26 Kasım 2022 Cumartesi

Temsil Makamı

Devlet memurluğuna atanmada genellikle 18 yaşını doldurma şartı aranır. Yöneticilik gibi daha fazla sorumluluk gerektiren görevlerde ise yaş şartı aranmasa da kıdem aranır. Buna da gereksinim vardır. Çünkü meslekte tecrübe kazanmak önemlidir. Seçme ve seçilme yaşı 18 olmasına rağmen cumhurbaşkanı olmada, üniversite mezunu olma şartının yanında 40 yaşını doldurmak da gerekir. Peygamberler de çoğunlukla bu yaşta peygamber olarak görevlendirilmişlerdir. 

İşe girmede erken yaş tercihi, yöneticilikte belli bir kıdem aranırken cumhurbaşkanlığında 40 yaşını doldurma şartı anayasaya konmuş. Akıl yaşta değil başta dense de Cumhurbaşkanı olmada 40 yaş şartının aranması çok isabetlidir. Çünkü 40 yaş olgunluk çağıdır.  Bu çağ hamasetten ve slogandan uzak, ağırbaşlılığın ön planda olduğu, kararların daha soğukkanlı olarak ele alındığı, olaylara çok yönlü bakıldığı ve tecrübenin konuştuğu çağdır.

Burada Fatih Sultan Mehmet için bir parantez açmak gerek. Zira bazılarınız bu örneği verebilir. 19 yaşında padişah olmuş, 21 yaşında da İstanbul'u fethetmiştir. Çok erken bir yaş. Ama kaç kişi bu yaşta bu sorumluluğu alabilir ve başarı gösterebilir? Yani Fatih özel bir durumdur. Bu konuda söyleyeceğim bir diğer husus, eski insanların 20'li yıllarda gösterdiği olgunluğu bu çağda 35-40'a çıkarmak gerek. 

Konumuza tekrar dönersek, bir il veya ilçede devleti birinci derece temsil etme görevini üstlenen vali, kaymakam, belediye başkanı vb. yönetici ve amirlerde de bazı şartlar olmalıdır. 

* Kırk yaşını doldurma, 

*Askerliğini yapma, 

*Evlilik gibi şartlar konmalı. Çocuk sahibi olma tercih sebebi olmalıdır. 

Evlenip çoluk çocuk sahibi olmamış, evine karşı sorumluluğunu üstlenmemiş, bekar hayatı yaşayan kişilere merkez ve taşrada birinci derece temsil makamında görev verilmemelidir. Kişi; vali, kaymakam, belediye başkanı vs. olmak istiyorsa özellikle evlilik, bekara göre tercih sebebi olmalıdır. Aynı şekilde erkeklerde askerliğini yapma da şart koşulmalıdır. Çünkü şimdilerde pek dillendirilmese de "Askerliğini yapmayan adam yerine konmaz" denir bizim kültürümüzde. 40 yaş şartı da önemsenmelidir. Çocuk sayılabilecek yaşta kişileri temsil makamına getirmek sorunlara sebebiyet verebilir. Çünkü buralar acemilerin acemiliğini atacağı, kırıp dökeceği, egolarını tatmin edeceği, maceradan maceraya koşulacak yerler değildir, çocuk avutma yeri hiç değildir, devleti temsil makamıdır. Devletin ise hata yapma lüksü yoktur. Buralarda görev verilecek kişiler hayatın diğer alanlarında ve mesleğinde iyice pişmesi gerekir. Ev hayatı olmalıdır. Evde kendisini bekleyen çoluk çocuğu olmalıdır. Yaşça olgunlaşmadan, mesleğinde tecrübe kazanmadan koca bir ilin veya ilçenin sorumluluğunu vermek telafisi zor yaraların açılmasına sebebiyet verir. Herkesten de 21 yaşındaki Fatih'in gösterdiği olgunluk beklenmemelidir. 

Bu durum adliyelerde görev yapan hakim ve savcılar için de geçerlidir. Daha doğru dürüst hayatın sorumluluğunu üstlenmemiş, muhakeme gücü iyice gelişmemiş ve alanıyla ilgili tecrübe kazanmamış kişileri okulu bitirir bitirmez adalet dağıtsın diye görev vermeyi çok doğru bulmuyorum.

