9 Ocak 2023 Pazartesi

Nasıl Ölmek İsteriz?

Sorduğum gereksiz bir soru olsa da sormuş bulundum. Zira nasıl ki hangi anne babadan ne zaman ve hangi renkte doğacağımıza dair tercih hakkımız yoksa ölürken de şöyle öleyim gibi bize verilmiş bir tercih hakkımız yok. Allah herkese hayırlı uzun ömür ve hayırlı ölüm nasip etsin.

Tercih hakkımız olmasa da ölümün kapımı şöyle çalmasını isterdim. Hiç yatağa bağlı kalmadan ayakta ölmek. Ani ölümden bahsetmiyorum. Yine kendi ihtiyaçlarımı güç bela karşılayacak şekilde birkaç gün yatağa bağlı kaldıktan sonra ölmek, herhalde ölümlerin en güzeli olsa gerek. Bu birkaç gün içinde ziyaretime gelen olursa, eşin ve dostumla helalleşmiş olurum. Baş ucumda beni dinleyen olursa tecrübelerimi paylaşırım. Sonra alın bu dünya sizin olsun. Zira Abbas yolcu deyip çekip giderim.

Kimi nasıl bir akıbet ve ölümün beklediğini, hangi tür ölümün kişi için hayır olduğunu bilmesek de kimsenin istemeyeceği ölüm türü, herhalde başkasına muhtaç olacak şekilde aylar ve yıllarca yatağa bağlı kalarak yaşayıp ardından ölmek olsa gerek. Çünkü böyle bir ölümde kendi ihtiyacını kendin karşılayamıyor, kalkıp dolaşamıyor ve bir başkasının bakımına muhtaç oluyorsun. Bu durum hem hasta için hem de bakan/lar için zor olsa gerek. Bu durumda bakan da bakılan da ölümü temenni eder ama ölümün pimi Allah'ın elinde. O ne zaman derse, o zaman olur. Ne bir saniye gecikir ne de öne alınır. Ama şu var ki bu duruma düşeceğini yatağa mahkum olduktan sonra gören biri öyle zannediyorum, keşke aniden ölseydim diyerek ani ölümü temenni eder.

Her ne kadar bizleri nasıl bir ölümün beklediğini bilmesek de yatağa fazla bağlı kalmadan ölebilir miyiz? Tecrübelerime dayanarak bu konuda görüşümü yazmak istiyorum. Etrafımda yatağa bağlı ne kadar tanıdığım varsa hepsinin genel özelliği vücutlarını fazla çalıştırmamaları. Çoğu erken emekli olmuş ya da oğlan kıza karıştım artık. Geçmişte çok çalıştım. Bundan sonra onlar bana baksın deyip köşesine çekilen, abdest ve namaz dışında herhangi bir iş yapmayan kimseler bunlar. Sabah akşam köşesinde oturur. Öğün kaçırmadan yemeğini yer. Her yemekten sonra vücuda çöken ağırlık nedeniyle uzanıp yatar. Bunlar, mesaisi ve yapacak bir işi olmadığı için ne yediğinden zevk alır ne de içtiğinden. Buna rağmen vücut çalışmış ve yediğini eritmiş gibi açlık hissi çekerler. Halbuki çektikleri his açlıktan ziyade öyle hissetmeleri. Vücut yorulup yediğini eritmeyince eğer şeker gibi bir hastalıkları yoksa hepsinin genel özelliği kilo almaları ve göbeklerinin çıkması. Yaşadıkları bu hal onlara üşengeçlik ve tembellik olarak geri döner. Az bir yeri yürümeyi dahi gözleri kesmez. Öyle ya bu yaşta yürümemeliydiler. Kendilerini böyle ikna ederler.

Emeklilik ve yaşlılığımda hiçbir iş yapmayacağım deyip köşesine çekilen bu tipler, aslında farkına varmadan kendilerine ve vücutlarına en büyük kötülüğü yapanlardır. Çünkü hareketsiz ve yorulmayan vücut içten içe çöker, koflaştır ve hantallaşır. Vücudun zekatı olan yürümeyi ve hareket etmeyi uzun süre ihmal eden bu rahatlarına düşkün kimseler oturdukları yerde şuram ağrır, buram ağrır, diyerek kendilerini dinler dururlar. Yok yere kendilerini ilaca verirler. Sanırlar ki dermanları ilaç. Çoğunun önünde bir poşet ilaçları olur. Halbuki çoğunun ilaçlık bir şeyleri yok. Sorun hareketsiz vücut. Hepsi için söylemiyorum ama erken yaşta köşesine çekilen, yeme, içme dışında elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyen rahatına düşkün bu kimseleri bekleyen en büyük tehlike, ahir ömürlerini yatağa bağlı olarak geçirmeleridir. Çünkü işlemeye işlemeye vücut işlevini yitirmeye, haliyle zayıflamaya başlar ve tehlikelere karşı koruma özelliği olan vücudun bağışıklık sistemi görevini yapmamaya başlar. En ufak bir tehlikede de onları yatağa mahkum eder.

