16 Şubat 2022 Çarşamba

Bilmediğini Bilmeyen Bir Sürücü

2017 yılında bir ziyaret için bir grup arkadaşla cuma namazından sonra Karaman'a gidip geleceğiz. Gruba katılabilmem için cuma namazını çarşıda kılmam gerekiyor. Ezana beş on dakika var. Meslektaşlara, çarşı tarafına gidecek var mı diye sordum. Ben gidiyorum, sizi götüreyim dedi.

Bindik arabasına. Tali yoldan ana caddeye doğru yanaştık. Sağlı sollu araç yoğunluğu arasında bizim kaptan, sol tarafa sinyal vererek gelen araçlara aldırmadan araçların arasına daldı. Hoca Hanım, tali yoldan giriyoruz. Araçlar vızır vızır geçiyor. Beklememiz gerekmiyor muydu dedim. “Sinyal verdim hocam” dedi. Hocam, sinyal verdiniz de yol bizim değildi ki deyince “Sinyal verdim ya sinyal verdim mi iş biter” dedi. Bence sinyal de versek beklememiz gerekirdi dedim. “Sorun yok hocam. Ben trafik kurallarını iyi bilirim. Bugüne kadar hiç kaza yapmadım” deyince böyle kuralları bilen ve bugüne kadar hiç kaza yapmayan usta şoföre ne denebilirdi ki. Sesimi kesip işine hiç karışmadım. İhsaniye ışıklarına varınca, ezanlar da okunmaya başlamıştı. Hoca Hanım, ışıkta durmuşken ben burada ineyim. Çok teşekkür ediyorum diyerek arabadan inmek için davrandım. “Hocam, hani Hacı Veyiszade Camiinin orada inecektiniz. Sizi götüreceğim oraya kadar” dedi. Çok sağ olun, burası daha uygun olacak deyip arabadan indim.

Doğrudur, Hoca Hanım, bildiği trafik kurallarından dolayı hiç kaza yapmamıştır. Ama eminim ki böyle sürmesinden dolayı çoğu kazaya sebebiyet vermiştir. Bu kazalardan dolayı da acaba, bu kazada benim bir payım olabilir mi diye hiç düşünmemiştir. Niye düşünsün ki. Gördüğüm kadarıyla trafik kurallarını bilmediğini bilmiyor. Bilmediğini bilmeyen birine de kuralın ne olduğunu hatırlatmanın fayda etmeyeceğini benim iyi bilmem lazımdı. Sorunun kendinden kaynaklandığını bilmeyince zaten problemin kaynağının kendisi olduğunu hiç öğrenemeyecek. Vaziyet bu olunca Hoca Hanım araba sürmeye devam edecek. Çünkü no problem. Bu durumda Hoca Hanımla trafikte karşılaşanlar düşünsün.

15 Şubat 2022 Salı

Skor, Maç Sonucu ve Şampiyonluk *

Futbol, kıyasıya mücadeleyi gerektiren, seyredenlere seyir zevki veren, hem oyuncu hem de seyirciler için heyecan ve stresin bol olduğu bir spordur. Bir zamanlar amatörce oynanan futbol bugün para kazandıran devasa bir sektördür.

Futbol varsa maç vardır, rakipler vardır ve maç doksan dakikadır.

Maç başlamadan önce rakibin eski maçlarına bakılır. Rakibin güçlü ve zayıf yönleri tespit edilir ve rakibe göre bir plan ve taktik geliştirilir. Kimin kimi tutacağı, hangi futbolcunun rakibi kesebileceği belirlenir. Hazırlık maçları bunun üzerine bina edilir.

Maç başlar, maçta gol atmak esastır. Her gol, gol atana moral verdiği gibi rakibi de strese sokar. Skoru artırmak, skoru korumak ve maçın sonucunu galip bitirmek önemlidir. Çünkü 90 dakikanın sonucunda alınan puan, attığın gol sayısına göre değil, bir gol de olsa rakibini yenmene bağlıdır.

90 dakikanın sonucunda galip gelmek ve 3 puan almak önemli ama esas önemli olan tüm rakipleri geride bırakarak ligi şampiyon bitirmektir. Bu yüzden futbol maçı, uzun soluklu bir maraton gibidir.

Sezon bitiminde ligi önde bitirmek önemli ama daha da önemlisi sezon şampiyonluğunu diğer sezonlarda da tekrar edebilmek ve arka arkasına şampiyon olabilmektir. Çünkü büyük takımlar geçmişi şampiyonluklarla dolu olan takımlardan oluşur ve lig tarihine altın harflerle yazılırlar.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımı kısaca tekrar edersek, maçta skor, maçın bitimine kadar skoru korumak, ligin bitiminde şampiyon olmak ve bu şampiyonluğu, izleyen yıllarda da tekrar etmek, her futbol takımının istediği ve özlemidir. Bugün yerlerde sürünseler de futbol tarihimize üç büyükler diye geçen GS, FB ve BJK böyledir. Bu üç takımın zayıf olduğu yıllarda müzesine şampiyonluk götüren Anadolu takımlarımız olsa da bunlar devamını getiremiyor ve bir istikrar abidesi olamıyorlar. Bu yüzden bunlara büyük takım denmiyor.

