23 Kasım 2023 Perşembe

İyi Müslüman Olmanın Yolu *

Kişi iyi Müslüman olduğunda iyi insan olmaz.

Kişi iyi Müslüman olduğunda örnek insan olmaz. 

Kişi iyi insan olduğunda ancak iyi Müslüman olur. 

Kişi iyi insan olduğunda ancak örnek Müslüman olur.

İnsanlığı kalite olanın Müslümanlığı da kalite olur. 

Kişi Müslüman olunca vicdan sahibi olmaz. Vicdan sahibi insan iyi bir Müslüman olur. 

Kişi Müslüman olunca ahlaklı olmaz. Ahlaklı insan ancak ahlaklı Müslüman olur. 

Kısaca iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve ahlaklı Müslüman olmanın yolu; kişinin iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve ahlaklı insan olmasından geçer. 

Bu tezi ispatlamak için Hz. Muhammed'i ele alalım. Hz Muhammed denince emin lakabı akla gelir. Yani güvenilir kişi. Hz. Muhammed bu lakabı, içinde yaşadığı şirk toplumunun lideri Ebu Cehil ve şürekasından aldı. Yani düşmanları tarafından bu ünvan peygamber olmadan önce verildi. 

Hz Muhammed'in, haksızlığa karşı durmak, Mekke'nin dışından gelenlerin can ve mal emniyetini korumak için Mekke müşriklerinin ileri gelenleriyle birlikte imza koyduğu Hılfül Fudül (Erdemler Topluluğu veya Fazilet Anlaşması), peygamberlik öncesi 20-25'li yaşlara ait. 

Mekkelilerin kıymetli eşyalarını Hz Muhammed'e bırakma geleneği, peygamberlik öncesi döneminde başlar.

Hz Muhammed'in Kabe hakemliği 35 yaşlarına tekabül ediyor.

Emin lakabı, Fazilet Anlaşması, kıymetli eşyalarını bırakmaları ve Kabe hakemliği, Hz. Muhammed'in peygamberlik öncesi dönemlerine ait. Bu demektir ki peygamber peygamberlikten sonra güven vermeye, emanete riayet etmeye, adil olmaya başlamadı. Öncesinde ahlaklı idi, örnek bir kişilikti. Kısaca peygamber, bugünkü tabirle daha Müslüman olmadan iyi, güzel, örnek, kalite, ahlaklı, vicdanlı ve güven veren bir insandı. Bunların üzerine gelen peygamberlik aliyyülala olmuştur.

Hz Muhammed üzerinden verdiğim bu örnekleri yazımın girişinde yazdıklarımla ilinti kurarsak, bir insanın ahlaklı iyi bir Müslüman olmasının yolunun, Müslüman olmadan, önce insan olmasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. 

Hz Ömer’in Müslümanlığı böyledir. Çünkü o Müslüman olmadan önce de kalite idi. Aynı kalitesini Müslüman olduktan sonra da sürdürdü.

Bugün Müslüman olmadığı halde her türlü güzel ahlakı üzerinde gösteren kişilerin sayısı az değil. Bu tiplerin en büyük eksikliği Müslüman olmamalarıdır.

Bugün Gazze’de işlenen insanlık dramına tepki gösterenler sadece Müslümanlar değil. İçlerinde Yahudi ve Hristiyan olanların da sayısı az değil.

Tüm bu örneklerden şu sonuca varabiliriz. Kişiler Müslüman olmadan önce ilk önce insan olmalıdır. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığı da berbat olur. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığından hayır da gelmez.

Bu demektir ki Müslüman olmadığı halde insanlığı, ahlakı ve birçok değeri üzerinde gördüğümüz kişiler, doğuştan her insanda var olan fıtratı bozulmamış, mayası temiz kişilerdir. Mayası bozulmadığı müddetçe iyi insan olabiliyor ve iyi insan kalabiliyor.

*11/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Her Şeyin Ortası

Din kişinin ruhi yönünün ihtiyaçlarını gideren, kişiyi manevi yönden tatmin eden, insanı iyi ve güzel şeylere sevk eden, insanda o güzel şeyleri görmek isteyen kurallar bütünü olarak hayatın bir parçasıdır.

Din, yemeğin içine atılan tuz gibidir. Yemeğe fazla tuz atarsan, yemeği kendine zehir edersin. Hiç atmazsan, tatsız ve tuzsuz bir yemek olur. Mükellef bir yemek için tuz tam kıvamında olmalıdır. Ne az ne çok.

Din de böyledir. Hayatının merkezine dini alır, hayatın her safhasına din gözüyle bakar, oturur kalkar insanları cennet ve cehenneme götürür, şu caizdir bu değildir, şu görüş sahibi sapıktır, mürtettir, şuraya ve şuna oy vermek caizdir hatta farzdır, şuna veya şuraya oy vermek caiz değil dersen, insanları hep dini yönden değerlendirmeye tabi tutarsan, dinle yatar, dinle kalkarsan, her hareketi din kıstasıyla ölçersen, o din; yemeğin içindeki fazla tuz gibi hayatı zindan eder, insanda tat tuz bırakmaz.

