23 Kasım 2022 Çarşamba

İftirasının İçinde Boğulmak

—Tehlikeli sularda yüzüyorsun. 

—Yüzme bilmiyorum ki tehlikesi olsun. Yüzmek için suya girmeyince tehlike de olmuyor. 

—Sulandırmayalım. Ciddiyim. 

—Ben de hiç olmadığı kadar. 

—Benden söylemesi. Dikkat et kendine. 

—Ne yapıyormuşum ki? 

—Yazılarında kişileri hedef gösteriyormuşsun. Kişiler hakkında yazıyormuşsun. 

—Zinhar iftiradır. Bir defa kişileri hedef almam. Kişilerle ilgili de yazmam. Zira kişilerle uğraşmak basit insanların işidir ve hiç işim olmaz. Yazılarımda yer ve şahıs olmaz. Kişilerin söylem ve yaptıklarını tenkit etme vardır. Tenkitler de ortaya söylenmiş sözlerdir. Yazılarımı okuyan kendinde bu özellikler yoksa hiç üzerine almayacak. Varsa, gocunacak. Çünkü ancak yarası olan gocunur. Zaten gocunulsun diye yazılıyor. Değilse, sayfa doldurmak ve çeşitlilik olsun diye değil. Bu şekil alınganlık gösterenlere de hayırdır, niye alındın yoksa bunlar sende var mı diye sormak gerekmez mi? Hasılı sözüm ortayadır. Sahibi alacak ve demek ki böyle bir görüntüm var diyecek. Bunlar ayıplı bir durum ise kendisine çeki düzen verecek. Çok hoşuna gidiyorsa, bu benim ben diyerek kendini açık edecek ve kendisiyle gurur duyacak. 

—Devlet aleyhine yazı yazdığın söyleniyor. 

—Bu da iftiradır. Ben bu devletin bayrağı altında yaşıyorum. İnsanın devleti aleyhine yazı yazması için aklını peynir ekmekle yemesi lazım. Bugün ev ve işyerlerimizde rahat edebiliyor, bir yerden bir yere güvenle gidebiliyorsak, yani kendimizi emniyette hissedebiliyorsak, devlet sayesindedir. Birçok imkanlar ve hizmetler ayağımıza geliyorsa, yine devletin sunduğu imkanlar sayesindedir. En kötü devlet devletsizlikten iyidir. Ayrıca devletin dili yoktur. Ondan kötülük sadır olmaz. Zira tüzel kişiliktir. Devlet adına suç işleyenler, üzerine aldığı emaneti bihakkın yerine getirmeyenler görevlerini yapmadıkları için eleştirilir. Hasılı kim ki devletin aleyhinde yazıyor derse, ancak iftira etmiş olur. İftira atan ancak kalbini diline yansıtır, karnından konuşmuş ve niyet okuyuculuğu yapmış olur. İyi niyetle de bağdaşmaz. Esas hedef gösterme budur. 

—Kurumların aleyhine yazmana ne demeli? 

—Devlet hakkında ne düşünüyorsam, kurumlar hakkında da aynısını düşünürüm. Kurumlar bizlere hizmet için vardır tıpkı devlet gibi. Bize hizmet için var olan kurumları kötülemek yediği kaba pislemek demektir. Kurumlar adına eleştiri varsa, o kurumları yöneten amir ve memurların işini savsaklaması dolayısıyladır. Görevini mevzuat çerçevesinde yöneten kişiler ancak takdir edilir, değilse tekdir edilir. 

—Hakkındaki isnatlara genel olarak ne dersin? 

—Tüm bu isnat ve iftiraların arkasında belli ki birileri benim yazılarıma bel bağlamış. Yazılarımı geriye dönük didik didik okuyarak bir umut bir şeyler bulmaya çalışıyor. Belli ki benimle ilgili bir kuyruk acısı var. İftirasının arkasında da bana duyduğu amansız kin ve intikam duygusu olmalı. Beni günah keçisi olarak seçmiş belli ki. Tüm bunları yaparken burnundan kıl aldırıp kendi ile yüzleşmiyor. Sonuç alırsa acısını ne kadar dindirir bilinmez ama belli ki sevinecek. Unutmasın ki niyet okuyuculuğu yapıyor, karnından konuşuyor. Efendi olmak istiyorsa bilsin ki bu yaptıkları efendiliğe yakışmıyor tıpkı dedikoduculuk yakışmadığı gibi. Bilsin ki iftira atanlar attıkları iftiraların içinde boğulurlar.

Gücünü Makamından Alan Tipler

Hemen hemen her konuyla ilgili birden fazla fıkralarımız mevcuttur. Çünkü fıkra kültürümüzün bir parçasıdır. Fıkralar, anlatılan konuya ayrı bir renk ve hava katar. Yeter ki yerinde, zamanında ve kıvamında anlatılsın. Güldürürken düşündürür. Çünkü her fıkra ve hikayeden alınacak kıssalar vardır. Aynı fıkra bazen farklı farklı konularda da anlatılabiliyor. 

Toplumda fıkra sevmeyenimiz yoktur. Yeter ki kişi düz kontak ve anlatılan her fıkrayı üzerine alınacak kadar alıngan biri olmasın. Düz kontak fıkra sevmez. Çünkü anlamaz. Anlamadığını da kabul etmez. Alıngan ise fıkranın mesajına odaklanacağı yerde paratoner gibi üzerine çeker. Gülüp geçeceği ve gülerken hisse alacağı yerde kırılganlaşır. 

Bu kısa açıklamanın ardından herhangi bir konudan bahsetmeden bir fıkra paylaşacağım. Fıkrayı, kulakları çınlasın, fakültede Orhan Çeker'den dinlemiştim. Orhan Hoca da derslerde yeri geldiği zaman konuyla ilgili fıkralara yer verirdi. 

"Keçinin biri dama çıkmış. Aşağıdan kendi halinde geçip gitmekte olan kurda çemkirmeye başlamış. Ağzına geleni söylüyormuş. Hakaretin bini bir para. Bağırıp çağırıyormuş. Sana şunu yaparım, bunu yaparım şeklinde tehditler savurmuş durmuş. 

Tüm bunları aşağıda dinleyen kurt sağına soluna bakmış. Sonra kafasını yukarıya kaldırmış. Elini ağzına götürerek sus işareti yapmış. Ama keçi bu. Laftan sözden anlar mı? Konuşmaya yine devam etmiş. Kurt damdaki keçiye; bak, milletin içinde yapma bunu demiş ama keçi yine saydırmaya devam etmiş. Kurt, biliyorum biliyorum, bu lafları sana söyleten senin keçiliğin değil, bulunduğun o makamdır. Bunları sana orası söyletiyor, bana da dinlemek düşüyor ama şu anda yapılacak bir şey yok. Sen oradan ininceye kadar sabredeceğiz sana." demiş.

Fıkradan ne mesaj aldınız, aldığınız bu mesajı nerede kullanırsınız bilmiyorum. Bildiğim, fıkra anlatıldıktan sonra vermek istediği mesaj şudur denmez. Çünkü arif olana tarif gerekmez, vermek istediği mesaj şudur denmez ise de hoşgörünüze sığınarak fıkrayı biraz irdelemek istiyorum. Fıkra, oturduğu makamın altında ezilen, makamının hakkını veremeyen, elindeki makamın verdiği yetkiyi hoyratça kullanan, kendini ispatlamaya çalışan, makam budalası, burnu havada, ben yaptım oldu diyen ve ne oldum delisi makam sahiplerini anlatıyor. Buradaki dam makamı, keçi de makam sahibini temsil ediyor. Aşağıdaki kurt da vatandaş ya da makam sahibinin memurudur. Kurda göre daha zayıf olan keçiyi, bu şekil davranmaya iten sebep, keçinin gücünü makamdan almasıdır. Oturduğu koltuğa hak etmeden birilerinin referansıyla gelen kimseler, egolarını altındaki memurları ezerek gösterirler. Tüm güçleri, oturdukları makamla sınırlıdır. Bunlar makama güç veren değil, gücünü makamından alan kişilerdir. Makamdan indikten sonra keçiliği gider, kuzuya dönerler ve yalnızlara mahkum olurlar. Kuzuya dönmemek için de makamda tutunmaya çalışırlar. Makamlarına işeseler dahi o koltuktan kalkmazlar.