Buradan izninizle güncele gelmek istiyorum. Özellikle siyasete. Çünkü siyaset de bir nevi futbol maçı gibidir. Siyaset, lig gibi her yıl tekrarlanmasa da beş yıldan beş yıla seçmenin karşısına çıkıyor. Yani müsabaka beş yıldan beş yıla. İyi bir ekip ve programla halkın karşısına çıkıp halkın teveccühünü alır ve onları ikna edebilirse o siyasi parti ülkenin başına gelir ve bir beş yıl yönetir. Siyasi parti problemleri çözer, halkın elini rahatlatır ve halk da bu hizmetlerden memnun olursa o siyasi parti tekrar tekrar seçim kazanır. Halk başka parti arayışına girmez.

Ne zamanki hep iktidara gelen parti eskisi gibi çalışmaz, halkın kronikleşmiş problemlerini çözmez, istek ve taleplerine cevap vermezse, önceki hizmetlerin hatırına, halk birdenbire desteğini çekmez ise de ilerleyen yıllarda problemlerine hala çözüm bulunamazsa, desteğini biraz çekerek aklını başına al der. Bu siyasi parti güç bela seçim kazanmaya devam eder. İktidar olanlar bu destek azalışının nedenini iyi incelemez, nasılsa kazanıyorum der ve halkın taleplerine eskisi gibi kulak vermezse, seçmen başka alternatif arayışına girer. Gerekirse gider bir başka siyasi partiye oy verir ve başkasını iktidara taşır. Bu durumda kimsenin halka kızmaya hakkı yoktur. Bu halk desteğini verirken iyi, desteğini çekerken kötü olamaz. Halk aynı halktır. Burada seçimi kaybeden parti, bu halk benden desteğini niçin çekiyor diye kendini sorgulamalıdır.

Burada birileri, halkın futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmasını bekler ve bu halk eski günlerin hatırına bana yine oy verir derse, kimse kusura bakmasın, bu halk hatır için oy vermez. Bu arada takım tutar gibi parti tutan yok mu? Partilerin kemikleşmiş oyları vardır. Bunlar partileri iyi çalışsa da iyi çalışmasa da yine partilerine oy verir. Ama unutmayalım ki bu ülkede kemikleşmiş oylarla iktidara gelinmez. Seçimlerin yönünü değiştirenler ve iktidarları alaşağı edenler ve bir başka siyasi partiyi iktidara getirenler her seçimde oyunu değiştirenler ve kararsız seçmenlerdir. Oyunu değiştirenlere ve kararsız olanlara hangi siyasi parti umut olursa, iktidara da o siyasi parti gelir.

Yazımıza futbol ile başladık. Yine futbol ile bitirelim. Bazıları özellikle futbol takımı tutar gibi siyasi partilere oy verenler, “Efendim, şimdi gidişat iyi değil ama bu partinin geçmiş yaptıklarını unutmamak lazım. Çok hizmet etti. Kazanımları say say bitmez. Bu hizmetlerin hatırına yine oylarımızı verelim” şeklinde bir beklenti içerisine girerler. Böyle diyenler kendilerini haklı görebilirler. Ki bir yere kadar da haklı olabilirler. Bunlara futbol maçı üzerinden bir örnek verelim: 90 dakikalık bir maç düşünelim. Bir takım maçın 80. dakikasına kadar rakiplerine 19 gol atmış. Takımın taraftarları "En büyük takım bizim takım" demiş durmuş. Takımları her gol atışında "ole ole" diyerek havaya zıplamış ve maç böyle biter, bu takımı kimse yakalayamaz havasına girmiş. Takımın as futbolcuları, "En iyi takım biziz", teknik direktörleri "Bir gol daha atarsak seyircimizi gole doyurmuş, maçı da üç sıfır kazanmış oluruz" demiş. Maç böyle devam ederken rakip atağa geçmiş. Ardı arkasına goller atmaya başlamış ve maçın son bitiş düdüğü çaldığında skor 20-19 rakip lehine sonuçlanmış.

Verdiğim bu örnek futbolda çoğu takımların başına gelir. Çünkü futbolun vefası yoktur. Bunlar 80 dakika ter döktüler, iyi oynadılar demez. Sporda buna iyi oynayan kazandı denir. Siyaset de böyledir. Seçmenin vefası da bir yere kadardır. Seçim kaybetmek istemeyenler aklını başına almalı. Kazanmak isteyenler de hakeza.

