Ana içeriğe atla

Gücünü Makamından Alan Tipler

Hemen hemen her konuyla ilgili birden fazla fıkralarımız mevcuttur. Çünkü fıkra kültürümüzün bir parçasıdır. Fıkralar, anlatılan konuya ayrı bir renk ve hava katar. Yeter ki yerinde, zamanında ve kıvamında anlatılsın. Güldürürken düşündürür. Çünkü her fıkra ve hikayeden alınacak kıssalar vardır. Aynı fıkra bazen farklı farklı konularda da anlatılabiliyor. 

Toplumda fıkra sevmeyenimiz yoktur. Yeter ki kişi düz kontak ve anlatılan her fıkrayı üzerine alınacak kadar alıngan biri olmasın. Düz kontak fıkra sevmez. Çünkü anlamaz. Anlamadığını da kabul etmez. Alıngan ise fıkranın mesajına odaklanacağı yerde paratoner gibi üzerine çeker. Gülüp geçeceği ve gülerken hisse alacağı yerde kırılganlaşır. 

Bu kısa açıklamanın ardından herhangi bir konudan bahsetmeden bir fıkra paylaşacağım. Fıkrayı, kulakları çınlasın, fakültede Orhan Çeker'den dinlemiştim. Orhan Hoca da derslerde yeri geldiği zaman konuyla ilgili fıkralara yer verirdi. 

"Keçinin biri dama çıkmış. Aşağıdan kendi halinde geçip gitmekte olan kurda çemkirmeye başlamış. Ağzına geleni söylüyormuş. Hakaretin bini bir para. Bağırıp çağırıyormuş. Sana şunu yaparım, bunu yaparım şeklinde tehditler savurmuş durmuş. 

Tüm bunları aşağıda dinleyen kurt sağına soluna bakmış. Sonra kafasını yukarıya kaldırmış. Elini ağzına götürerek sus işareti yapmış. Ama keçi bu. Laftan sözden anlar mı? Konuşmaya yine devam etmiş. Kurt damdaki keçiye; bak, milletin içinde yapma bunu demiş ama keçi yine saydırmaya devam etmiş. Kurt, biliyorum biliyorum, bu lafları sana söyleten senin keçiliğin değil, bulunduğun o makamdır. Bunları sana orası söyletiyor, bana da dinlemek düşüyor ama şu anda yapılacak bir şey yok. Sen oradan ininceye kadar sabredeceğiz sana." demiş.

Fıkradan ne mesaj aldınız, aldığınız bu mesajı nerede kullanırsınız bilmiyorum. Bildiğim, fıkra anlatıldıktan sonra vermek istediği mesaj şudur denmez. Çünkü arif olana tarif gerekmez, vermek istediği mesaj şudur denmez ise de hoşgörünüze sığınarak fıkrayı biraz irdelemek istiyorum. Fıkra, oturduğu makamın altında ezilen, makamının hakkını veremeyen, elindeki makamın verdiği yetkiyi hoyratça kullanan, kendini ispatlamaya çalışan, makam budalası, burnu havada, ben yaptım oldu diyen ve ne oldum delisi makam sahiplerini anlatıyor. Buradaki dam makamı, keçi de makam sahibini temsil ediyor. Aşağıdaki kurt da vatandaş ya da makam sahibinin memurudur. Kurda göre daha zayıf olan keçiyi, bu şekil davranmaya iten sebep, keçinin gücünü makamdan almasıdır. Oturduğu koltuğa hak etmeden birilerinin referansıyla gelen kimseler, egolarını altındaki memurları ezerek gösterirler. Tüm güçleri, oturdukları makamla sınırlıdır. Bunlar makama güç veren değil, gücünü makamından alan kişilerdir. Makamdan indikten sonra keçiliği gider, kuzuya dönerler ve yalnızlara mahkum olurlar. Kuzuya dönmemek için de makamda tutunmaya çalışırlar. Makamlarına işeseler dahi o koltuktan kalkmazlar.

Aslında makam yükseldikçe o makamda oturan kişiler, meyve veren ağaç misali, insanlara ve memurlarına daha yakın daha sevecen ve daha babacan olurlar. Kendilerine ulaşmak da kolaydır. Gücünü makamdan alan makam sahipleri ise meyve vermeyen ağaç gibidirler. Burunları havada ve tevazuudan eser yoktur. Kendilerine ulaşılması zordur. Kapısında bekletmekten zevk alırlar. Yardım etmedikleri gibi burunlarını her şeye sokarlar. Her şeyi en iyi ben bilirim havasında olurlar. İnsanlarla ve memurlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynarlar. Son dakika golü atmaktan, işleyişe çomak sokmaktan zevk alırlar. Kendilerinden başka herkes yatıyor, çalışmıyor. Yalnız kalmaktan pek korkarlar. Bu yüzden bir orada bir burada olurlar. Gittikleri yerde de ağır azam durmazlar. Huzuru başkalarının huzurunu bozmakta bulurlar. Her şeye maydanoz olmayı, kendilerinden altta olanlara parmak sallamayı pek severler. Çünkü onlara göre başkaları işlerini düzgün yapmıyor. Kendileri olmasa millet araziye uyar, o kurumu b.k götürür. Bu yüzden kendilerinin olması ve Allah vergisi zekaları sayesinde herkesi yola getirebiliyorlar. Akıl ve zekalarına aşık, kendilerini vazgeçilmez sanan bu tipler, düşman başına diyeceğim ama bazen burnunun ucunda bitebiliyorlar. Allah, kendisiyle ve çevresiyle barışık, gittiği yere huzur ve güven veren, vardığı yere pozitif enerji veren iyi makam sahibi kişilerle karşılaştırsın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde