Ana içeriğe atla

Akıllı Ol!

—Babacığım, yazar olmak istiyorum. 

—Çocuklara yönelik hikaye ve masal yazarlığı mı? İyi para kazanırsın. Okul okul dolaşır, kitaplarını imzalarsın.

—Değil. 

—Ne yazarlığı o zaman? 

—Bir gazetede köşe yazarlığı. 

—Ne tür konulara yer vereceksin? 

—Gündeme dair her konuda. 

—İyi halt edersin. 

—Niye ki? 

—Gündem dediğine dini, siyasi, ekonomi vb. her konu girer. 

—Öyle elbet. 

—Hiç tavsiye etmem evlat. 

—Neden? Yazmak, bir konuda görüş ortaya koymak iyi değil mi? Okuyucunun buna ihtiyacı var.

—Boş ver bu ihtiyacı kim karşılarsa karşılasın. Kendine başka bir meşgale bul. Sonra kimsenin ihtiyacını bu tür yazılarla karşıladığı falan yok. Bu ülkede herkes her konu ve her şeyin alimidir. 

—Niye ki? 

—Kutuplaşan ve herkesin tarafgir olduğu ülkemizde senin yazı yazmanın bir karşılığı yok. Zira herkesin safı belli. 

—Bu kadar olacağını sanmıyorum. Yine de deneyeceğim. Bu konuda önerilerin ne olur? 

—Yazılarında nasıl bir yaklaşım izleyeceksin?

—Doğruya doğru, yanlışa yanlış. Eleştirel yaklaşacağım. Bu yanlış, doğrusu şu diyeceğim. Kişiselleştirmeden hareketleri tenkit edeceğim. Kimsenin, hiçbir grup ve zümrenin adamı ve kılıç sallayanı olmayacağım...

—Yani yanacağım diyorsun. 

—Ne alaka? Buna kim ne diyebilir? 

—Esas bu yolu takip edersen yanarsın. Zira kimse içinden geldiği gibi yaz demiyor. Kendi kafa yapısına uygun yazarsan seni el üstünde tutarlar. Yani noterler olmanı istiyorlar yoksa tu kaka yaparlar. Bu şekil birileri seni el üstünde tutarken diğer kesim seni yağcı ve yalaka olarak görür. Kimseye yaranamazsın. Hele eleştirel yaklaşımdan seni men ederim. Zira eleştirinin bu topraklarda karşılığı yok. Şakşakçı olacaksan o başka. 

—Eleştiri doğru olsa da mı? 

—Esas doğru eleştiri sorun. Çünkü "Bizi esas inciten eleştiriler isabet eden eleştirilerdir".  Zira çok dokunur. O yüzden eleştiri yolunu seçeceksin, isabet etmeyen eleştiriler yap. Değilse, vazgeç bu sevdadan. 

—Yazacağım. 

—Oğlum, baba sözü dinle. Yok, illa yazacağım diyorsan, kutuplar arasında kalma. İki kutuptan birini, özellikle güçlü olanı seç. Böylece en azından bu adam bizden diyen arkanda bir çoğunluk olur. Yok illa yazacağım diyorsan;

Fincancı katırlarını ürkütmeyeceksin. Ne şiş yanacak ne de kebap. Hiç renk vermeyeceksin. Hem nalına  hem mıhına vuracaksın ya da etliye sütlüye karışmayan yazılara yer ver. Siyasi söylemlerden uzak dur. İma yoluyla bile olsa asla güçlü olanı eleştirme. İnan, bir kaşık suda boğarlar. Hiçbir şey yapmasalar bile seni değerli yalnızlığa duçar ederler. Görüşlerini takdir edenlere gelince, kendi içlerinde senin görüşlerine katılsalar dahi ne olur ne olmaz diyerek yanında görünmezler. Yani yel değirmenlerine karşı savaşamazsın. O yüzden akıllı ol. Bırak başkasını, Türkiye’yi ve dünyayı düzeltmeyi ve yol göstermeyi, kendini düzeltmeye ve kurtarmaya bak. İşte o zaman gemisini kurtaran kaptan olursun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde