27 Kasım 2023 Pazartesi

Yahudiler ve Müslümanlar *

Şu bir gerçek ki Yahudiler Müslümanlardan, Müslümanlar da Yahudilerden haz almıyor. Bununla kalsa daha iyi. Her iki topluluk da birbirini düşman görüyor.

Bu düşmanlığı her iki kesimin kutsal kitapları tetikliyor. Yahudilerin kitaplarında Amalika adı verilen kişiler Filistin ve çevresinde yaşayan kişiler. Bunların kahir ekseriyeti de Müslüman Araplar ya da Araplaşmış kişiler. Birinci ve en büyük düşman olarak Amalikalıları gösterir kutsal kitapları.

Kur'an'da da özellikle Bakara süresinin çoğu ayetinde Yahudilerin eleştirildiğini görüyoruz. Hadis rivayetlerinde de "Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (galip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; 'Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, hemen gel de öldür onu!' diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)" türünden hadisler dikkatlerden kaçmıyor. 

Düşmanlığın kökenini peygamber seçimine kadar götürebiliriz. Yahudilere birbiri ardı sıra baba, oğul, torun peygamberler kendi soylarından gelmiş. Son peygamber beklentisi içerisindeyken Araplardan veya Araplaşmış bir peygamber çıkması, kendilerini üstün gören, Yehova’nın vadettiği toprakların sahibi ve efendisi gören Yahudileri, peygamber ve inananlarına daha da düşman olmalarını gösteriyor.

Düşmanlığı tetikleyen bir başka husus, peygamber Medine’ye hicret etmeden önce Medine’de yaşayan Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza Yahudilerinin rahat durmadıkları için ya sürgüne gönderilmeleri ya da Beni Kureyza gibi bir kısım erkeklerinin kılıçtan geçirilmesi, ardından Yahudilerin oturduğu Hayber’in fethi gibi hususlar da tarihi bir gerçektir.

Kısaca Yahudi ve Müslüman düşmanlığının kökenleri dini ve tarihi derinliğe sahip.

Kitapları değiştirilemeyeceğine göre bu iki toplumun tarihi mücadelesi göz önüne alındığında, bu iki toplumun sorunu çözümlenmeden ilanihaye devam edecektir. Aynı bölgede yaşayan bu iki topluluk geçmişe dayanan bu düşmanlık sebebiyle ne kendileri huzur bulacaklar ne dünyaya huzur verecekler. Kimin gücü kime yetiyorsa, onu alt etmeye çalışmakla ömürleri geçecek. İsrail’e Gazze ve Batı Şeria verilse dahi bununla yetinmeyecek. Çünkü vadedilen topraklara ulaşmak en büyük hedefleri.

Bugün Yahudilerdeki dünya hakimiyeti; siyasi, ekonomik, teknolojik güç Müslümanların eline geçse, şimdiden bir şey söylemek mümkün değil ama  öyle zannediyorum, Yahudileri sindirmek ve yok etmek için Müslümanlar da fetih ya da fitneyle mücadele adına Yahudilere gün göstermeyecek. Bunu hem gidişattan hem de ezen ve ezilen yönünden böyle okuyorum. Ezilen, eline güç geçirince, ezene aynı muameleyi yapar. Bugün Yahudilerin geçmişin mağduriyet ve ezikliğini çıkarmak amacıyla Müslümanları yok etmeye çalıştığı gibi.

Hasılı bugün Yahudiler dünkü ezilmişliğin hıncını alıyor. Bu noktaya gelmek için azınlık psikolojisi içerisinde para, bilim, ticaret ve teknolojinin sahibi olmuşlar. Güce ulaştıklarını anlayınca da saldırıyorlar.

Yahudiler böyle iken Müslümanlar ne yapıyor? Hepsi olmasa da Müslümanların çoğunun bilinçaltında bir antisemitizm düşüncesi var. Biz de Yahudiler gibi her alanda güçlenecek onlarla mücadele edelim demiyorlar. Ne üretimde ne ticarette ne bilim ne de teknoloji de varlar. Lobi oluşturma zaten yok. Yatıyorlar Yahudi’ye kızıyorlar, kalkıyorlar Yahudi’ye kızıyorlar. Bildikleri tek şey her kızıp köpürdüklerinde Yahudi mallarına boykot uygulamaya kalkıyorlar. Boykotun işe yaramayacağını adları gibi biliyorlar ama elden başka da bir şey gelmiyor. Hasılı Müslümanlar tarifi mümkün olmayan bir acziyet içerisindedirler. Boykotla, mitingle, yürüyüşle, fetih süresi ve dua okumakla ve Yahudi’ye beddua ve lanet etmekle, kızıp köpürmekle başarı elde edilebilseydi, şimdiye kadar Yahudilerin burnu kaç defa sürtülmüş olurdu.

