13 Aralık 2023 Çarşamba

Dinler ve Ahlak

İster ilahi ister beşeri olsun, tüm dinlerde inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri var. İnanç ve ibadetleri farklı farklı olsa da hepsindeki ahlak ortaktır. Her din inananlarına ahlaklı olmayı önerir.

Her dinin önemsediği ahlakın kaynağı ilahi veya din midir ya da beşeri midir? Bu soruya ilahidir veya beşeridir cevabını vermek mümkün. Ahlakın kaynağının beşeri olduğunu, doğuştan geldiğini düşünüyorum. Dinler iyi ve güzel olan şeyleri tavsiye etmişler, kötü ve çirkin olan şeyleri de yasaklamışlardır. Yani din bir şeyi iyi dediği için o şey iyi olmuş değildir. Aynı şekilde din bir şeye kötü dediği için o şey kötü kabul edilmiş değildir.

Şu bir gerçek ki ahlak ve etik değerler için kaynağın ilahi veya dini olması gerekmiyor. Çünkü nice dinsiz ve dine mesafeli insanlar içerisinde ahlak ve etik değerlere riayet eden kişilerin olduğu muhakkak. Bu demektir ki bir dine inanmadan da bir insan ahlaklı olabiliyor. Aynı şekilde bir dine inandığı halde ahlak ve etik değerler konusunda sınıfta kalan dindarların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu da dinlerin inananlarını ahlaklı yapamadığını gösteriyor. Üstelik emir ve yasaklarına, ahlak ve etik değerlerine uymadığı için inananlarına dinlerin bir yaptırımı yok. Yaptırım ve denetim olmayınca, dinlerin emir ve yasakları, inananlarının vicdanlarına hitap eden bir tavsiyeden öte geçemiyor. 

Ahlak ve etik değerler ister ilahi ister beşeri olsun, toplumlarda mutlaka olmalıdır. Toplumlarda esas olan herkes tarafından bilinen ahlak ve etik değerler uygulandığı zaman ahlak ve etik değerler bir anlam ifade eder. Bu ahlak ve etik değerler bilindiği halde uygulanmıyorsa -ki bilinmemesi mümkün değil o dinin mensuplarının çoğu dinlerine rağmen ahlaksızlık bataklığına saplanmışsa, bu duruma da o dinin mensupları tepki göstermiyorsa, o dinin tavsiye ettiği ahlakın bir anlamı olur mu? 

Tüm dinler gibi İslam dini de ahlaka çok büyük önem verir. İslam’ın güzel ahlak olduğunu, Hz Muhammed’in yüce bir ahlak üzere bulunduğunu, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı isteyenler için Hz Muhammed’in güzel bir örnek olduğunu, Hz. Muhammed’in güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini belirtir. Müslümanı, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse olarak tanımlar.

Dinlerin inanç ve ibadetlerini bir tarafa bırakalım. Çünkü inanç ve ibadet, kişi ile inandığı varlık arasında cereyan eden bir ilişkidir. İnandığı ve yaptığı ibadet, kişi ile Mabud’u arasındadır. Topluma lazım olan ise o dinin inananından toplum içinde ahlak ve etik değerlere uymasıdır. Halk bunu görmek ister. Çünkü ibadet ve ibadetlerin amacı da inananını ahlaklı yapmaktır. Bunu da çoğu inananda görmek mümkün değil. Hatta çoğunda ahlak yerlerde sürünüyor denebilir. Halbuki dinin göstergesi, o dinin müntesipleri üzerinde görünür ve topluma da o dinin ahlakı gerekli. 

Kimin ne yaptığının görünüp izlendiği; dinlerin inanç, ibadet ve buyruklarının sorgulandığı bu devirde, dinleri tekellerine alanlar oturup bir sorgulama yapmalı. Dinlerinin ihtiyaç olacağına inanıyorlarsa, her din savunucusunun görevi, ahlaklı insan ve etik değerleri içinde özümseyen inanan tipi için tedbir almak olmalıdır. Dine mesafeli olan bile şu dinin mensupları çok ahlaklı, inanırsam, bu dine girerim diyebilmeli. Bir dine inanan ile inanmayan arasında ahlaki yönden belirgin bir fark yoksa dine mesafe koymuş insan niçin bir dine girip sorumluluk alsın? Öyle değil mi?

