29 Kasım 2022 Salı

Neyin Kafası? *

İlkokul çağındaki çocuğunu okula göndermeyen bir vatandaşla karşılaştım. Niçin göndermediğini sordum. Dini gerekçelerle göndermediğini söyledi. İçimden ben bunu ikna ederim. Benim için çocuk oyuncağı dedim. Şuradan, buradan derken alttan aldım, üstten çıktım, ayet hadis okudum, İslam tarihinden ve peygamberlerin hayatından anekdotlar anlattım. Ama nafile. Bir saatlik zaman diliminde bırakın ikna olmayı. Nuh dedi, peygamber demedi. Benden fazla o konuştu. Bana vaaz verdi anlayacağınız.

Ona göre;

Devlet küfür devletiydi. 

Toplum ise şirk toplumu. 

Devlette görev alanların zaten yatacak yeri yoktu. 

Camilerde ki imamlar birer belamdı. Beraber olduğumuz zaman ben namaza kalktım. Onlar akşam kılarız dedi. 

Arkamdaki fotoğrafı gösterdi durmadan. Yanıma gelme sebebi de bana tebliğ yapmak, bu durumdan beni kurtarmak olduğunu, rızkı verenin Allah olduğunu söyledi. 

"Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir" ayetini önce orijinalinden okudu. Ardından anlamını verdi.

Kendisinin İmam Hatipte okuduğunu, okul hayatı boyunca yalan yanlış bilgilerle beynini yıkadıklarını, anlatılan dinin gerçek dinle alakasının olmadığını, müzik ruhun gıdasıdır dediklerini, gıda alacağım diye durmadan her yerde müzik dinlediğini, çeyrek hafız olduğunu, gerçek İslam'ı gizlemek için Kur'an'ın mealini okutmadıklarını, birkaç yıl önce İnternette bir hocayı dinlediğini, müziğin boş şey olduğu gerçeğini ondan öğrendiğini, ardından telefonundaki kayıtlı 750 müzik parçasını tek tuşla sildiğini, artık müzik dinlemediğini, kendisine gerçekleri gösteren bu hocayı durmadan dinlediğini vs. ikide bir Arapçasından ayetler okuyarak bana vaaz verdi.

Ona, görüşlerine katılmasam da saygı duyuyorum. Konumuza dönelim. 45 yaşına gelinceye kadar cahiliye dönemi yaşadığını, tarikat ve cemaatlere karşı olduğun halde bu hocayı dinleyerek kendince doğru yolu bulduğunu söylüyorsun. Okur yazar olmasaydın, devletin bu okullarında okumasaydın, bu araştırmayı yapabilecek miydin dedim. Rabbimin sayesinde dedi. Çocuğun da okusun. Şeytan kitap yazdı ise onun kötü biri olduğunu öğrenmek için onun da kitabını okusun. Çocuğunu okula göndermezsen, senin araştırdığın gibi çocuğun birçok şeyi araştıramaz. Sürekli göndermesen de bazı günlerde gönder okula dedim. Çocuğum cahil kalmıyor ki... Buraya gelmeden çocuğuma iki saat ders verip geldim. Her gün ders vererek onu yetiştiriyorum dedi. Sadece çocuğumu değil, şu ana kadar beş kişiyi hidayete erdirdim. Durmak yok. Daha çok kişiyi yola getireceğim dedi. 

Çocuğunuz zorunlu eğitim yaşında. Okula göndermemekle suç işliyorsun. Göndermediğin her gün için idari para cezası var dedim. Ceza gelirse gelsin. Hiç umurumda değil. Zaten ödemem. İstersen kapıma polis gelsin, istersen içeriye atsınlar. Kararım kat'idir. Bir gün bile göndermem. Korkum yok dedi. Param olmadığı için çocuğumu okula göndermediğimi sanıyorsan, eskisinden çok param var. Kooperatifim vardı sattım. Devletle ne işim varsa bıraktım. Yeğenlerimin üniversite okumasını engellemeye çalıştım. Akrabalarım bana tavır aldı ama pes etmek yok dedi. 

