Ana içeriğe atla

Takım ve Siyaset

Milletimizin içerisinde bir futbol takımı tutmayan yok gibidir. Varsa da bir elin parmaklarını geçmez. Hatta çoğunluğun tuttuğu iki takımı vardır. Biri yaşadığı şehrinin takımı. Diğeri de dört büyükler dediğimiz GS, FB, BJK ve Trabzon.

İki takım tutanların ekseriyetinin ilk takımı dört büyüklerdir. Çünkü dört büyükler her yıl şampiyonluğa oynar. Şehirlerinin takımı ise düşmemeye oynayan takımdır. Dört büyük dışındaki takımların pek bir istikrarı yok. Bir bakarsın üst sıralarda. Bir yıl orta sıralarda. Sonra bir bakmışsın düşme potasına girmiş. Bazı il takımları var ki asansör takım görevi yapar. Süper lige çıkar, ertesi yıl küme düşer. İner iner, çıkar.

Takım tutan futbolseverlerin, takımları şampiyon da olsa ligi ortada da tamamlasa ligden düşse de takımları hiç iyi oynamasa bile tuttukları takım değişmez. Çünkü takım tutma küçüklükten kalmadır. Kimi tuttuğu takımın fanatiğidir. Hiç maçını kaçırmaz kimi maç ve skor takip eder kimi destek için stadyuma gider kimi TV'den izler. Hangi şekil olursa olsun bu takım tutma, aşağı yukarı ölünceye kadar devam eder ve tutulan takım kolay kolay değiştirilmez.

Takım konusunda tutumumuz böyle iken buna benzer bir başka yönümüz daha var. O da siyasi parti tutma yönümüz. Bir ailede, ailenin fertleri farklı farklı takımları tutabiliyorken iş siyasi parti tutmaya gelince, ailecek bir partiye yöneliyoruz. Bir partiyi tutma geleneğimiz aileden çocuklarına tevarüs ediyor dense yeridir. Yedi kuşak solcu, sağcı, milliyetçi, İslamcı vs. Kısaca takım tutar gibi siyasi parti ve liderini tutuyoruz.

Tuttuğu takım iyi oynasa da kötü oynasa da insanımızın küçüklüğünden kalma bu tutkusu anlaşılabilir ama takım tutar gibi siyasi parti tutmak olacak şey değil. Biri adı üzerinde oyun. Siyasi parti ise ülke yönetimini teslim etmek demektir. Bir parti güven veriyor, ülkeye hizmet ediyorsa insanımız aynı siyasi çizgisini devam ettirsin. Yok, desteklenen parti ağzına yüzüne bulaştırıyorsa bu benim partimdir, başka partiye ölsem oy vermem demek anlaşılır gibi değil. Halbuki asıl olan iyi hizmet edecek olanı iktidara taşımak ve iktidarda tutmaktır. Beceremeyeni indirmek, güven vermeyeni, alternatif olamayanı terk etmektir.

Son yıllarda takım tutar gibi siyasi parti tutma ve destekleme biraz değişmeye başladı. Yedi göbek sağcı, İslamcı ve milliyetçi sola oy veriyorken, solcu, laik ve seküler olanlar ise sağ, İslamcı ve milliyetçi partilere yönelmeye başladı. Aslında bu durum siyasi partilere ayağınızı denk alın. Benim oyumu, benim şehrimi çantada keklik görme demektir.

Fakat gel gör ki bir partiyi tuttuğu ve desteklediği halde başka partiye yönelenler son yıllarda hiç olmadığı kadar ayıplanır oldu. Kim siyasi çizgisini değiştiriyorsa mahallesi tarafından dönek olarak görülüyor, ayıplanıyor, dışlanıyor, yoldan çıkmış kabul ediliyor, mesafe konuyor, düşman gibi görülüyor.

İsteniyor ki herkes aileden ne ise o siyasi yelpazede yer alsın. Yani kendi partilerini desteklemeye devam etsin. Gerekirse ülkeyi batırsın. Hiç problem değil onlar için.

Burada şunu da söylemek lazım. Daha önce başka yelpazede olanlar siyasi partilerini bırakıp başka siyasi partiyi desteklemeye başlayınca, bunlar ayıplanmadığı gibi hidayete etmiş muamelesi görüyor. Dünkü düşman mahallenin çocukları bir bakmışsın kanka oluvermiş.

Kısaca takım tutar gibi siyasi parti tutma anlayışımızdan, kendimizi buna mecbur hissetmekten vazgeçmemiz lazım. Siyasi partiler başarı için zıt kutuplarla bir araya gelebiliyorsa seçmen niçin farklı partilere yönelmesin, öyle değil mi? Demokrasinin gelişmesi, siyasi partilerin kendilerine çekidüzen vermesi için seçmenlerin zıt partiler arasında gezinmesinde yarar görüyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde