24 Nisan 2023 Pazartesi

Kokuşmuşluğu Önlemenin Yolu

Herkes evinin önünü süpürürse, sokaklar tertemiz olur deriz. Bu sözü genellikle salt temizlik yönüyle ele alırız. Aslında bu sözü her anlamda kullanabiliriz. Mesela, 

Herkes çocuğuna sahip çıksa, onları güzel şekilde yetiştirse, onları takip etse sağlıklı bir toplum olur.

Çocuğumuz karşı komşunun çocuğuyla kavga etse, onları aralamak için yanlarına vardığımızda, bir ona bir kendi çocuğumuza tokat atacağımızda ilk tokadı kendi çocuğumuza atsak, daha adilane olmaz mı? Haydi tokada karşıyız. Şiddet şiddetle çözülmez. Eyvallah. O zaman ikisine de kızalım ama ilk kızmayı kendi çocuğumuza yapalım. Çünkü herkes kendi evinden sorumlu olursa, sorun büyümeden çözülür.

Çocuğumuz istediğimiz gibi değilse ona önce nasihat ederiz, sonra uyarırız. Olmadı mı eleştirir, kızarız. Çocuğumuza kızmamız, onu sevmediğimiz ve gözden çıkardığımız anlamına gelmez. Daha iyi olması içindir tüm çabamız. 

Çocuğumuz her ne yaparsa, göz yumar, görmezden gelir, her hatasını savunursak, bunun adı çocuğumuzu sevmek değil, aksine ona kötülük yapmaktır.

Kendi çocuğumuz ya da zihniyet yönünden savunduğumuz, sevip saydığımız mahallemizden biri bir suç işlediğinde, onu hiç arkamıza almadan adalete kendi ellerimizle teslim etmek, mahalleyi temizlemek demektir. Suçuna rağmen onu koruyup kollamak ise mahalleyi kirletmek demektir. Yargılandıktan sonra suçsuzluğu ortaya çıkmış ise yanımıza daha güçlü gelir, bizim de yüz akımız olur. Yargıya vermez isek ilanihaye o suç mahallelinin üzerinde kalır.

Aynı zihniyet kafasına sahip olduğumuz biri hakkında infiale sebep olan bir iddia ve şayia ortaya çıkmış ise bu iddianın ne olduğunu bilmeden o kimseyi koruyup kollamak, temize çıkarmaya çalışmaktan ziyade olayı soğukkanlı bir şekilde değerlendirip iddiaları araştırmak, iddialar ciddi ise gereğini yapmak zihniyeti temizler. 

Oy verdiğimiz partinin genel başkanı veya parti yetkililerinden biri bir hata işlemişse, bu hataya sahip çıkmamak ve bu hatayı eleştirmek, partiyi gözden çıkarmak değil, partiyi temize çıkarmaktır. Yine insanlar hatasına rağmen partisini desteklemeye devam edebilir. Çünkü hiçbir insan bir hatası yüzünden çizilip atılmaz. Partimin bu hatasını savunmuyorum demek kişinin partisine düşmanlık yapması değildir. Savunduğu parti hata üzerine hata yapar, pot üzerine pot kırar, günahı sevaplarını geçer, uyarılara rağmen kendine çekidüzen vermez ise bu durumda şeksiz şüphesiz destek o partiye iyilik değil, kötülüktür. Tepki gösterilecek ki parti ve parti adına söz söyleyenler kendilerine çekidüzen versin. 

Hasılı sokakların temizliği için herkes evinin önünü temizlese, herkes kendi çocuğunu yetiştirip sahip çıksa, herkes kavga ve anlaşmazlıklarda ilk tokadı kendi çocuğuna atsa, ilk uyarıyı kendi çocuğuna yapsa, çocuğunun her hatasında ilk uyarı ve eleştiriyi çocuğuna doğrultsa, herkes mahallesinden suç işleyen birini yargıya teslim etse, herkes kendi mahallesinden çıkan şayiayı araştırsa, zihniyetine uygun oy verdiği partisinin hatalarını eleştirse, hatayı ölümüne savunmasa tüm mahalleler temizlediği gibi insanlar da temizlenir, Siyasi partiler de kendilerine çekidüzen verir. Değilse kokuşmuşluk alır başını gider ve bağışıklık yapar, kokuşmuşluktan bile haberimiz olmaz. 