*19/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır. 

Eleştiri Kültüründe Biz *

2003-2004 yılları olsa gerek. Numune hastanesi bevliye servisinde babama refakat ediyorum. Babamın yattığını duyan herkesçe tanınan bir dostu ziyaretine geldi. Büyüğümüz, babamdan sonra yan odada hasta olarak kalan başka birini ziyaret etti. Ziyaret ettiği kişi bir öğretmen. Aynı zamanda bir ilçenin tarikat temsilcisi imiş. Ziyaret eden de şehrin bazı ilçelerinden sorumlu tarikat temsilcisi idi.

Ziyaretçi servisten ayrıldıktan sonra yan odada tedavi gören kişi ziyaretime geldi. Kimsin, necisin tanıştık. Havadan sudan konuşsak da ağırlıklı konumuz, her iki tarafı da ziyaret eden büyüğümüzdü. Nereden tanıdığımızı ve kim olduğumuzu sordu. Hoşsohbet biriydi.

Sair zamanlarda ara ara koridorda da lafladık. Çünkü o hasta olsa da diğer hastalar gibi yatağa bağlı değildi. Görünüşüne göre sapasağlamdı.

Bir gün yine buluşma yerimiz koridordayız. Tarikatından bahsetmeye başladı. Konuşmasından, beni de tarikatçı olarak gördüğünü sezdim. Babam, sizin tarikata bağlı ama benim ne bu tarikatla ne de başkasıyla bir irtibat ve intisabım var dedim. Şaşırdı. Niye dedi. Size ve intisap ettiğiniz tarikata ve diğerlerine saygı göstermekle beraber benim bazı endişe ve çekincelerim var. Bunlar içime sinmiyor. O yüzden herhangi bir tarikata girmedim, girmeyi de düşünmüyorum dedim. Nedir çekincelerin dedi. Söylemeyeyim. Bak kaç gündür şurada sevdiğiniz ortak dostumuz sayesinde konuşuyoruz. Birlikte ne güzel vakit geçiriyoruz. Aramızda da bir muhabbet oluştu. Endişelerimi, tarikatın sıcak bakmadığım yönlerini söylersem benden uzaklaşırsın, hukukumuza halel gelir dedim. Olur mu öyle şey? Eleştiriye açığım. Lütfen söyle dedi ve ısrar etti. Sonunda rabıta ve tevessül benim içime sinmiyor dedim ve bu iki konu üzerine biraz konuştum. Yüz hattı değişti. Görüşürüz dedi. Yanımdan ayrıldı.

Sonra mı? Her gün birkaç defa görüştüğüm bu ilçe temsilcisi benimle bir daha görüşmedi ve yanıma uğramadı. Duydum ki bir gün taburcu olmuş. Giderken hoşça kal bile demedi. Belli ki bana kırıldı, küstü. Konuşulmaya ve hoşça kal demeye layık görmedi beni.

Üzüldüm mü bu duruma. Üzüldüm. Kendi kendime, derdine ne de rabıta ve tevessülü karıştırırsın. Adam anlatsın anlatsın. He he de geç git. Sana mı düştü içine sinmeyeni dışına çıkarmak. Bak adamı bir de küstürdün. Ha şu çeneni tutuverseydin olmaz mıydı? Değer miydi muhabbet ettiğin birini küstürmeye dedim durdum.

Bu olay başımdan geçeli 18 yıl olmuş. Adamın adı sanı neydi unuttum. Bugün simasını görsem, bu o bile diyemem. Ama gördüğünüz gibi yeniden hatırladım. Bu tür dikkat çeken şeyler benzeri başına geldiği zaman aklına geliverir.  

Neyse geçen geçti. Belli ki her türlü eleştiriye açığım diye bana açık çek veren bu kimsenin çok da eleştiriye açık olmadığı böylece ortaya çıkmış oldu.

Eleştiriye açık olmayan bu adam ender rastlanan biri mi? Değil. Bırakın eleştiriyi, eleştirinin yapıcı olanına dahi gelemeyen içimizde sürüyle insan var içimizde. Yeter ki kendisini, partisini, siyasi ve dini liderini kısaca damarına bir basın. Görürsünüz o zaman kimin eleştiriye açık olduğunu. Ne yazık ki ben eleştiriye açığım diyen nicelerinin eleştiriye açık olmadığı ayna beyan ortada. Siz siz olun, benim gibi eleştirmeye kalkmayın. Gidin dağa, taşa, duvara dökün içinizi. Onlar sadece dinler sizi ve size hiç tepki vermezler.

*21/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.