11 Şubat 2022 Cuma

Din Ulemasının Siyaset ve Güçle İmtihanı *

Birbirine benzer gibi görünse de imtihanlar farklı farklıdır ve bundan tüm insanlar nasibini alır. Kimse gücü üzerinde bir imtihana tabi tutulmasa da kimi bu imtihanın altında kalır kimi de yüzünün akıyla bu sınavı geçer. Kimin sınavı geçip geçemeyeceğini Allah bilir. Bu da öbür dünyada belli olacak. Zira yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı herkes hesabını orada verecek.

Referansı din ve dini değerler olan din uleması da imtihana tabi tutulanlardan. Çünkü sarığı beyazdır. Kir götürmez. Pek azı hariç ulema da sınıfı geçemeyenlerdendir. Her ne kadar kimin sınavı geçip geçemediğinin karnesi mizanda belli olacaksa da alametlerini bu dünyada iken görebiliriz. Bunu da toplumda bir karşılığı ve ağırlığı olup olmaması ile ölçebiliriz.  Toplumun çoğu, dinini tam yaşayamasa da din adına söz sahibi olanlardan beklentisi büyüktür. Toplum din ulemasından;

-Özü ve sözü bir; söz ve eylem birliği içerisinde, yaşantısıyla örnek olmasını,

-Doğru bilgi vermesini, hakikatleri haykırmaktan çekinmemesini, her halükarda doğru ve doğrucu Davut olmasını,

-Gizemi bırakıp ayakları yere basan bir din anlatmasını, halkın seviyesine inmesini ve sorunlarına çözüm bulmasını,

-Makam, mevki ve şöhret içerisinde yok olup gitmemesini,

-Giyimine-kuşamına, yediğine-içtiğine, üslubuna dikkat etmesini; oturmasını-kalkmasını, yol-yordam ve metot bilmesini, ağır-azam olmasını, gönüllere dokunmasını, meseleleri analiz etmesini ve çözüme sağlam delillerle katkı sunmasını,

-Siyaset ve gücü elinde bulunduranlarla arasına mesafe koymasını, aradaki ince çizgiyi iyi ayarlamasını, onların dümen suyuna girmemesini, gücün karşısında eğilmemesini ve boyun eğmemesini, zorluklara karşı pes etmemesini, güçle paralel yürümemesini, gücün tasdikleyicisi olmamasını, gücün icraatlarına kılıf bulmamasını, kimseye eyvallah dememesini vs. ister.

Ulema bunlara dikkat ettiği oranda halk nezdinde itibarı olur ve ağırlığı kabul edilir. Tersi olana ise temkinli yaklaşır, yanında bir ağırlığı olmaz, fetva ve görüşlerine kuşkuyla yaklaşır. Bu da ulema için itibar kaybı demektir. Bu demek değildir ki ulema siyaset ve güçle ile iletişim halinde olmayacak. Elbette olacak ama siyasetin tasdik makamı gibi çalışırsa bu tip ulemanın, siyaset ve güç yanında bir itibarı olsa da halk nezdinde bir itibarı olmaz. Çünkü halk ulemayı her yönüyle kabul eder ama siyasetin icraatına kılıf bulmasına asla tahammülü yoktur. Çünkü siyaset icraat yaparken bu dine uygun veya değil diye bakmaz. Halkta karşılık bulsun dini kılıf bulmaya çalışır. Bunun için de ulemayı kullanmak ister.

Kısaca halk, ulemadan İmamı Azam gibi olmasını ister. Çünkü Ebu Hanife büyük imam unvanını bedel ödeyerek almıştır. Devrinde ne Emevilere ne de Abbasilere boyun eğmiştir. Ödediği bedel canına mal olmuştur ama halkta ve o günden bugüne sair ulemaya göre hep bir itibarı olmuştur. Büyüklüğü de buradan gelmektedir. Darısı günümüz ulemasına.

*16/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

9 Şubat 2022 Çarşamba

İLKSAN Üyeliği *

Açılımı, “İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı” olan İLKSAN’ı ilk defa Süleyman Demirel’in “Verdimse ben verdim” sözüyle işitmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam, maddi olarak sıkıntıda olan Kemal Ilıcaklara ait satılamayan bir arsanın İLKSAN’a satılması olayı patlak verdiği zaman gelen tepkiler üzerine Demirel bu sözü söylemişti. “Kime ne” anlamına gelen bu skandaldan dolayı ne Demirel ne de başkası bir bedel ödedi. Skandalın ardından bu mesele konuşuldu konuşuldu ve tarihteki yerini aldı. Bugün bu mesele ne hatırlanıyor ne de mesele ediniliyor. Zaten “Meseleleri mesele edinmezsen, ortada mesele kalmaz” sözü de Sayın Demirel’e ait.