Alkışlar Hakemlere *

Sorunu, şiddet ve kaba kuvvetle çözme yolunu tercih ederek sorun çözeceğiz derken geriye bir yığın sorun üreten bir toplumuz. Bu konuda üstümüze yoktur. Yeter ki dövebileceğimize gözümüz kessin ve gücümüz yetsin. 

Şiddet toplumuyuz vesselam.

Bu ülkede;

Çocuk şiddete maruz kalır. Çünkü gücü yoktur. 

Kadın şiddete uğrar. Çünkü korumasızdır. 

Öğretmen dayak yer. Çünkü öğretmenin elinde sadece kalemi var. Bir de sayısı çok ve arkası yok. 

Hekimlerin eli yok dili yok. Çünkü elleri ve idrakleri hastaya teşhis koyma ve tedavi etmeye odaklı. Kavgaya hiç meyilli değiller. Çünkü tıp eğitimi alacağız derken karate öğrenmek hiç akıllarına gelmemiş. 

Kadına şiddet uygulamak bu ülkede ayyuka çıktı. Meclis kanun üzerine kanun çıkarmak suretiyle kadına şiddeti minimuma indirmeye çalışıyor. Kadına dokunan en az iki ay uzaklaştırılmayı göze alması gerek. Avukatlar ve kadın dernekleri şiddete uğrayan kadını korumada pervane oluyorlar. 

Öğretmen ve doktorlara şiddet son yılların vakayıadiyesi. Doktorların bağlı olduğu dernek ve birlikler şiddet konusunda duyarlı. Herhangi bir hekim şiddete maruz kalsa tüm hekimler birlik olup basın açıklaması, protesto yürüyüşü, iş bırakma gibi eylemler için çabucak organize olabiliyor. Sağlık Bakanlığı da işin takipçisi. 

Öğretmenlere gelince, yukarıda dediğim gibi öğretmenin sahibi yok. Sendikalardan cılız açıklamalar ve sosyal medya üzerinden şiddete hayır pankartlarıyla iş geçiştiriliyor. Öğretmenlerin iş bırakması diye bir durum söz konusu olmaz. Her bir öğretmen aksatmadan dersine girer. Kısaca şiddete maruz kalan öğretmenin yanında meslektaşları bile yok. 

İster doktora ister öğretmene şiddette, şiddet uygulayan kişi ya da kişiler ifadesi alınıp adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor. Bu kesimlere uygulanan şiddetin kesilmemesinde, bu adli kontrol şartının payı büyük. Çünkü adli kontrol, bir nevi "Delikanlı! Uyguladığın bu şiddet yeterli değil. İşini iyi yap ve sonuca git diye seni serbest bırakıyorum" demektir. 

Son şiddet Ankaragücü-Rizespor maç bitiminde Ankaragücü kulüp başkanı tarafından maçın hakemine yapıldı. Hakemler verdikleri kararlarıyla çok eleştirilse de bugüne kadar hakeme şiddet pek görülmüş değil. 

Şiddetin hemen akabinde yumruk atan ve tekmeleyen iki kişi tutuklanıyor. Hakemler, maçlara çıkmayacağız açıklaması yapıyor, federasyon maçların süresiz ertelendiği kararını alıyor. Kısaca şiddet en aşağıdan en tepeye kadar lanetleniyor. Hakemler hastanede tedavi altına alınan mağdur hakemin durumuna göre karar alacaklarını beyan ediyorlar. 

Doğrusunu açıklamak gerekirse hakemleri takdir ettim. Birden organize olup karar aldılar ve gösterdikleri tepki ile sonuç aldılar. Helal olsun hakemlere. Bir meslektaşlarına yapılan saldırıyı kendilerine yapılmış kabul edip kenetleniverdiler. Bugüne kadar böyle sonuç alıcı tepkiyi ne öğretmenlerde gördüm ne de hekimlerde. 

Hakemlerdeki bu birlik ve beraberlik hem öğretmen hem de sağlık çalışanlarına örnek olsun. Meslektaşlarına yapılan en ufak bir saldırı ve şiddet için birlikte hareket etmenin sonuç alıcı olduğunu görmüş oldular.

*15/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

12 Aralık 2023 Salı

Camiler Ticarethane mi?

Hafta sektirmeden her cuma namazı sonrası camilerde sergi açık para toplamak değişmez adetlerimizden oldu.