İnsanı Tanıma Kriterleri

İnsanları tanımanın yolları Hz Ömer'e göre komşuluk yapmak, alışveriş yapmak ve yolculuk yapmaktır. Bir nevi gündelik ilişki ve iletişim halinde olmak diyebiliriz buna.

İnsan bir müddet kendini gizlemek için olduğundan farklı görünmek isteyebilir ama komşu uzun süre kendini gizleyemez. Çünkü akşam sabah karşı karşıya veya yan yanasınız. Beraber oturur kalkarsınız. Komşunun yaptığından haberdar olursunuz. Sokakta, mahallede yüz yüze gelirsiniz. Hal ve hareketlerini, mahalleliyle ilişkisini, geçim ehli ve uyumlu olup olmadığını gözlemleyebilirsiniz. Hırlı mı hırsız mı güvenilir biri mi bilirsiniz.

Aynı şekilde tek alışveriş ölçü olmasa da bir kişinin nasıl biri olduğunu birkaç alışverişte test etme imkanına kavuşuruz. 

Bir diğer kriter yolculuktur. Yolculuk esnasında kişi kendisini daha net gösterir. Çünkü gün boyu berabersiniz. Birlikte bir yolculuğa çıkmışsınız. Huyunu, suyunu bir güzel görürsünüz.

Her üç kriterde insan iyi ve güzel şeylerde değil de zor durumda kalındığı durumlarda daha net ortaya çıkar. 

Fark ettiyseniz, bu üç kriterde kişinin düşüncesi, inancı, fikri ve zikri yok. Hz Ömer namaz kılıyor mu, dinden ve imandan bahsediyor mu dememiş, başı örtülü mü, sakallı mı bakmamış. Zor durumda yanında mıdır, taşın altına elini koyuyor mu, seni bir başına bırakıyor mu, iyi gün dostu mudur, ticarette seni kazıklıyor mu, kötü malı iyi diye sana pazarlıyor mu, evini ve eşyanı gözün kapalı teslim ettiğinde gelince yerli yerinde görebiliyor musun? Esas önemli olan bunlar.

Elbette komşuluk, ticaret ve yolculuk esnasında uyumlu, kafadar ve kafa yapına uygun olması belki tercih sebebi olabilir ama temel kriter değil. Çünkü kişinin giyim kuşamı, şekli şemaili, kılık kıyafeti, inancı kendisine aittir. Kişilerin bize insanlığı lazım.

Bizler her ne kadar düşünce yapımıza uygun insanlarla komşuluk, ticaret ve yolculuk yapmayı tercihen de öte bir kriter olarak belirliyorsak da aslında farklı zihniyette insanların birbirlerine karşı kafalarında ki önyargılı yıkabilmesi için komşuluk, ticaret ve yolculuk yapmasında fayda var. Çünkü bu vesileyle insanlar birbirini tanımış, daha önceki peşin hükmün geçersiz olduğunu anlamış olur. Bu vesileyle birbirlerini iyi tanıdıktan sonra birbirlerine karşı “Sen farklısın, bulunduğun camia gibi değilsin” şeklinde itirafta bile bulunurlar. Demek ki bu kesimin içinde böyleleri de varmış dedirtir insana. Bu birliktelik sonrasında sağlam dostluklar kurulmasına sebebiyet verilebilir. Bu vesileyle karşıt kesimler birbirine daha empati ile bakabilir ve aradaki duvarlar kaldırılabilir.

Böyle değil de herkes düşüncesine göre mahalleler oluşturur, gözünü ve gönlünü başka mahalleye kapatırsa, herkes kendi gibi düşüneni iktidarda görmek ister, bir başkası gelirse, ülke ve din, ülke ve laiklik elden gider derse aynı ülke içerisinde bir birimizin yüzüne duvar örmüş oluruz, birbirimizi düşman gibi görürüz. Bugünkü yaşadığımız fiili durum da budur.

En iyisi farklı mahallelere açılmak, onları anlamak onları dinlemek gerekir. Beraberinde asgari müştereklerde buluşmak gelir. Bu da seviyeli birliktelik demektir. Şu da bir gerçek ki aynı zihniyette ki insanların bulunduğu yerde seviyeli birliktelik olmaz, laubalilik gibi şeyler artar. Nasılsa bizden denir, yapılan olumsuz şeylere göz umulur. Bu da ihanet ve kokuşmuşluğu beraberinde getirir.

