniz bilmem. Eğer cevabınız haklı olma yönünde ise hiçbir zaman galip gelemeyeceğiniz bu yolda size başarılar dilerim.

Bu soruya benim cevabım, güçlü olmak olacaktır. Çünkü güçlü olunca haklı da olsanız, haksız da olsanız istediğiniz zaten fazlasıyla sizindir.

Böyle bir yol varken haklı olmaya çalışmak, hakkın ve haklının yanında yer almak yel değirmenleriyle savaşa kalkışmak demektir. Bu savaşta da bugüne kadar kimse galip gelememiştir. Mevcut hak gelmediği gibi gerisin geriye gitmek ve eldekini de kaybetmek demektir. Hakkını alamadığı gibi üzerine huzursuzluk ve mutsuzluk da cabası. Felaket kısaca.

Huzur ve mutluluk her şeyin başıdır. Yoksa dünya senin olsa ne işe yarar. Huzurun gideceği, bu uğurda kimsenin yanında olmadığı bir dünyada değer mi üç günlük dünya için hak ve adalet demeye.

Halbuki güç olsan, beraberinde hakkı da getirir, hukuku da adaleti de. Bütün kapılar açılır sana. Karşında el pençe dururlar. İşte sana hak, hukuk. Var mı ötesi. Galip gelince duyduğun mutluluk ve aldığın haz da üzerine bonus olur. Üstelik bükemedikleri elini öpmek için sıraya girerler. Sayılmaz, sevilmez isen de şerrinden emin olmak, üzerine şiddetini çekmemek için kimse sana saygıda kusur etmez. Ama, fakat, lakin demez. Sen de işine bakarsın.

Tamam herkes güçlü olamayabilir. Suyun başını tutamayabilir. Kimse anasından güçlü doğmayabilir. Bu durumda ne yapacaksın? Suyun suyundan faydalanmak için bu durumda güçlünün yanında saf tutacaksın. Bu duruş yine sana bir bir zaferleri getirecektir. Kendin kazanmış gibi huzur ve mutluluk duyacaksın.

Yukarıda Allah var, ondan korkarım. Üstelik vicdanım el vermez buna demeyeceksin. Bu üç günlük dünyada kazanamayacağın savaşa girerek, güçsüz haklının yanında yer alarak huzursuz olmak daha mı iyi sanki. Unutma ki vicdan falan karın doyurmaz.

Hiçbir şey yapamıyorsan, haklının yanında yer almaktan, hakkı savunmaktan daha ehven olanı, olup bitene sessiz kalarak güçlüye destek vermektir. Haksızlıklara bigane kalmaktır. Bana ne demektir. Etliye, sütlüye karışmamak demektir. Şimşekleri üzerine çekmemek demektir. Dünyayı sen mi düzelteceksin, öyle değil mi?  Bu da sana huzur getirir, mutlu olursun.

Kısaca hak, hukuk, adalet; haklı, haksız türü şeylerden uzak dur. Güç devşir. Olamıyorsan, gücün yanında hizaya gir. Bunu da yapamıyorsan sessizliğe bürün.

Sakın ola yel değirmenleriyle savaşa girip olmayan ağzının tadını kaçırma. Ağzının tadı bir kaçtı mı etrafına pozitif enerji de vermezsin. Çevreni de huzursuz edersin. Değer mi bir hak için kendi huzurunu ve çevrenin huzurunu kaçırmaya.