Ana içeriğe atla

Bir Ülkeyi Satmanın Yolu

Yazımın önyargısız bir şekilde okunması, bir tarafa çekilmemesi en büyük dileğim. Kimseyi töhmet altına alan, itham eden bir yazı değil. Geldiğimiz noktaya bakarak sonuçları itibariyle bir okumadır bu yazı. Yorumumdur. Bu yorumda isabet de ederim, etmeyebilirim de. Bu kısa açıklamanın ardından başlığa dair kanaatlerimi ifade edeyim. 

Bir ülkeyi satışa çıkarmanın ve o ülkeyi satmanın yolu;

O ülkenin cari açığına bilerek veya bilmeyerek tedbir almamak, bu sorunu çözecek radikal kararlar almamak, ayağını yorganına göre uzatmamak,

O ülkenin kötü günler için ayrılmış parasını bir şekilde iç etmek veya başka alanlarda kullanmak,

Bir ülkenin döviz rezervini artırma yerine sıfırlamak, sonra eksiye düşürmek, 

Ülkenin parasını döviz karşısında şamar oğluna döndürmek, parayı pul etmek, dövizin yükselmesine tedbir almamak hatta söz ve eylemle yükselmesini körüklemek, kah indirerek kah yükselterek millete operasyon çekmek, 

Ülkenin ekonomik krize girmesine zemin hazırlamak, krize tedbir almamak, krizi yok kabul etmek, gelmekte olan krizi görmemek ya da görememek,

Enflasyonu azdırmak, yüksek enflasyonu kalıcı hale getirmek, krizi tetiklemek, 

Hayat pahalılığına seyirci kalmak, soruna eğilme yerine sebebi başka saiklere yıkmak; dış güçlere bağlamak, esnafa yüklemek, 

Kamu kaynaklarını yerli yerince kullanmamak, kamu malını yetim malı bilmemek, savurganlığı itibar saymak,

Seçimler öncesi karşılığı olsun veya olmasın seçim ekonomisi uygulamak, seçmene adeta rüşvet vermek, 

Tefeci faizi diyebileceğimiz yüksek faizle borçlanmak, 

Ülke ve ekonomi yönetiminde maceradan maceraya girişmek, 

Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını özelleştirme adı altında belirli ellere peşkeş çekmek, gelir ve giderde şeffaf olmamak, adrese teslim ihaleler yapmak vs.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Gerek de yok. Kısaca bir ülkeyi satışa çıkarmanın yolu o ülkenin parasını pul etmek. Para pul olunca, enflasyon ve hayat pahalılığı o ülkede kronik hale gelir. Ürün maliyetleri artar, fiyatlar tavan yapar ve bir yerde tutulamaz. Para pul olunca ne olur? O ülke insanına pahalı gelen, o ülke insanının cebini yakan fiyatlar, elinde döviz bulunduran yabancıya kelepir olur. Senin yanına varamadığın arsa, ev, gayrimenkul, kira, fabrika vb. işletmeler yabancılar için sudan ucuz olur. Bir başkası gelir, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını satın alarak o mülkün sahibi olur.

Yazımın başında dile getirdiğim hassasiyetimi yineleyerek yazıma son vereyim. Tüm bu yazdıklarımın birinci derece müsebbibi, ülke yönetimine yön verenler olduğu anlaşılır. Çünkü ekonomiye yön verenler, ekonomik sorunlara çözüm bulamayanlar, ülkeyi krizden krize sürükleyenler, bu krizlere tedbir almayanlar ya da alamayanlar onlardır. Ülkenin bu kronik sorununun sorumlusu da tek hükümet değildir. Çünkü enflasyon ve hayat pahalılığı gelmiş geçmiş hükümetlerden tevarüs eden kronik bir hastalığımızdır. Bu hastalığı giderme veya gidermeme konusunda ülke siyasetine yön verenler bilerek veya bilmeyerek ülkenin satışa çıkarılmasına sebep veya alet olmuşlardır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde