16 Ekim 2023 Pazartesi

Bir Ülkeyi Satmanın Yolu

Yazımın önyargısız bir şekilde okunması, bir tarafa çekilmemesi en büyük dileğim. Kimseyi töhmet altına alan, itham eden bir yazı değil. Geldiğimiz noktaya bakarak sonuçları itibariyle bir okumadır bu yazı. Yorumumdur. Bu yorumda isabet de ederim, etmeyebilirim de. Bu kısa açıklamanın ardından başlığa dair kanaatlerimi ifade edeyim. 

Bir ülkeyi satışa çıkarmanın ve o ülkeyi satmanın yolu;

O ülkenin cari açığına bilerek veya bilmeyerek tedbir almamak, bu sorunu çözecek radikal kararlar almamak, ayağını yorganına göre uzatmamak,

O ülkenin kötü günler için ayrılmış parasını bir şekilde iç etmek veya başka alanlarda kullanmak,

Bir ülkenin döviz rezervini artırma yerine sıfırlamak, sonra eksiye düşürmek, 

Ülkenin parasını döviz karşısında şamar oğluna döndürmek, parayı pul etmek, dövizin yükselmesine tedbir almamak hatta söz ve eylemle yükselmesini körüklemek, kah indirerek kah yükselterek millete operasyon çekmek, 

Ülkenin ekonomik krize girmesine zemin hazırlamak, krize tedbir almamak, krizi yok kabul etmek, gelmekte olan krizi görmemek ya da görememek,

Enflasyonu azdırmak, yüksek enflasyonu kalıcı hale getirmek, krizi tetiklemek, 

Hayat pahalılığına seyirci kalmak, soruna eğilme yerine sebebi başka saiklere yıkmak; dış güçlere bağlamak, esnafa yüklemek, 

Kamu kaynaklarını yerli yerince kullanmamak, kamu malını yetim malı bilmemek, savurganlığı itibar saymak,

Seçimler öncesi karşılığı olsun veya olmasın seçim ekonomisi uygulamak, seçmene adeta rüşvet vermek, 

Tefeci faizi diyebileceğimiz yüksek faizle borçlanmak, 

Ülke ve ekonomi yönetiminde maceradan maceraya girişmek, 

Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını özelleştirme adı altında belirli ellere peşkeş çekmek, gelir ve giderde şeffaf olmamak, adrese teslim ihaleler yapmak vs.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Gerek de yok. Kısaca bir ülkeyi satışa çıkarmanın yolu o ülkenin parasını pul etmek. Para pul olunca, enflasyon ve hayat pahalılığı o ülkede kronik hale gelir. Ürün maliyetleri artar, fiyatlar tavan yapar ve bir yerde tutulamaz. Para pul olunca ne olur? O ülke insanına pahalı gelen, o ülke insanının cebini yakan fiyatlar, elinde döviz bulunduran yabancıya kelepir olur. Senin yanına varamadığın arsa, ev, gayrimenkul, kira, fabrika vb. işletmeler yabancılar için sudan ucuz olur. Bir başkası gelir, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını satın alarak o mülkün sahibi olur.

Yazımın başında dile getirdiğim hassasiyetimi yineleyerek yazıma son vereyim. Tüm bu yazdıklarımın birinci derece müsebbibi, ülke yönetimine yön verenler olduğu anlaşılır. Çünkü ekonomiye yön verenler, ekonomik sorunlara çözüm bulamayanlar, ülkeyi krizden krize sürükleyenler, bu krizlere tedbir almayanlar ya da alamayanlar onlardır. Ülkenin bu kronik sorununun sorumlusu da tek hükümet değildir. Çünkü enflasyon ve hayat pahalılığı gelmiş geçmiş hükümetlerden tevarüs eden kronik bir hastalığımızdır. Bu hastalığı giderme veya gidermeme konusunda ülke siyasetine yön verenler bilerek veya bilmeyerek ülkenin satışa çıkarılmasına sebep veya alet olmuşlardır.

Boykot mu Dediniz?

Bir ülkeyle ne zaman gerilim yaşasak, milli duygularımız kabarır. O ülkeye kızgınlığımız dinmez. O ülkeye ne yapabilir, onları nasıl dize getiririz düşüncesine kapılırız. Sonunda başı çekenlerin o ülkeye ait ürünleri boykot aklına gelir. O ülkenin ürün listesine sosyal medyada boy boy yer verilir. İnsanımıza bu ülkenin ürünleri şunlardır. Bu ürünleri boykot edelim. Bunları paylaşalım ki kimse almasın denir.

Amaç, bu ürünleri almayarak o ülke ekonomisine zarar vermek. 

Listeye bir de paylaşana bakarsın. Bu kişi bu ürünleri bir desen halinde dizayn ederek birleştiremez. Belli ki bu liste bir yerden hazırlanmış ve piyasaya sürülmüş diyorsun. 

Ürünlere bakıyorsun. Ne kadar kullanmaktan vazgeçemediğimiz marka değeri olan ürün varsa, hepsi listede. Çoğu zaruri ihtiyaç ve başka da doğru dürüst emsal alternatifi yok. 