Eskiden şu cami, bu cami derken yardım toplamanın adı "Muhtelif cami ve Kur'an kursları" oldu. Kazara bir hafta boş geçse, caminin görevlisi "Bu hafta kendi camimizin ihtiyaçları için yardım toplayacağız" duyurusu yapıyor.

Arada bir de Kur'an kurslarında okumakta olan öğrencilerin ihtiyaçları için toplanıyor.

Olağanüstü afet durumları için toplanan yardımları saymıyorum.

Görünen o ki yardımsız cuma yok. 

Vatandaş camiye ibadet için mi geliyor yoksa sergiye para atmaya mı anlayamadım gitti. 

Cami ve Kur'an kurslarının ihtiyaçlarını karşılamak için yetkililerin aklına başka bir şey gelmiyor mu? Her hafta yardım istetip görevlinin bir, vermeyenin iki yüzünü karartmaktan ne zaman vaz geçeceğiz?

Camiye cuma için gelen cemaat, cemaatten ziyade bir müşteri olarak mı görülüyor? Ne koparırsak kar mantığı mı güdülüyor?

Diyanet bu görüntüsüyle cami önlerinde her cuma dilenen, camiden çıkan cemaate avuç açan müdavim dilencilerden ne farkı var? Ha biri gayri resmi dilenci, Diyanet ve müftülükler ise resmi dilenci. Hiçbir farkı yok.

Diyanet bu yardım dilenciliğiyle milletin sabrını mı ölçüyor?  Buraları rant kapısı mı görüyor? Milletimizdeki yardımseverlik duygusunu istismar mı ediyor? Bir hafta toplamazsak milletteki yardım etme duygusu körelir diye mi düşünüyor? İnan, sebep her ne ise bilmiyorum. Bildiğim, yardımın cılkını çıkardığıdır ve insan psikolojisini anlamadığıdır. Cami dendi mi din hizmetinden ziyade Diyanetin dininin, imanının para olduğudur.

Diyanet bu görüntüsüyle, dini hizmetlerini yerine getirmekten ziyade cami ve Kur’an kursu inşaat işleriyle uğraşıyor. Böyle yapmaya devam edecekse Diyanet’in adı “Yardım Toplama Derneği” ya da “Camileri Yapma ve Yaşatma Derneği” olarak değiştirilsin.

Diyanet ne yapıp ne edip cemaatin cebine göz dikmekten vazgeçmelidir. Asli görevine dönmelidir.

Cami ve Kur’an kursu ihtiyaçlarını gidermek için kaynak bulma ve üretme yoluna gitmelidir. Mesela;

Zengin vakıflarımızdan olan Diyanet Vakfı’nın gelirlerinden belli bir oranı, cami ve kurs yapımına ve buraların giderini karşılamaya ayırabilir.

Tüm cami lojmanları tek çatı altında toplanabilir. Lojmanlardan kira alınır. Kira fiyatları muhitinin piyasasına göre belirlenir. Buradan gelen kaynak başta cami ihtiyaçlarına ve cami inşaatlarında kullanılabilir.

Çoğu caminin eskiden kalma vakfiyeleri var. Bu vakfiyelerin gelirlerinden bir kısmı camiye, bir kısmı da hala imama verilmektedir. Yeni bir fetva ile bu caminin gelirlerinin hepsi başta bu cami olmak üzere fonda toplanmalı ve camilerin ihtiyaçları için harcanmalı.

Gayrimenkulü ve geliri bol camilerin vakfiyeleri tek elde toplanmalı. Fazlası ihtiyaç olan camilerde kullanılmalı.

Hac ve umre organizasyonundan elde edilen gelirin belli bir yüzdesi Diyanet fonuna aktarılmalı.

Her caminin ve kursun bir akarı olsun parolasıyla, muhitin zengin hayırseverlerinin gelir getiren gayrimenkul bağışlaması teşvik edilebilir. Burada her caminin kendi kendine yeten olması amaçlanmalıdır.

Yeni muhtelif cami ve kurs yapımına bir sınırlandırma ve kriter getirmelidir. Her arsa bağışlanan yere cami kondurulmamalıdır.

Mahalle veya cemaate devam edenlerden gönüllülük esasına dayalı olarak aidat alınabilir.

Cami ve Kur’an kursu ihtiyaçları için Diyanet’te görev yapan görevlilerin maaşlarından belli bir yüzde kesinti yapılmalıdır.