2 Şubat 2022 Çarşamba

Benden Siyasetçi Olur mu?

Düz yoldan gitmekten sıkıldınız. Şöyle kasisi bol bir yerde macera arıyorsunuz. Ama bulamadınız. Size  yardımcı olmak isterim:

Konya Beyşehir Yolundan, Alemdar Caddesine giriniz. Kanal boyuna kadar ilerleyiniz. Alın size istemediğiniz kadar kasis. Yolun bir iyiliği var. Hiç ışık yok. Bu arada her kasise çıkışınızda bu hizmeti yapan belediyeyi ve bu hizmeti önerenleri de hayırla yâd edersiniz.

Size bir hatırlatma daha. Kavşağın birinde kasis yok. Sanırım unutulmuş. Ama hangi kavşak söylemiyorum. Onu da siz bulacaksınız. Zira yaptığım bu iyilik yeter de artar bile. Ayrıca bu kadar iyiliği size kimse yapmaz. Çünkü giderken içiniz dışınız kasis olur ve kasis özleminizi gidermiş olursunuz.

Bu güzergahta daha önce kasisler vardı ama ilaveleri yapılmış.

Tam menzilim olan Kanal Boyuna yaklaşmıştım ki bende bir merak başladı. Acaba kaç kasis geçtim dedim durdum. Dönüşte saymaya karar verdim.

Yanıma birini aldım arabama. Ona, araba sürerken unutabilirim. Kaç kasis geçeceğiz bir say dedim. O da kasis sayma yerine şu fıkrayı anlattı:

İsmet İnönü, Demirel’e “Yıllardır Meclistesin. Girip girip çıkıyorsun. Sana bir soru: Mecliste kaç basamak var, biliyor musun” der. “Bilmiyorum” der Demirel. İnönü, “İyi bir siyasetçi kaç basamak olduğunu bilir” deyince, ertesi günü Demirel, Meclisteki basamakları sayar ve İnönü ile karşılaşınca kaç basamak olduğunu söyler. İnönü: “Doğru evet. O kadar basamak var.” İnönü tekrar “Basamakları yoksa kendin mi saydın” diye sorar. “Evet” cevabını alınca, “İyi bir siyasetçi, o basamakları kendi saymaz. Bir başkasına saydırır” demiş İnönü.

Hasılı, yanımdaki bu fıkrayı anlatınca basamakları kendim saymak zorunda kaldım. Tamı tamına 11 tane kasis saydım. Bir 11 kasis de yolun karşısında var. Etti mi 22 kasis. Çünkü bölünmüş yol.

Bu durumda bir soru da ben sorayım: Benden iyi siyasetçi olmaz değil mi?

1 Şubat 2022 Salı

Karın Keyfini Çıkarmak Varken *

Küresel ısınmadan mıdır, eski kışları görmüyorduk nicedir. Kar yağmayınca sular çekilmiş, barajlardaki su miktarı minimum seviyeye düşmüştü. Tam susuzluk kapıda derken bu sene tüm Türkiye eski kışlardan bir kış yaşıyor. Rabbim verdikçe verdi. Hala da vermeye devam ediyor. Keremine şükür. Zira ne kadar şükretsek azdır.

Öğrenci ve öğretmenlerin tatiline denk gelen yağan bu karın, bizim ve tüm canlılar için bir bereket olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu durumda ne yapmamız gerekirdi? Çocuklar gibi şen olacaktık. Zorunlu işine gidecek olanlar ağır aksak işlerine gitmeye devam edecekler. Arabaları kah kayacak kah patinaj yapacak, kimi de özel arabası yerine toplu taşıma araçlarını tercih edecek. Karı gören çocuklar kartopu oynamak için kendilerini dışarıya atacak, karın içine belenecek ve kardan adam yapacak. Kimi, ince ince yağan karın altında yürüyüş yapacak, kimi evinin önünü ve merdivenleri açmak için eline küreğini alacak, kimi arabasını temizleyecek. Kimi ayakkabısının içine kar girme riskine rağmen karların üzerinden ekmek almaya gidecek. Kimi evinin penceresinden yağan karı ve oluşan manzaraları seyredecek. Kimi karda çekindiği foto ve videoları sosyal medyada paylaşacak. Kimi eşini ve dostunu arayarak yağan karın kaç cm olduğu muhabbetini yapacak. Kimi çeşmelerin donmaması için suyunu açık bırakacak, kimi donan çeşmesini açmak için sıcak su dökecek. Kimi karda nasıl mahsur kaldığını ve ne sıkıntı çektiğini anlatacak, kimi işini öteleyecek, kimi televizyonların getirdiği yurttan kar manzaralarını izleyecek vs. Kısaca karla yatıp karla kalkacağız ve karın keyfini çıkaracağız.

