7 Aralık 2023 Perşembe

Fakirin Ekmeği

Bizim maaşlar ne olacak dersin?

Büyükler bilir. 

Yine de bir şeyler söyle. 

Halihazırda ki durumun nasıl?

Hiç iyi değil. Emekliyim demem yeterli. 

Kaç alıyorsun?

7.500 TL.

Bir de defaten 5.000 aldın değil mi?

Evet. Gelmeden gitti.

Yüzde elli bekleniyor sizin için zam. Bu arada kök maaşın kaç liraydı?

5.000'di sanırım.

O zaman senin için 2024'de bir şey değişmeyecek. Yüzde elli zam alırsan, yine 7.500 almaya devam edeceksin.

Ama geçinemem ki bu hayat pahalılığında. Enflasyonun altında kalır bu rakam. 

Enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz deniyor. 

Hep öyle derler. İnandın mı sen de buna?

Hanginize inanacağım bilemedim ki. Bir tarafta sen öldüm, bittim diyorsun. Öbür tarafta emekli, işçi ve memurumuzu enflasyona ezdirmiyoruz diyorlar. 

Sorun da burada zaten. Ne zaman ki enflasyona ezdirmiyoruz diyorlarsa, bil ki o kesim enflasyona ezdiriliyor demektir.

Ama aldığın zam enflasyonun altında kalırsa, enflasyon farkı veriyorlar. 

İyi de ne zaman veriyorlar? Altı ay enflasyonun altında ezildikten sonra.

Deme ya o kadar uzun mu?

Maalesef. O zamana kadar kim öle kim kala. 

Sağda solda biraz birikintin yok mu?

Kaç yıldır o birikintilerle takviye ederek geçiniyorum. O da suyunu çekti.

Bu durumda nasıl geçinmeyi düşünüyorsun?

Bugüne kadar hiç yapmadım ama mecburiyetten herhalde başkasına avuç açacağım. Bunun için utanma duygumu yok etmem lazım. Zira istemek kadar zor bir şey yok. Ayrıca farz et ki dilendim. Kim verir bana? Yeniden çalışmaya kalksam, bu yaşta kim iş verir bana? Bu arada bir şey sorabilir miyim?

Lütfen!

Bana zekât ve sadaka geçer mi?

Demek bu kadar zor durumdasın.

Hem de nasıl.

Zekât da geçer, sadaka da.

İyi o zaman.

Yalnız kim görüp gözetecek seni? Herkes emekli maaşı alıyor gözüyle bakıyor.

Öyle de en azından halden anlayan birinin, cebime zekatını sokuşturur umudunu taşırım. Umut deyip de geçme. Fakirin ekmeğidir zira.

Ahlak ve Etik

Yakın bir gelecekte dinlerin ortadan kalacağına dair görüş ya da öngörüler ikili görüşmelerde ya da YouTube kanallarında birilerince dillendiriliyor.

Dinler ortadan kalkar mı? Kalkmayıp etkisi azalır mı? İnsanlar dinlere mesafe koyup uzaklaşır mı? Tüm bunları zaman gösterecek. Şu var ki gençliğin hiç olmadığı kadar dinlere mesafe koyduğu, biraz ileri gidenlerin inançsızlığını ortaya koyduğu bir gerçek. 

Gençlerin dine mesafe koyması, inançsızlığa giden yolun başlangıcıdır. Bunun bir ileri merhalesi inançsızlığını ifşa etmesidir.

Gençlerin mesafe ve inançsızlığa gitmesinde; dinlerin inanç, ibadet, tarih ve müktesebatlarının dijital ortama aktarılmasının payı büyük. Milenyum gençliği, aktarılan bu bilgilere kolayca ulaşabiliyor. Akıl ve mantığın kabul etmediği görüşleri görüp okuyabiliyor. Bu bilgiler çerçevesinde inandığı dini sorgulamaya başlıyor. Bir diğer husus, kamuoyunda dindar ve mütedeyyin kimlikli görünen etkili ve yetkili çoğu kimsenin tiksinti verici bir görüntü çizmeleri. Gençlik, din bunlar gibiyse, ben o dinden değilim noktasına gelebiliyor. Bu tür ifadeleri gören bazı mütedeyyin ve sosyal medya mücahitleri, "Kişilerin yaptıkları dini bağlamaz. Paranın yüzü kirli diye paradan nefret etmek mi gerekir? Paradan nefret etmediklerine göre bunların niyeti din düşmanlığı. Dine saldıramayınca böyle yapıyorlar" şeklinde bir kıyas, savunma ve saldırma gerekçesi ileri sürse de bu tür gerekçelerin ego tatmininden ve suçu karşı tarafa atmaktan başka bir amaç taşımadığı açık.

Din savunucuları, dinlerinin ileride yok olmasını istemiyorlarsa, dinlerin dijital çağda da varlığını ve etkisini sürdürmesini istiyorlarsa, din ihtiyacının devam etmesini arzu ediyorlarsa, lafı eveleyip gevelemelerine, suçu başkalarının üzerine yıkmalarına gerek yok. Yapılması gereken, dinlerin inanç ve ibadet boyutunu öne çıkarmaktan ziyade dinin etik ve ahlaka dair söylediklerini ön plana çıkarmaları ve öne çıkaracakları etik ve ahlak ilkelerini bizzat hayatlarında uygulamalı olarak göstermeleridir. Dindar ve mütedeyyin insanda dinin emrettiği şekilde güzel ahlakı ve etik ilkeleri görenler de "Şu kimseler çok ahlaklı ve ilkeli. Bunu inançlarından alıyorlar. Ben inanırsam, bu duruşlarından dolayı onların dinine girebilirim. Çünkü haksızlık yapmıyorlar. Söz ve eylem çelişkisi yaşamıyorlar. Hayatlarında torpile, kayırmacılığa yer yok. Çıkarcı ve kendine Müslüman değiller. Emaneti ehline veriyorlar. İnancından ve görüşünden dolayı kimseyi linçe tabi tutmuyorlar. Kimden gelirse gelsin, haksızlığın karşısında durup mağdurun yanında yer alabiliyorlar. Kendilerini iyi ve güzel şeylere adamışlar. Çalışma ve üretmeye yönelmişler. Kendi çaplarında insanlığa fayda verecek katma değer üretiyorlar. Her şeyden öte çok dürüstler. Hayatın her alanında kaçak güreşmiyorlar. Bu dürüstlüklerinden dolayı bunlara çocuğumu, ailemi gözü kapalı teslim edebilirim" türünden şeyler söyleyebilmeli. Bunu söyleyebilmek için derviş görünümlü dindar ve mütedeyyin kişilerin topluma her yönüyle örnek olmaları gerekir. 

Özetle demek istiyorum ki toplumda, dinlerin inanç ve ibadetleri değil, ahlak ve etik yönleri ön plana çıkmalı ve çıkarılmalıdır. Çünkü inanç ve ibadet, kişinin Allah ile kendi arasındaki bir iletişim yoludur. Topluma lazım olan ise o inancın ve ibadetin ahlak ve etik yönüdür. Bir din ancak vazettiği ahlak ve etik değerleriyle reklamını yapar, taraftar kazanır ve varlığını sürdürür.

Kısaca, inananlarında ahlak ve etik değerleri benimseten ve yaşatan din ayakta kalır. Diğerleri tarih sahnesinden silinir gider.

Sessiz Toplumu Oynuyoruz

Hayat pahalılığına alıştık. Artık kimse dert yanmıyor. 

Tencere tavanın karşısında kimse duramaz sözünün de bir geçerliliğinin olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış oldu. 

Enflasyon kaç çıkacak beklentisinden de geçtik. Çünkü yüksek enflasyonla yaşamaya alıştık. İnse de fark etmez çıksa da bizim için.

Ürünlere zam gelmesine aldırmıyoruz artık. Bunu da kanıksadık. Kazara biri hayat pahalılığından dert yansa ya dinlenmiyor ya da önemsenmiyor. 

Yüksek zamlı ürünü ikinci gidişimizde aynı fiyata alabiliyorsak şükrediyoruz. 

TL'nin pul olmasını da önemsemiyoruz. 

Akaryakıt fiyatları da gündemimizde değil. Fiyatlar yüksek olsa da elimiz mahkum, binmeye devam ediyoruz. 

Aynı marka ürünün firmadan firmaya fiyat değişikliği garibimize gidiyor şimdilik. Buna da alışırız yakında. Hatta bu fiyat farklılığı hayat pahalılığına sebep olanları perdeliyor diyebiliriz. Sorunun insanımızda olduğunu, fazla kazanma tamahkarlığından kaynaklandığını söyleyiveriyoruz hemen. Bu da hoşumuza gidiyor. Yeter ki sevdiklerimize halel gelmesin.

Bütçe açığını karşılamak için verginin vergisi olarak ek vergi alınıyor. Bir verginin vergisi de alınır mı, siz neyin kafasını taşıyorsunuz diyen yok. Herkes gidip paşa paşa ödemesini yapıyor.

Nassla oynanıyor. Nassa geçiyorum deniyor. Sonra bir bakmışsın, nasstan vazgeçiliyor. Tık yok. Yanlış yapıldı, dinle oynandı bile denmiyor.

Nüfusun aşağı yukarı beşte biri emekli. Bu emeklilerin önemli bir kesimi bugün 7.500 lira emekli maaşı alıyor. Bu maaş, asgari ücretlilerin aldığı ücretten az ve bu ücretle geçinmenin bu hayat pahalılığında mümkün olmadığını herkes bilmesine rağmen ne bu maaşa talim edenlerden ses var ne bu maaşı layık görenler, biz bunları mağdur ettik diyor ne de toplumda bu adamlara reva görülen hoş değil deniyor.

Ekonominin bu gidişatına dair bugünkü ortamı ne savunan var ne de eleştiren.

Durumumuz, ağzı var dili yok, ağzından ekmeğini alsan sesi çıkmaz denir ya öyle bir toplumuz artık.

Verdiğim örneklerden hareketle, toplum hiç olmadığı kadar mevcut durumu kabullenmiş görünüyor. Belki de bu yüzden hiç sesi çıkmıyor. Belki de sesini çıkarmaktan, demokratik tepkisini dile getirmekten korkuyor, mevcut durumumu da kaybederim endişesi taşıyor. Belki de tuzu kuru kesimden nankör, hain damgası yerim, başıma iş alırım korkusunu iliklerine kadar yaşıyor. Çünkü sesi gür çıkan baskın bir güruh var karşılarında.

Hasılı toplum mühendisleri işini biliyor. Kurup dayattıkları sistem tıkır tıkır işliyor. Nasılsa sessiz sedasız, dikensiz ve nizasız ülke yönetiliyor. Öyle zannediyorum, böyle bir toplumu yönetmeyi herkes ister.