Hasılı adı konsa da konmasa da Yahudiler ve Müslümanlar birbirine düşman ve rakipler. Düşman ya da rakiple mücadelenin yolu ise kızıp köpürmede değildir. Kızıp köpürse rakibine daima yenilir ve gerisinde kalır. Halbuki onlar nasıl güç olmuşlarsa, Müslümanların da onlar gibi hatta onlardan daha üst seviyede güç olmaları gerekir. Bunun yolu da bilimde, üründe, teknolojide, kültürde üretmek ve aranan markalar oluşturmaktır. Değilse, bu devşirdikleri güçle, Yahudiler Müslümanları her defasında ezecek ve yok etmeye devam edecektir.

*08/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

7.500/5.000 TL Neyin Nesi? *

Bordro mahkumu olup bu devirde yaşayanlar içerinde en acınası durumda olanlar, emekli olup 7.500 lira bir maaşa talim eden emeklilerdir. Çünkü kendilerine reva görülen para, adı üzerinde asgari geçinme ücreti diye bildiğimiz asgari ücretten 4 bin lira daha az.

Bu şekil maaş alanların sayısı da az buz değil. Epey kişi 7500 alıyor.  

Gelen zamlar kök maaşlarına yapıldığı için 7.500 rakamını bir türlü geçemiyorlar. Zammı 7500’den hesaplasalar ölürlerdi sanki.

Eğri oturup doğru konuşalım. Kendilerine reva görülen bu maaşla geçinebilmeleri mümkün değil. Kim geçinirler veya geçiniyorum diyorsa, ya birilerini koruma amacıyla savunmacı anlayışla bunu yapar ya da yalan söyler. 

Bu maaşla kim geçinebilir? Evi, barkı vardır. Evde bir karı bir koca kalmışlardır. Köyde yaşıyordur. Çarşı, pazar, ulaşım derdi olmayan kişilerdir. Belki bunlar geçinebilir. Buna da geçinme denirse.

Gelin bir hesap yapalım. Diyelim ki kira ödemeyen bir karı kocanın başka bir geliri olmasın. Bu aile haftada market ve pazara 1500 lira harcar mı? Asgarisinden harcar. Etti mi 6000 lira. Elektrik, su, telefon ve yakıta da 1500 lira ödedi mi, emekli maaşı bitmiş olur. Geriye ne harçlığı kalır ne gezip dolaşabileceği bir yer. Kış şartlarında hele bir de doğal gaz ile ısınıyorsa, kaç para yakıt parası geleceğini varın siz düşünün.

Bu ailenin başka gelir, birikinti ve desteği yoksa kimse kusura bakmasın, bu para ile ay sonunu getirmesi mümkün değil. 7.500 almadığı halde kim geçinirler diyorsa, o kişiyi bir aylığına bu paraya talim ettirmek lazım. Üzerine de defaten verilen 5000’i de verelim.

Bakmayın siz, biz emekliyi, memur ve işçiyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz dendiğine. Kim böyle derse, bu emekliyle dalga geçmiş olur.

Zaten enflasyona ezdirmemenin sözde kaldığını, çalışmayan emekliye bir defaya mahsus 5000 lira verilmesinin başka bir izahı olamaz. 

Kimse kusura bakmasın, kendimizi kandırmayalım. 7500 lirayı layık gördüğümüz kişiler ölüme terk edilmiş, devlete yük görülen kimselerdir. Bu para ancak sadaka yerine geçer.

Kaç aydır düşünüp taşınıp bir defaya mahsus beş bin verelim dediler. Onu da çalışmayan emekli alacak dendi. Gelen tepkiler üzerine diğer çalışanları da yararlandırmayı düşünüyorlar.

Çok mu zor, maaşları asgari ücret seviyesine çıkıncaya kadar ilaveten beşer bin alacaklardır şeklinde kanun çıkarmak. Hepsi bir cümlelik iş.

Sonra ilk başta sadece çalışmayan emekliye defaten vermek, çalışan emekliyi es geçmek olacak şey değil. Sanki çalışmamayı teşvik eder gibi. Halbuki ilk önce emekli olduğu halde çalışmaya devam edene ödeme düşünülmeliydi. Öyle ya emekli olduktan sonra hala çalışmaya devam eden, babasının hayrına veya keyfi çalışmıyor ki. Demek ki yetmiyor da ondan çalışmayı yeğliyor.