Biz böyle mi yaptık yani karın keyfini çıkardık mı? Pek az istisna hariç yağan kar güme gitti. Karla beraber ülkenin gündemine bir kısır tartışma peyda oldu.  Haliyle kısır tartışma ve mevzi kapma yarışına girince maalesef geleceğimiz olan bu kara sevinemedik. Tüm Türkiye fazlaca yağan bu kardan etkilenirken bir İstanbul tartışması, yağan karın önüne geçti. Sanırsınız ki kardan sadece İstanbul etkilendi ve yolları açılmayan tek şehir İstanbul idi. İstanbul mahalli idaresi ne kadar görevini yaptı veya savsakladı bilmiyorum. Bunu ancak İstanbul’da yaşayanlar bilir. Belediye yetkililerine göre hiçbir aksama yoktu. Belediyeye ait tüm yollar açıktı, trafik aksamadı, toplu ulaşım araçları sekteye uğramadı. Karşı cepheye göre ise belediye sınıfta kaldı. İstanbul halkı yollarda mahsur kaldı. Hangisi doğru söylüyor? Açıkçası savunanlar da doğru söylemiyor, eleştirenler de. Bir defa bu kadar kar yağacak ve tüm yollar aynı anda açık olacak. Bu mümkün değil. Çünkü o kadar caddelerin birden açılması olacak şey değil. Bunun için belediyenin her caddede bir kar kürüme aracı ve yeterli personeli hazır bekletmesi gerekirdi ki böyle bir şeyin olmayacağını hepimiz biliriz. Çünkü bütçemiz buna elvermez.

Yine şunu da hepimiz biliriz ki fazlaca yağan bu karda; insanların, araç sürenlerin olumsuz etkilenmemesi, bulundukları yerde mahsur kalmamaları mümkün değil. Çünkü kar her ne kadar bereket ise de kar aynı zamanda esaret demektir. Bu esaret insanı, insanın ürettiği teknolojiyi de esir alır. Diğer normal günlerdeki gibi araç sürülemez, yollar kaygan olur, her şey aksar, hava muhalefetinden dolayı bazı işler ötelenir. Çünkü kesintisiz 24 saat yağan kar, açılan yolları tekrar kapatacaktı. Durum bu iken bir taraf gözümüzün içine baka baka her şeyi güllük gülistan gösterdi. Diğer taraf öldük, bittik edebiyatı yaptı. Kara rağmen şehirler ve ulaşım sair normal günlerdeki gibi olacak beklentisi ise, kimse kusura bakmasın, karlı hayat hayatı sekteye uğratır ve hayatı esir alır. Bundan etkilenen sadece İstanbul değil, diğer kar yağan tüm şehirler etkilendi. Anadolu'daki diğer şehirler de İstanbul gibiydi. İstanbul’da aksama meydana geldiyse, diğer şehirlerimizde de aksama meydana gelmiştir. Buna rağmen biz İstanbul'u konuştuk, diğer belediyeleri es geçtik. Tamam, İstanbul, Türkiye’nin kalbidir. Diğer şehirlere göre biraz fazla konuşulsun ama yatıp kalkıp İstanbul’u konuşmak olmadı.

Hakkaniyet üzere olacaksak sadece İstanbul değil, karın yağdığı tüm belediyeler sınıfta kaldı. Bu da doğaldır. Çünkü hiçbir belediyenin araç ve insan kaynakları bu kadar yağan karla bir çırpıda mücadele edecek yeterlilikte değildir. Birileri cambaza bak, cambaza diyerek İstanbul'u gösterirken diğer şehirler tepkilerden kurtuldu. Hâlbuki herkes İstanbul'a bakıncaya kadar kendi şehrine bakmalıydı. Bırakalım, İstanbul'da yaşayanlar İstanbul'u, diğer insanlar da kendi şehirlerini konuşsun. Ki olması gereken de bu idi. Herkes sorumlu olduğu bölge ve muhitine bakmalıydı. Türkiye böyle suni gündemlerle meşgul edilmemeliydi. Ayrıca kar bereketini de küstürmemek lazım. Kar dile gelse, yağmaz yağmaz dediler. Bir yağdım, birbirlerine girdiler, demez mi? Hasılı, birilerinin birileriyle bir alıp veremediği varsa, bunu kar üzerinden yapmasın. Gidip kendilerine bir başka meşgale bulsunlar. Zira biz kardan, karın getirdiği aksaklıklardan memnunuz.