Devlette görev alanlara söylediklerinden dolayı Yusuf peygamberin Mısır'da hazine işlerinin yükümlülüğünü aldığını, bu konuda ne demek istediğini sordum. Belamlar bunun arkasına sığınıyor. Aslı astarı yok bunun. Yusuf süresini oku. Bir defa Yusuf bu görevi almadan önce Mısır kralı Yusuf'un dinine girdi. Ondan sonra Yusuf bu görevi üstlendi dedi. Yusuf süresini biliyorum. Kralın hidayete ermesi durumu söz konusu değil. Hangi ayette yazıyor dedim. Yusuf süresinde yazıyor dedi. 

Hasılı, eli yüzü düzgün, ağzı laf yapan, dini bilgisi olan, kendi elinin emeğiyle geçinen, herkese inandığı dini anlattığını söyleyen ve kendince tebliğ görevi yaptığını ifade eden bu arkadaşı bir saat dil dökmeme rağmen ikna edemedim. Sayısının az olmadığını sandığım bu tür arkadaşlar neyin kafasını yaşıyor, bilemiyorum. Öyle zannediyorum, bu kişiler, 80'li yılların "Bu devlet darülharptır. Bu ülkede cuma kılınmaz. Devlette görev alınmaz..." dönemini biraz geriden yaşıyorlar. Çocuklarını da bu gerekçelerle okullara göndermiyorlar. 80'li yıllarda çok gündemde olan "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse kafirlerin/zalimlerin/fasıkların ta kendisidir" ayetlerini ağızlarından düşürmüyorlar. Yine tağut, belam, şirk gibi kavramları da aşağı yukarı her cümlelerinde kullanıyorlar. 

Bu tür düşüncede olanları ayıplamıyorum. Bunların üzerine gidilsin de demiyorum. Samimiyetlerini de sorgulamıyorum. Ki bu düşüncelerinde samimi olduklarına inanıyorum. Bu düşüncedeki insanların sayısı içimizde az değil. Bizimle birlikte yaşıyorlar. Çoğu da çocuğunu okula göndermiyor. Bunlar nasıl ikna edilir bilmiyorum. Etkili ve yetkililerin, bunları ikna edecek bir orta yol bulmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Gördüğünüz gibi ben başarılı olamadım. Ama bunlara yaklaşacak mutlaka bir yol vardır. Yeter ki devlet bunu dert edinsin. Görmezden gelinerek bir şey yok olmuyor. Burada devlete ve devlet adına ülkeyi yönetenlere görev düşüyor. Demek ki bu kafadaki insanlar devlete güvenmiyor, verdiği eğitimi din karşıtı görüyor. Pekala bunlara güven vererek bir adım atılabilir. Unutmayalım ki ikna edemediğimiz doğru, doğru değildir. Devlet el atmaz, bu kafayı görmezden gelir, yok kabul ederse, tabiat boşluk kabul etmez. Bu tip insanları bazı yerlerdeki toplantılarda ve YouTube kanalları  aracılığıyla bazı hocalar eğitiyor. Belki bu hocalardan işe başlanabilir.

*03 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

28 Kasım 2022 Pazartesi

Vakfiyeler Hiç mi Değiştirilemez? *

İslam medeniyetinde, kaynağını ayet ve hadisten alan vakıflar var. Şimdilerde azalsa da geçmişte hemen hemen her konuda bir vakıf bulmak mümkün. Her vakfın da amacı doğrultusunda hizmet etmesi için vakfiyeleri vardır. Çünkü ileride birileri bu tür vakıfları eline geçirerek vakfın imkanlarını amacı dışında kullanabilir. Bu yüzden vakfiyeler önemlidir ve değiştirilmemeli.

Vakfiyeler hiç değiştirilemez mi? Şartların değişmesine göre vakfiye de değiştirilmeli yani güncellenmeli. Ne demek istediğimi bir örnek vererek açıklamak istiyorum. Konya'nın bir mahallesinde, imamların kadrolu olmadığı, cami cemaatinin parayla imam tuttuğu çok eski yıllarda, cami cemaatinden bir hayırsever, tarlasını camiye vakfeder. Hazırlanan vakfiyeye de "Bu tarlanın gelirinin 3'te 2’si caminin ihtiyaçları için harcanacak. Geriye kalan 3'te 1'i de imama verilecek" yazılır.

Gördüğünüz gibi hayırsever iyi düşünmüş. Caminin tamir, ısınma ve diğer ihtiyaçlarının giderilmesi için camiye sürekli bir gelir olsun diye düşünmüş. Aynı şekilde camide görev yapan imamı da ihmal etmemiş. Bu yol ile İmam, aylık veya yıllık gelirinin bir kısmını buradan karşılayacak. Geri kalan kısmını da her ay veya yıl sonu cemaatten toplayacak. Cami ve imam için bir akar olan bu inceliği düşünen vakıf sahibine sonsuz teşekkürler. Allah hayrını kabul etsin. Amel defteri de daima açık olsun.

Bir ay öncesinde bu vakfiyeden haberim oldu. Hayırseverin vakfiyesi aynı şekilde devam ediyormuş. Yani tarlanın gelirinin üçte ikisi camiye, üçte biri de imama. Camiyi anladım. Aynı cami. İhtiyaçları vardır. Gelir, vakfiyede olduğu gibi aynen verilmeye devam etsin. Burada sorun, üçte birinin imama verilmeye devam etmesi. Burada gariplik nerede derseniz, imamlar bugün kadrolu ve maaşlı. Yani eskisi gibi parasını cemaat vermiyor. Üstelik diğer devlet memurlarına göre çoğunun cami yanında lojmanı bile var. Maaşlı olmasına rağmen bu vakfiyenin aynen uygulanması doğru mu? Bence doğru değil. Diyelim ki vakfiyenin dışına çıkılamaz. İmam niye bu parayı alıyor? Ben bunu hiç etik bulmam. Vakfiyeyi yürütenler vakfiyeye uygun şekilde imama verseler bile imamın, "Arkadaş, bu vakfiyenin şartları değişti. Bu vakfiye yazıldığında buranın imamı devletten maaş almıyordu. Ben ise devletten maaş alıyorum. Bu maaşı alamam" demesi gerekmez mi? Haydi aldı diyelim. İmamın, "Bana verilen bu parayı caminin ihtiyaçlarında kullanmak üzere bağışlıyorum. Kesin makbuzu" demeli değil mi?

Diyelim ki vakfiye sahipleri dini derinliğe sahip olmadıkları için cesaret edemiyor ve imamın payını vermeye devam ediyor. Paranın yüzü sıcak misali imama ek gelir olduğu için imam da almıyorum diyemiyor. Bu durum dini konuda uzman fıkıhçılara soruluyor. Onların verdiği cevap da "Vakfiye değiştirilemez. İmam almaya devam edecek" şeklinde fetva veriyorlar.

Hasılı, geçmişte hayırseverin sadakayı cariyem olsun diyerek vakfettiği tarlanın gelirini bugün bu vakfiyeyi devam ettirenler vakfiyeye uygun şekilde vermeye devam ediyor. Veren veriyor, alan alıyor, birileri de almasında sakınca yok diyor. Kusura bakmayın ama kıt aklım ve yarım dini bilgimle söylüyorum. Bu vakfiye bu haliyle devam etmemeli, güncellenmeli: Tarlanın gelirinin üçte üçü de caminin ihtiyaçlarına harcanacak, nokta denmeli. Böyle olursa bu vakfiyenin bir anlamı olur. Bugünkü haliyle imama ek gelir şeklindeki payı uygun ve dini görmüyorum. Bu tür vakfiye sadece Konya'daki bir caminin vakfiyesinde yazmıyordur. Öyle zannediyorum, birçok ilimizde benzer durum söz konusudur. Diyanet yetkililerinin şartları değişmiş vakfiyelere güncel bir fetva vermeli. Kafalardaki müphemi gidermeli. 

*02 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Akıllı Ol!