Nihayet çalışmayana defaten verme garabetinden dönülecek. Burada bir de şunu sormak lazım. Niçin tüm emeklilere bu para veriliyor? Bu toptancı anlayış niye? Çünkü emekli olduğu halde yüksek maaş alan emekliler var. Pekala bu yüksek maaş alanlar kapsam dışı bırakılabilirdi. Asgari ücretten düşük alan emekliler denseydi, hem her emekliye verilmemiş olurdu hem de asgari ücretin altında maaş alanlara bir defaya mahsus değil, her ay ilave maaş verilebilirdi. Bu daha adilane olurdu. Çünkü toptancı ve eşitlikçi anlayış adaleti sağlamıyor maalesef.

Geçti tüm bunlar. Bu aşamadan sonra yetkililerin, düşük emekli maaş alanları koruyacak, onları gözetecek farklı bir zam üzerinde çalışmalarında fayda var. Emekliler 2023’te ezildi. Bari 2024’de insanca yaşayabilecekleri bir maaşı layık görelim onlara.

Şayet 2024 Ocağında gelecek zam yine bugünleri aratmaya devam edecekse, Diyanet İşleri Başkanlığının “Zekât ve sadakalarınızı öncelikli olarak asgari ücretin altında maaş alan emeklilere vermeniz öncelikli olmalıdır” şeklinde bir fetva versin. Bari zekât ve sadaka ile onları ayakta tutmaya çalışalım.

*06/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

26 Kasım 2023 Pazar

Hasan Peker'in Ardından (3)

Doğru bildiğini yaptı. İnandığı doğruları vardı. Hayatını doğruları ve prensipleri belirledi. İlkelerinden hiç ödün vermedi. Gerekirse bu uğurda tek kaldı. Herkes de bilirdi hassasiyetlerini ve saygı duyardı.

Bir kitabı okumaya karar verdiğinde plan yapar. Ne zaman ne kadar okuyacağını, ne kadar sürede bitireceğini belirlerdi. Kitap okumaya kapandığında o süre zarfında inzivaya çekilirdi.

Evlilik için evleneceği adayda da aradığı kriterleri vardı. Kültürlü olacak. Okumuş olması şart değil. Çalışan olmayacak. Dersine girdiği öğrencisi olmayacak. Görünce içine sinecek gibi.

Kriterlerine tam uyan adayı bulamadığı için hiç evlenmedi. Gördüğünüz gibi öyle büyük şartları da yoktu aslında. Kendisi gidip birine talip olamayacak kadar utangaçtı. Ailesinin önerdiklerine olmaz dedi. Çevresi de bu konuda bildiğim kadarıyla ön ayak olmadı.

Kendisine zaman zaman olur mu diye önerdiğim isimleri; öğrencim, olmaz diye reddetti.

Okul yönetimine, şu arkadaşa kız sınıflarını vermeyin de uygun biriyle okul bitimi evlendirelim önerime kulak veren olmadı. Sağ olsunlar, ısrarla kız sınıflarını vermeye devam ettiler.

Sonunda birini önerdim. Adayımız o yıl üniversite kazanıp gitmişti. Bir şartla olur dedi. Okulunu bırakmak şartıyla dedi. Arabama binip esnaf babadan kızını istedim. Şartını da söyledim. Baba çok memnun oldu. Şeref duyarım, yalnız kıza sormam lazım dedi.

Sonucu öğrenmek için tekrar uğradım. Hocam, kız okulu bırakmam dedi. Kusura bakmayın dedi. İlk kız istemem böylece olumsuz sonuçlandı.

Sonrasında başkalarını da önerdim. Kulak verip dinledi. Ama bazı endişelerini dile getirip adım atamadı. (Bunlar da bende özel kalsın.) Belki de bizden, olmaz, haydi buna talip oluyoruz dememizi bekledi. Biz anlamadık. Talip için gittiklerine de öyle zannediyorum, kalbi kaynamadığı için olmaz dedi.

Ne zaman tayin isteyip gideceksin diyenlere, Hasan Hocam ne zaman evlendiririz, ondan sonra derdim şakasından. Hasan Hocamı evlendiremeden ben sözümde durmayıp tayin isteyip, ilçeden ayrıldım.

Şu var ki Hasan Hocamın evlenmemesinde veya evlenmemesinde çevresindeki eş dostun payı olsa gerek. Kendi adıma bu mahcubiyeti hep taşıdım. 

Hasılı Hasan Hocamı baş göz etmek nasip olmadı. Bu dünyaya tek geldi tek gitti. Garip geldi garip gitti de diyebiliriz buna. Allah kendisinden razı olsun.