*02/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

31 Ocak 2022 Pazartesi

Düğünde Yalnız Bir Araştırmacı

Bugün bir düğün vesilesiyle nicedir görmediğim 2014 yılının prenslerinden birini gördüm. Prensliği fazla uzun sürmedi. Şimdilerde neyi araştırıyor, bilinmez ama kendisine araştırmacı deniyor. Yani bankamatik memuru. Yattığı yerden maaş alıyor. Aklınıza, yattığı yerden maaş alabilir mi demeyin. Burası Türkiye olunca bal gibi olur. 90’lı yıllarda siyasette yer alan muhalefet partileri, iktidardakileri eleştirirken “İşe gitmeden maaş alanlar var. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var burada. Biz iktidara gelirsek bu bankamatik memurlarının işine son vereceğiz” şeklinde bir propaganda yaparlardı. Nedense eleştirilen, eleştirirken prim yapan ve oy getiren bu bankamatik memurluğunun bu ülkede bir türlü sonu gelmedi. Çünkü her gelen, devlette devamlılık esas prensibi gereği bu memurluğu devam ettirdi. Allah var, hepsi ölümlü olduklarını cümle aleme göstermiş oldular. Ne alaka demeyin. Çünkü kınadığı başına gelmeden kimse ölmezmiş.

Neyse biz gelelim şimdilerde araştırmacı denen, özlük hakları baki, kızağa çekilmiş 2014’ün prensine. Beyefendi düğüne gelmiş ama onca tanıdığı ve kanına girdiği kimseler olmasına rağmen kalabalığın içerisine karışmadı. Bir kenarda dikildi dikildi, ardından çekip gitti.

Konvoy gittikten sonra salona geçtik. Bizim bu eski prens de salondaydı yine. Bu sefer, sayesinde müdür olmuş bir müdür vardı yanında. Gelen misafirler, salonun ön tarafını doldururken bu ikili, en gerideki masaya oturmuşlar. Gelip geçen önce onlara bakıyor, sonra ön taraflardaki masalara geçip oturuyor. Masa dolmayınca bu ikiliye servis de açılmadı. Nihayet masaları bunları tanımayanlarla tamamlandı ve yemeğe geçebildiler. Sahi bu kişi hem düğün evinde hem de salonda niçin kenarda durmuş olabilir? İnsanları mı beğenmiyor? İnsanların içine girecek yüzü mü yok ya da ben bu hallere düşecek adam mıydım deyip kenarda durmayı mı yeğliyor? Bilinmez ama durum bu. Bu vaziyette olan birini düğününe kim çağırabilir? Olsa olsa sayesinde yöneticilik koltuğuna oturanlar vefa veya velinimet gereği çağırabilirdi. Üzüldüm kenarda-köşede durmasına. Nedense kimse de hal hatır sormak için yanına uğramadı. Halbuki elinde kalemden kılıcı varken etrafında insanlar pervane gibi dönüyordu. Bu görüntüye, ancak düşmez kalkmaz bir Allah denir.

Gizemli konuşmayı bırakayım, çoğu kimsenin ayağını kaydıran bu kalemi kanlı, kelle avcısı, benim öküz diye tarif ettiğim bu insan celladı kimdir? Kişileştirmeyeceğim ama anlatacağım bu şahsiyet size hiç yabancı gelmeyecek. Çünkü o devirde koltuğa oturanların çoğu, elde ettikleri bu koltuk sayesinde koltuğun hakkını verdi ve çoğu kimsenin hayatını kararttı. Etrafınızda vardır böyle Çingene beylerinden. (Bir tabir olduğu için bunu kullanıyorum. Çingeneleri tenzih ederim.)