Bu eylemi başlatanlar, boykot ürünlerin yanına eşdeğer ve aynı kalite ürünlere  yer verseler -varsa tabi- en azından alternatif bir çözüm üretmişler, bize de buna uymak düşer dersin. Bugüne kadar böyle bir çözüm görmedim. Ömrüm kifayet ederse, görürüm inşallah.

Tüketiciden beklenen bu boykota çoğunluk uymaz. Bakkal ve marketlerin tereklerinde o ürünler satıştadır. Hatta böyle zamanlarda boykot edilen ürünlerin çoğuna kampanya düzenlenir, üründe indirim yapılarak satışı cazip hale getirilir. Tüketiciye, haydi samimi isen alma mesajı verilir.

Bir hızla başlanan bu boykot furyası pek de uzun sürmez. Bizim boykot paylaşımımız kızgınlık geçinceye kadardır. O ülkeyle sorun devam etse dahi boykotu ağzımıza almayız. Boykotta başı çekenler dahi gider, o ürünlerden paşa paşa alır.

Bugüne kadar yaptığımız sayısız boykotlarla hiçbir devleti yola getiremedik. Hiçbir devleti ekonomik yönden batıramadığımız gibi sıkıntıya bile sokamadık. Ürünlerine boykot uyguladığımız hiçbir devlet bu boykotlardan dolayı endişeye kapılmadı. Hasılı kendimiz çaldık, kendimiz oynadık. Çünkü attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmedi hiç. Onca vaveyla, çığlık, nara ve meydan okuma da cabası oldu.

Bu tür boykotu sadece sorunumuz olan ülkelere değil, bazen siyasilerin hedef göstermesiyle ulusal çapta faaliyet gösteren zincir marketlere de yapıyoruz. Almayalım ki burnu sürtülsün deriz. Kızgınlığımız geçer geçmez alışveriş için soluğu o marketlerde alıyoruz. Bu tür boykot çığırtkanlığı yapanlara, kardeşim, o marketlerde o kadar çalışan var. Yarın bu market tezgahı kapatıp çalışanlarının işine son verse, bu kadar kişiye iş verebilecek misin dediğinde, ya kem küm ya da işsiz kalırsa kalsın diyor. Kısaca bir şeyin sonucunun ne olacağını düşünmeden harekete geçiyor. Adeta pire için yorgan yakmaya dünden hazır. Üstelik sadece zincir marketlerde çalışanlar değil, herhangi bir devletin ürünleri boykot edildiğinde de aynı durum söz konusu. Çünkü boykot yaptığımız çoğu ülkelerin ürünleri ülkede imal ediliyor. Buralarda çalışanlar da kendi insanımız.

Aslında bir ülkeyi boykot etmek çözüm değil. Çünkü bugüne kadar bu yol çok defa denendi. Sonuç, elde var sıfır oldu. En güzel boykot, boykot edilen ürünleri aynı kalitede aynı fiyata hatta daha makul fiyata üretip piyasaya sürmektir. Tezgahta biri yabancı, diğeri yerli ürün yan yana durursa, kim gider başka ülkenin ürününü alır. Yeter ki marka değeri olan ürünlere imza atmış olalım. Bir ürünü üretip piyasaya süren firma veya devleti endişelendiren de budur. Çünkü kim kendisiyle rekabet edecek alternatif bir ürüne tahammül eder.

Hasılı boykot edeceğimiz ürünlerin aynı kalitede olanını hatta daha iyisini yapmak emek ister. Bunu da mutlaka yapmamız lazım. Böyle yapmayıp kızdığımız ülkenin ürünlerine boykot kalkışmak ucuzculuktur, hamasettir.

15 Ekim 2023 Pazar

Ayasofya'nın İbadete Açılmasına Sevinmek veya Endişe Etmek

24 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya müze statüsünden tekrar camiye döndürülmüştü. Cuma hutbesinde Ayasofya’ya yer veren bir imamın sözlerine yer vermiştim. Bu yazımda imamın sözlerine yorum yazan bir yorumunun yorumuna, bu yoruma dair verdiğim cevaba yer vermek istiyorum:

“Hutbe, malumunuz Ayasofya idi. Vaaz, benim gittiğim camide kurban üzerine iken oğlanın gittiği camide Ayasofya konusunu işlemiş cami imamı. Yorumsuz bir şekilde takdirlerinize sunuyorum:

"-Ayasofya’nın cami olmasına sevinmeyen Müslümanda sıkıntı vardır."

"-İspanya’da Emevilerin yaptığı cami şu anda kilise olarak kullanılıyor. Bir ülke himayesi altında olan şeyleri istediği gibi kullanır."

"-Ayasofya’nın cami olmasına sevinmeyen Müslümanın içinde münafıklık işaretleri vardır."

Şimdi bu sözler ışığında kendinizi bir test edin. Bakalım hangisisiniz?”

Bir Okuyucunun yorumu:

“ Üstadım, içerik bakımından ben hiç bir problem göremiyorum. Nerede problem var onu da öğrenmek isterim. Sadece usul ve üslup sıkıntısı var denilebilir. Yani usul, esasın önüne geçmiş. Biz de esası bırakıp usule takılmayalım derim.”