Neyse konum bu değil. Demirel’in dediği gibi “Meseleleri mesele edinmezsen, ortada mesele adına bir şey olmaz” ise de izninizle İLKSAN’la ilgili bir meseleyi mesele edineceğim. Bilenler bilir, 4357 Sayılı Kanunun 7117 sayılı Kanunla değişik 11. Maddesine göre şu kişilere İLKSAN üyeliği zorunlu. Bunlar doğal üye statüsünde. Kimmiş bunlar bir bakalım: Sınıf öğretmenleri aday sınıf öğretmenleri, özel eğitim kurumları sınıf öğretmenleri, maarif müfettişleri ve maarif müfettiş yardımcıları, Temel Eğitim Genel Müdürlüğünde görev yapan memurlar (İlköğretim Genel Müdürlüğü kadrosunda görev yapan memurlar), Genel İdare Hizmetleri ve Teknik Hizmetler Sınıfında görev yapan; millî eğitim müdürleri, millî eğitim müdür yardımcıları, milli eğitim şube müdürü ve millî eğitim müdürlüklerinde çalışan şef, memur,   teknisyen, tekniker, uzman, mühendis ve  mimarlar  ile sivil savunma uzmanları.
(Yardımcı Hizmetler Sınıfında olanlar hariç). (İlksan.gov.tr)

Bu yardım sandığına karşı mıyım? Değil. Olsun hatta daha da geliştirilsin, genişletilsin ve sınıf öğretmenlerinin dışında tüm branş öğretenleri de bu yardım sandığından faydalanacak şekilde sandığın kapsamına alınsın.

Bu doğal üyeler, bu sandığın imkanlarından ve yardımlarından ne kadar faydalanıyor, kaç kişi yararlanıyor, yararlanıyorsa sadra şifa oluyor mu bilmiyorum. Merak edenler, İlksan’ın sayfasına girerek detaylı bilgi edinebilir. Dikkatimi çeken bir şey var, üyeler bu sandıktan ne kadar memnun bilmiyorum ama seçimle gelen İLKSAN yönetimi kolay kolay gitmiyor, gitmek istemiyor. Bazıları bu sandığın yönetime gelmek için çok çaba sarf ettiğine göre burada imkanların çok olduğu anlaşılıyor.

Meselem, yönetime gelerek imkanlardan yararlananlar da değil. Zira bu benim meselem değil. Zira haklı veya kılıfına uydurularak haksız yere yenenlerden dolayı herkes ahiretteki payından yer. Meselem, bu doğal üyelerin üyeliğinin zorunlu olması. İşte benim derdim bu. Adı üzerinde yardım sandığı ise bu sandığa girmek de çıkmak da ihtiyari yani kişinin kendi isteğine bağlı olması gerekir. Bu konuda yani üyeliğin zorunlu olması konusunda epey bir talep var ki memurların toplu sözleşme metninde “MADDE 25- (1) Mevcut üyeler dahil olmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığı kadrolarına atananlardan 13/1/1943 tarihli ve 4357 sayılı Kanunun 11 inci maddesi kapsamında bulunanların, İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı (İLKSAN) üyeliğine girmesi ve üyelikten ayrılması ihtiyaridir.” denmesine rağmen bu sandıktan çıkmak isteyen bir üye üyelikten çıkamıyor ve üye istemese bile maaşından her ay zorunlu kesinti yapılmaya devam ediyor.  Toplu Sözleşmenin 25.maddesindeki ihtiyari sözünden hareketle bir üye “İLKSAN üyeliğinden çıkmak istiyorum, bundan sonra maaşımdan kesinti yapılmasını istemiyorum. Bundan önceki kesintilerin hesabıma yatırılmasını istiyorum” dese dahi İLKSAN Genel Müdürlüğü, “Üyeliğin ihtiyari olması için bu konuda kanuni düzenleme gerekir. Bizi Toplu Sözleşme bağlamaz” cevabı veriyor. Yani bir üye istese dahi bu üyelikten çıkamıyor. İşin garibi Toplu Sözleşmenin 25’e 1. maddesi yani üyeliğin ihtiyari olması uygulanmıyor ve buna rağmen her toplu sözleşmede bu maddeye yer veriliyor. Buna da kazanımlarımız deniyor.