Bilgisayardan ne kadar anlardı bilmiyorum ama uzun yıllar, okulunda bilgisayar formatörlüğü yapar. Kısa bir dönem müdür vekilliği verilir kendisine. Ardından geçici şube müdürlüğüne getirilir. Formatörlük ve vekilliklerden sonra böyle bir değerin, nicedir uzak kaldığı sınıflara yeniden girmesi yakışık almazdı. Bir sınav kazanıp asaleten bir koltuğa oturamasa da böyle tecrübeli biri bir koltuğa oturtulmalıydı.

Kul daralmayınca Hızır yetişmezdi. Nihayet 2014 yılında çıkarılan bir kanunla, mevcutlar eğitim uzmanı adı altında kızağa çekilip bankamatik memuru yapılınca, bizim bu muhtereme gün doğdu. Çünkü çevresi genişti. Ayağı kaydırılanlardan birinin yerine, bir merkez ilçeye müdür yapıldı.

İsmi İnternette yayımlanır yayımlanmaz önceki müdürün, personeliyle vedalaşmasını bile beklemeden mesainin başladığı sabah sekizde makamına damlar. Koltuğum da koltuğum der. Çünkü kendisi bir proje adamıydı. Yapacak çok şeyi vardı ve hız kesmeden projesini yerine getirmeliydi. Görevi devralacağı sabık müdür hızını keser ve ona: “Hocam, yıllardır birlikte çalıştığım personelimle vedalaşayım. Öğleden sonraya kadar bari müsaade et” der.

Müdür olarak atandıktan sonra yeni şube müdürleri de atanır. Müdür, yeni şube müdürleri de yenilendikten sonra sıra gelir okulların yöneticilerini de yenilemeye. Nasılsa “4 yılını dolduran yöneticilerin yöneticilik görevi sona erer ve yeniden puanlanır” şeklindeki kanunla da yöneticileri yenileme hakkı elde etmişti. Ama kendisi ve kurumuna atanan iki şube müdürü de yeniydi. Kimsecikleri tanımıyorlardı. İyi niyet olunca imdadına başka güçler yetişir. Onlar tüm müdür ve müdür yardımcılarını gözden geçirerek şu kalsın, bu gitsin; şu okulu boşaltalım, oraya sıfırdan müdür verelim şeklinde bir liste hazırlanır. Bizim prensin önüne konur. Arkasına kanunu alan bizim prens de önüne konan listenin gereğini yapar, ilçesinde görev yapan yöneticilerin kahir ekseriyetini hakkaniyet ölçüsünde puanlar yani eler, elenen kişilerin yerine mülakatla sıfırdan yönetici belirlenir. Aynı yol ve yöntem yani temizleme harekatı tüm ilçe, il ve Türkiye’de yapılır. Böylece eğitim ve öğretimin önündeki engeller bir bir kaldırılır. Burada tek problem, yaptıklarını kendilerinden başka kimse anlayamadı ama bunda da bir sorun yok. Nasılsa rüzgar ve güç arkalarındaydı. Kim ne diyebilirdi kanunun gereğini yapmalarına.

Diğerlerini boş verelim. Biz gelelim bizim prense. Tüm okullar bu şekilde dama taşı oynar gibi oynanıp yenilendikten sonra kırk kadar çiçeği burnundaki aynı okul türü müdürünün katıldığı bir toplantı tertiplenir. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan bu toplantıda, ilin yöneticileri ile birlikte bu prens de var. Toplantıda okul müdürlerinden bazıları “Seçim sonuçlarına göre hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemeyince, yeniden katsayı gelir endişesiyle öğrencilerimiz okullardan ayrılmaya başladı. Bu durumda ne yapabiliriz” şeklinde bir endişelerini dile getirdiler. İl yöneticileri, vaziyeti idare edecek bir şeyler söyler. Bu soruya cevap vermek üzere bizim prens söz alır ve şöyle der: “Biz bu topraklarda Müslüman doğduk, Müslüman olarak öleceğiz” cevabını vererek taşı gediğine koyar. Bu ikna edici sözün ağırlığı karşısında kimse bir şey diyemez. Gördüğünüz gibi dini bütün biri. Herkes böyle Müslüman olsa ve sorulan sorulara böyle cevaplar verilse daha ne isteriz, değil mi?

Bu mübarek zatı yıllar sonra kendi başına görünce bu anekdot aklıma geldi. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.