Aslında makam yükseldikçe o makamda oturan kişiler, meyve veren ağaç misali, insanlara ve memurlarına daha yakın daha sevecen ve daha babacan olurlar. Kendilerine ulaşmak da kolaydır. Gücünü makamdan alan makam sahipleri ise meyve vermeyen ağaç gibidirler. Burunları havada ve tevazuudan eser yoktur. Kendilerine ulaşılması zordur. Kapısında bekletmekten zevk alırlar. Yardım etmedikleri gibi burunlarını her şeye sokarlar. Her şeyi en iyi ben bilirim havasında olurlar. İnsanlarla ve memurlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynarlar. Son dakika golü atmaktan, işleyişe çomak sokmaktan zevk alırlar. Kendilerinden başka herkes yatıyor, çalışmıyor. Yalnız kalmaktan pek korkarlar. Bu yüzden bir orada bir burada olurlar. Gittikleri yerde de ağır azam durmazlar. Huzuru başkalarının huzurunu bozmakta bulurlar. Her şeye maydanoz olmayı, kendilerinden altta olanlara parmak sallamayı pek severler. Çünkü onlara göre başkaları işlerini düzgün yapmıyor. Kendileri olmasa millet araziye uyar, o kurumu b.k götürür. Bu yüzden kendilerinin olması ve Allah vergisi zekaları sayesinde herkesi yola getirebiliyorlar. Akıl ve zekalarına aşık, kendilerini vazgeçilmez sanan bu tipler, düşman başına diyeceğim ama bazen burnunun ucunda bitebiliyorlar. Allah, kendisiyle ve çevresiyle barışık, gittiği yere huzur ve güven veren, vardığı yere pozitif enerji veren iyi makam sahibi kişilerle karşılaştırsın.

22 Kasım 2022 Salı

Kilit Komşu

—Komşu komşu, hu hu hu! 

—Hayırdır? 

—Ziyaretinize geldik. 

—Ne ziyareti? Bugün bayram mı yoksa? Hoş, ne zamandır buradayız. O kadar bayram geçti. Bugüne kadar kapımızı çalmadınız. Sahi, hangi dağda kurt öldü, ne ziyareti bu şimdi?

—Efendim komşu komşunun külüne muhtaç. 

—Bunu siz mi söylüyorsunuz? Bugüne kadar bize söylemediğinizi bırakmadınız. Kimse bunların evine girmeyecek. Bunlar eşittir eşkiya. Eşkiya eşittir bunlar demediniz mi? 

—Efendim, komşular arasında olur böyle şeyler. Dün dündür bugün de bugün. Bugüne dair yeni şeyler söyleyelim. 

—Ayağınıza tereyağı sürmek isterdik ama malum, yağların yanına varılmıyor. En iyisi bu anı ölümsüzleştirmek için bir fotoğraf çekelim. 

—Çekmesek olmaz mı? 

—Niye ki? 

—O zaman bu fotoğrafı hatıra olarak saklayalım. Sizden istediğimiz, bizim buraya geldiğimizi kimse bilmesin. Bunu herhangi bir yerde paylaşmayalım. 

—Bir sakıncası mı var? 

—Bize göre yok da bu fotoğrafı gören düşmanlarımız ileri geri konuşur. Geçmiş konuşmaları gündeme getirirler. Kısaca yok yere moral bozarlar. 

—Anlamadım ama fotoğrafı zaten paylaştık. Birileri bir şeyler söylerse de bu sizin meseleniz. Bizim kapımız size ve başkasına her daim açık. 

Neyse sadede gelelim. Sizi dinliyoruz. 

—Efendim, sebebi ziyaretimiz, biliyorsunuz mahallemizde bir seçim olacak. Bu seçimde biz adayız. Karşımızda da bir aday olacak. Bu seçim diğer seçimlere benzemiyor. Kıran kırana geçecek. Onlar da yeterli çoğunluğu sağlayamıyor, biz de. 

—Bundan bize ne?

—Oyunuza ihtiyacımız var. Çünkü siz şu anda kilit komşusunuz. Bize verirseniz biz, onlara verirseniz onlar kazanacak. Her ne kadar bugünlerde aramız biraz limoni olsa da geçmişte güzel günlerimiz oldu. O günlerin hatırına oyunuzu bize verin. 

—Bunu değerlendirebiliriz. Yalnız bunu kayda geçirelim. Siz bizi aranıza çağırın. Biz de davetinize icabet edip size oy verelim. Yani kartları açık oynayalım. Bunu tüm mahalleli bilsin. 

—Efendim, iyi güzel diyorsunuz da bu kartı bu seferlik açık oynamasak olmaz mı? 

—Nasıl olacak bu? 

—Kısaca oyunuzu bize verin. Zira demokrasilerde oy gizlidir. Ama yanımızda görünmeyin. Yani size değil, oyunuza ihtiyacımız var. Külünüz gibi anlayın. 

—Şimdi anladık. Oyunuzu verin, yüzünüzü şeytan görsün diyorsunuz. Bugünleri de gördük ya daha ne diyelim.

*

—Komşu komşu hu hu hu! 

—Ne oldu len sıraya mı girdiniz? Dün üçü birden, bugün altınız birden. Bugünlerde bize bu sevginiz nereden kaynaklanıyor? 

—Sormayın efendim. İşimiz düştü. 

—Hayırdır, siz ne istiyorsunuz?

—Efendim, malumunuz yakında bir seçim var. Bu seçim çok çekişmeli. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Mahallenin yönetimini almamız an meselesi. Mahallede iktidar olmak için hiç bu kadar avantajlı olamamıştık. Zira arslan yaralı. 

—Madem bu kadar umutlusunuz. Bizden ne istiyorsunuz? 

—Bize bir el verirseniz, bu iş kesinleşecek. Çünkü rakibimizle başa başız. Yenmek için desteğiniz gerekli. 

—Yahu daha bir adayınız bile yok. Yamalı bohça gibisiniz. Seçime birlikte gireceğiniz bile belli değil. Zira pamuk ipliğine bağlı bir araya gelmeniz.

—Aday kolay efendim. Yeter ki siz he deyin. 

—He diyelim demesine de bunda ciddi misiniz emin değiliz. Zira vebalı gibi bizden kaçtınız hep. Bizimle görünmemeye özen gösteriyorsunuz. Şimdi ne yüzle oy istiyorsunuz? Madem bize muhtaçsınız. Alın bizi aranıza. Olsun bu iş. 

—Aramıza alamayız efendim. Rakiplerimiz bunu kullanır. Lafa söze varır. Ele güne karşı ne deriz sonra? 

—Anlamadık. Bizi istiyor musunuz, istemiyor musunuz? 

—Efendim, sizi değil, oyunuzu istiyoruz. Yanımızda görünmeyeceksiniz ama oyu bize vereceksiniz. 

—Oh ne ala! İyi Valla. Bizi ne siz istiyorsunuz ne de rakipleriniz. Ama utanmadan oylarımıza talipsiniz. Ne iş bu böyle?

—Böyle demeyin efendim. Bizi kimse anlamıyor, kimseye de kendimizi anlatamıyoruz. Siz bari anlayın. 

—Neyse szinle fotoğraf çekinmiş miydik? Dur hemen çekinelim. Şöyle bir poz verelim. 

—Aman efendim! Aynı karede görünmeyelim. Ne biz size geldik ne de siz bizi kabul ettiniz. Bizi gelmemiş kabul edin. Siz yine de bir düşünün. 

*

—Komşu, bugünlerde eviniz pek bir ziyaretçi akınına uğruyor. Millet sizi yeni mi keşfetti yoksa?

—Sormayın, bir grup geliyor, ardından öbür grup. Dün bize mesafe koyanların hepsi sıraya girdi.

—Size niye mesafe konduğunu hiç sorguladınız mı?

—Bizim bir suçumuz yok ki biz halkların hakkını savunuyoruz.

—Bakıyorum, burnunuzdan hiç kıl aldırmıyorsunuz. Gören de sizi ak kaşık sanır. Siz değil misiniz, eşkiya ile aranıza mesafe koymayan, sınır uçlarımıza sürekli dokunan.

—Biz buyuz efendim, herkes bizi böyle bilsin. Sonunda bu halimizle kilit komşu olduk. Yani sonucu biz belirleyeceğiz. Kabul etseler de durum bu, kabul etmeseler de durum bu.