Bu konuda ne yapılabilir? Mademki İLKSAN üyeliğinden ayrılma gibi talepler söz konusu ve bu talep yerine getirilmiyor. Burada yapılacak olan, Meclisi harekete geçirmektir. Bunu da kazanımı yerine getirilmeyen yetkili sendikanın yapması daha uygundur. Yeter ki bu sorunla ilgili bir vekil kanun teklifi versin. Vekillerin bu konuya sıcak bakacağını düşünüyorum. 

*26/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Biz Bu Filmi Çok Gördük *

Dindar, mütedeyyin nesilden olup da 90'lı yıllarda Şevki Yılmaz'ın kasetlerini izlemeyen yoktur. Yılmaz'ın etkileyici konuşmaları elden ele dolaşır, uygun yerlerde toplanılarak birlikte dinlenirdi. Bu kasetlerden ve içeriğinden basının da devletin de haberi vardı. Bir el 28 Şubat sürecini başlatmak için düğmeye basınca, Şevki Yılmaz'ın kasetlerinin önü ve arkası kesilerek ve  bağlamından koparılarak yazılı ve görsel medyaya servis edildi. TV'lerde günlerce Yılmaz'ın kasetleri gösterilip konuşuldu ve bir linç kampanyası başlatıldı. Ardından, yıllardır içimizde yaşayan Aczimendiler meydanlarda boy gösterdi. Fadime Şahinler ortaya çıktı. Sonunda 28 Şubat aktörleri post modern darbe yaparak hükümeti indirdi ve hedeflerine ulaştılar. 

*

Nurettin Yıldız, ardında binlerce seveni olan, fetvalar veren, konuşmalar yapan, konuşmaları videoya çekilen ve herkesin izleyebileceği şekilde konuşmaları sanal aleme yüklenen biri iken, bir el eski fetvalarını kırpıp kırpıp piyasaya sürdü. Oluşturulan algı ve gelen tepkiler üzerine Nurettin Yıldız'ın kalemi kırıldı. Şimdi kendi halinde sesi duyulmaz biri oldu. Belki hayata belki birilerine gönül koyarak kabuğuna çekildi. 

*

Entelektüel birikimi, duruşu, konuşması, bilgisi, bilim adamlığı ve yaptıklarıyla farklılığını ortaya koyan, çalıştığı kuruma itibar kazandıran, okuttuğu hutbelerle Müslüman bir duruşa katkı sunan Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığından, birileri haz almadı ve ipini çekti. Siyasi irade bu güçlere boyun eğdi ve en verimli çağında Görmez'e yol verdi. Buna rağmen Görmez gittiği yerde de kalitesini konuşturuyor, çektiği videolarla gönüllere su serpmeye ve gençlere yönelik çalışmasını devam ettiriyor. 

*

Türkiye’nin her ilinde olmasa da Konya gibi bazı illerde Mehmet Okuyan’ın konuşmasına bir kesim pek sıcak bakmadı. Gelen tepkiler üzerine, kiralanan ve katılımcılara duyurulan salonlar değişik gerekçelerle bir bir iptal edildi. Konferans düzenleyicileri zaman zaman salon bulmada zorlandı. Anlatmak istediğim, Mehmet Okuyan’ın konferans için her Konya’ya gelişi bir kesimin tepkisini çekti ve bunların da sesi gür çıkıyor. Bu gür sese de çoğu salon sahibi boyun eğmek zorunda kalabiliyor.

*

Tarihselci görüşleri ile bilinen Mustafa Öztürk, zaman zaman tepkilere muhatap olsa da öğretim üyeliğine devam ediyordu. Bir gün birileri düğmeye bastı. Bir yıl önceki bir özel sohbette tarihselcilik üzerine yaptığı bir konuşmasının önü ve arkası kesilerek sosyal medyada topa tutuldu. Bu girişimin öncekilerden farklı olduğunu gören Mustafa Öztürk ani bir kararla emeklilik dilekçesi vermiş oldu.

*

Geleyim Azimli’ye. Çünkü sırada Mehmet Azimli var. Bilmeyenler için kısaca değineyim: Azimli, 2008 yılında yayımlattığı “Siyeri Farklı Okumak” isimli kitabının 44.sayfasında, peygamberimizin babasına ait bazı rivayetlere dipnotunda kaynak göstererek yer verir. Dördüncü baskısından sonra okuyucularından gelen eleştiriler üzerine 2011 yılında 5.baskısı yapılan kitabında bu tepki çeken rivayetleri kaldırır. Okuyucuları rahatsız eden bu bilgilerden dolayı da Azimli zorunlu açıklama adı altında özür beyan ediyor. Şu anda sosyal medyada kitabın tashih edilmiş 5.baskısı ve sonraki baskılarından ziyade ilk baskılardaki bilgiler servis ediliyor. Sosyal medyada tepkiler dinmiyor. Ölüm tehdidinde bulunanları mı ararsın, hakaret edenleri mi, ailesine küfredenleri mi, yok ihraç edin diyenleri mi... Zira fazlasıyla ne ararsan var: Üniversitesi inceleme başlatıyor. İslamcı camianın entelektüeli diye söylenen Yusuf Kaplan bile “atın bunu üniversiteden” paylaşımları yapıyor. Kaplan bile böyle ise varın diğer insanların paylaşımlarını.