25 Kasım 2022 Cuma

Maceraperest

—Oğlum, arkadaş ve dost isimlerinin yazılı olduğu ajandamı getirir misin? 

—Hayırdır baba, ne yapacaksın? 

—Lazım getir. Zira ben ne yapacağımı biliyorum. 

—Buyur ajandayı. 

—Sende dursun. Aç sayfaları. Oradaki isimleri oku. Üzerini çiz dediklerimi çiz. Hatta çarpı at. 

—Falan oğlu falan.

—Ama bu senin arkadaşlıktan da öte dostum dediğin biri. Bunu nasıl çizersin? Bir yanlışlık olmasın? 

—Bir zamanlar öyleydi. 

—Şimdi ne oldu böyle? 

—Canım öyle istiyor. Keyfimin kahyası mısın? At çarpıyı. 

—Niye?

—Öyle büyütülecek bir şey yok ama benim bir prensibim ve yol haritam var. Arkadaşlığı ben başlatırım, ben bitiririm. Onunla arkadaşlığı bitirmek istiyorum.

—Aklıma yatmadı ama sen bilirsin. Falan var listede.

—Ona da çarpı at.

—Şu?

—Ona da.

—Fazla kalmadı. Aşağı yukarı tüm yol arkadaşlarını çizdin. Şimdi ne yapayım? 

—Listeye şunları ekle.

—Bunlar mı yeni dostun? Eğer böyleyse bunlara ne kadar güvenebilirsin? Sonra bunlar yolda buldukların değil mi?

—Karışma işime. Sen anlamazsın. Sadece dediğimi yap.

*

—Evlat, şu ajandamı bir daha getir.

—Ne yapacaksın yine? Yoksa yeni ilaveler mi var?

—İlaveler daima olacak. Eski üzerine çarpı attıklarımı bir daha oku. 

—Şu?

—Ona ne zaman çarpı atmışız?

—9 yıl olmuş.

—Yeterli. Kaldır üzerindeki çarpıyı.

—Kaldırdım çarpıyı. Diğerlerinde kiminin 11 yıl, kiminin beş yıl olmuş çarpı atalı.

—Beş yıl dursun. Attığımız çarpı en azından 8-10 yıl dursun.

—Bu çarpıları niye kaldırıyoruz? Yoksa pişmanlık mı duydun?

—Ne pişmanlığı? Ben de asla pişmanlık olmaz. 

—Şimdi nereye gidiyorsun?

—Çarpısını kaldırdıklarımla görüşmeye.

—Ayaklarına mı gidiyorsun?

—Evet.

—Ne yapacaksın?

—Aradaki buzları eritmeye gidiyorum.

—Özür mü dileyeceksin?

—Ne özrü? Ne yaptım ki özür dileyeyim. Bir defa baban hata yapmaz. Yaparsa da kuldan özür dilemez.

—Anlamıyorum. Madem arayı bulacaksın, zamanında arayı niye bozdun? Sormazlar mı burada bir çelişki yok mu diye? Bu arada o arkadaşların mı değişti yoksa sen mi?

—Karşıyı bilemem ama ben asla değişmem. Dün ne idiysem, bugün de oyum.

—Tekrar soruyorum, madem bir değişme yok. Arkadaşlarının birer birer ayağına gideceksin. Yine her şey eskisi gibi olacaksa, bu işi yıllar yılı niye devam ettirdin? Onca gerginliğe değer miydi? Ya bunca yılın zararını nasıl telafi edeceksin?

—Olur gider evlat bunlar. Zarar da olur ziyan da. 

—O zaman niye?

—Niye niye diye sorup durma. Dedim ya yukarıda arkadaşlıkları ben başlatırım, ben bitiririm diye. O zaman öyle gerekti, şimdi böyle. Herkes bunu böyle bilecek. Bu arada sustun. İkna oldun değil mi?

—İkna olmadım. Tek kelimeyle pes diyorum. Zira maceraperestsiniz ve kumar oynuyorsunuz. Kumar da en tehlikeli oyundur.

Kapalı Zarfın Gizemi

—Baba, bu kapalı zarflarda ne var? Niye tutuyorsun bunları? 

—Her bir zarfta edindiğim arkadaş ve dostların isimleri var.