Bir de geçmişte çalışmış, emekli olduktan sonra da çalışmaya devam eden ve yaşına uygun işler yapan, gezip dolaşan ve yürüyüş yapan kişiler vardır ki bu tipler kolay kolay yatağa bağlı kalıp ölmezler. Tabir yerindeyse Allah yarı yatakta yarı ayakta iken onların canını alıyor. Bu tipler, işleyen demir ışıldar misali vücudunun hakkını vermişlerdir ve kimseye muhtaç olmadan gitmişlerdir.

Benim bu konudaki gözlemlerim bu yönde. Katılır veya katılmazsınız. Sizlerin aksi yönde yani tezimi çürütecek örnekleriniz olabilir. Bu örneklerin genele teşmil edilemeyeceğini söyleyebilirim. Siz siz olun, şu kadar vakit çalıştım, dinleneceğim deyip köşenize çekilmeyin. Yaşınıza uygun amatör bir meşgale bulun, bu yaşımda işe yarıyorum deyip iç huzuru yaşayın. Çünkü hangi yaş grubunda olursak olalım, miskinlik bize yakışmaz.

Bir İllüzyon Hali midir Yaşadığım?

Bugün size dilimize Fransızcadan geçmiş, Türkçesi yanılsama olan illüzyon kelimesi hakkında bilgi vereceğim: 

Yanılsama ve gözbağı şeklinde iki anlama geliyormuş illüzyon. 

Ad olarak yanılsama: "Görünüşün gerçek sanılmasına yol açan algı ya da duyu yanılması." demektir. "Mesela, su içindeki küçük balığın büyükmüş gibi görünmesi."

Ruh biliminde terim olarak kullanıldığında, "Var olan nesneyi veya canlıyı yanlış, farklı ya da değişik olarak algılama." demektir. 

Gözbağı (mecazen), "Düşünmeyi ve duyuları yanıltan şey.", bileşik ad olarak, "El çabukluğu ve becerileriyle, gerçekte olmayan bir şeyi oluyormuş gibi gösterme sanatı." demekmiş. 

Kısaca illüzyon veya yanılsama, "Duyu yanılsaması ve yanılsama olarak bilinir. Gerçek bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesi" demektir. 

Bu konuyu ele almamın sebebi, acaba bu yanılsama halini mi yaşıyorum sorusunu kendi kendime sormamdandır. Gerçekten olmayan bazı şeyleri gerçek mi sanıyorum? Görme organım gözlerimde, işitme organlarım kulaklarımda, koklama organım burnumda, tat alma organım dilimde ve dokunma organım derimde bir sorun mu var? Bu organlarım işlevini yitirdi de benim mi haberim yok?

Bildiğim kadarıyla gözümde bir sorun yok. Üstelik 2.75 miyop olarak kullandığım gözlük numaram, 1.5'a düşerek bu yaşımda daha iyi görmeye başlamışım. Akranlarımın ve yaşça benden küçük olanların okumak için yakın gözlüğü kullandığı bir devirde, ben hala gözlük takmadan çıplak gözle okuyabiliyorum. Kulaklarım işlevini bilfiil yerine getiriyor. Üstelik sese duyarlıyım. Yediğim ve içtiğimden zevk aldığıma göre dilimde bir sorun yok. Dokunandan veya bir yere dokunmakla haberdar olduğuma, o şeyin soğuk ve sıcak olduğunu bildiğime göre derimde de bir sorun yok. Koku alma duyumu nispeten kaybettim. Her kokuyu alamadığımı itiraf ediyorum.  

Beş duyu organımdan burun dışında dört duyu organım işlevlerini fazlasıyla yerine getirdiğine göre acaba gördüğümü, duyduğumu yanlış değerlendiriyor, yanlış bir algıya kapılıyor olabilir miyim? Olan bir şeyi olmamış, olmamış bir şeyi olmuş gibi değerlendirme durumum olabilir mi? Kısaca gözlem, değerlendirme, analiz tespit ve anlayışımda bir sorun olabilir mi? Okuduğumu yanlış anlıyor, gördüğümü farklı görüyor ve farklı hissediyor olabilir miyim? Kısaca her yönüyle bir yanılsama hali mi benim yaşadığım? 

Beni tüm bu soruları sormaya ve kendimden şüphelenmeye iten, aynı duygu ve düşünceleri paylaştığım ve aynı iklimden beslendiğim kişilere yabancılaşmam. Acaba ben mi yabancılaştım, onlar mı? Onlar çoğunluk olduğuna, onların sesleri gür çıktığına ve kendilerinden emin konuştuklarına göre acaba bir başına olan ben yozlaşmış olabilir miyim? Zira sözüm yabancılaşmış, fikirlerim yabancılaşmış, yazılarım yabancılaşmış... Üstelik aynı duyarlılıkta da değilim. Bu durum bir alanda değil; siyasi, sosyal, kültürel, dinen ve ahlaken de böyle. Neden-sonuç, sebep-sonuç ilişkilerine bakışımız da öyle. Onlar Hanya’dalar, bense Konya’dayım. Onlar Mersine doğru yol alırken ben tersine gidiyorum. Çoğunluk yanılamayacağına göre öyle zannediyorum, benim hayata bakışımda, olayları değerlendirişimde ve her şeyi algılayışımda bir sorun var. Nasıl böyle oldum, inanın ben de bilmiyor ve anlamıyorum. Yediğim, içtiğimde midir, okuduklarımdan mıdır, bilmiyorum. Bir özeleştiri yapıp kendime geleceğime, koku almayan burnumun dikine gidiyorum ve hepsine ilaveten aynı dili de konuşmadığımızı iddia ediyorum. Kendimi Ashabı Kehf gibi görmem ama yaşadığım şoka bakılırsa, tıpkı onlar gibi uzun yıllar uykuda kalıp, mahallem aya giderken acaba ben yaya kalmış olabilir miyim? Bir başına olmam, bundan mıdır?An itibariyle Yedi Uyurların yaşadığı şoku yaşıyorum zira.  Hasılı yaşadığım bu illüzyon halinden kurtulmam ve tez elden kalabalıkların içine karışmam gerek. Allah aklıma, duyularıma, anlayışıma, istikametime vs. mukayyet versin.

Yandığımın Resmi

Pazar pazar, pazartesi sendromunu yaşarken önüme bir alışveriş listesi kondu. Listenin başında beyaz ve renkli deterjan vardı. Sonrasını okumadım. Bu dert önceki derdimi unutturdu. Vara cumartesi, pazar da çalışsaydım. Pazartesi sendromu da nedir ki dedim. 

Bir düşüncedir aldı beni. Alsam ne kadardır, hangi markette indirim vardır, düşün dur. Komşudan istesek, ekmek ve yumurta değil ki bu. 

Hemen aklıma, biraz kirli giyinemez miyiz, giydiğimizi çıkarıp sonra giyemez miyiz dedim. Pazar pazar soğuk esprileri sevmem dedi ev. Espri yapan kimdi halbuki. Hiç olmadığı kadar ciddiydim üstelik. Bu devirde, bu zamanda alışveriş yapmak büyük cesaret isterdi çünkü.

Daha ben bunları hazmetmeye çalışırken arka arkaya şunlar da lazım denmez mi? Mübarek vur dediysem, öldür demedim ki... (bulaşık deterjanı, un, yumurta, peynir, irmik vs.)

Markete gitmeden, market daha bana vurmadan içimi bir düşüncedir aldı. Ya bu yazımı birileri okursa. Ondan sonra al başına belayı. Çünkü her şeyden nem kapan, niyet okuyan, her şeyi kendine ve bir yere çeken bir güruh türedi bugünlerde. Hemen "Sen hayat pahalılığından dert yanıyorsun. Sen git bu alacaklarını Almanya'dan al bakalım, kaç lira tutacak? 80'den önceki kuyrukları unutmadık daha. Bunu sana hatırlatırım. Tüm bunları ve dış güçleri de ihmal etme..." diyecekler. O yüzden bu yazdıklarımı unutun.

Komşudan isteyemeyeceğime göre içinizde bana, daha önce fazlaca aldığı renkli ve beyaz deterjanı aldığı fiyattan verecek var mı? Veremem diyeniniz olursa, fiyatlar makule ininceye kadar bana birkaç çay bardağı borç verecek olanınız var mı? Bunu da veremem derseniz, çamaşırları size getirsem de sizde yıkansa olmaz mı? Şöyle on, on beş kişi çıksa her birinize bir defa getiririm.

Sözün özü, bilin ki çarem sizsiniz. Eğer siz de çare olmazsanız, yandığımın resmidir. Allah ne beni ne sizi başkasına, eşe-dosta, özellikle namerde muhtaç etmesin, başkasının eline baktırmasın. Altından kalkamayacağımız dert vermesin. Kendi yağımızla kavrulmayı nasip etsin. 09.01.2022