Okuyucu ya cevabi yazım:

Sayın Hocam, öncelikle Ayasofya’nın 86 sonra yeniden camiye dönüşmesi ve 24 Temmuzda ilk cumanın kılınması Müslümanlar ve İslam dünyası nezdinde büyük bir başarıdır ve gerçekleşmesi, söylem ve hayalden ibaret kabul edilen bir rüya gerçek olmuştur. Ucundan, kıyısından açılmasında katkısı olanlara, cesaret gösterenlere ve bir irade ortaya koyanlara minnet duyar, teşekkür eder ve bugünleri gösterdiğinden dolayı Rab Teala’ya hamd ederiz. Bir rüyanın gerçekleşmesinden dolayı sevinç ve mutluluk da duyarız. Çünkü bu konu dini olduğu kadar bir ülkenin özgür ve bağımsızlığına da sekte vuran bir durumdu. Bu vesileyle Türkiye, “Ben bağımsız bir ülkeyim. Bu konuda bana korku dağları yaratmanıza, aba altından sopa göstermenize tahammülüm yoktur” demiştir. Özlemini duyduğum, geçmişte açılsın diye değişik illerde düzenlenen fetih mitinglerine katılmış biri olarak ben de sevinç ve mutluluk duyanlardan biriyim. Geçmişte hangi saikle yapılmış ise bir yanlış burada düzeltilmiştir. Çünkü mabetleri amacının dışında başka bir amaçla kullanmak o mabede yapılan en büyük haksızlıktır. Burada bir hak teslim edilmiş oldu.

Sevinç ve mutluluklar farklıdır. Bazısı sevincini açık eder, tıpkı annelerin evlatlarına gösterdiği gibi. Bazıları sevincini belli etmez, için için sevinir ve sever, tıpkı babaların evlatlarını sevdiği gibi. Bazıları zamanı değil, der. Bazıları da açılmasını istemekle beraber içinde bazı endişeleri taşıyabilir: “Başka ülkeler ne der. Zira etimiz belli, budumuz belli. Acaba yeni bir ambargo ile karşı karşıya kalabilir miyiz” gibi endişe ve korkular taşıyabilir. Nitekim aynı endişeleri yakın zamana kadar Reisicumhur da taşıyordu: “Önce Sultan Ahmet’i doldurun…Ayasofya’nın açılmasını isteyenler dünyayı tanımıyor, dünyada o kadar cami var, bu camilerin başına ne gelebileceğini hesaba katıyorlar mı? Bu durumda Ayasofya’yı açacak kadar istikametimi kaybetmedim” şeklinde endişelerini dile getirmişti. Aynı endişelerin ardından Erdoğan kimsenin cesaret edemediği bir tabuyu mahkeme kararına dayandırarak açmıştır. Bu endişelerini dile getiren ve Ayasofya’nın açılmasında bir irade ortaya koyan ve cesaret örneği gösteren Erdoğan’ın nasıl ki Müslümanlığı sorgulanmıyorsa endişe veya başka sebeplerle sevincini açık etmeyenlerin de Müslümanlığının sorgulanmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bu genel değerlendirmeden sonra cami imamının sözlerine gelmek istiyorum. “Ayasofya’nın cami olmasına sevinmeyen Müslüman’da sıkıntı ve içinde münafıklık işaretleri vardır"

Siz katılır veya katılmazsınız. İmamın bu sözlerini doğru kabul edebilir ve içeriğinde bir sıkıntı da görmüyor olabilirsiniz. Ben bu şekilde düşünmüyorum. İmamın bu sözlerini maksadını aşan bir ifade olarak görüyorum. Camiye gelen herkes Müslüman olsa da Müslümanların hepsi yeknesak değildir. Burada dışlayıcı, ötekileştirici, hüküm verici, itham edici yön ön plana çıkmaktadır. Münafığın özellikleri bellidir. Özellikleri çoktur. Ama Ayasofya’ya sevinmeyen kişileri münafıklığın özellikleri içerisine sokmak bu tiplerin kalbinde bir hastalık olsa da yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ki münafığı tespit etmek zor zanaattır. Çünkü onlar pirincin içindeki beyaz taş gibidir. Müslümanların içinde yaşar, Müslümanlardan görünür fakat kafirlerle gizlice iş tutar. Peygamberin zamanındaki münafıkların kimler olduğunu bir sahabeye -sanırım Huzeyfe olmalı- söylediği, Hz Ömer’in içlerinde ben de var mıyım endişesi taşıdığını biliyoruz. Kişilerin münafıklığını tespit etmek bu kadar zor iken bir cami imamından, Ayasofya’nın camiye dönüşmesinden dolayı duyduğu mutluluğu cemaatiyle paylaşması, Allah’a hamd etmesi beklenir. Ayasofya’nın camiye dönüşmesini istemeyen ve buna sevinmeyenler varsa bunlarda münafıklığın belirtileri var demek, bu tip insanları bize kazandırmaz. Hazırında bana münafık dedi diye yanımızdan uzaklaştırırız. Ben olsam böyle bir üslup seçmez, insanları böyle itham etmezdim.