Ana içeriğe atla

Her Şeyin Ortası

Din kişinin ruhi yönünün ihtiyaçlarını gideren, kişiyi manevi yönden tatmin eden, insanı iyi ve güzel şeylere sevk eden, insanda o güzel şeyleri görmek isteyen kurallar bütünü olarak hayatın bir parçasıdır.

Din, yemeğin içine atılan tuz gibidir. Yemeğe fazla tuz atarsan, yemeği kendine zehir edersin. Hiç atmazsan, tatsız ve tuzsuz bir yemek olur. Mükellef bir yemek için tuz tam kıvamında olmalıdır. Ne az ne çok.

Din de böyledir. Hayatının merkezine dini alır, hayatın her safhasına din gözüyle bakar, oturur kalkar insanları cennet ve cehenneme götürür, şu caizdir bu değildir, şu görüş sahibi sapıktır, mürtettir, şuraya ve şuna oy vermek caizdir hatta farzdır, şuna veya şuraya oy vermek caiz değil dersen, insanları hep dini yönden değerlendirmeye tabi tutarsan, dinle yatar, dinle kalkarsan, her hareketi din kıstasıyla ölçersen, o din; yemeğin içindeki fazla tuz gibi hayatı zindan eder, insanda tat tuz bırakmaz.

Din sadece nüfus cüzdanında kalır, hayatın belli etaplarında hiç dine yer verilmez ise bu da yemeğe hiç tuz atmamaya benzer. Nasıl ki tuzsuz yemek tatsız, zevksiz ve yavan olursa, yaşanan hayatın da bir anlamı olmaz. 

Kısaca din yemeğe lezzetini veren kararında bir tuz olmalı. Ne az ne de çok. Tam kıvamında olmalı. 

Tuz örneğinin dışında bir başka örnek üzerinden gidelim. Mesela ilacı ele alalım. Hem ruhen hem bedenen insan zaman zaman hasta olur. Tedavisi muayene olup önerilen ilacı kullanmaktır. Önerilen ilaç doktorun önerdiği gibi dozajında kullanılırsa, hasta vücut iyileşir. Önerilen ilaç hiç kullanılmaz veya kullanılsa da düzenli kullanılmaz ise hasta iyileşmez. Hasta önerilen dozdan fazla kullanırsa, bu ilaç kişiyi tedavi etmediği gibi kişiyi komaya sokar ya da doz aşımının yan etkisi fazla olur. Dini de ilaca benzetirsek, ilaç dozajında alındığı zaman bu din işe yarar. Aşırısı ise kişi için felaket demektir. 

Bu iki örneği özetlersek, yemeğe kıvamında tuz atmayan aşçı, ilacı tam dozajında vermeyen doktor sorgulanmalıdır.

Yemek tuz ve diğer baharatıyla enfes olmasına rağmen o yemeği yemesini bilmeyen sorgulanmalıdır.

Doktor hastalığı teşhis etti, ilacı tam dozajında önerdi. İlacı önerilen dozajda almayan hasta sorgulanmalıdır. Çünkü fazla alınan ilaç kişiyi uyuşturduğu gibi kıvamında önerilmeyen, yaşanmayan din de kişiyi uyuşturur.

Kısaca din dahil hayatın her alanında ifrat ve tefrit zararlı olandır. Çünkü ifrat ve tefrit aşırılıktır. Her şeyin normali tam ortasıdır. Orta ise ne az ne çoktur. O şeyin kıvamıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde