8 Aralık 2022 Perşembe

Ali İhsan Varol ile Kelime Oyunu *

TV2'de hafta içi her akşam Ali İhsan Varol'un hazırlayıp sunduğu "Kelime Oyunu" adında bir yarışma programı var. Uzun yıllardır devam eden bu programı izleyenler bilir, izlemeyenler için kısaca değineyim:

Önceleri beş kişinin yarıştığı programa, bu sezondan itibaren 4 yarışmacı katılıyor. Yarışmada dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz ve on harfli olacak şekilde 2'er soru soruluyor. Toplamda 14 kelimeye dört dakika içerisinde cevap verilmesi gerekiyor. Her harfe 100 puan veriliyor. Yarışmacılar harf aldıkça 100 puan kaybediyorlar. Her günün birincisi diğer günlerin birincisi ile haftalık yarışmaya, ardından hafta birincileri de ay birincileri olarak yarışıyor. 

18 yaşını dolduran herkesin katılabildiği programda; kelime hazinesini güçlendirme, zihni yoklama ve zorlama, düşündürme, heyecan, bilgilendirme, zamanla yarışma, stres, espri, gülerken ve güldürürken öğretme, değer verme, nezaket, zarafet, seviye, tatlı rekabet vb. var. Yani iyilik ve güzellik adına yok yok. Programa renk katan kahraman ise programı hazırlayıp sunan Ali İhsan Varol'dur. Nezaket ve zarafetiyle, programına bir seviye getiren ve bu seviyeyi her programında koruyan Ali İhsan Varol'un diğer tüm yarışma programlarına, yarışmacılara ve sunuculara örnek olmasını isterim. Programın uzun yıllar devam etmesinde ve izlenmesinde programın her safhasında emeği bulunan Sayın Varol'un payı büyük. İzlemeyenlere bu programı izlemesini ısrarla öneririm.

Niyetim programı anlatmak, reklamını yapmak ve Ali İhsan Varol'dan bahsetmek değil idiyse de Kelime Oyunu demek Ali İhsan Varol demek ve Ali İhsan Varol'dan bahsetmemek olmaz. Ali İhsan Bey'i görür görmez nezaket, zarafet, beyefendilik, görgü, empati, insanın onurunu koruma, moral verme, içtenlik, değer verme vs. gözümün önüne geliyor. Öncelikle bu hakkı teslim edeyim. 

Programda benim gördüğüm, yarışmacılara sorduğu kelimeyi buldurmak için yardımcı olmaya çalışan ve değişik ipuçları veren Ali İhsan Varol, tüm yarışmacıların sarf ettiği toplam efordan daha fazla efor sarf ediyor olmasıdır. Zira kelimeyi bulsun diye adeta çırpınıyor. Dikkatimi çeken bir başka yön ise yarışmayı kazansın veya kaybetsin tüm yarışmacıların moralle ve onurlandırılarak gönderilmesidir. Kaybeden yarışmacı bile kazanmış edasıyla omuzları kabararak gidiyor yerine. Kazanma iddiasını kaybedene hakeza. "Efendim, bu aslında siz değilsiniz. 9 bin puanı çok kolay alabilirdiniz. Falan kelimede koptunuz. Aslında dilinizin ucuna geldi, bir türlü söyleyemediniz, süre sıkıntınız oldu, bugün şans faktörü yanınızda değildi, bunu saymıyorum, bir daha bekliyorum. Moral alkışını yeterli bulmadım. Haydi bir defa daha alkışlayalım." gibi sözlerle kaybeden her yarışmacı, önce "Bu ben miyim acaba" diyor. Ardından iltifatların ardı arkası kesilmeyince "Evet, bu benim, ben neymişim de haberim yokmuş" deme noktasına geliyor ve kişiye kendisini değerli olduğunu hissettiriyor.

İddiası olsun veya olmasın, moral bulmak, onurlanmak, iltifatlar görmek isteyen bu programa katılsın derim. Zira program ve sunucudan her birimizin alacağı örnekler var. Zira Varol'un farklı bir güdüleme özelliği var. Özellikle anne ve babaların, emrinde personel çalıştıranların ve eğitimcilerin alacağı dersler var. Çünkü bu yarışmada kişileri suçlama yok. Suçlama olmayınca yarışmacılar da savunma ve mazeret üretme ihtiyacı hissetmiyorlar. Suçlama yerine, kişilerden verim elde etmek, kişileri kazanmak esas olmak olmalı. Bunun yolu da Ali İhsan Bey'in yaptığı moral depolama ve motive etmektir. Öğrencileri kazanmak ve onların başarısını artırmak için öğretmenlerin bu metoda çok ihtiyacı vardır ve her eğitimci, bu programın müdavimi olmalıdır. Zira Ali İhsan Bey'den öğrenilecek çok şey var. Yaşa, Var ol Ali İhsan Bey!

*17 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Adalet mi, Eşitlikçi Anlayış mı?

Yapılan bir açıklama ile devletin doğal gazı sübvanse etmesi sonlandırılmıştı. Şimdilerde yüzde 75'inin devlet tarafından karşılandığı dillendiriliyor yeniden. Bu demektir ki kullanılan ısınma giderinin yüzde 25'ini vatandaş öderken yüzde 75'ini devlet karşılıyor. 

Örneklendirirsek, diyelim ki vatandaşa bu ay 1.000 liralık fatura geldi. Bu faturaya devlet tarafından ödenen kısmı da dahil edersek, bu fatura toplamı 4.000 lira demektir. Yani vatandaş bu meblağın çeyreğini ödüyor. Tamamını ödese yandı demektir. Devlet aynı zamanda imkanı olmayan bir kısım vatandaşın yakıt giderini de karşılıyor. Varsın karşılasın. Zira sosyal devlet olmanın bir gereğidir.

Bir an için devletin sübvanse etmesi olmasa, giderin tamamının vatandaş tarafından ödenmiş olsa, bu ısınma giderini bir kısım vatandaşın karşılayabilmesi, özellikle asgari ücretli olarak çalışan kimselerin ödeyebilmesi zor görünüyor. Bu yönüyle sübvanse yerinde. Devletin ödemesine gelince, karşılanan 2/3'lük kısım büyük bir rakam. Devlet bunun altından nasıl kalkıyor? Nereden ödüyor bunu? Düşündürücü değil mi? Devletin yedekte parası olsa ya da cari fazlamız olsa varsın ödesin. 

Bildiğimiz gibi devletin gideri, gelirinden daha fazla. Gelir gideri karşılamayınca devlet borçlanma yoluna gidiyor. Sübvanse edilen kısmı karşılamak için devlet borçlanıyorsa, buna faiz de ödüyor demektir. Bu da doğal gaza ödenen ana paradan daha fazla para ödediğimiz anlamına gelir. Sonuçta yakıt giderlerinin 2/3'ü devlet tarafından karşılansa da bu para vergi yoluyla yine vatandaştan çıkacak, bu da bütçedeki kara deliklerin daha da artması demektir. Hasılı, kış döneminde bizim lehimize görünen sübvanse, ilerisi düşünüldüğü zaman çok da makul görünmüyor. Zira borç yine bizim borcumuz.

Devlet yakıtta ve diğer ihtiyaç hissedilen alanlarda sübvanse uygulasın. Zira buna ihtiyaç var. Burada eleştirim, herkesin yakıt giderinin yüzde 75'ini karşılamasına. Devlet niye bu toptancı anlayışı seçer, inan anlamış değilim. Devletin bu yaptığı eşitlikçi anlayıştır. Halbuki böyle yapacağına, gelire göre sübvanse uygulaması bana daha makul geliyor. Mesela,

*sabit geliri olmayan ve geçimini sosyal yardımlarla karşılayan kimselerin yüzde 100'ünü, 

*asgari ücretle çalışanların % 75'ini,

*geliri 10.000 liraya kadar olanların % 50'ini,

*geliri 15.000 liraya kadar olanların % 25'ini ödesin.

*Geliri 15.000 liranın üzerinde olanlardan ise sübvanse uygulamasın, tamamını alsın. Böyle yaptığı takdirde daha adilane olur. Eşitlikçi anlayış mı yoksa adil bir ödeme planı mı derseniz, ben gelire göre ödeme planının yapılmasını hakkaniyete daha uygun görürüm. Hakkaniyet ölçüsü hem toplum yapımıza hem de dini anlayışımıza uygundur. Dinimizde namaz ve oruç herkese farz iken zekat ve hac, nisap miktarı dediğimiz zenginliğe ulaşınca kişiler zekat vermekle ve hac yapmakla sorumlu tutulur. 

Devletin bu toptancı ve eşitlikçi anlayışı sadece doğal gaz ödemelerinde sübvanseden ibaret değil. Aynı şekilde katma değer vergisi (KDV) ve özel tüketim vergisinde de aynı şekilde. Öyle ki sosyal yardımlarla devletin desteklediği ihtiyaç sahipleri de aynı KDV ve ÖTV ödemek zorunda. Bence bu da adalet değil. ÖTV ve KDV'de zengin-fakir tasnifi zor olabilir belki. Mesela, alışverişte herkes aynı vergiyi öder ama kişilerin gelir durumuna göre devlet, aldığı bu vergiden belirli bir oranını harcama yapan kişilerin hesabına iade edebilir. Bu teknolojik imkanlarla bunun yolu da bulunur. Yeter ki dert edinilsin.

7 Aralık 2022 Çarşamba

Mutsuz İnsanların Mutluluğu

İnsanoğlunun tüm çabası huzur bulmak içindir hatta huzursuzluğu da huzur aramasındandır. Tüm çabaya rağmen insanoğlu huzur ve mutluluğu yakalayabilmiş midir? Buna buldu demek çok iddialı olur. Zaten bulsa bile bir insanın tüm hayatında huzurlu ve mutlu olması mümkün değil. Çünkü tek başına huzur ya da huzursuzluk tabiatın ruhuna aykırıdır. Bu dünyanın doğasında sevinmek ve üzülmek, huzur ve huzursuzluk vardır. Bugün keyfim yerinde diyen bir bakmışsın, ertesi gün ruhsal yönden çökmüş olabiliyor. Bakmayın insanların çarşı-pazarda dolaşıp güldüğüne, hal-hatır sorulduğunda iyiyim dediğine. Zira herkesin içinde ne fırtınaların koptuğunu ancak kişilerin kendisi bilir. Tüm buna rağmen hayat devam ediyor.

Gözlemlerime göre huzursuz insanlar iki tür davranış gösterebiliyor. Bir kısmı insanlardan uzaklaşır, kendi kabuğuna çekilir, kimseye karışmadan küçük dünyasında yaşamaya devam eder. Huzuru böyle bulmaya çalışır. En azından kimseye zarar vermeyeyim düşüncesindedir. 

Bazıları da huzuru başkalarının huzurunu kaçırmada bulur. Bu tipler çocukluğunda veya sonraki yıllarda ne yaşamıştır bilinmez ama yaptıklarına bakılırsa, fırtınalı bir çocukluk geçirdiklerini ya da sonrasında derin izler bırakan ama hatırlamak istemedikleri bir geçmişleri olduklarını düşünebiliriz. Bir başına kalamaz bunlar. Çünkü yalnızlık yani bu kimselerin kendi başına kalması demek, kendisinde derin izler bırakan geçmişiyle baş başa kalması demektir. Hatırlamak istemeseler de akılarına damar. Bu ise onları ne uyutur ne oturtur. Dışarıya kalabalıklar içerisine atarlar kendilerini. Meşgale ararlar. Zira kendilerine dertlerini unutturacak bir şeyler bulmaları gerekir. Orada da rahat durmazlar. İçlerindeki kavgalarını oradakilere gün vermeyerek sürdürürler. Çünkü geçici huzuru başkasının huzurunu bulmada bulurlar. Bu tipleri görenler, ilişmeyeyim ya da bana ilişmesin deyip sağa sola sıvışmaya çalışırlar. Zira istemedikleri burunlarının dibinde bitmiştir. Bu tipler içerisinde bir de üst yönetici olanlar varsa, emri altında çalışan personelin vay haline. Gelmesiyle birlikte herkesin huzuru kaçar ama yapılacak bir şey yok. Başkası gibi çekip gidemezler. Çünkü ekmek tekneleridir orası. Emir ve talimatlar peşi sıra gelir. Yapmayız denmez ama yapılanlar da beğenilmez. Çünkü sadece kendileri vardır mükemmel. En iyisini kendileri bilir ve yaparlar. Durmadan hata ve eksik ararlar ki onlara kükresinler. Hiçbir şey bulamasalar bile niye gecikildi, siz ne iş yaparsınız, bir şeyi bile yapıp getiremiyorsunuz, ne kadar vakit oldu derler. Personelin moralinin bozuk olduğunu görür görmez keyfe gelip huzur bulurlar. Tüm bunlar yeterli mi onlar için? Yetmez. Zira aldıkları keyif ve huzur geçicidir. Kendilerini atarlar başka bir tarafa. Çünkü huzurun devam etmesi için oradakilerin de huzurlarını kaçırmaları gerekir. 

Hasılı, başkasını huzursuz etmekle huzur bulanlar bir yerde uzun süre eğleşmezler. Ne eksik bulurum düşüncesiyle oradan oraya dolaşır dururlar. Başka daha nasıl huzursuz ederim düşüncesiyle yeni icatlar ortaya sürerler. Bu tipler ne istişareye açıktırlar ne de eleştirilere. Makul gerekçelere bile tahammülleri olmaz. Çünkü başına buyrukturlar. Maceradan maceraya koşarlar. Ne kadar kırıp dökerlerse kardır onlar için. Onlara göre bir kendileri çalışıyorlar. Başkaları ise yatıyor hep. Kendileri olmasa bulundukları yeri bilmem ne götürür. Bu yüzden kendilerini bulunmaz Hint kumaşı görürler. Böyle görseler de bu koltuklarından ayrıldıkları zaman kimsenin yüzlerine bakmayacaklarını da çok iyi bilirler. Ama ne edersiniz ki kendileriyle barışık olmayanların başka da yolları yoktur: Huzur bozacaklar ki huzur bulalar.