10 Haziran 2023 Cumartesi

Bir Ön Yargı Hikayesi

Fakültede okurken iki öğretim görevlisi ile ilgili "Şu ikisinden uzak durun, bunlar tasavvuf düşmanı" gibi sözler öğrenciler arasında servis edilirdi. Tasavvuf ve tarikata dair bir intisap ve yakınlığım olmasa da herkes gibi mesafeli oldum.

Ne kadar mesafeli olmaya çalışsam da bir tanesi danışman hocamdı. Zaman zaman yanına uğramam gerekirdi. Bazen odasında bulamazdım. Tam geri dönerken diğer sakıncalı piyade “Buyur kardeş, ben yardımcı olayım” der ve işimi görürdü.

Fısıltı gazetesinin yaydığı sakıncalı bu iki kişinin gösterdiği ilgi ve alaka, emsallerinde görmediğim kadar o biçimdi. Her yönüyle mütevazı bir kişilik sergilediler. İyi olmalarına rağmen bu iki tasavvuf düşmanından uzak durmalıydım. Dinimi değiştirebilirlerdi ne de olsa.

Dinimi ve mesafemi son sınıfa kadar korudum.

Son sınıfta bu ikiliden bir tanesi tasavvuf dersime gelmez mi? Şu işe bakın. Adam hem tasavvuf düşmanı hem de düşmanı olduğu bu dersi bize anlatacak. Olacak şey değildi.

Euzü çekerek girdim dersine. Diğer hocalar gibi değildi. Derse niye girmedin, niçin geciktin, bak devamsızlıktan sınıfta bırakırım demedi. Yoklama da almıyordu üstelik. Notu da silah olarak kullanmıyordu. Çok candan ve içten ders anlatıyordu. Ayet okuyor, hadis söylüyordu.

Ayet, hadis okusa da çok iyi davransa da bana sağdan yaklaşıyor olabilirdi. Zaten bunlar böyleydi. Beni ancak ayet ve hadisle avlayıp tasavvuf düşmanı yapabilirlerdi. Bu yüzden dikkatli olmam gerekiyordu.

Yoklama almadığı için çoğu kimse dersine girmezken hoşsohbetinden dolayı dersini kaçırmaz, iki vasıta ile ilk dersine yetişirdim. Dersinde, Kuşeyri risalesinden hadislere yer veriyor, peygamberin bir gününü nasıl geçirdiğini ayet ve hadisler üzerinden işliyordu. Akıcı konuşmasına devam ederken bir tarikata mensup olduğunu bildiğim bir öğrenci parmak kaldırarak itirazlarını sürdürdü. Bir böyle, iki böyle devam ederken bir ayet sonrası öğrenci yine parmak kaldırınca, hoca, “Delikanlı, bak ayet okuyorum, hadis okuyorum. Bunların neresine itiraz ediyorsun” dedi. Öğrenci kem küm etmeye çalıştı. Bir şey diyemedi. Sonrasında da bir daha söz almak için parmak kaldırmadı.

Gerçekten bir Müslümanın bir günü nasıl olmalıdır üzerine ayet ve hadisten delil getirmenin neresine itiraz edilebilirdi? Belli ki bu öğrenci de benim gibi bu hocaya karşı önyargılıydı. Ağabeyleri ona “Bu hocanın her şeyine itiraz et” görevi vermişti. Öğrenci kendisine verilen görevi yerine getiriyordu. Bana ne oluyordu? Üstelik bir tarikata mensubiyetim de yoktu.

Gel zaman git zaman anladım ki bana sakıncalı piyade olarak gösterilen bu iki hoca, tasavvuf düşmanı değilmiş. Gerçek sufi ve derviş onlarmış. Atadan kalma evleri olmasa açıktalar. Bu yaşında bisiklet dışında altlarında bir arabaları bile yok. Bana, bunlardan uzak dur diyenler de bir tarikatın mensuplarıymış. Aralarındaki fark, bu iki hoca herhangi bir tarikata bağlı olmadan, kimseden emir almadan bir başına derviş hayatı yaşıyor. Bana uzak dur diyen tarikat mensupları ise emir ve talimatla yaşıyor. Evleri ve son model arabaları var. Dünya nimetlerinden herkes gibi faydalanmaya devam ediyorlar. Gül gibi geçinip gidiyorlar.

Tüm dertleri ayet ve hadisten hareketle züht hayatı yaşamaya çalışanlara karşı organize hareket eden cemaatlerin mücadelesi imiş. Kendi emellerine beni alet etmeye çalışmışlar. Bunu öğrendiğim ve ön yargıdan kurtulduğum zaman ben okuldan mezun olmuştum.