Din sadece nüfus cüzdanında kalır, hayatın belli etaplarında hiç dine yer verilmez ise bu da yemeğe hiç tuz atmamaya benzer. Nasıl ki tuzsuz yemek tatsız, zevksiz ve yavan olursa, yaşanan hayatın da bir anlamı olmaz. 

Kısaca din yemeğe lezzetini veren kararında bir tuz olmalı. Ne az ne de çok. Tam kıvamında olmalı. 

Tuz örneğinin dışında bir başka örnek üzerinden gidelim. Mesela ilacı ele alalım. Hem ruhen hem bedenen insan zaman zaman hasta olur. Tedavisi muayene olup önerilen ilacı kullanmaktır. Önerilen ilaç doktorun önerdiği gibi dozajında kullanılırsa, hasta vücut iyileşir. Önerilen ilaç hiç kullanılmaz veya kullanılsa da düzenli kullanılmaz ise hasta iyileşmez. Hasta önerilen dozdan fazla kullanırsa, bu ilaç kişiyi tedavi etmediği gibi kişiyi komaya sokar ya da doz aşımının yan etkisi fazla olur. Dini de ilaca benzetirsek, ilaç dozajında alındığı zaman bu din işe yarar. Aşırısı ise kişi için felaket demektir. 

Bu iki örneği özetlersek, yemeğe kıvamında tuz atmayan aşçı, ilacı tam dozajında vermeyen doktor sorgulanmalıdır.

Yemek tuz ve diğer baharatıyla enfes olmasına rağmen o yemeği yemesini bilmeyen sorgulanmalıdır.

Doktor hastalığı teşhis etti, ilacı tam dozajında önerdi. İlacı önerilen dozajda almayan hasta sorgulanmalıdır. Çünkü fazla alınan ilaç kişiyi uyuşturduğu gibi kıvamında önerilmeyen, yaşanmayan din de kişiyi uyuşturur.

Kısaca din dahil hayatın her alanında ifrat ve tefrit zararlı olandır. Çünkü ifrat ve tefrit aşırılıktır. Her şeyin normali tam ortasıdır. Orta ise ne az ne çoktur. O şeyin kıvamıdır.

Dine En Büyük Zararı

Dine en büyük zararı din düşmanları vermez. Bir dine düşmanlık edene karşı o dine inananlar;

Kenetlenirler,  

Tedbirlerini alırlar ve 

Mücadele ederler. 

Dinlerini yaşamaktan dolayı ne kadar baskı görürlerse, o baskı onların değerlerinin kıymetini daha da artırır. 

Kısaca isteseler de istemeseler de dine zarar vermek isteyenler o dine zarar veremezler. Hatta fayda sağlarlar.

Dine en büyük zararı;

Dinin istediği gibi örnek olamayan inananları verir. 

O dinin satışını yapanlar, dinden beslenenler, dini kullananlar, dini emellerine alet edenler verir.

Müslüman olmadığı halde Müslüman görünenler verir. 

Ağzı ayet, hadis, din, iman, ahlak olup söz ve eylem çelişkisi yaşayanlar verir. 

Dince kutsal sayılanları ağzından düşürmeyip haksızlık yapanlar, mağduriyet oluşturanlar, insanlara zulmedenler verir. 

Dini kullanıp sonra buzdolabına kaldıranlar verir. 

Derviş görünümlü kişiler verir. 

Dindar kimlikleriyle insanları ayrıştıranlar, kutuplaştıranlar verir.

Referansı hep din olduğu halde durmadan U dönüşü yapanlar verir. 

Bu çağda yaşadığı halde bu çağda yaşamayanlar verir. 

Zamanın ruhunu yakalayamayanlar verir. 

Dini görüşleri tek doğru kabul ederek bunu  topluma ve insanlara dayatanlar verir. 

Ayakları yere basmayan dini anlatım sahipleri verir. 

Toplumun gidişatını göremeyen ve toplum psikolojisini anlayamayanlar verir. 

Dini konularda boş, lüzumsuz konuşanlar, bunun sonuca gitmeyen tartışmasını yapanlar verir.

Dini temsil edenlerin bozuk ve kaba üslupları ve tepeden bakışları, güzel üslup kullanmayanları verir.

Dini konuda farklı düşünenleri linç edenler, onları dışlayanlar ve ötekileştirenler verir.

Dini konularda farklı düşünce sahiplerini mürtet, sapık ithamı yapanlar verir.

Dine mesafeli insanlara güven vermeyenler verir.

Dine mesafeli insanlarla insani ilişkiler kurmayanlar, onlarla bir araya gelme ortamı bırakmayanlar verir.

Dine dair savunmacı ve saldırgan anlayış verir.

Bazı gerçekler ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen ipe un serenler, gerekçe ve bahane üretenler verir...

Kısaca dine en büyük zararı o dine inananları verir.