—Baya çok arkadaş edinmişsin. Ne yapacaksın bunları?

—Günü gelince defterlerini dürüyorum.

—Nasıl?

—Canım sıkıldığı zaman bu karışık zarflardan bir tane seçiyorum. Zarftan kim çıkarsa, onunla arayı bozuyorum. Bozmakla da kalmıyorum, o dostumu düşman belliyorum. Ona olan düşmanlığımı sürekli gündemde tutuyorum. Başkalarını da üzerlerine salıyorum. Eski dostum ne yapacağını şaşırıyor ve savunmada kalıyor. Onunla epey bir uğraştıktan sonra yeni bir tanesini seçiyorum. Ona da aynısını yapıyorum. Böyle böyle devam ediyorum.

—Niye bozuşuyorsun? Sana karşı bir kusur mu işlediler yoksa?

—Eh biraz kusurları oluyor.

—Birazcık kusurdan arkadaşlık sonlandırılır mı? İletişim kurarak gidermeye çalışsan. 

—Ben böyle istiyorum. 

—Üzülmüyor musun?

—Aksine zevk alıyorum.

—Neyin kafasını yaşıyorsun baba? Olur mu böyle şey? Böyle giderse arkadaşsız kalırsın. Zira hatasız dost arayan dostsuz kalır.

—Yerine yeni zarf koyuyorum tabi. Bunlar benim yeni dostlarım oluyor. Yani arkadaş bulmada zorlanmıyorum. Zira elimi sallasam ellisi birden sıraya giriyor.

—Yani eski dostlarının yerine yolda bulduklarınla yola devam ediyorsun.

—Aynen öyle.

—Eski dostlarınla bir daha görüşmüyor musun?

—Hemen değil. Yıllar yılları kovalıyor.

—Hemen yapsan?

—O kadar da değil. Biraz ağırdan almak gerek.

—Sonra?

—Düşman belleyip bir kenara koyduğum eski dostlarımla tekrar arkadaşlık kuruyorum.

—Onlar mı senin ayağına geliyor yoksa sen mi onların ayağına gidiyorsun?

—Yerine göre değişiyor. Bazen onlar bazen ben. Ama ağırlıklı olarak ben onların ayağına gidiyorum.

—Bu durum sana ağır gelmiyor mu?

—Niye ağır gelsin? Böyle daha renkli oluyor. Gerilimi severim. Değilse yaşayamam. Zira benim meşgalem bu. 

—Dostlarınla bozuşmaktan dolayı maddi ve manevi kayıp veya telafi edilemez zararlara uğramıyor musun?

—Zarar oluyor ama ben hiç zarar etmem. Ceremesini başkası çeker. Ben her halükârda kazanırım. Kazanamayacağım ata oynamam. 

—Hoş bir durum mu bu?

—Niye hoş olmasın? Onlar da benim gibi akıllarını kullansınlar, zarar görmesinler. Herkesi ben mi düşüneceğim?

—Kendine Müslümansın yani?

—Ne alaka? Ağzımdan ayet, hadis, dürüstlük eksik oluyor mu hiç?

—Kimseyle bozuşmadan yeni arkadaşlar edinip arkadaş sayını çoğaltsan nasıl olur?

—Olmaz oğlum öyle. 

—Niye?

—Ben macerayı, gerilimi, gündemde kalmayı pek severim. Biriyle bozuşup diğerine yanaşma şeklinde bir prensibim var. 

—Prensibim dediğin bu mu senin?

—Evet bu. Anlamadıysan söyleyeyim. Bu konuda parolam, arkadaşlığı ben başlatırım, ben bitiririm. 

—Tamam da çelişmiyor musun?

—Nerede burada çelişki?

—Hem bozuşup hem sonra bir araya gelme çelişki değil mi?

—Evlat, hayatın bir parçası bu. İnsan bugün küser, yarın barışır.

—Yani şimdi dün olmaz dediğini, asıp kestiğini, son sözü söylediğini değiştirmen çelişki olmuyor mu?

—Oğlum, uzatma artık. Benim için hayat dün dündür, bugün de bugündür. Kim ne derse desin. Millet bir şey diyecek diye kişiliğimden ödün mü vereyim.