Kolektif Başarı Neden Olmasın?

Yerli doğal gazı bulmamız ve çıkarmaya başlamamız, ilk yerli arabayı yapıp piyasaya sürmemiz, İHA ve SİHA başta olmak üzere savunma sanayii alanında yerli üretim yapmamız, fazlasını başka ülkelere ihraç eder duruma gelmemiz sevindirici bir durum. Bu alanlardaki gelişmeler göğsümüzü kabartıyor. Yıllardır bunları yapamayan bu ülke bunları yapar duruma gelmişse, bu ülke istese her şeyi yapar. 

Tüm mesele, bunları yapabilecek iradeyi güçlü bir şekilde ortaya koyabilmekti. Bize lazım olan bu irade gösterildi ki bunlar yapılabildi.

Merak ettiğim, aynı irade niçin diğer alanlarda gösterilmiyor? Mesela ekonomide niçin başarısız? Enflasyonla mücadele edecek, hayat pahalılığını durduracak, maliyetleri düşürecek iradeyi niçin gösteremedik de başarısız olduğumuz bu alan yıllar yılı gündemin başında yer alıyor? Niçin bu ülke depremin merkez üssü gibi ekonomik yönden çok etkilendi? İstenseydi, diğer ülkelerin etkilendiği kadar etkilenebilirdik. Bildiğim kadarıyla enflasyon ile mücadele edilmediği gibi bunun için bir irade de ortaya konmadı. 

Niçin bazı gelişmeler göğsümüzü kabartırken ekonomide sınıfta kaldık? Niçin insanımızı geçim girdabına duçar ettik? 

Sanırım ekonomideki bu fiili durum bir tercih meselesi. Siyasi irade, ihracatı artırmak düşüncesiyle paramızın döviz karşısında erimesini özellikle istedi. 

Tamam ihracat artsın. Bu, memnuniyet verici olur. Ama bir şeyi yapacağız derken diğer alanları ihmal etmemek gerekir diye düşünüyorum. Teşbihte hata olmasın, bizim doğal gaz, TOGG ve savunma sanayiindeki başarımız, bazı ortaokul ve liselerin LGS veya YKS’de Türkiye derecesi çıkarmasına benzer. Derece yapmış bir öğrenci okulunun ismini duyurur. Okul reklam üstüne reklam yapar. Biz Türkiye derecesi çıkardık der ve sevinçlerine diyecek olmaz. Anne babanın, çocuğun, okulunun, o ilin bu dereceye sevinmek haklarıdır. Yalnız gösterilen bu başarı bireysel başarıdır. Bize ve okullara düşen kolektif başarıdır. Eğer bir okulda sınava giren öğrencilerin puanları ne kadar yüksek olursa, o okul kolektif başarıyı göstermiş demektir. İstenen başarı türü de budur.

Yerli gaz, yerli araç ve savunma sanayiindeki gelişmeler de bu ülkenin bireysel başarılarıdır. Bunlara da sevinmek hakkımız. Yalnız bu ülkenin tüm ihtiyacı bu başarıdan ibaret değil ki. Bu ülkenin sadece belirli alanlarda değil, hemen hemen her alanda başarı göstermesi en büyük temennimizdir. İsterim ki bireysel başarılarımız kolektif başarılarla taçlansın. Her alanda kendi kendine yeten, ihtiyaç fazlasını satan ülke olalım.

Burada enerjide dışa bağımlıyız, bunu nasıl halledeceğiz, ekonomiyi bu hale getiren enerji diyebiliriz. Doğrudur, enerji bu ülkenin belini büküyor. Yalnız bu ülke enerji açığını pekala başka şeyler üretip ihracat ederek kapatabilir. Bu ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynaklarından telafi edebiliriz bunu. Yeter ki istensin. Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz.

Bireysel başarıdan ziyade kolektif başarıya önem vermek, her alanda başarı göstermek, zayıf yönlerimizi, güçlü yönlerimizle kapatmak, gelir-gider dengesini kurmak, sonrasında cari fazla verir duruma gelmek bu ülkenin gelişmişliğinin ve kalkınmışlığının bir göstergesi olur.