Mutluluğun Yolu

Bugün 60'ı devirip 61'den gün aldım. Acı tatlı günler geçirdim. Derlenip kederlendim. Zaman zaman zevkten dört köşe oldum. Düşe kalka bugüne geldim. Gördüm ki geçmez dediğim günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalamış ve 60 yılı geride bırakmışım.

Her yeni gün dünün muhasebesini yapmak gerektiği gibi her geride bırakılan yılın da muhasebesini yapmak gerektiğini düşünüyorum. 

Geriye dönüp baktığımda yapmasaydım dediklerim, bugün olsa yine yaparım dediklerim gözümün önüne geliyor. Pişmanlıklarım var ve iyi ki yapmışım dediklerim var, bir de nötr kaldıklarım. Bir hayat mücadelesi içerisinde olası her şey var. İniş, çıkış, rutin hayat, sevinç, keder, hayattan zevk alma ve almama...

Hayatımın içinde slogan, hamaset ve İslamcılık dönemi var. İslam’la yattım. İslam’la kalktım. Referansım hep İslam, ayet, hadis, İslam tarihi oldu. Savunduklarımda samimi idim. Yeter ki attığım sloganlar ve ayaklarım yere basmadan yansıttığım hamaset; adalet dağıtacağına, huzur ve mutluluk getireceğine inandığım İslamcılık yeryüzüne hakim olsun, herkes görsün ve bilsin düşüncesini taşıdım.

Geldiğim nokta itibariyle teoride mükemmel görünen savunduklarımın uygulamada içi boş birer hamaset olduğunu yaşayarak, görerek öğrenmiş oldum. İslam diye bilip anlattıklarımın çoğunun hurafe ve öğretilmiş ezberler olduğunu gördüm. Nicedir lügatimde slogan ve hamasete yer yok. Her gördüğüm sakallıyı amcam görmüyorum artık.

Geldiğim nokta, toplumda ve çevremde karşılığı olmayan bir nokta. Ya ikna kabiliyetim yok ya geldiğim nokta yanlış ya da karşımda beni anlamayan koca bir duvar var. Buna da üzülmemek elde değil.

Bu geldiğim noktadan kurtulabilmek en büyük gayem. Ne zaman ki kurtulurum, işte o zaman mutluluğuma diyecek olmaz.

Başarabilirsem, geri kalan ömrümü mutlu olarak geçirmek isterim. İşte reçetesi:

Uydum imama der gibi uydum kalabalığa demek. Kalabalık derken her gördüğüm kalabalığa değil, güce dayanan ve sesi gür çıkan kalabalığa.

Kendi fikrim, zikrim ne varsa dışa yansıtmamak, içeride saklamaktır. Kahrolsun benim fikirsiz, ferasetsiz ve basiretsiz fikrim.

İtirazıma itirazım olacak.

Büyüklerimin, etkili ve yetkili kişilerin her yapıp ettiğinde ve dediğinde bir hikmet aramak.

Görmemek, işitmek ve tepki vermemek. Neyi, nasıl görmem gerektiğine dair üstatlarından ders almak. Bir nevi üç maymuna oynamak.

Eleştirinin yapıcı olanına dahil asla geçit vermemek.

Hikmetin sual olunmaz büyüklerim bir erkek deveye dişi diyorlarsa, o deveyi dişi kabul etmektir. (Bu erkek devenin dişi kabul edilmesi tek taraflı değildir. Her tarafın erkek devesi dişidir. Her iki kesimin de bu konuda piri Muaviye’dir.)

Hep hayal aleminde yaşamak ve ayaklarım yere basmamak.

Göreceksiniz gökte aradığım huzur ve mutluluk kendiliğinden tıpış tıpış ayağıma gelecektir.

9 Haziran 2023 Cuma

Milli Paramızın İtibarı

Bir milletin var olması için uğruna can verilecek vatan ne kadar önemli ise bağımsızlığın sembolü bayrak da o derece önemlidir. Ne vatansız yaşanır ne de bayraksız olunur.