Yukarıda verdiğim örnekler, bu topraklarda zaman zaman olan, rutin ve olağan hale gelen linç girişimlerine verilmiş bazı örneklerdir. Azimli bu konuda ne ilk ne de son olacaktır. Sonuç alınıyor ki aynısının, benzerinin tıpkısı olan bu filmleri bıkıp usanmadan seyretmeye devam ediyoruz. Yeter ki görünen ve görünmeyen bir el tarafından düğmeye basılmış olsun. Belki de birileri gündem saptırarak bir şeyleri böyle gizliyor, bayatlamış bilgileri yersen dercesine cambaza bak deyip önümüze koyuyor ve bizler de soframıza konan bu bayat yemeği bıkıp usanmadan -taptaze- yiyoruz. Öyle zannediyorum, böyle yiye yiye içimizde farklı düşünen kafa yapısına sahip kimse kalmayacak. Belki de istenen bu.

Son örnek Azimli’ye başlatılan bu linç girişimi benim için sürpriz olmadı. Yazıp çizdiklerinden, konuştuklarından ve savunduklarından dolayı nicedir baskı altında olduğunu seziyordum. En son baskı da İslam tarihine ait 5 dakikayı geçmeyen video paylaşımları dolayısıyla baskı görmüş ve bu baskılardan dolayı paylaşımlarını kaldırmak zorunda kalmıştı. O zaman da ihraç silahı önüne konmuştu.

Linç konusunda daha önce birkaç yazı yazdım. Hepsinde işaret etmek istediğim nokta, farklı fikre tepki gösterebiliriz. Bundan doğal bir şey yok. Hatta yazılıp çizilenlere geleneğimizde reddiye dediğimiz cevap verme de yapabiliriz. Ama tüm bunları yaparken insanları yargısız infaz yapmaktan uzak durmamız lazım. Bir diğer husus da bir fikir veya görüşe, sıcağı sıcağına tepki gösterilse, tepkinin dozajı kaçsa bile dersin ki olayın sıcaklığında bunlar olabilir ama bizde linçler böyle başlatılmıyor. Bir şey yazılıp çiziliyor, konuşuluyor ve videoya yükleniliyor. Tüm bunlara zamanında bir tepki yok. Bir ara kullanırız denerek raflara kaldırılan video, kaset ve kitaplardan kısa bölümler kırpılıp kırpılıp servis ediliyor. İnanın anlamakta zorlanıyorum. Hele son örneğe bakarsak, 2008’de yazılan, 2011’de çıkarılan kitabın tepkisini 2022 yılında yani olaydan 14 yıl sonra veriyoruz. Bu şekil tepki ortaya koyan ve linçe tabi tutan insanların niyetini sorgulamıyorum ama ben burada bir iyi niyet göremiyorum. 2008’de neredeydiniz mübarekler. Ne olur, kendiniz olun, bir başkasının oyuncağı olmayın. Bıkıp usanmadınız mı bu filmleri izlemekten. Unutmayalım ki Müslüman bir delikten iki defa sokulmaz. Bu kaçıncı deliğe sokuluşumuz. Ne olur bir düşünelim.

Not: Yaklaşık iki yıl önce bir akademisyenden “Yakında farklı üniversitelerde görev yapan bazı akademisyenlere ‘Bunlar zındık’ denerek bir operasyonun başlatılacağı ve öğretim üyeliğinden ihraç edilecekleri duyumunu aldım” endişesini işitmiştim. Ardından Mustafa Öztürk olayı patlak verdi ve Öztürk ihraç edilmeden apar topar emekliliğini istemek zorunda kalmıştı. Arkası gelmedi, kesilmişti. Aslında aba altından sopa gösterilmişti farklı düşünen akademisyenlere. Sanırım bunun fitili uzun bir aradan sonra Azimli ile yeniden başlatıldı. Bundan da sonuç alırlarsa sıra diğer akademisyenlere gelecek.

*11/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.