—Babacığım, yazar olmak istiyorum. 

—Çocuklara yönelik hikaye ve masal yazarlığı mı? İyi para kazanırsın. Okul okul dolaşır, kitaplarını imzalarsın.

—Değil. 

—Ne yazarlığı o zaman? 

—Bir gazetede köşe yazarlığı. 

—Ne tür konulara yer vereceksin? 

—Gündeme dair her konuda. 

—İyi halt edersin. 

—Niye ki? 

—Gündem dediğine dini, siyasi, ekonomi vb. her konu girer. 

—Öyle elbet. 

—Hiç tavsiye etmem evlat. 

—Neden? Yazmak, bir konuda görüş ortaya koymak iyi değil mi? Okuyucunun buna ihtiyacı var.

—Boş ver bu ihtiyacı kim karşılarsa karşılasın. Kendine başka bir meşgale bul. Sonra kimsenin ihtiyacını bu tür yazılarla karşıladığı falan yok. Bu ülkede herkes her konu ve her şeyin alimidir. 

—Niye ki? 

—Kutuplaşan ve herkesin tarafgir olduğu ülkemizde senin yazı yazmanın bir karşılığı yok. Zira herkesin safı belli. 

—Bu kadar olacağını sanmıyorum. Yine de deneyeceğim. Bu konuda önerilerin ne olur? 

—Yazılarında nasıl bir yaklaşım izleyeceksin?

—Doğruya doğru, yanlışa yanlış. Eleştirel yaklaşacağım. Bu yanlış, doğrusu şu diyeceğim. Kişiselleştirmeden hareketleri tenkit edeceğim. Kimsenin, hiçbir grup ve zümrenin adamı ve kılıç sallayanı olmayacağım...

—Yani yanacağım diyorsun. 

—Ne alaka? Buna kim ne diyebilir? 

—Esas bu yolu takip edersen yanarsın. Zira kimse içinden geldiği gibi yaz demiyor. Kendi kafa yapısına uygun yazarsan seni el üstünde tutarlar. Yani noterler olmanı istiyorlar yoksa tu kaka yaparlar. Bu şekil birileri seni el üstünde tutarken diğer kesim seni yağcı ve yalaka olarak görür. Kimseye yaranamazsın. Hele eleştirel yaklaşımdan seni men ederim. Zira eleştirinin bu topraklarda karşılığı yok. Şakşakçı olacaksan o başka. 

—Eleştiri doğru olsa da mı? 

—Esas doğru eleştiri sorun. Çünkü "Bizi esas inciten eleştiriler isabet eden eleştirilerdir".  Zira çok dokunur. O yüzden eleştiri yolunu seçeceksin, isabet etmeyen eleştiriler yap. Değilse, vazgeç bu sevdadan. 

—Yazacağım. 

—Oğlum, baba sözü dinle. Yok, illa yazacağım diyorsan, kutuplar arasında kalma. İki kutuptan birini, özellikle güçlü olanı seç. Böylece en azından bu adam bizden diyen arkanda bir çoğunluk olur. Yok illa yazacağım diyorsan;

Fincancı katırlarını ürkütmeyeceksin. Ne şiş yanacak ne de kebap. Hiç renk vermeyeceksin. Hem nalına  hem mıhına vuracaksın ya da etliye sütlüye karışmayan yazılara yer ver. Siyasi söylemlerden uzak dur. İma yoluyla bile olsa asla güçlü olanı eleştirme. İnan, bir kaşık suda boğarlar. Hiçbir şey yapmasalar bile seni değerli yalnızlığa duçar ederler. Görüşlerini takdir edenlere gelince, kendi içlerinde senin görüşlerine katılsalar dahi ne olur ne olmaz diyerek yanında görünmezler. Yani yel değirmenlerine karşı savaşamazsın. O yüzden akıllı ol. Bırak başkasını, Türkiye’yi ve dünyayı düzeltmeyi ve yol göstermeyi, kendini düzeltmeye ve kurtarmaya bak. İşte o zaman gemisini kurtaran kaptan olursun.