Bağımsızlığın önemli bir diğer unsuru da ekonomik bağımsızlıktır. Maddi ve manevi gelişmişliktir. Kendi kendine yeten, üretim fazlasını ihraç ederek cari fazla oluşturan, borçla yaşamayan, peşin satan gibi oturan, borç alınacaksa da karşılığı olan ya da döndürülebilir bir borcu olan, borç alırken tefeci faiziyle borç almayan, gelir gider dengesini gözeten, insanına iş istihdamı üretebilen, insanının gözü dışarıda olmayan, insanına geçim sıkıntısı yaşatmayan, geçim derdi birinci önceliği olmayan, güne ve yarınlara güvenle bakabilen, önünü görebilen, piyasası güven veren, ekonomik krizlerde komaya girmeyecek, parası pul olmayacak bir gelişmişlik...

Ekonomik gelişmişliğini tamamlayamamış devletler için toprağı ve bayrağı olsa da tam bağımsızlığından söz edilemez. O ülkenin parası da ekonomisine paralel şekil alır. Güçlü bir ekonomisi varsa o ülke güçlü ve ağırlığı olan bir ülke olur. Cari açığı olmadığından parası da değerlidir. En azından değerini korur ya da küresel krizler karşısında parasının alım gücü fazla değer kaybetmez.

Para her şey değil ise de para -önemli- bir  şeydir. Çoğu kapıyı açar. Aynı zamanda bir devletin ve milletin namusudur. En azından milli parasıdır. Onun değerini korumak, alım gücünü düşürmemek devletin en önemli görevleri arasındadır. Çünkü milli para bu milletin itibarıdır.

Milli paramızın itibarını koruyup kollamada görevimizi yapıyor muyuz? Maalesef buna evet dememiz mümkün değil. Gelmiş geçmiş hiçbir hükümet, para politikasında ve paranın itibarını koruma konusunda başarılı olamamıştır. Paramız, zayıf hükümetler zamanında çıkan kriz dönemlerinde hep devalüasyona uğramıştır. En güçlü hükümetler zamanında ise kontrollü devalüasyona izin verilmektedir.

Devalüasyon demek paranın alım gücünün düşmesi, enflasyon ve hayat pahalılığı demektir. Gizli ve modern hırsızlık demektir.

İşin ilginci bu ülkede paranın değersizliği istenmemekle beraber paranın çok değerli olması da istenmiyor. Çünkü paranın çok değerli olması ihracatı düşürmektedir.

Geldiğimiz nokta itibariyle milli paramız kimseye güven vermiyor. Az parası olan parasının değerini korumak için döviz alma yoluna gidiyor. Binlerce insan parasını bankalarda döviz hesabında tutuyor. TL’nin daha da pul olmasını -geçici süre de olsa- duraklatmak amacıyla kur garantili mevduata bile geçildi. Bunun da kesin çözüm olmadığı, seçimden sonra dövizin yeniden yükselişe geçmesi göstermektedir.

Sonuç olarak gelir gider dengesini sağlayamamak, milli paranın en ufak bir dalgalanmada felç olması, sürekli enflasyonla yaşamamız, ya bu millete biçilen bir roldür. Eğer böyleyse rolümüzü iyi oynuyoruz. Ya coğrafyanın kader olduğu gibi bu para da bizim bir kaderimizdir ya da hükümetlerin uyguladığı para politikalarının iflas ettiğini, bu iflasa rağmen iflası önleyecek politikaların bilerek veya bilmeyerek geliştirilmediği ortadadır. En başarılı hükümetlerin ekonomi ve milli para konusunda gösterdikleri başarı karnesi, pansuman tedbirlere dayalı geçici sahte bahardan ibarettir.

Sonuçta milli paramızın aşırı değer kazanması da istenmiyor, aşırı düşmesi de. Ortasını bir türlü bulamadığımız milli paramız, iki ucu b.klu bir değnek gibidir. Olan da orta ve dar gelirli insanımıza oluyor. Özellikle hiper enflasyona maruz kaldığımız dönemlerde bu ülkenin öp öz insanı hayat pahalılığından dolayı geçim sıkıntısı yaşarken, yabancılar için bu ülke sudan ucuz oluyor.

Geçmişten günümüze bu sorunun çözülemeyip kangren olması bu ülkenin bir ayıbıdır. Bu ayıbın büyüğü de ülke yönetiminde söz sahibi olan gelmiş geçmiş yönetimlerdir.

Bu ülkeyi sevmek, bu ülkeye hizmet etmek bu ülkeyi kendi kendine yeten bir ekonomi haline getirmek, paramızı gurur duyacağımız seviyede tutmak, bunun için radikal tedbirler almak bu ülke yöneticilerinin en asli ve öncelikli görevidir. Bu görev ötelenemez. Zira bu, milli bir görevdir. Paramızın değerini korumak vatanseverliktir, gerçek milliyetçiliktir. Aksi kuru hamasettir.